9
"bakalım bilgin Sokrates işi alaya alıp
birbirini tutmaz sözler söylediğimi
bulacak, meydana çıkaracak mı, yoksa
onu da bizi dinleyenleri de aldatabilecek
miyim?” demiştir. Bana öyle geliyor ki
suçlamasında bir dediği bir dediğini
tutmuyor. Sanki şöyle demiş; "Sokrates,
tanrıların
varlığına
inanmamaktan,
tanrılar
olduğuna
da
inanmaktan
suçludur”. Buna düpedüz alay derler.
Atinalılar,
Meletos'un
düştüğü
tutmazlıkları benimle beraber gözden
geçirin ve sen Meletos, bize cevap ver.
Siz de benim ta baştaki dileğimi
hatırlayın da alışık olduğum gibi söz
söylersem, ses çıkarmayın. Dünyada bir
kimse var mıdır ki, Meletos, insanlık
işler olduğuna inansın da insanlar
bulunduğuna inanmasın? Şunu söyleyin
Atinalılar, kaçamaklı yollara sapmadan
bana cevap versin. Bir adam bulunur mu
ki at yoktur ama atın kullanıldığı işler
vardır, flavtacılar yoktur ama flavtacılık
vardır desin? Bulunmaz, dostum, bulun-
maz. Mademki sen cevap vermekten
kaçınıyorsun, sana da buradakilere de
cevabı ben vereyim; ama hiç olmazsa
şuna cevap ver; bir kimse var mıdır ki
tanrılık işlere inansın da tanrılara
inanmasın? Daimon'lara
(ruhlar ve cinler)
inan-
masın da Daimonların kuvvetine inansın?
- Hayır, yoktur.
- Çok şükür, yargıçların zoruyla ağzın-
dan bu cevabi alabildim. Demek
daimonluk işlere, bu işler yeni olsun
eski olsun, inandığımı ve bunları öğret-
tiğimi iddia ediyorsun. O halde,
söylediğine göre, ben daimonluk işlere
inanıyorum. Suçlamanda buna yemin
bile ediyorsun. Bu işlere inanıyorsam,
onların var varlığına da ister istemez
inanmam gerekir, öyle değil mi? Hiç
şüphesiz, cevap vermediğine göre
senin de ayni fikirde olduğunu kabul
ediyorum. Peki, Daimonları tanrı veya
tanrı okulları olarak alabiliriz, değil
mi?
- Evet, şüphesiz.
- Öyle ise, söylediğim gibi, Daimonların
varlığına inanıyorsam, öte yandan da,
ne adla olursa olsun, Daimonlar bir
nevi tanrı iseler, muammalar
(bulmaca)
çıkarıyorsun ve bizimle eğleniyorsun
demekte haksız mıyım? Hem tanrılara
inanmadığımı iddia ediyorsun, hem de
biraz sonra Daimonlara inandığımı
söylemekle tanrılara inandığımı kabul
etmiş
oluyorsun!
Denildiği
gibi
Daimonlar, tanrıların nymphalar! veya
başka analardan doğan piçleri iseler,
tanrılar olmadığı halde, tanrıların
çocukları olduğuna kim inanabilir? Bu
katırın, eşekle atın çocuğu olduğuna,
fakat eşeğin de atın da var olduğuna
inanmamak kadar yersiz olur. Hayır,
Meletos, sen bütün bu saçmaları ya
beni denemek için kasten çıkarmış-
sındır yahut da bana karşı ciddi bir suç
bulamadığından suçlamana koydun.
Fakat inan ki, aynı bir kimsenin
daimonluk
işlere
inandığı halde,
Daimonlara, tanrılara, kahramanlara
inanmayacağına biraz anlayışı olan
hiçbir kimseyi inandıramazsın.
Meletos'un
suçlamalarına
yeter
ölçüde cevap verdim sanıyorum, daha
fazla savunmama gerek yoktur. Bununla
beraber, üzerime ne kadar çok kin
çekmiş olduğumu düşünüyorum ve
hüküm giymem gerekirse,
10
beni yok edecek olanın bu olduğunu,
onun Meletos, Anytos değil, şimdiye
kadar birçok iyi insanların ölümüne
sebep olmuş, belki ileride de olacak olan
iftira ve çekememezlik olduğunu düşünü-
yorum; çünkü bu kurbanların sonuncusu
herhalde ben olmasam gerek.
Belki biri şöyle diyecek: “Sokrates,
seni böyle vakitsiz bir sona sürükleyen
bir ömürden utanç duymuyor musun?
Bana bunu soracak olana açıkça cevap
verebilir ve diyebilirim ki: dostum,
yanlıyorsun. Değeri olan bir kimse,
yaşayacak mıyım yoksa ölecek miyim
diye düşünmemelidir; bir iş görürken
yalnız doğru mu eğri mi hareket ettiğini,
cesaretli bir adam gibi mi yoksa
tabansızca mı hareket ettiğini, düşün-
melidir. Hâlbuki sizin özünüzde, Troia'da
ölen kahramanların, hele namussuzluğa
karşı her türlü tehlikeyi küçümseyen
Thetis’in oğlunun bir değeri olmaması
lazım. Hektor'u öldürmek için sabırsız-
lanırken, anası tanrı ona, yanılmıyorsam,
aşağı yukarı şu sözleri söylemişti:
“Oğlum, arkadaşın Patroklos'un öcünü
alacak ve Hektor'u öldüreceksin, ancak
bil ki onun arkasından sen de hemen
öleceksin; çünkü tanrı hükmü böyle
emrediyor”. Hâlbuki o, bu öğüde aldır-
mayıp her şeyi göze alarak, arkadaşının
öcünü almadan namussuzca yaşamaya,
ölümü ve tehlikeyi üstün gördü: “Burada
şu eğri gemilerin yanında, dünyaya
lüzumsuz bir yük olarak, maskara gibi
durmaktansa,
düşmanımdan
öcümü
alayım, arkasından da öleyim.” dedi.
Onun bu hareketinde hiç ölüm ve tehlike
korkusu var mıydı? En doğru hareket,
Atinalılar, bir kimsenin yeri neresi olursa
olsun, ister kendinin seçtiği, ister
komutanının gösterdiği yer olsun,
tehlike karşısında direnmek; ölümü veya
başka tehlikeleri değil, ancak namusu
göz önünde bulundurmaktır.
Atinalılar, benim için de bundan
başka türlü hareket etmek gerçekten çok
garip
olurdu;
çünkü
Potidaia'da,
Amphipolis'te,
Delion'da
seçtiğiniz
komutanların gösterdikleri yerde, her
türlü ölüm tehlikesi karşısında bütün
cesaretiyle duran ben, simdi, kendi fikir
ve sanımca, Tanrı tarafından, kendimi
ve başkalarını denemek için filozofluk
vazifesi ile gönderildiğim zaman, ölüm
veya başka bir şey korkusu ile vazifemi
bırakıp nasıl kaçardım? Böyle bir
hareket gerçekten ağır bir suç olurdu.
Kendimi bilge sanarak ölüm korkusu ile
Tanrı sözüne baş eğmeseydim, o zaman
mahkemeye pek haklı olarak çağrıla-
bilir, tanrıların varlığını inkârdan suçla-
nabilirdim. Çünkü yargıçlar, ölüm
korkusu, gerçekte bilge olmadığı halde
kendini bilge sanmak değil midir?
Bilinmeyeni bilmek iddiası değil midir?
İnsanların, korkularından en büyük
kötülük saydıkları ölümün en büyük
iyilik olmadığını kim bilir? Bilmedi-
ğimiz bir şeyi bildiğimizi sanmak
gerçekten utanılacak bir bilgisizlik değil
midir? İşte yargıçlar, ancak bu noktada
başkalarından farklı olduğuma inanı-
yorum. Belki de onlardan daha bilge
olduğumu iddia edebilirim: Ben, öteki
dünyada olup bitenler hakkında pek az
bir şey bildiğim halde, bir şey bildiğime
inanmıyorum, fakat tanrı olsun, insan
olsun, belki, kendinden daha iyi olanlara
haksızlık
ve
itaatsizlik
etmenin