Metabolizma ders kurulu siNDİRİm sistemi FİzyolojiSİ ders notlari prof. Dr. Sena erdal cumhuriyet üNİversitesi tip faküLtesi



Yüklə 287,03 Kb.
səhifə2/8
tarix20.10.2017
ölçüsü287,03 Kb.
#5674
1   2   3   4   5   6   7   8

Karıştırıcı Hareketler


Karıştırıcı hareketler sindirim sisteminin farklı bölgelerinde tamamen farklıdır. Özellikle sfinkter alanlarında, barsak içeriğinin ileri doğru hareketinin bloke edildiği yerlerde peristaltik dalgalar içeriği iletmekten ziyade çalkalayarak karışmasını sağlarlar.

Başka zamanlarda da barsak duvarında birkaç santimetrede bir lokal kontraksiyonlar oluşur. Bunların süresi 5-30 sn. kadardır, daha sonra barsağın başka bir noktasında yeni kontraksiyonlar oluşur. Böylece parçalanma işi yapılmış olur.


GASTOİNTESTİNAL DOLAŞIM (BARSAK KAN AKIMI)

Mide, barsak, karaciğer, pankreas ve dalağın kanı aortanın dallarından sağlanır. Kan akımı bir seri paralel devreler halinde düzenlenmiş olup barsaklar ile pankreastan gelen kanın tamamı portal ven aracılığı ile karaciğere boşalmaktadır.

Sindirim olayı sırasında barsak kan akımı, barsak hareketlerinin barsak damarlarına yaptığı pompa etkisi ve lokal refleksler yoluyla artırılır. Barsak kan akımı çoğunlukla genel kan basıncından bağımsızdır. Bir barsak felci veya bir barsak tıkanması kan akımını gittikçe tıkar ve artan barsak gazları (CO2, metan, H2S vs.) basıncı yükselterek barsak kanalının şişmesine sebep olur. Buda sonunda intralüminal basıncın yükselmesine ve kan akımının durmasına neden olur. Barsaktan resorbe edilmiş maddeler içeren venöz kan vena porta üzerinden karaciğere gelir. Resorbe edilmiş yağların bir kısmı da barsak lenf damarlarına alınır ve karaciğere uğramadan büyük dolaşıma karışır.

Yemeklerden sonra splanik kan akımı artar buda sindirim ürünlerinin kanaldan uzaklaştırılmasını kolaylaştırır. Ayrıca sindirim ve absorbsiyon için gerekli ek enerji için O2 ve besin maddeleri sağlar.




Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007
GASTROİNTESTİNAL HORMONLAR

Mukozada sinir hücreleri ve salgı hücreleri tarafından salgılanan biyolojik aktif polipeptidler parakrin tarzda etkili olup, aynı zamanda dolaşıma da katılırlar. Bu maddelerle ilgili deneyler ve bu maddelerin radioimmunoassay yöntemlerle kandaki yoğunluklarının ölçülmesi sonucunda gastrointestinal hormonların gastrointestinal salgılama ve motilitenin düzenlenmesinde rol oynadıkları saptanmıştır. Bu hormonlar büyük dozlarda kullanıldıklarında etkileri üst üste çakışmakta ise de görüldüğü kadarıyla ayrı fizyolojik etkilere sahiptirler. Yapı ve fonksiyonlarının benzerliği açısından hormonlar 2 grupta ele alınmaktadır. Gastrin grubu asıl elemanları 1- gastrin, 2- kolesisitokinin (CCK), sekretin grubu asıl elemanları ise 1- sekretin, 2- glukagon, 3- glisentin (GLI), 4- VIP ve 5- gastrik inhibitör polipeptiddir (GIP) .


GASTRİN

Gastrin mide mukozasının antral bölgesindeki bezlerin lateral duvarlarında bulunan ve G hücreleri olarak adlandırılan hücreler tarafından üretilir. G hücreleri, birçok gastrin granülü içeren geniş tabanları ve mukozal yüzeye ulaşan dar tepeleri ile şekil olarak koniye benzerler. Mikrovilluslar apikal uçtan lümene taşar. Mide içeriğindeki değişikliklere karşı verilen gastrin yanıtlarına aracılık eden reseptörler mikrovilluslar üzerinde bulunmaktadır. Gastrointestinal yolda mide ince barsak ve kolon mukozasında 15 tipten fazla hormon salgılayan enteroendokrin hücrelerin olduğu saptanmıştır. G hücrelerinin hormon salgılayan diğer hücrelerle benzer yapıları vardır. Gastrin üreten ikinci tip hücreler olan TG hücreleri mide ve ince barsağın tamamında bulunur. Bu hücreler G34 ve gastrinin C-ucu tetrapeptidini içerirler fakat G17'den yoksundurlar.

Gastrin fötal hayatta pankreas adacıklarında da bulunur. Gastrinoma'lar olarak adlandırılan gastrin salgılayan tümörler pankreas içinde oluşur, ancak sağlıklı erişkinlerde pankreasta gastrinin bulunup bulunmadığı bilinmemektedir. Bunlara ek olarak gastrin, hipofiz bezinin ön ve arka loblarında, hipotalamusta, medulla oblongatada, vagus ve siyatik sinirlerde de bulunmaktadır.

Gastrin hem makroheterojenite hem de mikroheterojenite gösteren çok sayıda polipeptid hormonların tipik bir örneğidir. Makroheterojenite dokularda ve vücut sıvılarında farklı uzunluklarda peptid zincirlerinin oluşumunu tanımlarken, mikroheterojenite ise tek bir amino asit derivasyonuna bağlı olan moleküler yapıdaki değişiklikleri tanımlar. Preprogastrin farklı büyüklükteki parçalara bölünerek işlenir. Gastrinin 3 temel formu 34, 17 ve 14 amino asit kalıtı içerir. Hepsi aynı C-ucu konfigürasyonuna sahiptir. Bu formlar aynı zamanda sırasıyla G34, G17 ve G14 gastrinler olarak da bilinir. Diğer bir form C-ucu tetrapeptiddir, bir de N-uçta uzamış büyük bir formu vardır ve bu da 45'den fazla amino asit kalıtı içerir. Türevlerin başka bir formu da, C-ucunda altıncı amino asit olan tirozinin sülfatlanmasıdır. Kanda ve dokularda hemen hemen eşit miktarlarda sülfatlanmamış ve sülfatlanmış formlar vardır ve bunlar eşit derecede etkindir.

Bu belirgin heterojenitenin fizyolojik önemi nedir? Değişik formların etkinliklerinde bazı farklılıklar vardır ve bu formlar değişik dokularda farklı oranlarda bulunmaktadır. Bu da göstermektedir ki farklı formlar farklı etkinlikler için oluşturulmuştur. Bununla birlikte günümüzde şöyle bir sonuca varılabilir: G17 mide asit sekresyonunu sağlaması nedeni ile temel bir formdur ve C-ucu tetrapeptid gastrinin bütün etkinliklerine sahiptir fakat gücü G17'ninkinin sadece % 10'u kadardır.

G14 ve G17 dolaşımda 2-3 dakikalık yarı ömre sahip iken G34'ün yarı ömrü 15 dakikadır. Gastrinler esas olarak böbrek ve ince barsaklarda inaktive edilirler.,

Yüksek dozlarda gastrinin çeşitli etkileri vardır. Ancak temel fizyolojik etkileri mide asiti ile pepsinin salgılanması ve mide, ince ve kalın barsak duvarlarının mukozasının büyümesini uyarmaktır (trofik etki). Mide motilitesinin uyarılması da olasılıkla fizyolojik bir etkidir. Gastrin aynı zamanda gastroözofageal sfinkterin de kasılmasına neden olmaktadır, fakat bu etkinin fizyolojik önemi kesin değildir. Gastrin protein bakımından zengin yemekten sonra insülin salgılanmasını uyarır ancak karbonhidrat bakımından zengin yemekten sonra dolaşımdaki endojen gastrin düzeyi insülin salgılanmasını artıracak düzeye ulaşamaz. Gastrinin hipofiz bezi, beyin ve periferik sinirlerdeki fonksiyonları bilinmemektedir.

Gastrin salgılanması; mide içeriği, vagus sinirinin deşarj hızı ve kanda taşınan faktörler tarafından etkilenmektedir. Atropin insanlarda test yemeğine verilen gastrin yanıtını inhibe etmez, çünkü G hücrelerini innerve eden postgangliyonik vagal liflerden transmitter olarak asetilkolinden ziyade gastrin serbestleyici polipeptid (GRP) salgılanır. Midede protein yıkım ürünlerinin; özellikle amino asitlerin varlığı, G hücrelerini doğrudan etkileyerek gastrin salgılanmasını artırır. Fenilalanin ve triptofan özellikle etkilidir.

Antrumdaki asit, gastrin sekresyonunu inhibe eder. Asitin etkisi gastrin sekresyonunu düzenleyen negatif feedback döngüsünün temelini oluşturur. Hormonun artan sekresyonu asit sekresyonunu artırır bu da daha sonra feedback yoluyla gastrin sekresyonunu inhibe eder.

Gastrinin duodenal ülser fizyopatolojisindeki rolü daha sonra tartışılacaktır. Midedeki asit salgılayan hücrelerin haraplanmasıyla ortaya çıkan pernisiyöz anemi gibi durumlarda gastrin sekresyonu kronik olarak artar.


KOLESİSTOKİNİN-PANKREOZİMİN

Daha önceleri kolesistokinin olarak adlandırılan hormonun safra kesesinin kasılmasına neden olduğu, pankreozimin adı verilen bir diğer hormonunda enzimce zengin pankreas sıvısının sekresyonunu artırdığı düşünülüyordu. Günümüzde ise ince barsağın üst bölgelerinde mukoza içindeki hücrelerin salgıladığı tek bir hormonun her iki aktiviteyi birden yapabildiği kesin olarak bilinmektedir ve bundan dolayı da bu hormona kolesistokinin-pankreozimin adı verilmektedir. Bu hormon aynı zamanda CCK-PZ veya çoğunlukla CCK olarak da adlandırılmaktadır.

Gastrin gibi CCK de hem makroheterojenite hem de mikrohetorojenite gösterir. Pre-pro-CCK birçok parçaya bölünerek işleme alınır. Büyük CCK 58 amino asit kalıtı içerir (CCK 58). Buna ek olarak 39 amino asit (CCK 39), 33 amino asit (CCK 33) içeren CCK peptidleri ve 12 veya biraz daha fazla amino asit (CCK 12) ya da 8 amino asit (CCK 8) içeren çeşitli formları vardır. Bütün bu formlar gastrinde olduğu gibi C-ucunda aynı 5 amino asit kalıtına sahiptirler. C ucu tetrapeptid (CCK 4) dokularda da bulunur. C-ucu amidlenmiştir ve C-ucundaki yedinci amino asit olan tirozin sülfatlanmıştır. Gastrinden farklı olarak CCK'in sülfatlanmamış formu dokularda bulunmaz. Bununla beraber CCK'daki amino asitlerin türevleştiği bilinmektedir. Kolesistokininin dolaşımdaki yarı ömrü 5 dakikadır fakat metabolizması hakkında çok az şey bilinmektedir.

Kolesistokinin barsağın üst kısmındaki endokrin hücrelerden olan I hücreleri tarafından salgılanır, buna ek olarak distal ileum ve kolondaki sinirlerde, beyindeki nöronlarda, özellikle serebral kortekste ve vücudun birçok bölgesindeki sinirlerde de bulunmaktadır. Duodenum ve jejunumdan salgılanan CCK'in çoğu CCK 8 ve CCK 12'dir. Enterik ve pankreatik sinirler esas olarak CCK 4 içerirler. Beyinde CCK 58 ve CCK 8 bulunur.

Kolesistokinin safra kesesinin kasılmasına ve enzimce zengin pankreatik sıvının salgılanmasına neden olmasının yanı sıra alkali pankreatik sıvının salgılanmasını sağlayan sekretinin etkinliğini de artırır. Kolesistokinin aynı zamanda midenin boşalmasını inhibe eder, pankreas üzerine trofik etkide bulunur, enterokinaz salgılanmasını ve incebarsak ile kolonun motilitesini artırır. Sekretin ile birlikte pilor sfinkterinin kontraksiyonunu sağlayarak duodenum içeriğinin mideye reflüsünü (geri tepmesini) önlediğine dair bulgular vardır. Gastrin ve CCK, glukagon salgısını uyarır ve her iki gastrointestinal hormonun sekresyonu, protein ağırlıklı yemek tarafından artırıldığından bunlardan biri veya ikisi birden glukagon salgılanmasını uyaran "barsak faktörü" olabilir.

Kolesistokinin salgılanması intestinal mukozanın sindirim ürünlerinden özellikle peptidler ve amino asitlerle temasında ve duodenumda 10'dan fazla karbon atomu içeren yağ asitlerinin bulunması durumunda artar. Kolesistokinin salgılanmasına yanıt olarak duodenuma giren safra ve pankreatik sıvılar daha fazla protein ve yağın sindirilmesine neden olurlar; bu sindirim ürünleri ise daha fazla CCK sekresyonunu uyarır. Yani; bu hormonun salgılanmasının kontrolünde bir çeşit pozitif feedback etkili olmaktadır. Bu pozitif feedback sindirim ürünleri gastrointestinal yolun daha aşağı kesimlerine ilerlediğinde sona ermektedir.


SEKRETİN

Sekretin fizyoloji tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1902 yılında, Bayliss ve Starling ilk olarak pankreatik salgılama üzerine; duodenumun uyarıcı etkisinin kanla taşınan bir faktöre bağlı olduğunu göstermiştir. Onların araştırması sekretinin belirlenmesine neden olmuştur. Bayliss ve Starling aynı zamanda vücutta bulunan hücreler tarafından birçok kimyasal ajanın salgılanıyor olabileceğini ve bunların dolaşıma katılarak belirli mesafelerdeki organları etkileyebileceği görüşünü ortaya attılar. Starling bu "kimyasal haberciler"i kategorize etmek için ilk kez "hormon" terimini kullandı. Bu varsayımın kanıtı da modern endokrinolojidir.

Sekretin ince barsağın üst kısmının mukoza bezlerinde derin olarak lokalize olmuş S hücrelerinden sekrete edilir. Sekretinin yapısı CCK ve gastrininkinden farklı, fakat glukagon, GLI,VIP ve GIP'inkine benzerdir. Sekretinin sadece bir formu izole edilebilmiştir ve bugüne kadar test edilen molekül parçacıklarının inaktif olduğu bulunmuştur. Yarı ömrü yaklaşık 5 dakikadır, ancak metabolizması hakkında bilinenler çok azdır. Sekretin pankreasın duktal hücrelerinden ve safra yollarından bikarbonat salgılanmasını artırır. Böylece sulu ve alkali bir pankreatik sıvının salgılanmasına neden olur. Sekretinin pankreas duktal hücrelerine etkisi cAMP aracılığı ile olur. Sekretin aynı zamanda pankreastan sindirim enzimlerinin salınmasına neden olan CCK'in bu etkisini artırır. Mide asiti salgılanmasını azaltır ve pilor sfinkterinin kasılmasına neden olabilir.

Sekretin salgılanması protein sindirim ürünlerinin artması ve ince barsağın üst kısım mukozasının asitle karşılaşması durumlarında artar. Sekretinin asit tarafından serbestlenmesi negatif feedback kontrol için bir örnektir; sekretin alkali pankreatik sıvının duodenuma akmasına, mideden gelen asidin nötralizasyonuna ve sonuçta da hormonun daha fazla sekresyonunun durdurulmasına neden olur.


GASTRİK İNHİBİTÖR PEPTİD (GIP)

GIP 43 amino asit kalıtı içerir. Duodenum ve jejunum mukozasındaki K hücreleri tarafından üretilir. Salgılanması duodenumdaki glükoz ve yağ tarafından uyarılır. GIP mide sekresyonunu ve motiliteyi inhibe eder. İnsülin sekresyonunu ise stimüle eder. Gastrin, CCK, sekretin ve glukagon da bu etkiye sahiptirler. Gastrointestinal yolun fizyolojik - hücre-stimülan hormonu GIP'tir. Bundan dolayı GIP bazen "glükoz-bağımlı insülinotrofik polipeptid" olarak da adlandırılır.


VAZOAKTİF İNTESTİNAL POLİPEPTİD (VIP)

VIP 28 amino asit kalıtı içerir. Gastrointestinal yoldaki sinirlerde bulunur. VIP aynı zamanda kanda da bulunur ve kandaki yarı ömrü 2 dakikadır. VIP barsakta özellikle elektrolitlerin salgılanmasını ve buna bağlı olarak suyun salgılanmasını uyarır. Diğer etkileri arasında; Sfinkterler de dahil olmak üzere intestinal düz kasların gevşemesi, periferik kan damarlarının dilatasyonu ve midede asit salgılanmasının inhibisyonu sayılabilir. Beyinde ve birçok otonomik sinirde de VIP vardır. Buralarda çoğunlukla asetilkolin ile aynı nöronlarda bulunur ve asetilkolinin tükrük bezlerindeki etkisini kuvvetlendirir. Fakat VIP ve asetilkolin gastrointestinal yolun diğer bölgelerini innerve eden nöronlarda bir arada bulunmazlar. VIP salgılayan tümörler "VIP'omalar" şiddetli diyaresi olan hastalarda tanımlanmıştır. GIP ve VIP'in gastrik asit sekresyonunu ve motiliteyi inhibe ettiği varsayılan enterogastron hormonu ile olan ilgisi bilinmemektedir.


DİĞER GASTROİNTESTİNAL HORMONLAR

Motilin 22 amino asit kalıtı içeren bir polipeptiddir ve duodenal mukozadaki hücrelerden salgılanır. Bu hücrelerden bir kısmı enterokromaffin hücrelerdir (EC hücreler) ve motilin bu hücrelerde serotonin ile birlikte bulunur. Diğerleri M hücreleri olarak adlandırılır. Fakat antijenleri barsağın lenfoid dokularına aktaran hücrelere de M hücreleri denildiğinden bu terminoloji karışıklığa yol açmaktadır. Motilin barsak düz kaslarının kontraksiyonuna neden olur ve sindirim arası motiliteyi düzenleyerek barsağı bir sonraki yemeğe hazırlar.

Nörotensin 13 amino asitli bir polipeptiddir ve ileum mukozasında çok sayıda ki hücre tarafından üretilir. Salgılanması yağ asitleri tarafından stimüle edilir. Nörotensin gastrointestinal motiliteyi inhibe eder ve ileal kan akımını artırır.

P maddesi gastrointestinal yoldaki endokrin hücrelerde bulunur, fakat dolaşıma katıldığı kanıtlanamamıştır. İnce barsağın motilitesini artırır.

GRP, 27 amino asit içerir, G hücrelerinde sonlanan vagal sinir uçlarında bulunur ve gastrin sekresyonunda vagal yoldan sağlanan artışta nörotransmitter olarak görev alır.

Somatositatin, pankreas adacıklarındaki D hücrelerinden ve gastrointestinal mukozadaki benzer D hücrelerinden dolaşıma salgılanır. Büyüme hormonu inhibitörü olarak bilinen somatostatin dokularda; somatostatin 14 ve somatostatin 28 olmak üzere iki formda bulunur. Somatostatin; gastrin, VIP, GIP, sekretin ve motilin sekresyonunu inhibe eder. Diğer birçok gastrointestinal hormonlar gibi somatostatin de mide lümenine kan dolaşımına girenden daha büyük miktarlarda salgılanır. Salgılanması lümendeki asit tarafından uyarılır ve mide sıvısı yoluyla asit tarafından uyarılan gastrin salgısının inhibisyonunu gerçekleştirmek için "parakrin" tarzda etki eder. Somatostatin, aynı zamanda pankreatik ekzokrin salgısını; mide asit salgısı ve motilitesini; safra kesesi kasılmasını; glükoz, amino asitler ve trigliserid emilimini inhibe eder.

Glukagon pankreas adacıklarında ki A hücrelerine ek olarak mide ve duodenum mukozasındaki A hücrelerinden de salgılanır. Sindirim kanalına ait glukagon, pankreatektomiden sonra görülen hiperglisemiden kısmen sorumludur.

Serotonin sinir uçlarında olduğu gibi endokrin enteromaffin hücrelerinde de bulunur ve salgılanır. Bundan dolayı gastrointestinal yolda hem hormon hem de nörotransmitter olarak rol oynar. Enkefalinler de gastrointestinal hormonlar olabilir. P maddesi, somatostatin, enkafalinler, CCK ve nörotensin gastrointestinal yoldaki bez hücreleri veya sinir liflerinde bulunabilir. Bütün bu maddeler gastrin ve glukagon ile beraber beyinde de bulunur. Bir opioid peptid olan dinorfin; arka hipofiz ve duodenumda bulunur. İdrardan izole edilen "ürogastron" adlı maddenin, ülser tedavisinde etkili olduğu bulunmuştur ve bugün bu madde epidermal büyüme faktörü olarak bilinmektedir.

Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007
BESİNLERİN ALINMASI
Bir kimsenin yiyeceği besin miktarı "açlık" denilen bir intrensek istek tarafından düzenlenir. Kişinin özellikle aradığı besin tipini bulması ise "iştah" tarafından belirlenir. Bu mekanizmalar vücudun yeterli bir şekilde beslenmesini sağlayan çok önemli otomatik ayarlayıcı sistemlerdir
ÇİĞNEME (Mastikasyon)

Besinin alınması, ağıza girmesi ve çiğnenmesi ile başlar. Dişler özellikle bu işlemi başaracak kuruluştadır. Ön dişler (kesiciler) kuvvetli bir kesme hareketi, arka dişler(molarlar) ise öğütücü, ezici işlem yaparlar. Bu iki hareket çenenin oynatılmasıyla meydana gelir ki bunu sağlayan çene yahut çiğneme kaslarıdır. Bütün çiğneme kasları çalıştıkları zaman ön dişler 25 kg'lık, arka dişler 90 kg.ma kadar çıkan bir kuvvet geliştirirler. Bu kuvvet buğday tanesi gibi küçük bir cisim üzerine uygulanırsa öğütücü dişlerde cismin her cm2 si üzerine 22 kg. kadar oluşur.

Çiğneme kaslarının çoğu 5. kranial sinirin (N.Trigeminus) motor dalıyla innerve edilirler ve çiğneme işlevi beyin sapındaki çekirdekler tarafından kontrol edilir. Beyin sapı merkezlerinin yakınında bulunan tad alma ile ilgili retiküler yapının uyarılması, devamlı ve ritmik çiğneme hareketlerine neden olur. Ayrıca hipotalamustaki sahaların, amigdaloid çekirdeğin ve hatta tad ve koku alma ile ilgili merkezlerin yakınındaki serebral korteksin uyarılması da çiğnemeye yol açar.

Çiğneme olayı şöyle gelişir. Ağızda bir besin lokmasının bulunması,çiğneme kaslarının refleks inhibisyonuna neden olarak alt çenenin düşmesini sağlar. Çenenin ani olarak düşmesi çene kaslarında gerilme refleksi uyandırır. Refleks kaslarda bir kontraksiyona yol açar ve dişler birbiri üzerine gelecek şekilde çene kapanır. Kapanma hareketi bir yandan da ağızdaki lokmayı ağız mukozasına doğru bastırır. Lokmanın mukoza ile teması çiğneme kaslarını yeniden inhibe eder, çene tekrar aşağıya düşer ve işlem böylece tekrarlanır.

Besinlerin çiğnenmesi, özellikle, pişmemiş çeşitli meyve ve sebzelerin sindirimi için önemlidir. Çünkü bu besin maddelerinde esas besleyici bölümler memelilerin sindirim salgılarıyla sindirilemeyen sellüloz zarlarla çevrilidirler. Besleyici bölümün açığa çıkması ve kullanılabilmesi için bu zarların parçalanması gerekmektedir.

Sindirici enzimler besin parçacıklarının ancak yüzeyinde etki gösterebilirler. Bu yüzden sindirimin hızı bu enzimlerin bulunduğu salgılarla karşı karşıya gelen besin yüzeyine bağlıdır. Dolayısıyla besin ne kadar ufak parçalara ayrılırsa toplam yüzey o kadar artar ve besinler o derece hızlı ve çok sindirime uğrarlar.

Ayrıca besinlerin öğütülüp ezilerek çok küçük parçalara ayrılmaları gastrointestinal kanalın zedelenmesini önler ve yiyeceklerin mideden duodenuma ve buradan da bütün ince barsak bölümlerine kolaylıkla geçmelerini sağlar.
YUTMA (Deglütasyon)

Yutma karışık bir olaydır. Çünkü farinksin başka birçok fonksiyonu vardır ve yutma işlemi esnasında ancak birkaç saniye için besinin yürütüldüğü yol haline gelir.



Yutma genellikle üç safhada gerçekleşir.

  1. İstemli safha, yutma olayını başlatır.

  2. Faringeal safha, istem dışı meydana gelir ve besinin farinksten özofagusa geçişini sağlar.

  3. Özofageal safha, buda istemsiz bir işlemdir ve farinksten alınan besinin mideye geçişini sağlar .


İstemli Safha: Besin ağızda çiğnenip yutulmaya hazır hale geldiği zaman dilin ucu yukarıya kalkar ve üst dişlerle damağa dayanır. Bu arada dil kökü aşağıya çekilir. Böylece besin kitlesi dille damak arasında sıkışır. Bundan sonra, dilin tüm ön kısmı damağa bastırılır ve besini arkaya doğru kaymaya zorlar. Bu hareket tamamlandıktan sonra dilin arka kısmı aniden damağa doğru yükselir ve bir piston gibi besini farinkse fırlatır. Bu andan sonra yutma tam otomatik hale gelmiştir ve genellikle durdurulamaz.

Faringeal Safha: Besin kitlesi ağzın arka tarafına itildiği zaman farinks girişinin çevresindeki bütün yutma reseptör alanları, özellikle; tonsilla askıları üzerinde bulunanlar uyarılırlar. Buradan kalkan impulslar beyin sapına iletilerek farinks kaslarında aşağıdaki sırayı izleyen otomatik kasılmaların başlamasına yol açarlar.

  1. Yumuşak damak yukarı doğru çekilerek burun arka deliklerini kapatır. Bu şekilde besinlerin burun boşluklarına kaçması önlenmiş olur.

  2. Farinksin iki yanında yer alan palatofaringeal kıvrımlar birbirleri ile karşı karşıya gelecek şekilde içe doğru çekilirler. Böylece yukarıdan aşağıya doğru uzanan (sagital) bir yarık meydana gelir ve besin bu aralıktan arka farinkse geçer. Bu yarık seçici bir görev yaparak iyice çiğnenmemiş besinlerin geçişine izin vermez. Yutmanın bu fazı 1 saniyeden daha kısa sürer.

  3. Larinksin ses telleri kuvvetle birbirlerine yaklaşırlar ve epiglotis geriye larinksin üst açıklığına doğru sarkarak onu kapatır. Her iki hareket besinin trakeaya kaçmasını önler. Ses bandlarının veya bunların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan kasların zedelenmesi boğulmaya yol açabilir. Epiglottisin çıkarılması ise yutmada önemli bir bozukluk yaratmaz.

  4. Larinks bütünüyle boyun kasları vasıtasıyla yukarıya ve öne doğru çekilir. Larinksin bu hareketi özofagusun ağzını gerdirir. Aynı zamanda, özofagusun girişi etrafında yer alan "Faringoözofageal sfinkter" gevşer ve böylece besinin arka farinksten kolaylıkla ve takılmadan özofagusun yukarı kısmına geçmesine izin verir. Larinksin yukarı doğru çıkışı epiglotisi yukarı doğru kaldırarak onu besinin esas akış yolundan uzaklaştırır. Böylece besin genellikle epiglotisin üzerinden değil yanlarından geçer. Bu harekette besinin trakeaya kaçmasını önleyen başka bir korunma vasıtasıdır.

  5. Larinksin yükseldiği ve faringoözofagial sfinkter gevşediği sırada (bununla eşzamanlı olarak farinksin müsküler duvarı kasılır) faringeal kaslar üzerinden özofagusa geçen hızlı bir peristaltik dalga oluşur ve besinler özofagusa doğru sevkedilir. Bütün bu işlemler bir iki saniye içinde olurlar.

Yutmanın faringeal devresini başlatmak için uyarıyı alan en hassas bölgeler bir halka şeklinde farinksin başlangıcı ve bilhassa tonsilla pilileridir. Bu bölgelerden uyarılar trigeminus ve glossofaringeus sinirlerin duysal lifleri ile medulla oblangatada; ağızdan gelen tüm duysal uyarıları alan traktus solitarius ile yakın ilişkisi bulunan bir alana taşınırlar. Sonraki yutma kademeleri düzenli bir sıra içerisinde medullanın retiküler maddesine ve ponsun alt kısımlarına yayılmış bulunan nöron bölgeleri tarafından otomatik kontrol edilirler. Bu bölgelerin hepsine birden "Yutma merkezi" denir. Yutma refleksinin seyri bir yutmadan diğerine hep aynıdır ve tüm siklus süreside bir yutmadan ötekine daima sabit kalır.

Yutmayı sağlayan motor uyarılar, yutma merkezinden farinkse ve özofagusun üst kısmına 5., 9., 10. ve 12. kranial sinirlerle ve hatta birkaç üst servikal sinirle taşınırlar. Yutma esnasında solunumda kısa süreli inhibisyon olur. Ağız açıkken yutma işlemi güçleşir; nitekim dişçi koltuğunda oturmuş olan kişiler gırtlaklarında tükrük biriktiğini farketmişlerdir. Normal bir erişkin yemek yeme esnasında sık sık yutkunur, yutkunma yemek aralarında da devam eder. Günlük toplam yutkunma sayısı yaklaşık 600'dür. Bunun 200'ü yemek yeme ve içme sırasında, 350'si uyanıkken fakat beslenme zamanı dışında ve 50'si uyurken gerçekleşir.
Özofageal Safha: Özofagus esasen besini fariksten mideye iletmekle görevlidir. Dolayısıyla hareketleri özellikle bu işleve yöneliktir. Normalde özofagus iki tip peristaltik hareket gösterir. Primer ve sekonder peristaltizm. Primer peristaltizm esasen farinksten başlayarak özofagusa yayılan peristaltik dalganın devamıdır. Bu dalgalar besin kitlesini önüne katarak aşağıya doğru götürürler. Dalgalar farinksten mideye kadar 8-10 saniye içinde giderler. Bununla beraber ayakta duran bir kimsede besin genellikle özofagusun alt ucuna 5-8 saniyede iner. Besinin daha kısa sürede aşağıya doğru sürüklenmesinde yerçekimi rol oynar. Eğer primer dalga özofagusa girmiş olan besini mideye geçiremezse, içerde kalan besinin özofagusu gerdirmesiyle sekonder dalgalar oluşur. Bu dalgalar primer olanların aynısıdır, tek farkı özofagusun kendisinden başlamalarıdır. Sekonder peristaltizm besinin hepsi mideye boşalıncaya kadar devam eder.

Özofagusun peristaltik dalgaları hemen tamamen vagus refleksleri ile kontrol edilir. Refleksler vagusun afferent lifleri ile özofagustan medullaya ulaştırılır ve yine vagusun efferent lifleri ile özofagusa geçirilir.

Farinks ile özofagusun 1/4 üst kısmının kasları iskelet kası yapısındadır. Bu kısımlardaki peristaltik hareketler sadece bu kaslara ait sinir uyarıları ile kontrol edilirler. Özofagusun alt 2/3 kısmındaki kaslar düz kas yapısındadırlar ve normal olarak vagus sinirinin kontrolu altındadır. Ancak vagal sinirler kesilecek olursa, özofagusun miyenterik pleksusu birkaç gün içinde yeteri kadar duyarlı hale gelerek, vagus sinirlerinin desteği olmadan da kuvvetli sekonder peristaltik dalgalar oluşturabilir. Dolayısıyla yutma refleksinin paralizisinden sonra, özofagusun üst kısmına gelen besin kitlesi yer çekiminin de etkisiyle özofagusun alt kısmına çekilirler ve buradan da süratle mideye geçerler.

Özofagusun peristaltik dalgaları mideye doğru inerlerken her kasılmadan önce bir gevşeme dalgası meydana gelir. Dalga özofagusun alt tarafına yaklaşırken bunlara ek olarak mide ve hatta daha az olmak üzere duodenum de gevşer. Esasen önemli olan özofagus ile midenin birleştiği yerdeki gastro-özofageal sfinkterin gevşemesidir. Böylece mide yutma esnasında aşağı doğru itilmekte olan besini kabul etmek için önceden hazırlanmaktadır.




GASTROÖZOFAGEAL SFİNKTERİN FONKSİYONU: Özofagusun mide ile birleştiği yerin 2-5 cm yukarısında kardia da sirküler kaslar bir sfinkter yapacak tarzda sıkışmışlar ve hafifçe hipertrofiye olmuşlardır. Anatomik yönden hipertrofi hariç sfinkterlerin özofagusun diğer taraflarındaki kaslardan bir farkı yoktur. Ancak fizyolojisi yönünden önemli bir fark gösterir ki O'da devamlı tonik kasılma halinde kalmasıdır. Ancak yutma ile ilgili bir peristaltik dalga özofagusta aşağı doğru ilerlerken "reseptif relaksasyon" peristaltik dalganın önündeki gastroözofageal sfinkteri gevşetir ve yutulan besinin kolayca mideye itilmesini sağlar. Nadiren gastroözafageal sfinkter yeterli bir şekilde gevşeyemez ve "akalazya" denilen durum meydana gelir.

Gastroözofageal sfinkterin başlıca fonksiyonu mide içeriğinin özofagusun yukarı kısımlarına kaçmasını (reflü) önlemektir. Mide içeriğinin asititesi yüksektir ve birçok proteolitik enzim içerir. Özofagusun mukozası (özofagusun 1/8 distal kısmı hariç) mide sekresyonlarının sindirici etkisine uzun süre direnemez. Fakat gastroözofagial sfinkterlerin tonik kasılması anormal durumlar hariç mide içeriğinin özofagusa geçmesini büyük ölçüde önler. Kusma hali dışında intragastrik basıncın artması vagal bir refleksin başlamasına sebep olur. Bu refleks de geri kaçmanın önlenmesi için sfinkterin daha fazla kasılmasını sağlar.


ÖZOFAGUSUN MOTOR BOZUKLUKLARI

Akalazya, besinin özofagusta birikmesi ve özofagusun yaygın olarak dilatasyona uğramasıdır. Bu durum alt özofageal sfinkterin kasılmasının artması, yutma esnasında sfinkterin tam gevşeyememesi ve yetersiz özofageal peristaltizm ile karakterizedir. Alt özofagustaki VIP içeren nöronların sayıca azalması ve VIP içeriğinin düşmesi; bu durumun VIP yetersizliğinden kaynaklandığını düşündürmektedir. Ayrıca myenterik pleksusta eksiktir. Akalazya sfinkterin balon dilatasyonu yada özofageal kasın ensizyonu (miyotomi) ile tedavi edilebilir. Yukarıdaki klinik tablonun tam tersi ise alt özofageal sfinkterin yetersizliğidir.Yetersizlik durumunda asit mide içeriği özofagusa geri kaçar. Bu da özofagusta yanmaya ve özofajite yol açar. Ayrıca skar dokusunun gelişmesine bağlı olarak ülser ve daralma meydana gelebilir. Bu durum H2 blokörleri veya omeprazol kullanılması sonucu asit sekresyonunun inhibisyonu ile yada gastrik dokularda operasyon (fundoplikasyon) ile tedavi edilebilir. Cerrahi tedavide mide fundusunun bir bölümü alt özefagusun çevresine dolanır ve böylece sfinkter kısa bir mide tüneli içine yerleşmiş olur.


AEROFAJİ VE İNTESTİNAL GAZ

Hiperventilasyon yapan sinirli kişiler zaman zaman fazla miktarlarda hava yutarlar. Buna ilaveten yemek yeme ve sıvı içme olayları esnasında da bir miktar havanın yutulması (aerofaji) kaçınılmazdır. Yutulan havanın bir kısmı geri çıkartılır (geğirme), bir kısmı absorbe edilir, fakat büyük çoğunluğu kolona geçer. Burada oksijenin bir kısmı emilir. Geri kalan oksijen, kolon bakterileri tarafından karbonhidratlar ve diğer maddelerden oluşturulan hidrojen, hidrojen sülfit, karbondioksit ve metan ile birlikte daha sonra flatus olarak atılır. Koku büyük oranda sülfidlerden kaynaklanır. İnsanda gastrointestinal yolda normal olarak bulunan gaz miktarı 200 ml. günlük gaz üretimi 500-1500 ml. dir. Bazı kişilerde barsaklarda bulunan gaz kramplara, gurultu' ya (borborigmus) ve abdominal rahatsızlığa neden olur.



Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007
MİDENİN MOTOR FONKSİYONLARI
Midenin üç çeşit motor fonksiyonu vardır.

  1. Her yemekte gastrointestinal yolun alt kısmına sığacak miktarda besini depo etmek

  2. Besini mide salgısı ile "kimus" denilen yarı sıvı hale gelinceye kadar karıştırmak

  3. Besini ince barsaklara sindirim ve absorpsiyon için uygun bir yavaşlıkta boşaltmak


Midenin depo fonksiyonu: Besin lokmaları özofagustan mideye girdikçe midenin korpusunda konsentrik halkalar halinde toplanırlar. İlk gelen lokma mide duvarına dayanmış haldedir en son gelense kardiaya yakındır. Normalde midenin korpus kısmında kasların tonusu az ve kontraksiyonları zayıftır. Bu yüzden mide korpusu besin doldukça lastik bir torba gibi dışarıya doğru genişleyebilir ve 1-1,5 litre kadar besini rahatlıkla içine alabilir. Bu sınıra kadar mide içi basıncı fazla artmaz. Bunun iki nedeni vardır.

Birincisi mide duvarındaki düz kaslar bir miktar plastisite gösterirler ki bu uzunluğunu tonusunu fazla değiştirmeden epeyce artırabilmesi demektir. İkincisi; mide ne kadar genişlerse çevresinin çapı o kadar artar. Halbuki; Laplace kanununa göre bir kesenin duvarını gerdiren yani dışa doğru açan basınç çevrenin çapı ile ters orantılıdır. Dolayısıyla midede besin depolanırken mide içi basıncında bir artma olmaz.

Mide doldukça mide duvarındaki düz kas lifleri maksimum fizyolojik uzunluklarına ulaşıncaya kadar uzarlar. Bu esnada liflerin gerginlikleri artmaz aksine gevşerler (alıcı gevşeme denilen bu hal midenin fundus ve korpusunda görülür ki besinde esasen burada depolanır) Fundus ve korpustaki gevşeme depolama bittikten sonra izometrik kontraksiyona döner ve mide boşalırken gitgide kuvvetlenir. İzometrik kontraksiyonun kuvvetlenmesi midenin boşalması için gerekli mide-duodenum basınç farkını sağlar.

Midenin Karıştırma Fonksiyonu. Midenin sindirim sıvıları korpus ve fundusun bütün duvarını kaplayan mide bezleri tarafından salgılanır. Salgı mide duvarının iç yüzü ile temasta bulunan besinler üzerine dökülür. Bu sırada, tonus dalgaları veya karıştırıcı dalgalar adı verilen zayıf peristaltik dalgalar her 15-20 sn'de bir defa olmak üzere gelişirler. Dalgalar kardia yakınından başlayıp pilora doğru ilerler. Midede besin bulunduğu zaman daha şiddetlenirler ve besin üzerine devamlı olarak 4-7 mmHg'lık bir basınç uygularlar. Bu basınçla besini yavaş yavaş midenin daha hareketli olan antrium bölgesine doğru sürerler. Midenin yukarı kısımlarındaki tonus dalgalarından başka besin duodenuma boşalırken antriumda gelişen kuvvetli peristaltik dalgalarda karıştırma yaparlar. Antriumdan pilora her peristaltik dalganın geçişinde kasların kontraksiyonu antrium içindekileri bir hayli sıkıştırır. Pilorun açıklığı epeyce küçük olduğundan her peristaltik dalga ile duodenuma ancak birkaç mililitrelik kimus atılabilir. Geri kalan büyük kısmı peristaltik kontraksiyon halkasından geriye doğru püskürtülür. Bu esnada yukarıdan gelmekte olan bir başka peristaltik dalga ile karşılaşınca tam bir karıştırma meydana gelir.

Besinin midede kaldığı sürenin beşte biri esnasında antriumda kuvvetli peristaltik dalgalar gelişir. Bunlar esasen karıştırıcı dalgaların gövdeden antriuma geçtikten sonra kuvvetlenmesinden ibarettir. Mide boşaldıkça dalgalar korpusun daha yukarılarından başlarlar. Her seferinde besinin en altta kalan kısmını sıkıştırarak onu antriuma kadar getirip oraya daha önce ulaşmış besin parçası ile karıştırırlar. Dalgalar ritmik kasılmalardır ve korpusta dakikada 3 antriumda 6 kez tekrarlarlar. Mide içinde 35-60 mmHg'lik basınç geliştirerek besin üzerine kuvvetle baskı yaparlar.


Açlık Kontraksiyonları: Midenin karıştırıcı ve peristaltik kontraksiyonlarına ek olarak açlık kontraksiyonlarıda vardır. Bunlar genellikle midenin uzun süre boş kaldığı zaman ortaya çıkarlar. Kontraksiyonlar midenin korpus kısmındaki karıştırıcı dalgaların muhtemelen şiddetlenmiş bir şeklini temsil eden ritmik peristaltik kasılmalardır. Çok kuvvetli oldukları zaman birbirleri ile birleşerek 2-3 dakika süren devamlı bir tetanik kasılmaya yol açarlar. Açlık halinde 90 dk.da bir tekrarlıyan "göçedici motor kompleks" denilen özel bir aktivite kalıbı ortaya çıkar. Bu kompleks mide ve ince barsak boyunca yavaşça aşağıya hareket eden ve bu arada gereksiz sindirim salgılarını kolona sürükleyen orta derecede aktif peristaltik dalgalardan ibarettir.

Dalgalar mide gövdesinden başlar ileuma kadar bütün yol boyunca yayılır. Gl kanalın 40 cm'lik kısmı aktif olarak kasılır 6-10 dk. da sonuçlanır ve kanal boyunca 6-12 cm/dk lık bir hızla ilerlerler. Göç edici dalga ileumun sonuna ulaşınca midede yeni bir dalga oluşur. Açlık kontraksiyonları gastrointestinal tonusu yüksek olan gençlerde ve sıhhatli kimselerde bilhassa şiddetlidir. Kan şekerinin düşmesi de kontaksiyonları artırır.

Açlık kontraksiyonları sırasında şahıs mide bölgesinde ağrı duyar. Açlık ağrıları son yenilen yemekten 12-24 saat sonra başlar ve devamlı açlık halinde 3 ve 4. günlerde en şiddetli seviyeye ulaşır. Takibeden günlerde giderek zayıflar. Açlık kontraksiyonları kişinin besine ihtiyacını belirten bir araçtır.
Mide Boşalması: Mide esas olarak kendisinden kalkan ve duodenuma kadar uzanan peristaltik dalgalarla boşalır. Kimusun antriumdan duodenuma girişini iki etken belirler.


  1. Pilordan çıkışa karşı gösterilen direnç

2- Antrium- duodenum arasındaki basınç eğimi. Her iki etkenin derecesini ise antrio-piloro-duodenal kesimin motor faaliyeti belirtir. Dinlenme halinde antrium içinde basınç duodenumdan 1-2 mmHg. kadar fazladır. Besin alınması basıncı yükseltir. Midenin dolmasından kısa bir süre sonra pilora kadar inen peristaltik dalgalar mideyi boşaltmaya başlarlar. Kontraksiyonlar pilora yaklaştıklarında 2-4 mm/Hg kadar bir basınç eğimi yaratırlar ve bu esnada pilor açıktır. Bu basınç farkı su ve diğer fazlaca akışkan maddelerin boşalmalarını sağlar. Ancak daha katı olan besini duodenuma geçiremez. Kısa süre sonra pilor sfinkteri kasılmaya geçer ve çıkış yolunda direnç artar. Antriumda ise peristaltik kontraksiyonlar çoğalır ve basınç birden yükselir. Yükseliş 20-30 mmHg kadar bir basınç eğimi yaratır. Bu esnada ritmik peristaltik dalgalar çok kuvvetlendiklerinden her kıvamdaki kimus duodenuma geçebilir. Sfinkter kapanıncaya kadar kimusun geçişi devam eder. Antrium kısmının bu pompalama faaliyetine "pilor pompası" adı verilir.

Pilor pompasının aktivite derecesi, midenin bizzat kendisinden ve duodenumdan gelen uyarılarla düzenlenir. Mideden gelen uyarıları:



  1. Midedeki besinlerin sebep olduğu gerilmenin derecesi,

  2. Midenin gerilmesine ve midede bazı besinlerin bulunmasına bağlı olarak antriumdan salgılanan gastrin hormonunu varlığı. Bunlar pilorun pompalama hızını artırarak midenin boşalmasını hızlandırırlar.

Midede besin miktarının artması midenin boşalma hızını artırır. Bu hızlı boşalmanın nedeni mide içindeki besinin depo basıncının artışı değildir, çünkü normal sınırlar içinde hacimdeki artış basıncı bu derece artırmaz. Halbuki; mide duvarının gerilmesi çeperde bulunan ve pilor pompasının aktivitesini büyük ölçüde uyaran lokal myenterik refleksleri ortaya çıkarır ve aynı zamanda piloru hafifçe inhibe eder

.

Gastrin hormonunun midenin boşalması üzerindeki etkisi: Midenin gerilmesi kadar besin çeşidinin de etkisiyle antrium mukozasından gastrin adı verilen bir hormon salgılanır. Bu hormon midenin fundus bezlerinden asit seviyesi oldukça yüksek bir sekresyonun salgılanmasına yol açar. Ayrıca midenin motor fonksiyonlarını uyarır. Bir taraftan piloru gevşetirken diğer taraftan pilor pompasının aktivitesini artırır. Böylece boşalmayı kolaylaştırır. Ayrıca gastroözofageal sfinkterin kasılmasını sağlayarak, aktivitenin arttığı durumlarda mide içeriğinin özofagusa kaçmasını önler.

Genellikle besinlerin mideden boşalma hızı, belirli bir süre midede kalan besinin hacminin yaklaşık olarak kare kökü ile doğru orantılıdır.
Duodenumdan kaynaklanan enterogastrik refleksin pilor aktivitesi üzerine inhibitör etkisi: Besinin mideden duodenuma boşaltılması esnasında kuvvetli sinirsel uyarılar vagus ve miyenterik pleksus yoluyla duodenumdan geriye mideye doğru taşınırlar. Bu uyarılar pilor pompasının aktivitesinde ve midenin boşalma hızında önemli inhibitör rol oynarlar. Duodenumda enterogastrik refleksi başlatabilecek faktörler:


  1. Duodenum gerilme derecesi

  2. Duodenum mukozasının herhangi bir şekilde uyarılması

  3. Duodenumdaki kimusun asidite derecesi

  4. Kimusun osmolalite derecesi

  5. Kimusta bazı yıkım ürünlerinin (özellikle proteinlerin az miktarda yağların) bulunması.

Enterogastrik refleks, özellikle duodenal kimus içindeki irritan maddelere ve asitlere karşı duyarlıdır. Kimusun pH'sı yaklaşık olarak 3,5 -4'ün altına düştüğü zaman enterogastrik refleks ortaya çıkar ve pilorun pompalama aktivitesini inhibe eder. Refleks ayrıca duodenal kimus pankreas salgılarıyla nötralize edilinceye kadar asidik mide içeriğinin duodenuma geçmesini yavaşlatır.

Protein sindiriminin yıkım ürünleride ince barsağın üst kısmında proteinlerin yeterli bir şekilde sindirilmeleri için zaman kazanmak amacıyla bu refleksi başlatır ve boşalmayı yavaşlatırlar.

Hipotonik ve hipertonik sıvılar da enterogastrik refleksi başlatırlar. Bu etki izotonik olmayan sıvıların mideden ince barsaklara çok hızlı akmasını önler. Böylece absorbsiyon esnasında vücut sıvılarının elektrolit dengesinde meydana gelecek değişikliklere engel olur.

Kimus içinde yağlı besinlerin bulunması da pilor pompasının aktivitesini azaltır ve mide boşalması yavaşlar. Yağlar duodenum mukozası ile temasa gelince enterogastrin denilen hormonun salınmasına sebep olurlar. Hormon salındıktan sonra kana geçerek dolaşımla mideye ulaşır; hormon etkisiyle midenin boşalma hızı normalin yarısı veya üçte birine düşer. Böylece yağların ince barsaklarda uzunca bir süre sindirilmelerine imkan verilmiş olur.



Yüklə 287,03 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə