5
bir
şey öğreneceğimi umuyordum.
Yargıçlar, inanır mısınız? Doğruyu
söylemeye utanıyorum; ama söylemeli-
yim. O şairlerin, eserleri hakkında
dedikleri, orada bulunan hemen herkesin
diyebileceğinden daha iyi değildi. O
zaman anladım ki şairler eserlerini
bilgilerinden değil, bir çeşit içgüdü ile
Tanrıdan gelme bir ilhamla yazıyorlar,
tıpkı bir sürü güzel şeyler söyleyip de
dediklerinden bir şey anlamayan tanrı-
sözcüleri, biliciler gibi. Şairler için de
öyle olduğunu gördüm; üstelik onlar,
kendilerinde şairlik var diye, bilmedikleri
şeylerde de insanların en bilgini
olduklarını
sanıyorlar.
Yanlarından
ayrılırken anlamıştım ki, devlet adamları
karşısında nasıl bir üstünlüğüm varsa,
onlardan da böylece üstünüm.
En son, ustalara gittim: çünkü
kendimin bir şey bilmediğimin farkında
olduğum gibi, onların da hem çok, hem
iyi şeyler bildiklerine emindim. Bu sefer
aldanmamışım; onlar benim bilmediğim
birçok şeyleri gerçekten biliyorlardı ve
bunda hiç şüphesiz benden daha bilgin
idiler. Ama Atinalılar, gördüm ki iyi
ustalarda da şairlerdeki kusur var; kendi
işlerinin eri oldukları için en yüksek
şeylerden de anladıklarını sanıyorlar,
böyle sandıkları için de asıl bilgileri
gölgede kalıyordu, o kadar ki Tanrının
sözüne geldim, onlar gibi bilgin, onlar
gibi de bilgisiz olmaktansa, bilgilerini de,
bilgisizliklerini de edinmeyip olduğum
gibi kalmak daha iyi değil mi? diye
düşündüm; gerek kendime, gerek Tanrı
sözüne cevap vererek, benim için
olduğum gibi kalmak daha iyi, dedim.
Atinalılar, bütün bu araştırmalarım
birçok düşmanlar, hem de en kötü, en
tehlikeli soyundan düşmanlar edinmeme
sebep oldu; birçok iftiralara yol açtı;
adim bilge diye çıktı, çünkü beni
dinleyenler, başkalarında bulunmadığını
gösterdiğim bilginin bende bulunduğunu
sandılar. Asıl bilen, Atina yargıçları,
belki yalnız Tanrıdır; o sözü ile de insan
bilgisinin büyük bir şey olmadığını,
hatta hiçbir şey olmadığını göstermek
istemiştir; Sokrates demiş olması ancak
bir söz gelişidir; "ey insanlar! Aranızda
en bilgesi, Sokrates gibi bilgeliğinin
gerçekte bir hiç olduğunu bilendir"
demek istemiş. İşte böylece Tanrının
sözünü düşünerek yer yer dolaşıyor,
yurttaş olsun, yabancı olsun, bilge
sandığım kimi bulursam konuşup
soruyorum; bilge olmadıklarını anla-
yınca da, Tanrı sözüne hak vererek bilge
olmadıklarını kendilerine gösteriyorum.
Bu iş bütün vaktimi alıyor, bu yüzden
devlet işleriyle de, kendi işlerimle de
iyice uğraşacak vakit bulamıyorum; o
kadar ki, Tanrıya hizmet edeyim diye
yoksul kaldım.
Dahası var: birtakım gençler kendilik-
lerinden başıma toplanıyor; babaları
zengin, vakitleri bol; ben önüme aldığım
adama sorular sorarken durup dinliyor-
lar; üstelik bilgiçlerin sorguya çekilme-
sini dinlemekten hoşlanıyorlar, çok defa
bana benzeyerek kendileri de başkalarını
denemeye kalkışıyorlar; az bir bilgiyle
hatta büsbütün bilgisiz, kendilerini
bilgin sananlar sayısız: bunu o delikan-
lılar da buluyorlar. Sıkıştırdıkları adam-
lar kendilerine kızacaklarına bana kızı-
yor, “ah! bu alçak Sokrates! gençleri
baştan
çıkarıyor!..”
diyorlar.
6
Hâlbuki biri çıkıp da kendilerine sorsa
“peki ama bunun için ne yapıyor? Ne
öğretiyor?” dese ne cevap vereceklerini
bilmezler; fakat şaşkınlıklarını belli
etmemek için de her zaman filozoflara
karşı çevrilen “bulutlarda, yerin dibinde
olup bitenleri öğretmek”, “tanrılara
inanmamak”, “iyiyi kötü göstermek”
gibi beylik sözleri sayıp dökerler;
çünkü bir şey bilmedikleri halde biliyor
görünmek istemelerinin açığa vuruldu-
ğunu söylemeğe bir türlü dilleri
varmaz. Onlar ille iyi tanınacağız,
sözümüz geçecek diyen, hem de
kalabalık insanlardır; benim sözüm
açılınca, bir ağızdan konuşup karşıla-
rındakini kandırmayı bildikleri için,
öteden beri, ağır iftiralarla kulak-
larımızı doldurdular, gene de dolduru-
yorlar. Meletos'a Anytos'a, Lykon'a,
bana saldırmak cesaretini veren, işte bu
iftiralardır. Meletos, şairlerin, Anytos,
ustalarla politikacıların, Lykon da
hatiplerin kinlerine tercüman olmuştur.
Sözüme başlarken de dediğim gibi,
böyle kök salmış bir iftiradan kendimi
böyle az bir zamanda temize çıkarabile-
ceğimi ummam. İşte, Atinalılar, size
doğruyu söyledim; büyük, küçük, bir
şeyi saklamadım, bir şeyi değiştir-
medim. Biliyorum ki bu yüzden yine
garazlarına uğrayacağım; bu da gösterir
ki ben doğruyu söylüyorum, bana iftira
ediliyor, sebebi de budur. Simdi arayın,
sonra arayın, bulacağınız hep budur.
Beni suçlayanların birincilerine karşı
bu kadar savunma yeter; şimdi ikin-
cilere dönüyorum. Bunların başında
Meletos, kendi sözüyle, iyi, yurdunu
gerçekten seven Meletos var. Bunlara
karşı da kendimi savunmaya çalışa-
cağım. Nelerden şikâyet ettiklerini bir
okuyalım. Aşağı yukarı şöyle deniyor:
Sokrates,
gençleri doğru yoldan
ayırmakla, devletin tanrılarına inanma-
makla, bunların yerine yeni yeni
tanrılar koymakla suçludur. İşte bana
yükledikleri suçlar; bunların hepsini ele
alalım.
Gençleri doğru yoldan ayırmak
sucunu işliyormuşum, ben de iddia
ediyorum ki Meletos ciddi şeyleri alaya
alarak herkesle eğlenmekten, gerçekte
üzerinde hiç uğraşmadığı işlere güya
taassup
(bağnazlık)
ve ilgi göstererek
herkesi
mahkemeye
sürüklemekten
suçludur. Bunun böyle olduğunu size
ispata çalışacağım.
Meletos, şöyle gel, bana cevap ver:
- Gençlerimizin mümkün olduğu kadar
erdemli olmalarına çok önem veriyor-
sun, değil mi?
- Tabii veriyorum.
- O halde, onları daha iyi kılanın kim
olduğunu
da
yargıçlara
söyle.
Mademki onları doğru yoldan ayıranı
meydana çıkarmak zahmetine katlan-
mışsın ve yargıçların karşısında beni
göstererek bu suçlunun ben olduğumu
iddia ediyorsun, o halde şunu da
bilmen gerekecektir. Onları terbiye
edenler kim yargıçlara adları ile
söyle… Gördün mü Meletos, susu-
yorsun işte. Bir şey söylemiyorsun
ama bu susman, senin için utanılacak
bir şey değil mi? Mesele ile hiçbir
ilişiğin yoktur dememin bu, açık bir
kanıtı değil mi? Söyle dostum, söyle,
gençleri daha iyi kılan nedir?
- Kanunlar.