_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________
180
Darülbedayi bir taraftan kendi dershanelerinde toplanan sanat heveslilerine
temaşa tedrisatı yaparken içlerinde temayüz edenleri de sahneye çıkararak temaşa
terbiyesini yapmakla işe başlamıştı. Edebiyat, inşat, mimik, evzâ ve evtar hocaları,
sanatkârların sıcak salonları, kütüphaneleri, prova sahneleri ve her şeyden daha
mühim olarak yaşayacak kadar aylıkları vardı. O vakte kadar zelil görülen sahne,
artık bir şeref ve itibar sahası olmuş, sanatkârlık hayat ve istikbâli temin edebilir bir
meslek ad olunmaya başlamıştı. Tahsil görmüş bazı gençler koştular ve Türk
kadınının sahneye çıkamaması gibi pek büyük bir mâni karşısında yine Eliza, Kınar,
Aznif Hanımlara Türkçe okumak ve yazmak öğretilerek şiveleri düzeltilmek
suretiyle epeyce mühim bir temsil heyeti vücuda geldi. Bugün sahne hayatında
gördüğümüz Ertuğrul Muhsin, Raşit Rıza, Galip, Behzat, Muvahhit, Nurettin Şefkati,
Vasfi Rıza, Emin Beliğ, Kemal beyler gibi güzide sanatkârlarımız hep o mektebin
mahsulüdür. Başlayan bir hareket niçin akim kaldı! Niçin sanat namına büyük bir
şey yapılamadı? Niçin halk temaşa namına kafeşantan vodvillerinden ve dekor
namına çuval üstüne sürülmüş ve fena tenvir edilmiş kalemkâr işlerinden başka bir
şey göremedi?
Niçin halk bugünkü temaşa cereyanlarını takip edemedi? Niçin bir Ertuğrul
Muhsin, niçin bir Râşit Rıza yetişemedi? Niçin Ertuğrul Muhsin hayatını bir Berlinler
’de Rusyalar ’da aradı? Niçin Raşit Rıza tiyatro ticaretine kalktı?
İşte bütün bu niçinlerin cevabını gayelerimize gitmek için sarf lazım gelen
gayreti ölçemememizde ve her teşebbüste olduğu gibi ceht ve gayretin bizi daima
yarı yolda bırakmasında ve her şeyden ziyade metotsuz çalışmamızda aramalıdır.
Şimdiye kadar Darülbedayi’yi idare eden heyetler, encümenler, komisyonların
ilk işi meselenin birazda iktisâdi cihetini tahlil ederek hastalığa teşhis ve ona bir çare
aramak olmalıydı.
Bizde henüz tiyatro kendi masrafını korur ve sanatkârlarını geçindirir bir
müessese-i ticariye haline gelemediği için artistleri hasılat ile geçindirmeği
düşünmek ancak ammenin zevkini okşayarak rağbet bulacak eserlerin revacına bir
kapı açmaktı.
Şehrin bir tiyatro binası olmamak ve yegâne olan Tepe Başı binasını da kiraya
vererek Darülbedayi’nin kira köşelerinde panayır oyuncuları gibi oradan oraya
sürünmesine kail olmak bugünkü neticeye evvelden razı olmaktı.
Tiyatro müdüriyeti, sırf bilet hasılatını kontrol ve artistlere pay taksim eden
bir muhasebe ve heyet-i edebiye kendi yazdığı eserlerin vaz sahne edilmesinden
başka bir şeyle pek fazla meşgul olmayan hasbi bir heyet ve sanatkârlar nafakalarını
gişeden bekleyen ve hasılat olmayınca kazan kaldıran tüccar oyuncu mahiyetinde
kaldıkça bugünkü neticeye vasıl olmak mükerrerdir.
Sanat, mühendislik veya kunduracılık gibi tahsil veya öğrenmekle iktisap
olunur bir bilgi değildir. Sanatkâr ceddani verasetler ve duygularla dünyaya gelir.
_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________
181
Arılar da nasıl birkaç bin doğarsa her milletin her neslinde de sanat hissi
yüksek öyle birkaç insan doğar.
Türklerde de bu insanlar doğmuştur ve yaşıyor. Fakat bunlar acaba bugün
sahnede gördüğümüz sanatkârlarımızdan mı ibarettir?
Mesele neslin sanatkâr olarak doğan tekmil fertlerini meydana çıkarmak ve
onlardan azami istifade etmektir. Halkın temaşa terbiyesini artık onlar yapacak.
Ve sonra sanat zevkinde yükselen neslin doğuracağı sanatkârların adedi de
çoğalacak, derecesi yükselecek ve nihâyet sanatkâr halkı ve halk sanatkârı vücuda
getirerek bugünkü akim daire-i fâsideden çıkılacaktı.
İnsanlar intisap ettikleri mesleklerin ya şeref ya refah ve yahut hem şeref hem
refah temin etmesine bakarlar.
Şimdi bizde temaşa mesleği ise artık müntesiplerine şu iki faydadan hiçbirini
temin edemiyor. İlk zamanlarda büyük bir amîd ile atılan birkaç sanatkâr hayatın
bin türlü sıkıntıları içinde şimdi kendilerini bile tanımayacak hale gelmişlerdir.
Onlarla beraber halkın temaşa zevki de azalmıştır.
O halde her iki tarafı da şu sukuttan kurtarmak için ilk yapılacak şey halkın
yani onları temsil eden şehirlerin sanatkârlara bir refah ve şeref kazandıracak mevki
ihdas etmeleridir.
Eğer sanatı seviyor ve ona hürmet ediyorsak evvelâ onun kadrıyla mütenasip
bir ocağı bir binası olmak lazım gelmez mi?
İnşa olunacak bir binadan hiç bir istifade-i maddiye beklememek icap eder.
Kiradan kurtulan ve kendilerine verilecek mukannen maaşlarla hayatlarını
düşünmeyen sanatkârların artık şeref ve sanattan başka bir kaygıları kalma.
Mesleğinde eskiyen veya çalışamayacak hale gelenlerin atisi de mevzubahis
olmalıdır.
Darülbedayi yeni tesis istediği vakit iktidarları görülen bazı sanatkârlara
tiyatro hasılatından kayd-ı hayat şartıyla bir hisse verilmesi tekerrür etmişti. Her
genç tiyatroya koştu. Fakat o nizam-nâmeler, o hisseler, o vaatler ne oldu? Ortada
metin esaslara ibtina eden bir müessese, temelleri toprağa girmiş bir bina ve onun
şehir bütçesine talik etmeyen bir varidatı olmayınca bittabi bunların hepsi kum
üstüne yazılmış yazı gibi bir rüzgârla bir hava olur gider. Bugünkü sahne
kurbanlarının hâli göz önünde iken artık sahne hayatına kim atılır?
Bu bir nevi intihar demektir. Bugün en küçük memuriyet en büyük sanatkârın
kazandığından fazla temin ettiği halde bir genç ona niçin intisap etsin, sanat için mi?
Bari o olsa. O da yok. Abdesthane kokan ve her taraftan rüzgâr esen sahnelerde
uyuklamak ve fena basılmış hurufatlı ilanlar üzerinde kendi ismini görmek için mi?
Anlaşılıyor ki işe binadan ve sanatkârların refahından başlamak lazım. Fakat
ondan sonra da müşkülat bitmeyecektir. Refah ve şeref olan yere herkes hücum
Dostları ilə paylaş: |