Büyük Dinleri Tanımak



Yüklə 379,11 Kb.
səhifə44/52
tarix01.08.2018
ölçüsü379,11 Kb.
#59924
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   52

11. Peygamberleri Tanıma


Müslümanlar bazı hadislere dayanarak yüz yirmi dört bin peygambere inanmaktadır. Ancak bu peygamberlerden yüz yirmi dördünün bile adı bilinmemektedir. Bu hadislere göre peygamberlerden 313 tanesi kitap sahibiydi ve Ulu’l-Azm denilen beş peygamber de şeriat sahibiydi. Şeriat sahibi beş peygamber; Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed idi (saa)[1] ve davetleri tüm dünya içindi. Kitap ehli bu inançlara sahip değildir.

Ancak Kuran-ı Kerim’den anlaşıldığı kadarıyla şeriat sahibi beş peygamberden sadece Hz. Muhammed’in (saa) daveti dünya geneli içindi[2] ve diğerlerinin daveti, kendi kavimlerine yönelikti.[3]

Daha önce de dediğimiz gibi Yahudiler kendi dinlerini İsrailoğullarına has olan bir nimet olarak görmektedir. Yahudi olmak isteyen bir kimseyi gönülsüz olarak ve mahkeme kararından sonra kabul etmektedirler. Ancak Hıristiyanlar şuna inanmaktadır ki, her ne kadar Hz. İsa “Ben İsrailoğullarının kaybolmuş koyunlarından ötürü gönderildim” (Matta, 15:24) demişse de dirilişinin ardından göğe yükselmeden önce havarilerine bütün ümmetleri öğrencileri kılmalarını ve hepsini baba, oğul ve Ruh’ul Kudüs adına vaftiz etmelerini emretmiştir. (Matta, 28:19)

11-1. Müşterek Peygamberler

Kuran-ı Kerim’de 26 peygamberin adı geçmektedir ve bunlardan 20 tanesi Kitab-ı Mukaddes’te de mevcuttur: Âdem, Nuh, İbrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Davud, Süleyman, İlyas, Elyasa, Üzeyir,[4] Eyüp, Yunus, Zekeriya, Yahya ve İsa.[5] O peygamberlerden altı tanesi Kitab-ı Mukaddes’te mevcut değildir: İdris,[6] Hud, Salih, Şuayb,[7] Zulkifl ve Muhammed (saa).

Daha önce de değindiğimiz gibi nübüvvet ve nebi terimleri (risalet ve resul gibi) kitap ehli nezdinde geniş bir anlama sahiptir. Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların aksine dinlerinin son din olduğunu peygamberin şahsına değil de şeriata bağlamaktadırlar. Bu yüzden onlar (bizim imamlarımız konumunda olan) İşaya ve Pavlus gibi din tebliğcilerini kolayca “nebi” ve “resul” olarak adlandırmaktadırlar. Oysaki İslam’da bu unvanlar Hatem’ül Enbiya ile son bulmuştur ve Müslümanların hatta Hz. Ali’yi bile bu unvanlarda tanıma hakları yoktur. O dinlerde Hz. İbrahim’den tut diğer birçok insana kadar seçkin olan herkes peygamberlik yapmaktadır.[8]

11-2. Peygamberlerin İsmeti

Yahudiler ve Hıristiyanlar peygamberleri masum görmezler ve büyük günahları onlara nispet verirler. Mesela, Hz. Harun’a buzağı putu yapmayı (Çıkış: 32), Hz. Davud’a zina etmeyi (Samuel’in ikinci kitabı:11) ve Hz. Süleyman’a put hane yapmayı (Padişahların birinci kitabı, 11:1-13) nispet vermişlerdir.

Hıristiyanlar sadece Hz. İsa’yı masum bilmektedir. Zira onun peygamberliğinin yanı sıra tanrı olduğuna da inanmaktadırlar ve tanrının günah işlemesinin de anlamı yoktur.

11-3.Peygamberlerin Tarihsel Varlığı

Peygamberlerin tarihsel varlığı hakkında bilinmelidir ki günümüz tarih bilimi sekülerdir ve onların varlığının ispatı hususunda semavi kitaplara inanmaya yanaşmamaktadır. Semavi bir kitap günümüz tarih bilimine göre sadece kendi yazılma dönemindeki hadiseleri yansıtabilir. Günümüz tarihçileri cahiliye döneminde kız çocukların diri diri gömülmesi hakkında Kuran’ın verdiği bilgiye dayanmaktadırlar. Ancak Firavun zamanında İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülmesi hakkında Kuran’ın verdiği bilgiye dayanmıyorlar. Tevrat’ın da bu konuda verdiği bilgi yeterli gelmiyor. Zira bu tarihçilere göre Tevrat, Firavun’dan asırlar sonra yazılmıştır.

Günümüz tarih bilimi, bağımsız kaynakların eski dinlerin kurucuları hakkında sessiz kalması ve bizim de o dinlerin kendi kaynaklarından aldığımız bilgilerle sınırlı oluşumuz sonucunda Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Zerdüşt, Mahavira, Buda ve Lao Tzu gibi kimselerin tarihsel varlığında şüpheye düşmektedir. Kimi zaman da onların varlığını veya onlardan bazılarının varlığını kabul etse, onların mucizelerini kabul etmemektedir. Gayet açıktır ki İbrahim dinlerinin takipçileri kendilerini İbrahimi olmayan dinlerin önderlerinin tarihsel varlığını kabul etme hususunda sorumlu görmemektedir ve başkaları için de bunun tersi geçerlidir.

Tarih, padişahlara ve onların yakınlarına has olmuştur. Halktan olan peygamberlerin tarihte dikkat çeken bir varlıkları yoktur. Günümüzde Mısır’ın yirmi altı Firavun’u hakkında tarihçilerin elinde iyi ölçüde bilgiler mevcuttur ama İbrahimi dinlerin kaynaklarına göre Mısır’da siyasi olarak var olmuş olan Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. Musa hakkında bağımsız tarih kaynaklarında bir bilgi yoktur. Bazı Firavunların ve melikelerin ve hatta o döneme ait bazı kedilerin, maymunların ve timsahların mumyalanmış olarak Mısır ve diğer bölgelerdeki müzelerde korunmasına rağmen, Tevrat’ta Hz. Musa (as) hakkında şöyle geçer: “Onun kabrini bu güne kadar kimse bilmemektedir” (Yasaların tekrarı, 34: 6). Urşelim’de (Kudüs’te) de içi boş bir kabir vardır ve Hıristiyanlar onun Hz. İsa’nın (as) kabri olduğuna inanmaktadır ve onun üzerine azametli bir kilise yapmışlardır.

Diğer taraftan dünyanın hiçbir araştırmacısı, Hz. Resulullah’ın (saa) tarihsel varlığı, kabrinin Mescid’ün Nebi’de[9] olması ve bizzat kendisinin Kuran-ı Kerim’i Müslümanlara bıraktığı hususunda şüphe duymamaktadır.

Hz. Resulullah’ın (saa) tarihsel varlığı hakkında böylesine kesin bir bilginin olmasının nedeni şudur ki o, yukarıdaki isimlerin aksine Medine’de güçlü bir devlet kurdu ve bu devletin etkileri kısa sürede dünyaya yayıldı. O azamette bir devletin meydana gelmiş olması, peygamber efendimizin (saa) tarihi olarak tanınmasına neden olmuştur. Michael Hart 1978 yılında Amerika’da yapmış olduğu ilmi bir araştırmada tarih üzerinde en fazla etkili olan yüz kişiyi belirtirken, o mübarek nura kitabının başında yer vermiştir.[10]

Tarihçiler, milattan önce geniş bir hükümeti olan İskender ve aynı şekilde Kuruş’un tarihsel varlığı hakkında şüphe duymamaktadırlar.

11-4. Peygamber Hayatının Üç Devresi

Peygamberlerin hayatında üç devreden bahsedilebilir:

1. Veladetten peygamberliğe kadarki dönem (tıpkı diğer halk gibi).

2. Peygamberliğin başlamasından devlet kurmaya kadarki dönem.

3. Devlet teşkilinden vefata kadarki dönem.

Bildiğimiz kadarıyla Hz. Musa ve Hz. Resulullah (saa) her üç devreyi de yaşamıştır. Ancak Hz. İsa (as) üçüncü devreyi yaşamamış ve devlet kuramamıştır.

Peygamberler ikinci dönemde şirke ve zulme karşı sözlü olarak mücadele vermişlerdir ve üçüncü dönemde de fiziki olarak mücadele vermişlerdir. Onlar aynı şekilde ikinci dönemde sadece ahlak ve inançla ilgili konuları sunmuşlardır ve yürütme hükümlerden bahsetmezlerdi (mesela Mekki surelerde cihat, kısas ve diyet hükümleri yoktur ama Bakara, Âl-i İmran, Nisa ve Maide gibi Medeni surelerde mevcuttur).

Hz. İsa (as) üçüncü dönemi geçirmediği için herhangi bir devlet kuramamıştır. Dolayısıyla Hıristiyanlığın bağımsız bir şeriatı yoktur ve Hz. İsa Tevrat şeriatının tebliğcisi ve takipçisi olmuştur.[11]

Hıristiyanlar Hz. İsa’dan sonra Pavlus’un çabalarıyla sonunda Tevrat şeriatını bir kenara bırakmış ve ahlaki bir şeriatı benimsemişlerdir. Zamanla Hıristiyanlar bir Hıristiyan hükümeti kurdular ve yürütme hükümlerin eksikliğini telafi etmek için kolları sıvadılar.

11-5. Peygamberlik ve Savaş

Yahudiler ve Hıristiyanlar asırlardır İslam dinini savaş dini olmakla suçlamaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar da bu kutsal dini savunmaya geçmişlerdir. İslam’ın büyük âlimleri değerli eserlerinde bu suçlamaların o dinlere daha fazla yakıştığını ve muteber olmayan kitaplarının bu gerçeğe şahitlik ettiğini vurgulamışlardır.

11 Eylül 2001 yılında New York ticaret kulelerine saldırılması olayından sonra bu suçlamalar daha da arttı. Hatta Papa XVI. Venedik’de 12 Eylül 2006 yılında o olayın beşinci yıldönümünde Almanya’nın Regensburg Üniversitesinde Hıristiyanlığı akıl dini ve İslam’ı savaş dini olarak tanıtmıştır.

Hakikat budur ki, Hıristiyanlar uzun yıllar süren haçlı savaşlarında[12] ve diğer savaşların ardından Mesih’in ve Hıristiyanlığın barış yanlısı olmadığını gösterdiler.[13] Son asırlarda Hz. İsa’nın barış için geldiğini iddia etmektedirler. Hz. İsa’nın bir hükümet kuramaması da bu tutumu güçlendirmiştir.

Hz. Musa’dan, Hz. Resulullah’a (saa), Hz. Ali’ye ve İmam Humeyni’ye kadar tüm din önderleri de devlet kurulmasından önce savaşmamışlardır fakat sonrasında kimi zaman savaşmaktan başka bir çare bulamamışlardır. Mesela Mekke müşriklerinin büyük ordularla İslam’ı yok etmek üzere Medine’ye doğru yürüdüğü vakit veya Saddam’ın İran’ın bir bölümünü işgal edip insanları öldürdüğü ve mallarını yağma ettiği vakit.

Kitab-ı Mukaddes “Tanrı savaşçıdır” (Çıkış bölümü, 15: 3) sözüyle savaşı kutsal görmektedir. Eski Ahit’in kutsal sayılan üç seçkin şahsiyeti yani Hz. Musa, Hz. Yuşa ve Hz. Davud yenilmez savaşçılardı.

Savaşçı olan bu tanrı, günümüzdeki Tevrat’ta İsrailoğullarına yağmacılığın ve gaddarlığın en âlâsını öğretmektedir. O, insanları iki gruba ayırmaktadır; birincisi insanların geneli, ikincisi de İsrailoğullarının o kimselerin şehirlerini sahipleneceği insanlardır. Birinci grup yaşayıp İsrailoğullarına haraç vermeli ve hizmetçi olmalıdır. İkinci grup ise baştan sona kadar yok edilmelidir:

“Bir kente saldırmadan önce, kent halkına barış önerin. Barış önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için angaryasına çalışacak, size hizmet edecekler, ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın. Tanrınız Rab kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız Rabbin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız. Ancak tanrınız Rabbin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız Rabbin size buyurduğu gibi, onları -Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını- tümüyle yok edeceksiniz. Öyle ki, ilahlarına taparken yaptıkları iğrençliklere uymayı size öğretemesinler, siz de tanrınız Rabbe karşı günah işlemeyesiniz.” (Yasanın tekrarı, 20: 10-18)

Hz. Davud’un (as) savaşlarından biri Kitab-ı Mukaddes’te şöyle geçer:

“Davud bütün askerlerini toplayıp Rabba Kentine gitti. Kente karşı savaşıp ele geçirdi. Ammon Kralının başındaki tacı aldı. Değerli taşlarla süslü, ağırlığı bir talant altını bulan tacı Davud’un başına koydular. Davud kentten çok miktarda mal yağmalayıp götürdü. Orada yaşayan halkı dışarı çıkarıp testereyle, demir kazma ve baltayla yapılan işlerde, tuğla yapımında çalıştırdı. Davud bunu bütün Ammon kentlerinde uyguladı. Sonra bütün ordusuyla birlikte Yeruşalim’e döndü.” (Samuel’in ikinci kitabı, 12:29-31)

Kitab-ı Mukaddes açısından bu vahşi kıyımlar doğrudur ve Tanrının rızası doğrultusunda gerçekleşmiştir. Çünkü Hz. Davud’un ölümünden yıllar sonra tanrı onu güzel yâd ediyor ve şöyle diyor:

“Krallığı Davud’un soyundan alıp sana verdim. Ama sen buyruklarıma uyan, gözümde yalnız doğru olanı yapan ve bütün yüreğiyle yollarımı izleyen kulum Davud’a benzemedin.” (Kralların birinci kitabı, 14:8)

Hıristiyanlar Eski Ahit’in peygamberlere nispet verdiği vahşice kıyımları görmezden gelerek, İslam peygamberinin (saa) savunma amaçlı savaşlarını kınamışlardır.

Şimdi bir mukayese yapalım: İslam’da kâfirlerden bir savaşçı esir edildiğinde Kuran’ın hükmünce (Muhammed/4) karşılıksız olarak veya fidye karşılığı serbest bırakılır. Esir değişimi de her zaman var olmuştur. Ancak günümüzdeki Tevrat’ın aşağıda belirtileceği bölümlerine göre İsrailoğulları savaşta bütün erkekleri öldürdüler ve kadınlarla çocukları esir ederek Hz. Musa’nın yanına getirdiler. Ancak o, esirleri görünce öfkelendi ve kadınlarla çocukları öldürmeleri[14] ve kızları da kendilerine saklamaları emrini verdi. Metnin sonunda ganimetlerin toplamından bahsedilince o kızların sayısı otuz iki bin olarak geçmiştir.

“Rabbin Musa’ya verdiği buyruk uyarınca, Midyanlılar’a savaş açıp bütün erkekleri öldürdüler… Midyanlı kadınlarla çocuklarını tutsak alıp bütün hayvanlarını, sürülerini, mallarını yağmaladılar. Midyanlılar’ın yaşadığı bütün kentleri, obaları ateşe verdiler. İnsanları, hayvanları, yağmalanmış bütün malları yanlarına aldılar. Tutsaklarla yağmalanmış malları Şeria Irmağı’nın yanında, Eriha karşısında, Moav ovalarındaki ordugâhta konaklayan Musa’yla Kâhin Elazar’a ve İsrail topluluğuna getirdiler. Musa, Kâhin Elazar ve topluluğun önderleri onları karşılamak için ordugâhın dışına çıktılar. Musa savaştan dönen ordu komutanlarına -binbaşılara, yüzbaşılara- öfkelendi. Onlara, “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?” diye çıkıştı. “Bu kadınlar Balam’ın verdiği öğüde uyarak Peor olayında İsrailliler’in Rabbe ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden Rabbin topluluğu arasında ölümcül hastalık baş gösterdi. Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün. Yalnız erkekle yatmamış genç kızları kendiniz için sağ bırakın… “

Savaşa katılan askerlerin ele geçirdiklerinden kalanlar şunlardı: 675000 davar, 72000 sığır, 61000 eşek, insan ve erkekle yatmamış genç kızlardan 32000.” (Sayılar, 31:7-35).

Hz. Musa’nın vasisi olan Hz. Yuşa’ya nispet verilen vahşice kıyımlar geniş olarak Yuşa kitabında geçmektedir. Orada geçen konulardan birine göre o, bir günde 12000 kadın ve erkeği öldürerek mallarına el koymuştur (Yuşa, 8:25-29).

İsrailoğullarının gaddarca gerçekleştirdikleri kıyımlar ve yağmalamalar Yuşa, Hâkimler ve Samuel kitaplarında geçmektedir. Hıristiyanların Yeni Ahit kitabı da bu savaşları ve Gidyon, Barak, Şimşon,[15] Yeftah, Davud ve Samuel gibi savaşçıları övmektedir:

“Daha ne diyeyim? Gidyon, Barak, Şimşon, Yeftah, Davud, Samuel ve peygamberlerle ilgili olanları anlatsam, zaman yetmeyecek. İman sayesinde onlar ülkeler fethettiler, adaleti sağladılar, vaat edilenlere kavuştular, aslanların ağızlarını kapadılar. Şiddetli ateşi söndürdüler, kılıcın ağzından kaçıp kurtuldular. Güçsüzlükten kuvvet aldılar, savaşta güçlendiler, yabancı orduları bozguna uğrattılar.” (İbranilere mektup, 11: 32-34)

11-6. Peygamberlik ve İtaat

Peygamberler insanlardan itaat istemektedirler.[16] Bu itaat istek üzere veya ahiretteki azaptan yana korkudan dolayı olmalıdır. Dünyevi itaatsizliklerin bazıları sonucunda kırbaçlanmak, uzuvların kesilmesi ve idam gibi cezalar belirlenmiştir. Günümüzdeki insan haklarının bu dünyevi cezalarla arası yoktur ve hapis veya dinlerde pek söz konusu olmayan nakit para cezasını önermektedir.

Tevrat’ta mürtet (Yasanın Tekrarı, 17:2-7) olan kimsenin taşlanarak öldürülmesi gibi ağır cezalar vardır.[17] Ancak İncillerde böyle bir şeye rastlanmamaktadır. Bunun nedeni ise Hz. İsa’nın bir devlet kuramamış olmasıdır.[18] Tevrat ve Kuran’ın ceza kanunları da Hz. Musa’nın Sina’da ve Resulullah’ın (saa) Medine’de bir devlet kurmalarının ardından belirlenmiştir.

İbn-i Meymun, Yahudilik bölümünde geçen inançla ilgili on üç temeli saydıktan sonra bunlardan bir tanesini bile inkâr eden kimsenin öldürülmesine fetva vererek şöyle diyor:

“Bütün bu temel kurallara inanan ve imanını bu şekilde halis kılan, İsrailoğullarından biridir ve bizler Allah’ın emriyle onu sevmeliyiz, ona merhamet etmeliyiz ve ona kardeşçe davranmalıyız. Bir Yahudi nefsine uyarak herhangi bir günahı işleyebilir. Ancak kesinlikle günahlarından dolayı cezalandırılacaktır. Bununla birlikte gelecek dünyadan bir payı vardır ve o, İsrailoğullarının günahkârlarından biri olacaktır. Diğer taraftan bu temel inançlardan birini inkâr eden kimse Yahudi toplumundan kendini ayırmıştır. O, dinsiz ve bidatçidir. Ağzı, bedenini hatakar kılmaktadır.[19] Bizler ondan nefret etmeli ve onu yok etmeliyiz. Böyle bir kimse hakkında şu denilmiştir: “Ya rab, nasıl tiksinmem senden tiksinenlerden? Nasıl iğrenmem sana başkaldıranlardan?” (Mezmurlar, 139: 21).[20]

Hıristiyanlar da kara geçmişlerini unutmaya ve dinlerini batı insan haklarıyla uyumlu bir hale getirmeye çalışmaktadır. Evet, bunu yapan kendilerince Hz. İsa’nın ilahlığını ispat etmiş ve bunu sonraki nesillere yadigâr olarak bırakmış olan ve bidatçi (kilisenin resmi inançlarını kabul etmeyen) Hıristiyanlar için çeşitli işkence ve idamları kararlaştırarak bunun uygulanmasını padişahlardan isteyen Hıristiyan ruhanileridir. Aziz Thomas Aquinas (ö. 1274) şöyle demiştir:

“Bidat ehli hakkında iki hususa dikkat edilmelidir: Biri bidat ehli hususu ve diğeri kilise hususudur. Bidat ehlinin bir günah nispeti vardır ki bundan ötürü sadece tekfir edilip Hıristiyanlıktan atılmakla kalmamalı bilakis ölümle bu dünyadan da ayrılmalıdır. Zira ruh hayatının ona bağlı olduğu imanı bozmak maddi hayatın bağlı olduğu parayı sahteleştirmekten çok daha ağırdır. Seküler makam sahte para çıkaranları ve diğer hırsızları bu davranışlarından ötürü idama mahkûm ediyorsa bu durum bidat ehlinin bidati ispatlanır ispatlanmaz tekfir edilmenin yanı sıra idam da edilmeleri için sağlam bir delildir.

Kilise nispetine gelince yoldan sapmışların dönmesi için bir rahmet vardır. Bu yüzden onları mahkûm etmek için acele etmez. Bilakis elçi Pavlus’un yaptığı gibi “bir iki nasihatten sonra” (Titus’a mektup, 3:10) bunu yapar. Ondan sonra yine dayatırsa, kilise artık dönüşüne ümidi kalmayınca başkalarının kurtuluşunu dikkate alır ve onu tekfir edip Hıristiyanlıktan ayırır. Buna ilaveten bu dünyadan koparılması ve idam edilmesi amacıyla onu seküler mahkemeye sevk eder.”[21]



[1] Şura/13

[2] “De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin hâkimiyeti kendisine ait olan, kendisinden başka ilah olmayan, dirilten ve öldüren Allah tarafından, sizin tümünüze gönderilmiş peygamberim. Allah’a ve O’nun ümmi Peygamberi olan elçisine iman edin; o Peygamber de Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmektedir. Ona uyun ki hidayete eresiniz.” (Araf/158).

Bu ayet Mekki’dir ve Resulullah (saa) Medine’de İslam devletinin sağlamlaşmasının ardından İran, Rum, Mısır, Habeş’e ve diğer birçok yerdeki padişahlara mektup yazdı ve onları İslam’a davet etti. Böylece diğer topraklarda yaşayan insanların Müslüman olabilmeleri için yol açılmış olacaktı. Ancak önceki peygamberler için böyle bir durum normal şartlarda mümkün değildi.



[3] Onlarca ayet bu peygamberlerin davetini kendi kavimleri etrafında sınırlamıştır. Mesela Hz. Nuh (as) hakkında şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz, biz Nuh’u kavmine gönderdik: “Kavmini, kendilerine acıklı azap gelmeden önce uyar” diye. Dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım…” (Nuh/1-2).

Aynı şekilde tufan da onun kavmini helak etmiştir (Ankebut/14). Sonuçta Hz. Nuh’un bedduasında geçtiği gibi tufanla alakalı bazı ayetlerdeki “Arz (yeryüzü/toprak)” kelimesi, yeryüzünün tamamı anlamında değildir. Nitekim Yunus/78 ve Yusuf/73’de Mısır ülkesi anlamında kullanılmıştır. Hz. İbrahim’in de kavmi vardı: Enam/83, Hac/43, Ankebut/16 ve Zuhruf/26. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın da risaletleri kendi kavimlerineydi: Saf/5-6, Âl-i İmran/49 ve diğer.



[4] Hz. Üzeyir’in peygamberliği Kuran’dan ispatlanmamaktadır.

[5] Zekeriya, Yahya ve İsa (as) sadece Yeni Ahit’te geçmektedir. Eski Ahit’te geçen Zekeriya ile Kuran-ı Kerim’deki Zekeriya aynı değildir.

[6] “Hanok” adıyla Yaratılış bölümünde 5:23 geçen isim hariç.

[7] Çıkış bölümü 2:18’de geçen “Reuel” adı veya Çıkış bölümü 3:1’de geçen “Yitro” adı hariç. Tabi eğer Hz. Şuayb’ın, Hz. Musa’nın kayınpederi olduğunu kabul edersek.

[8] “Yedilerden biri olan müjdeci Filipus’un evine giderek onun yanında kaldık. Bu adamın peygamberlik eden, evlenmemiş dört kızı vardı.” (Elçilerin işleri, 21:9).

[9] Bazı İslam âlimlerine göre Peygamber Efendimizin (saa) dışında peygamberlerin kabrinin tayini doğru değildir.

[10] Michael H. Hart, The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History.

[11] Âl-i İmran/50 ve Matta, 5:17

[12] Haçlı Savaşları Papaların ve Hıristiyan ruhanilerin girişimi ile gerçekleşmiştir.

[13] Onlar kendilerince Hz. İsa’ya nispet verilen şu söze amel etmişlerdir: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim.” (Matta, 10:34)

[14] Bildiğimiz kadarıyla sadece Firavun, düşmanlarının oğullarını öldürmekteydi.

[15] Bu şahısın kahramanlıklarından biri, bir eşek çenesiyle bin kişiyi öldürmüş olmasıydı (Hâkimler, 15:15-17).

[16] “Biz, her peygamberi ancak Allah’ın izniyle ona (peygambere) itaat edilmesi için göndermişizdir.” (Nisa/64).

[17] Daha önce Yahudilerin bayramları bölümünde günümüzdeki Tevrat’ta şöyle geçtiğini belirtmiştik: Hz. Musa, Cumartesi günü odun toplayan bir adamı Allah’ın emriyle taşlayarak öldürdü.

[18] Fakat ne var ki Hz. İsa Tevrat hükümlerinin uygulanmasının gerekliliğini ilan ediyordu (Âl-i İmran/50 ve Matta, 5:17).

[19] İbn-i Meymun burada aslında Camia kitabından 5:6 çevrilmiş olan mecazi bir ifadeyi kullanmıştır.

[20] Mişna tefsiri, Sanhedrin 10.

[21] Hulase-yi İlahiyat 2/2, 11. Konu, 3. Makale.

Yüklə 379,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə