15
hısım ve dostlarıyla birlikte mahkemeye
getirdiğini
hatırlayarak
kızan
biri
olacaktır; halbuki ben, belki de hayatım
tehlikede olduğu halde, bunların hiçbirini
yapmadım. Bunun tam tersine hareket
ettiğimi görünce, belki bu kızgınlıkla
oyunu benden yana vermeyecektir.
Aranızda böyle biri varsa -muhakkak
vardır demiyorum- ona açıkça cevap
verip derim ki: Dostum, herkes gibi ben
de bir insanım; Homeros'un dediği gibi,
tahtadan veya taştan değil, etten, kandan
yapılmış bir varlığım; benim de çoluğum,
çocuğum vardır; evet Atinalılar, biri
hemen hemen yetişmiş, erkek olmuş,
ikisi henüz çocuk, üç oğlum vardır; böyle
olduğu halde, sizden beraatımı dilemeleri
için, hiçbirini buraya getirmeyeceğim.
Niçin? Küstahlıktan yahut size karşı
saygısızlıktan dolayı değil. Ölümden
korkup korkmadığım da ayrı bir mesele,
şimdi bundan söz açacak değilim. Ancak,
bence böyle bir hareket, kendimin, sizin
ve bütün devletin şerefine aykırıdır.
Benim yaşıma gelmiş, bilgeliği ile
tanınmış bir kimsenin böyle bir aşırılığa
düşmemesi gerekir. Her halde, herkes
Sokrates'in şu veya bu
bakımdan
başkalarından ayrı olduğuna inanıyor,
halkın
bu
fikri
bana
uyuyormuş,
uymuyormuş, bunu burada araştırmı-
yorum. Aranızda bilgeliği, cesareti yahut
herhangi bir erdemi ile sivrilmiş olduğu
söylenen kimselerin böyle aşağı bir
harekete düşmeleri ne kadar utanılacak
bir şeydir. Hüküm giydikleri zaman garip
garip birtakım hareketlerde bulunan nice
tanınmış adamlar gördüm; bunlar, sanki
ö1ümle korkunç bir ıstıraba gidecek-
lerini, sanki sadece yaşamalarına izin
verilmekle ölmez olacaklarını sanıyorlar.
Fikrimce bu gibi şeyler devlete karşı
saygısızlıktır; bunların bu gibi hareketleri
dışarıdan gelen bir yabancıya, Atina’nın
en ünlü adamlarının, gene kendi hemşe-
rilerinin ün ve mevki verdiği bu kim-
selerin, kadınlar kadar bile yürekli
olmadıkları kanaatini verir. O halde,
Atinalılar, bu gibi şeyleri hiç olmazsa
bizim gibi ünlü kimselerin başarmaması
gerekir; başarırlarsa sizin de onlara göz
yummamanız; soğukkanlılık göstereceği
yerde, acıklı sahneler hazırlayarak şehri
gülünç bir hale sokan bu gibi kimseleri
daha şiddetle mahkûm etmek istediğinizi
göstermeniz gerekir.
Bundan başka, -halkın düşüncesi mese-
lesini bırakalım- yargıcı aydınlatmak ve
kanıksatmak yerine, onun lütfünü rica
ederek beraat kazanmak da doğru bir şey
değildir.
Çünkü
yargıcın
vazifesi,
doğruluğu bağışlamak değil, herkesin
hakkim ö1çerek hüküm vermek; kendi
keyfine göre değil, kanunlara göre hüküm
vermektir. Yalan yere ant içmeye alışarak
sizi tesir altında bırakmamalıyız, siz de
buna göz yummamalısınız; bu, dine
uymaz bir hareket olur.
O halde, Atinalılar, -hele şimdi,
Meletos'un ileri sürdüğü iddiaya göre,
burada dinsizlikten muhakeme edildiğim
bir sırada- şerefsiz, dine uymaz, yanlış
saydığım bir şeyi yapmamı benden
beklemeyiniz. Çünkü sizi rica kuvvetiyle
kandırmaya, yeminlerinizi bozmağa çalış-
saydım, tanrıların olmadığına inanmayı
size öğretmiş, kendimi müdafaa ederken,
tanrıları inkâr etmek ithamına karşı yalnız
kendi kendimi kandırmış olurdum. Fakat
hakikat
büsbütün
bunun
tersidir;
16
ben, tanrıların varlığına, ey Atinalılar,
bütün beni suçlayanların inandığından
daha yüksek bir anlamda inanırım;
bundan dolayıdır ki sizin için ve benim
için hayırlısı ne ise ona karar vermek üzere
davamı size ve tanrıya bırakıyorum".
II
Atinalılar, benim için verdiğiniz
mahkûmiyet kararına üzülmeyişimin
birçok sebepleri var. Bunun böyle
olacağını bekliyordum, yalnız, oyların
birbirine bu kadar denk denecek
derecede
ikiye
ayrılmış olmasına
şaştım; çünkü benim aleyhimde olan
çokluğu daha büyük sanıyordum.
Hâlbuki şimdi, öbür tarafa otuz oy
gitmiş
olsaydı
beraat
kazanmış
olacaktım. Bu yüzden diyebilirim ki,
Meletos’un
suçlamasından
beraat
kazanmış sayılırım; hatta üstelik
Anytos ile Lykon beni suçlamak için
buraya gelmeselerdi, kanunun istediği
gibi, oyların beşte birini kazanmayarak
bin drahmi para cezasına da mahkûm
olacaklardı.
O şimdi ö1ürn cezası teklif ediyor.
Bense kendi hesabıma neyi ileri
süreyim Atinalılar? Şüphesiz değerim
neyse onu. O halde hakkım nedir?
Bütün hayatında herkesin düşkün
olduğu birçok şeylere, zenginliğe, aile
bağlarına, askerlik rütbelerine, halk
kurullarında nutuklar vermeğe, başkan-
lıklara, taraflara hiç aldırmamış bir
adama verilecek karşılık ne olabilir?
Ben bir siyaset adamı olmak için fazla
dürüst olduğumu düşünerek, size ve
kendime iyilik etmeme engel olacak hiç
bir yola sapmadım! Tam tersine,
hepinize iyilik etmemi mümkün kılan
bir yola girdim, herkesin kendini
düşünmekten, kendi işlerinin peşinde
koşmaktan önce erdemi bilgeliği araması
gerektiğini, devletin sırtından fayda-
lanmaya bakmazdan önce devlete bakması
lazım geldiğini sizlere kabul ettirmeye
çalıştım. Böyle bir kimseye ne yapılır
Atinalılar, herhalde, ona bir mükâfat
verilmek lazımsa, iyi bir şey verilmeli ve
bu iyilik ona yakışır bir şey olmalıdır. Sizi
yetiştiren, sizi aydınlatmak için işini
gücünü bırakmayı her şeyden üstün gören
fakir bir adama yakışan mükâfat ne
olabilir? Atinalılar, ona Prytaneion'da
beslemekten daha yakışan bir mükâfat
olamaz; böyle bir mükâfat, Olympia'da at
yarışlarında, bilmem kaç atılı araba
yarışlarında mükâfat kazanan bir yurttaştan
çok ona yaraşır. Çünkü ben fakirim,
hâlbuki onun yetecek kadar geliri vardır: o
size yalnız bahtiyarlığın görünüş1erini
bense gerçeği veriyorum. Bana vereceğiniz
cezanın uygun ve yerinde bir ceza olması
isteniyorsa,
diyeceğim
ki,
bana
Prytaneion'da beslenmek en doğru bir
karşılıktır.
Belki,
daha
önce, gözyaşları ve
yalvarmalar hakkında söylediğim gibi, bu
sözlerimle de size boyun ekmediğimi
göstermek istediğimi sanacaksınız; ama
öyle değil; hiç öyle değil; bunları
isteyerek, hiç bir yanlış harekette bulun-
madığıma inanarak söylüyorum. Böyle
olduğu halde sizi de buna kandıramam,
çünkü vakit pek dar; başka şehirlerde
olduğu gibi, Atina'da da büyük davaların
bir günde görülmemesi için bir kanun
17
olsaydı, o zaman sizi kandırabileceğime
inanırdım. Fakat bu kadar az bir vakitte
bu kadar büyük suçlamaları dağıtamam.
Nasıl şimdiye kadar kimseye kötülük
etmemişsem,
kendime
de
elbette
etmeyeceğim; kendimin bir kötülüğe
layık
olduğumu
söylemeyeceğim,
kendim için bir ceza teklif etmeyeceğim.
Niçin edeyim? Meletos'un ileri; sürdüğü
ö1üm cezasından korktuğumdan mı?
Ölümün bir iyilik mi yoksa bir kötülük
mü
olduğunu
bilmediğim
halde,
muhakkak kötülük olan bir cezayı neden
teklif edeyim? Hapis cezası mı? Niçin
ceza evlerinde, yılın yargıçlarının, Onbir’
lerin*
(Savcılar kurulu)
kölesi olayım?
Para cezası mı diyeceksiniz, yoksa para
cezası ödeninceye kadar hapislik mi
diyeceksiniz? Buna karşı da ayni şey
söylenebilir; çünkü beş param olma-
dığından, cezayı da ödeyemeyeceğimden,
cezaevinde ö1eceğim. O halde, sürgün-
lüğü mü teklif edeyim? Belki siz de bu
cezayı kabul edersiniz. Ama benim kendi
hemşerilerim olan sizler bile, artik benim
konuşmalarıma, sözlerime tahammül
edemezken, bunları çekemez ve iğrenç
bulurken, başkalarının bana tahammül
edeceğini umacak kadar düşüncesiz
olmak için, yasamak hırsının gerçekten
gözlerimi bürümüş olması lazım. Hayır,
hayır, Atinalılar, bu hiç de böyle değildir.
Yer yer dolaşarak, sürgün yerimi hep
değiştirerek, her gittiğim yerden kovu-
larak yaşamak, benim yaşımda bir edam
için ne acı bir şeydir! İyi biliyorum ki
burada olduğu gibi, her gittiğim yerde
gene gençler beni dinlemek için etrafıma
üşüşecekler; onları yanımdan uzak-
laştırsam daha yaşlı hemşerilerini
ayaklandırarak beni dışarı attıracaklar;
etrafıma toplanmalarına izin verirsem
babaları, dostları gene onların yüzünden
beni yurtlarından kovacaklar.
Belki bana denecek ki: “Sokrates;
ağzını tutamaz mısın, sana kimse
karışmadan yabancı bir şehre giderek,
yaşayamaz mısın? Buna vereceğim
cevabı anlatmak çok güç. Çünkü
dediğinizi yapmanın Tanrı’ya karsı bir
itaatsizlik olacağını, onun için ağzımı
tutamayacağımı söylersem ciddi bir söz
söylediğime inanmayacaksınız; erdemi,
üzerinde hem kendimi hem başkalarını
sınadığım daha birçok meseleleri her
gün tartışmanın insan için en büyük
iyilik olduğunu, imtihansız hayatın
yaşamaya değer bir hayat olamadığını
söylersem bana gene inanmayacaksınız.
Size kabul ettirmek kolay olmamakla
birlikte, söylediklerim doğrudur.
Kendimi hiçbir cezaya layık görmeye
de alışmadım. Param olsaydı, beni
beraat ettirecek bir para cezası teklif
ederdim; bundan bana kötülük gelmez.
Ama ne yapayım, yok; bunun için bu
para cezasını, ancak benim vere-
bileceğim kadar kesmenizi dilerim.
Evet, belki bir mina verebilirim, onun
için bu cezayı teklif ediyorum. Buradaki
dostlarım
Eflatun,
Kritobulos
ve
Apollodoros otuz mina teklif etmem için
beni sıkıştırıyorlar; onlar kefil olacaklar.
Haydi, otuz olsun; bu para için onlar
size yeter teminat olacaklardır.
18
III
Atinalılar,
Sokrates'i,
bir
bilgeyi
öldürmüş olmakla, şehrinizi ayıplayacak
olanlardan alacağınız kötü üne karşılık,
büyük bir karınız olmayacak; ben
gerçekte hiç bir şey bilmeyen bir adam
olduğum halde onlar bizi kötülemek
istedikleri zaman, benim bilge olduğumu
söyleyecekler. Hâlbuki biraz daha
beklemiş olsaydınız, istediğiniz, tabiatın
yürüyüşü ile kendiliğinden yerine gelmiş
olacaktı. Çünkü gördüğünüz gibi, yaşım
çok ilerlemiştir; ölümden çok uzak
değilim.
Şimdi hepinize değil, .yalnız bana
ölüm hükmünü verenlere sesleniyorum.
Onlara söyleyecek bir şeyim daha var:
Belki beraatımı kolaylaştıracak şeyler
söylemediğimden, suçluluk kararından
kurtulmak için gereken şeyleri söylemeği
ve yapmağı kabul etmediğimden dolayı
mahkûmluğuma karar verildiğini sana-
caksınız. Hayır; mahkûm olmama sebep
olan kusur, sözlerimde değil sizin
istediğiniz gibi, ağlayarak, sızlayarak,
haykırarak, bence bana yakışmayan,
fakat başkalarından daima işitmeğe
alıştığınız birçok şeyleri söyleyerek ve
yaparak,
size söylemek istediğimi
yüzsüzlüğümü küstahlığımı gösterme-
yişimdendir. Fakat ben, tehlikeye düştü-
ğüm zaman, ne böyle aşağılıklara,
alçaklıklara saparım, ne de kendimi
müdafaa etmediğime pişman olurum.
Asla! Böyle bir şey yapmaktansa, sizin
alıştığınız
gibi
kendimi
müdafaa
etmektense, alıştığım gibi söz söyleyerek
ölmeği üstün görürüm. Çünkü savaş
meydanında
olduğu
kadar
adalet
karsısında da ben de, başka hiç kimse de
kendini ö1ümden kurtaracak vasıtaları
kullanmağa kalkışmamalıdır. Evet, çok
defa, bir kimse savaşta silahlarını
bırakmakla, düşmanlarının önünde diz
çökmekle ölümden kurtulabilir; her şeyi
söylemeği, her şeyi yapmayı kabul eden
bir kimse için her türlü tehlike
karşısında ölümden kurtulmanın daha
birçok çareleri vardır; yalnız şuna iyice
inanınız, yargıçlarım, asıl mesele,
ölümden sakınmak değil, haksızlıktan
sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden
daha hızlı koşar, Ben yaşlı ve ağır
olduğumdan
yavaş
kosan
bana
yetişmiştir; hâlbuki beni suçlayanlar
kuvvetli ve çabuk olduklarından, çabuk
koşan kötülük onlara yetişmiştir. Simdi
ben, tarafınızdan ölüm cezasına, onlar
da hakikat tarafından kötülüğün ve
haksızlığın cezasına mahkûm edilerek
ayrılıyoruz. Ben cezama boyun eğerim,
onlar da cezalarına boyun eğsinler.
Herhalde böyle olması mukaddermiş;
belki de yerindedir...
Şimdi, ey beni mahkûm edenleri Size
bir kehanetimi söylemek isterim; çünkü
ben simdi hayatın öyle bir anında
bulunuyorum ki, bunda insanlar ölmez-
den önce kehanet gücüne erişirler. O
halde benim katillerim olan sizlere haber
vereyim ki, ölümümden çok geçmeden
bana verdiğiniz cezadan daha ağır bir
ceza sizi beklemektedir. Beni öldürmek-
le hayatınızın hesabını soranlardan
kurtulacağınızı sanıyorsunuz. Fakat
bana inanınız, sandığınızın tam tersi
olacaktır. Evet, hiç şüphe etmeyiniz,
şimdiye kadar öne atılmalarına engel
olduğum birçok kimseler, karşınıza
çıkacak, sizi şiddetle suçlayacaklardır;
bunlar
daha
genç
oldukları
için
19
sizi daha çok incitecekler, sizinle daha
çok uğraşacaklardır. Atinalılar, insanları
öldürmekle, herkesi kötü hayatınızı
kınamaktan alıkoyacağınızı sanıyorsanız
yanılıyorsunuz; bu, olası bir kaçış yolu,
ünlü bir kaçış yolu değildir; en kolay en
asil
yol,
başkalarını
hiçbir
şey
yapamayacak bir hale getirmek değil,
kendinizi yükseltmektir. İste buradan
ayrılmadan önce beni mahkûm eden
yargıçlara söyleyeceğim kehanet budur.
Beni beraat ettiren dostlar, yargıçlar
meşgulken, öleceğim yere gitmeden,
sizlerle olup bitenler hakkında görüşmek
isterim. Onun için azıcık daha durunuz,
birbirimizle görüşebilecek kadar vakit
var. Siz benim dostlarımsınız, onun için
başıma gelenin manasını size belirtmek
isterim. Ey yargıçlarım! (Çünkü ancak
sizlere gerçekten yargıç diyebilirim.)
Size gerçekten şaşılacak bir olayı
anlatmak
isterim.
Şimdiye
kadar,
gündelik işlerde bile kötü veya yanlış bir
iş işlemek tehlikesi karşısında içimden
gelen tanrısal bir ruh beni alıkoyuyordu;
simdi ise, gördüğünüz gibi herkese göre
belki de kötülüğün en kötüsü ve en
sonuncusu başıma gelmiştir. Hâlbuki
sabahleyin
evimden
ayrılırken
de,
mahkeme karsısına çıktığımda da, burada
söz söyleyeceğim anlarda da Tanrı sesi
beni alıkoymamıştır; başka hallerde,
birçok kereler söz söylerken, beni alı-
korken, bugün bu mesele üzerinde söyle-
diğim ve yaptığım şeylerin hiç birinin
önüne geçmemiştir. Bu susmanın manası
nedir? İste size bunu söyleyeceğim: bu
şüphesiz başıma gelenin iyilik olduğuna,
ölümün bir kötülük olduğuna inanan-
larımızın yanıldıklarına bir alamettir.
Çünkü iyiliğe değil, kötülüğe doğru
gitmiş olsaydım, her zamanki işaret
herhalde beni alıkoyacaktı.
Başka türlü düşünürsek, ölümün bir
iyilik olduğunu umduracak sebep oldu-
ğunu da görürüz; ölüm iki şeyden biridir:
ya bir hiçlik, büsbütün şuursuzluk halidir
yahut da, herkesin dediği gibi, ruhun bu
dünyadan ayrılarak başka bir dünyaya
geçmesidir. Ölüm bir şuursuzluk, deliksiz
ve rüyasız uyuyan bir kimsenin uykusu
gibi bir uyku ise, o ne mükemmel, ne tam
bir kazançtır! Bir kimse, uykusunda, hiç
rüya görmediği bir gecesini düşünerek,
bunu
hayatının
öteki günleri ve
geceleriyle karşılaştırsaydı, bütün haya-
tında bundan daha iyi ve daha hoş kaç
gün ve kaç gece geçirmiş olduğunu da
bize söyleseydi, sanırım ki herkes, değil
yalnız alelade kimseler, Büyük Hüküm-
dar bile, hayatında böyle pek az gündüz
ve gece bulurdu. Ölüm bu çeşit bir uyku
ise, büyük bir kazançtır; çünkü öyle
olunca, zamanın bütün akışı, tek bir gece
gibi gözükecektir. Ama. ö1üm bizi bu
dünyadan başka bir dünyaya götüren bir
yolculuk ise ve herkesin dediği gibi,
bütün ölenler başka dünyada yaşıyorlarsa,
yargıçlarım, bizim için bundan daha
büyük ne iyilik olabilir? Gerçekten öteki
dünyaya vardığımızda, bu dünyada
doğruluk iddia eden kimselerden kurtu-
larak, denildiği gibi asıl doğruluğu veren
gerçekten yargıçları, Minos'u, Rahada-
manthos'u, Aiakos'u, Triptolemos'u doğru
yaşamış olan yarı-tanrıları bulacaksak, bu
yolculuk hiçbir zaman bir ceza olamaz.
Bir kimse orada, Orpheus'a, Musaios'a
Homeros'a,
Hesiodos'a
kavuşacaksa,
bunun
için
ne
vermez
ki?
20
Hayır, bu doğru ise, bırakınız bir daha,
bir daha öleyim. Hele Palemedes ile
Telamon oğlu Aias ile haksiz bir hüküm
yüzünden
Helen eski kahramanları ile buluşmak
bizim için ne yüksek bir şeydir! Kendi
sonumu onların sonu ile karşılaştırmak
benim için ne büyük bir zevk! Hepsinin
üstünde, burada olduğu gibi öteki
dünyada da öz ve yanlış bilgeliği
araştırmamı
ilerletebileceğim,
kimin
bilgiç, kimin cahil olduğunu anlayabile-
ceğim. Yargıçlar! Büyük Troia seferinin
önderi Odysseus'u, Sisyphos'u, kadınlı
erkekli daha birçoklarını deneyebilmekte
ne büyük bir zevk var! Onlarla, konuş-
makta, onların arasında yaşamakta,
onlara sorular sormakta ne sonsuz bir
zevk olacaktır! Orada hiç şüphesiz,
sormak
yüzünden
ö1üme mahkûm
edilmek tehlikesi de yoktur. Bizden daha
mesut olduktan başka, doğruyu söyleyen,
orada ölmez de olacaktır. O halde,
yargıçlar! siz de benim gibi ölümden
korkmayınız, şunu biliniz ki, iyi bir
insana, ne hayatta ne de öldükten sonra
hiçbir kötülük gelmez. Onu ve onun
gibileri tanrılar daima korurlar. Benim
yaklaşan sonum, sadece bir tesadüf işi
değildir; tam tersine, apaydın görüyorum
ki ölmek ve böylece bütün acılardan
büsbütün kurtulmak, benim için daha
değerlidir. İşte, içimden gelen işaretin
alıkoymamasının sebebi budur. Gene
bunun için beni mahkûm edenlere, beni
suçlayanlara asla kızmıyorum. Onlar
bana iyilik etmeyi bile bile isteme-
mişlerse de, bana hiç kötülük de etme-
mişlerdir. Onları ancak, bana bilerek
kötülük etmek istediklerinden dolayı
kınayabilirim.
Sizden dileyeceğim bir şey daha
kaldı: çocuklarım büyüdükleri zaman,
Atinalılar, erdemden çok zenginliğe
yahut herhangi bir şeye düşkünlük
gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl
uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşınız,
onları cezalandırınız; kendilerine, kendi-
lerinde olmayan bir değeri verir, önem
vermeleri gereken şeye önem vermez,
bir hiç oldukları halde kendilerini bir
şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamış-
sam, siz de onları öyle azarlayınız. Bunu
yaparsanız, bana da, okullarıma da
doğruluk etmiş olursunuz.
Artık
ayrılmak
zamanı
geldi,
yolumuza gidelim: ben ölmeye, siz
yaşamaya.
Hangisi daha iyi?
Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.
SON
Dostları ilə paylaş: |