T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ antropoloji (SOSYAL antropoloji) anabiLİm dali



Yüklə 1,25 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/80
tarix22.07.2018
ölçüsü1,25 Mb.
#58208
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   80

58 
 
yandan  ülkemizin  sınırları  içerisindeki  herkesin  Türk  addedilmesi  ve  farklı 
etnisitelerin  dışlanması  da  yine  halkbilimi  alanına  önemli  bir  sorun  yaratmıştır.  Bu 
“sentez”  zaten  ülkemizde  ve  dünyada  oldukça  zor  olan  objektif  tarih  ve  tarih 
yazıcılığı  başta  olmak  üzere  tüm  sosyal  bilimlerin  çalışma  alanını  büyük  ölçüde 
daraltmıştır. 
Bunlara  rağmen  1923-1980  arası  dönemde  halk  kültürünü  ve  halk  tarihini 
ortaya çıkaran değerli ürünler verilmiştir. Bu ürünler, Türkiye’de folklor denilince ilk 
akla gelen isim olan P. N. Boratav başta olmak üzere çeşitli bilim adamlarının yoğun 
gayretleriyle  ortaya  çıkmıştır.  Yerli  halkbilimcileri  ortaya  çıkmadan  önce  pek  çok 
halkbilimi  öğesi  yabancı  bilimciler  tarafından  derlenmekteydi.  Macar  besteci  Bela 
Bartok’un Türk halk müziği derleme çalışmaları bu konudaki en belirgin örneklerden 
biridir.  Bunun  yanı  sıra  önemli  halk  kahramanlarından  büyük  çoğunluğunun 
yaşamları da yabancı bilim adamları tarafından incelenmiştir. Bunlara örnek vermek 
gerekirse  kısaca;  Ethe:  Seyit  Battal  Gazi  Menkibeleri  (1871),  P.  Horn:  Seyit 
Battal  Gazi  Menkıbeleri  (1909),  Valenski:  Nasreddin  Hoca  (1911)  gibi 
çalışmalar sayılabilir. Yabancılar tarafından yapılan bu çalışmalar, Türkiye’de 
folklor’un başlangıç tarihi olarak kabul ettiğimiz 23 Temmuz 1913 günü Ziya 
Gökalp’in  Halk  Medeniyeti  başlıklı  yazısının  yayımlanış  tarihinden  sonra  da 
sürdürüldü.
47
 
 
                                                             
47
 S. V. Örnek, Türk Halkbilimi, Ankara, 2000, s.50–53 


59 
 
4.  ÜLKEMİZDEKİ  FOLKLOR  ÇALIŞMALARININ  BUGÜNÜ  VE 
GELECEĞİ 
Cumhuriyet  dönemi  sonrasında  bazı  engellere  rağmen  ülkemizde  önemli 
halkbilimi  çalışmaları  ortaya  konmuştur.  İlerideki  bölümlerde  detaylarıyla 
açıklanacak bu çalışmaları ortaya çıkaran en önemli  isimler elbette P.N. Boratav ve 
İlhan  Başgöz’dür.  Bu  alt  başlık  altında  yurdumuzun  bazı  önemli  halkbilimcilerinin 
Türkiye’de halkbilimi çalışmalarının geleceği hakkındaki görüşleri aktarılacaktır.  
Önceki  başlıkta  ifade  edildiği  gibi  1980  müdahalesi  ile  birlikte  ülkemizde 
sosyal  bilimlerin  çalışma  alanı  oldukça  daraltılmıştır.  Bu  tehlikenin  farkında  olan 
bazı  araştırmacılar  ülkemizde  halkbiliminin  bugünü  ve  geleceği  hakkında  birtakım 
fikirler öne sürmüşlerdir. Bu fikirler kısaca şöyle özetlenebilir.  
Küreselleşme ve Uygulamalı Halkbilim adlı çalışmasında Öcal Oğuz küresel 
kültürün  ortaya  çıkardığı  tehlikelerin  bazılarına  dikkat  çekmektedir.  Buna  göre; 
küreselleşme dünyayı hızla tek biçimli hale getirmektedir. Dolayısıyla, yerel renkler 
ve  farklılıklar  ortadan  kalkmakta,  dünya  kültürel  çeşitliliğini  ve  bu  bağlamdaki 
ilginçliğini  yitirmektedir.  Gezegenimiz,  UNESCO’nun  tanımlamasıyla  “somut”  ve 
“soyut”  özgün  kültür  varlığını  kaybetmektedir.  Küreselleşme  her  kültürden  birçok 
değeri  ortadan  kaldırmaktadır,  ancak  yıkım,  küresel  dinamikleri  ellerinde 
bulundurmayan ulusların kültürlerinde yaşanmaktadır. Önümüzdeki yüzyıllık zaman 
diliminde  binlerce  kültürün  ortadan  kalkacağı,  binlerce  dilin  “ölü  diller”  grubun 
gireceği ön görülmektedir.
48
 
                                                             
48
 M. Öcal Oğuz, Küreselleşme Uygulamalı Halkbilim, Ankara, s.8 


60 
 
Bir önceki  başlık altında  ifade edilen  Cumhuriyet Devrimi sonrası  “kültürde 
seçicilik” sorunu bu bölümde de karşımıza çıkmaktadır: 
Şu  halde  kültürümüzün  kaybolmaması  için  ulusal  kalıttan  neyi,  neleri 
seçerek var olma savaşımızı sürdürmeliyiz? Bu sorun çeşitli araştırmacılarda 
karşımıza farklı şekillerde çıkmaktadır. 
Egemen  toplumların  kültürlerinde  iki  yüzyılda  iki  defa  ortaya  çıkan 
karşıt 
hareketlilik, 
ulusal 
kültürlerin 
yaşatılması, 
korunması 
veya 
değersizlerden 
ayıklanması 
konularını, 
toptan 
küreselleşme 
veya 
küreselleşme  halkaları  oluşturma  açısından  yoğun  bir  tartışma  alanına 
çevirdi.  Türkiye’de  çeşitli  kurumlar,  adlar,  kavramlar  arasında  paylaşılan  ve 
bu nedenle de bir bütün halinde ele alınamayan ve tartışılmayan “ulusal kalıt” 
(Patrimone  National)  kavramının  oluşturulması  ve  tartışılmaya  açılması 
gerekmektedir.  Basit  ve  geçici  bir  tanımlama  yapacak  olursak,  ulusal  kalıtın 
“ulusal  kimliği  oluşturan,  destekleyen,  açıklayan  gösteren  maddi  ve  manevi 
bütün unsurlar” dan oluştuğunu söyleyebiliriz. Dünyada tartışılan ve bizim de 
tartışmamız  gereken  soru,  bu  tanımın  içine  giren  unsurların  neler  olduğu  ve 
girmeyenlerin  geleceğinin  ne  olacağıdır.  Kültürün  tarihsel  değişim  süreç  ve 
biçimlerini  izlemek  açısından  “kültürel  her  varlık”,  ilke  olarak  ulusal  kalıt 
kavramı  içine  alınmalıdır.  Öte  yandan,  bu  ilke  doğrultusunda  ulusal  kalıtın 
korunması,  yaşatılması  ve  yaygınlaştırılması  sorunsalı  üzerinde  düşünce 
yürütmek  gerektiği  zaman  da  “uygulanamaz”  bir  ilkenin  varlığı  ile  karşı 
karşıya  kalıyoruz.  Geçmişe  ait  her  ulusal  kalıt  korunacaksa  yeniyi  nasıl  ve 
nerede inşa edeceğiz sorusu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu soru doğal 
olarak  beraberinde  estetik  ölçüleri  yani  “seçici”  davranma  zorunluluğunu  da 


61 
 
beraberinde  getiriyor.  Seçici  davranma  kavramı  ile  artık  “göreceli”  bir 
yaklaşım  alanına  girmiş  oluyoruz.  Geleceğe taşınacak  ulusal  kalıt  anlayışını 
oluşturmak  için,  Mimar  Sinan’ın  minaresinden  mahalli  bir  aşığın  manisine 
uzanan  geniş  ve  göreceli  bu  alanda  çalışmanın  getireceği  yöntem 
sorunlarının  Türkiye’nin  ulusal  kalıt  anlayışı  konusundaki  bu  parçalanmış 
yapısı içinde kısa vadede çözülebilmesinin zorluğu ortadadır. 
Küreselleşen dünyaya doğrudan kazandıracağımız ulusal kalıt öğeleri 
üzerinde  çalışırken,  batılı  araştırıcıların  “tek  katlı  uygarlık”  oluşturmuş 
“ilkeller” üzerinde çalışmak için geliştirdikleri yöntemlerle Türk kültür varlığını 
araştırmanın  getirdiği  sorunlar  üzerinde  düşünmek  gerekmektedir.  Kimi 
ideolojik seçimlerle en alt katmanlardaki kültürel olguları zorlama yöntemlerle 
bütün katmanların kültür değeri haline getirmeye çalışmakla kaybedeceğimiz 
“estetik  avantaj”la  bunun  tersine  olarak,  “tek  tipleşen”  dünyaya  “yeni  bir 
zenginlik”  olarak  sunabileceğimiz  “yerel  olgu”  kavramlarını  bir  arada 
değerlendiren yöntemlerden yararlanmalıyız.
49
 
Öcal  Oğuz’un  bu  önerileri  yanında  bir  başka  araştırmacı  Seyfi  Karabaş’ta 
değişen ve küreselleşen dünyamızda halkbiliminin geleceğinin ve işlevinin ne olması 
gerektiğini  eserinde  derinlemesine  tartışmıştır.  Karabaş’a  göre  ülkemizde  halkbilim 
ya  da  yazarın  kendi  deyimiyle  budunbilim  uzun  yıllar  ihmal  edilmiştir.  Bu  ihmalin 
ciddi  sebebi  kendimize  saygı  sorunudur.  Örnek  olarak  kitabında  Orhun  yazıtlarının 
dilbilimsel  incelemesini  yapmış  bir  bilim  adamının  1960’larda  söylediği  “Bizde 
kültür-mültür  yok”  sözünü  acı  bir  mesel  olarak  göstermektedir.  Budunbilime 
                                                             
49
 A.g. e. s.12–13 


Yüklə 1,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə