Büyük Dinleri Tanımak



Yüklə 379,11 Kb.
səhifə19/52
tarix01.08.2018
ölçüsü379,11 Kb.
#59924
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   52

6. İsrailoğullarının Tarihi


Hz. Musa’dan (as) sonra Yuşa b. Nun (as) Allah’ın emriyle kavmin önderliğini üstlendi. O, Filistin’in doğusundan güneyine uzanan Ürdün nehrinden geçerek Kenan ili ve o şehri sınırları boyunca fethetti. Eski Ahit’in iddiasına göre, o bölgenin yerli halkı katledildiler ve o topraklar Ben-i İsrail’e mahsus kılındı. Bu savaşlar Eski Ahit’in altıncı kitabında “Yuşa’nın Sayfası” adı altında vardır.

Hz. Yuşa’dan (as) sonra İsrailoğullarından büyük kimseler de insanların önderliğini üstlendiler. Bu dönem Ben-i İsrail çağı olarak adlandırılmaktadır. Onlar aslında padişah değillerdi ve yalnızca İsrailoğulları arasındaki ihtilafları çözmekle meşgul olmuşlardır. Bu önderlerin tarihi, hâkimler bölümünde geçmektedir.

6-1. Padişahlar Asrı

İsrailoğullarının son hâkimi Hz. Samuel’in (as) iki oğlu vardı. Onlar hâkim olmak için uygun değillerdi. Diğer taraftan, İsrailoğullarının o dönemde henüz düşman komşuların saldırılarına karşı onları seferber edecek bir padişahları da yoktu.[1] Bu nedenle, zamanlarının peygamberi olan Hz. Samuel’in (as) yanına giderek ondan kendileri için bir padişah belirlemesini istediler:

“Samuel bu işi uygunsuz gördü. Çünkü onlar şöyle dediler: Bize hükümet etmesi için bir padişah ver ve Samuel de Allah’a dua etti. Allah-u Teâlâ Samuel’e şöyle buyurdu: “Kavminin sana söylediği her şeyi duy; çünkü seni terk etmediler. Bilakis onlara padişahlık yapmamam için beni terk ettiler. Duruma göre, onları Mısır’dan çıkardığımdan beri bütün amelleri yaptılar. Başka tanrılara ibadet ettiler; Dolayısıyla sana da aynı şekilde davranacaklar. Öyleyse şu anda onların seslerini duy, fakat onlara uyarıda bulunarak tanıklık et ve kendilerine padişahlık yapacak kimsenin prensiplerini onlara haber ver.” (Samuel’in I. Kitabı, 8:6-9)

Buna göre, o padişahların sıkı prensiplerini kavmine açıkladı. Fakat onlar kendi taleplerinden vazgeçmediler. Bu nedenle, o Şaul (Talut) isminde bir genci onlara padişah olarak seçti ve onun başına yağ ile mesh etti.

O zamandan itibaren din adamları padişahlığa seçilen kimselerin başına yağ ile mesh eder ve ona İbranicede “Mesh edilmiş” anlamına gelen “Maşiah” unvanını verirler.[2]

Maşiah, yürütme gücüne sahip olmasının yanı sıra ruhani bir boyutta kazanmaktaydı. “Maşiah” unvanını alan padişahlardan zulmü yok edip yerine adaleti toplumda hâkim kılmaları beklenilirdi. Maşiahlara itaat etmek şer’i olarak herkese farzdı.

İsrailoğullarının ilk padişahları yaklaşık olarak M.Ö. 1030 yılında seçildi. Bu padişahın ismi Eski Ahit’te (Samuel’in I. Kitabı, IX. babtan itibaren) “Şaul” ve Kuran-ı Kerim’de “Talut” olarak geçmektedir (Bakara/247).

İlk padişah seçildikten sonra, İsrailoğulları ile dönemdeki Filistinliler arasında kayda değer bir savaş çıktı ve savaşı kazanan Ben-i İsrail oldu. Bu kavmin en önemli kahramanı Kuran-ı Kerim’de “Calut” olarak adlandırılan “Golyat” idi. O Hz. Davud (as) tarafından öldürüldü ve ordusu da bunun üzerine çareyi kaçmakta buldu.

Hz. Davud (as), Talut’un halifesi oldu (M.Ö. yaklaşık 1015). Hem dua ve münacat ehli ve hem de savaş ve fetih ehli olan Hz. Davud’un (as), Yahudiler yanında özel bir saygınlığı vardır. Onun önemli başarılarından birisi de sonraları hükümetinin başkenti olan Urşelim’i[3] yani Kudüs’ü fethetmesiydi ve ona “Davud’un Şehri” ismini verdiler. Kudüs, Yahudilerin kıblesidir.

Hz. Süleyman (as) babası Hz. Davud’un (as) yerine oturdu ve İsrailoğullarının en önemli ve azametli dönemlerini oluşturdu. O, Urşelim şehrinde “Mabed-i Süleyman”[4] olarak şöhret bulan çok büyük bir mabet yaptı.

Bu mabet sonraları bir defa M.Ö. 587 yılında İslami kaynaklarda Buhtunassar[5] olarak bilinen Babil padişahı “Nabukednazar” ve ikinci defa da miladi olarak 70 yılında Roma prensi “Titus” tarafından yıkılmıştır.

Adı geçen mabet o zamana kadar (M.Ö. VI. asırda ve kısa bir müddet M.Ö. II. asırda Babil’e sürgün edildikleri birkaç asır hariç) Yahudilerin kontrolündeydi ve Yahudi erkekler yılda üç defa belirlenmiş üç bayramda hac amelini yerine getirmek üzere yürüyerek o mabede doğru yola çıkmakla mükellef idiler.

Bu mabet miladi olarak 70 yılında ikinci kez yıkıldıktan sonra, tedrici olarak Hıristiyanların eline geçti ve İslam’ın güç kazanmasından sonra II. Halifenin zamanında Kudüs şehri barış yoluyla Müslümanlara teslim edildi. Müslümanlar tedrici olarak Süleyman Tapınağını azametli bir camiye çevirdiler ve ona “Mescid’ul Ömer” adını verdiler. Bu caminin üzerine de “Kubbet’us-Sahra” isminde bir kubbe yaptılar. Daha sonraki zamanlarda bu mimari yapı daha da güzelleştirildi ve Mescid-i Aksa adında mavi kubbeli bir mescit de yanı başına yapıldı.[6]

1948 yılında gasıp İsrail devleti, Filistin toprakları işgal ettiğinde Urşelim’in batı kanadını, Birleşmiş Milletlerin hükmüyle İsrail’e ve o iki mescidi içinde barındıran şehrin doğu kısmını ise Ürdün’e verildi. İsrail 1967 yılının Haziran ayında yaptığı altı günlük Arap-İsrail savaşında Kudüs’ün doğusunu askeri kuvvetleri zoruyla Ürdün’den alarak, elinde bulunan batı kısmına ekledi. Güvenlik konseyi, 242. bildirisinde İsrail’den Kudüs’ün doğusunu ve altı günlük savaşta aldığı toprakları terk etmesini istedi. Ancak İsrail şu ana kadar o bildiriye müspet yanıt vermemiştir.

Bahsedilen camiler İslam’ın ilk yıllarından günümüze kadar (Hıristiyanların Kudüs’ü işgal ettikleri süreç dışında) Müslümanların elindedir ve cemaat namazları, Cuma namazları ve diğer ibadetler buralarda yerine getirilmektedir. 1967 yılı öncesine kadar hacıların Mekke ve Medine’yi ziyaret ettikten sonra Kudüs’ün ziyareti için Ürdün’e geçmeleri bir gelenekdi.

Siyonistler yıllardır arkeoloji kazı çalışması bahanesiyle o caminin etrafını hiç durmaksızın kazmışlardır. Amaçları orayı yıkmak ve onun yerine Süleyman heykelini dikmektir. Siyonistler içlerimdeki radikal gruplar vasıtasıyla 2005 yılının yaz aylarından itibaren Mukaddes Kudüs haremine saldırılarını başlatmışlardır.

Kitap ehli Eski Ahit (Padişahların I. Kitabı 11) kitabının yanlış içeriğine dayanarak şuna inanmaktadırlar ki; Hz. Süleyman (as) putperest eşlerinin vesveseleri sonucunda ömrünün sonlarında putperest ve günahkâr oldu! Kuran-ı Kerim o peygamberi birçok övgülerle, tertemiz bilmiştir.

6-2. Ülkenin Bölünmesi

Eski Ahit’te geçtiği üzere Hz. Süleyman’ın (as) vefatından sonra, oğlu Rehoboam İsrailoğullarının yönetimini ele geçirdi. Zulmetmeye başladığı için oniki oğuldan on tanesi ona karşı geldiler. Yalnızca nispeten küçük bir bölüm olan Yahuda (Hz. Yakub’un evlatlarından biri) diye bilinen topraklardaki Yahuda ve Bünyamin ona kalmıştır. Urşelim şehrini de kapsayan Yahuda, büyük bir öneme sahipti. “Yahudi” ismi de buradan gelmektedir. Diğer on oğul, Hz. Süleyman’ın (as) komutanlarından biri olan Jeroboam b. Nabat’ın liderliğinde İsrail adında bağımsız bir devlet kurdular. İsrailoğullarının o günden sonra iki ülkesi vardı; Güneyde Rehoboam’ın önderliğindeki Yahuda ülkesi ve kuzeyde Jeroboam’ın önderliğindeki İsrail ülkesi. Sonraki padişahlar da bu iki kişinin neslinden gelmiştir.

Ben-i İsrail topraklarının bölünmesi, onların bedbahtlığının temeli olmuştur. Birçok İsrail ve Yahuda padişahı da günahkâr idi ve insanları putperestliğe davet etmekteydi. Bir taraftan da peygamberler: “Yaptıklarınız Allah’ı gazaplandırmaktadır!” deyip İsrailoğullarının tövbe etmedikleri takdirde kötü bir kaderleri olacağını onlara bildirmekteydi.

6-3. Babil’in Esareti

Nihayet İsrailoğulları peygamberlerinin ön gördükleri şeyler vuku buldu[7] ve bir süre sonra kuzey Irak’ta ve günümüzün Suriye’sinde hüküm süren ve başkentleri Neyneva olan Aşurlar, M.Ö. 722 yılında İsrail’e saldırdılar ve onların çoğunu esir aldılar. İsrailoğulları boylarından esir olan on boyun kaderi tarih sayfalarında yer almayıp, belirsizliğini korumuştur.

Bir asırdan daha fazla bir sürenin geçmesinin ardından M.Ö. 587 yılında Buhtunnasır, Urşelim’e saldırdı. O, Yahuda halkını öldürdü ve onların bazılarını uzun süre kalacakları Babil’e esir olarak götürdü. İsrail ve Yahuda halkının esir olmaları, onların Ortadoğu ve diğer bölgelere dağılmalarına neden oldu. Bu esaret, özel bir öneme sahipti. Çünkü İsrail halkından daha önceki saldırıda Aşurlar tarafından esaretten kurtulan bir grup bu saldırıda Yahuda halkıyla birlikte Babil’e götürüldüler. Bu konu “Babil’e Sürgün” diye adlandırılmaktadır.

Yahudiler esirlik döneminde müşriklerin bir takım gelenek ve göreneklerini benimsediler ve onların içinden sürgün, esaret ve Allah’a tapma zorluklarını hisseden pek az kimse bulunurdu.

6-4. Mabedin Yenilenmesi

Ahameniş silsilesinin kurucusu Kuruş, Babil’i fethettiği zaman Yahudiler esirlikten kurtuldular ve vatanlarına dönme iznini aldılar. Ancak onların birçoğu Babil’i terk etmek niyetinde değildi. O şehre ve şehrin etrafına dağılmışlardı. Kuruş’un Yahudilerin özgülüğünü ilan etmesi yaklaşık M.Ö. 538 yılında gerçekleşti. Kuruş bu davranışıyla Yahudiler içerisinde büyük bir sevgi kazandı.[8]

Yahudilerin bir grubu da Filistin’e döndüler ve Kudüs şehrini yeniden kurmaya başladılar. O dönemde bölge komşuları kendilerini tehlikede görerek, Filistin topraklarında Yahudiler için güçlü bir hükümetin kurulmasına engel oldular. Bunun üzerine Filistin’in çeşitli bölgelerinde güçsüz hükümetler kuruldu. Rumlar Mesih’in doğumundan bir süre önce orayı işgal ettiler ve birkaç asırlık karmaşadan sonra Kudüs şehri miladi 70 yılında ikinci kez Rumların eliyle yıkıma uğradı. Bu yıkım, Yahudileri dünyanın dört bir yerine dağıttı. O günden sonra Yahudiler yabancı ülkelerde sıkıntılı yaşamlarına devam edip, aşağılanmalara tahammül etmekteydiler.

Bu karmaşada, kurtarıcı inancı İsrailoğulları arasında iyice güçlendi. Bu düşünce, meyvesini verdi ve İsrailoğulları bu düşüncenin yardımıyla ümitsizliğe galip geldi ve Mesiha’nın[9] gelişini beklemek o kavmin bekasını garantiledi.

İntizar halindeki Yahudiler yaklaşık iki bin yıl boyunca ellerinden alınmış olan dini hükümetlerinin ihyası için ciddi bir girişimde bulunmaktan kaçındılar. Hazarlar hükümeti gibi nadir durumlar dışında, devlet kurmayı intizar kanunlarına aykırı görmekteydiler. Bazı kimseler de ara sıra Mesihalık iddiasında bulunmuş ama başarılı olamamışlardır.

Yahudilerin Babil’den dönmesinden sonra, dindarlık yeni bir düzen kazandı ve sonraları Sinagog diye adlandırılan mabetler yapıldı. Bu mabetlerin de tıpkı diğer mabetler gibi kendine has mimarisi vardı. Oralarda kurban yeri ve diğer özel mekânlar bulunmaktaydı. Günümüzde de Yahudilerin mabetleri Sinagog olarak bilinmektedir.

6-5. Yahudilerin Mücadeleleri

Urşelim’in yapılandırılmasından ve Yahudilerin yerleşmesinden sonra bir takım sorunlar meydana geldi ve zalim padişahlar ile Suriye’nin putperestlerine karşı mücadele başladı. Yahudi Mekabilerin Suriye sömürgecilerine karşı yaptığı savaşta Yahudiler zafer elde ettiler. Bu konu Epokrifa kitaplarında geniş olarak açıklanmıştır.

Bu dönemde İsrailoğulları genellikle müşriklerin emri altındaydılar ve detaylı açıklaması daha sonra gelecek olan Hz. Mesih’in zuhuru da bu dönemde gerçekleşmiştir. Yine bu dönemde Yahudi âlimleri tarafından bir takım kurallar koyulmaktaydı ama buna rağmen Filistin üzerindeki sömürgeci devletler hüküm sürmekteydiler. Yahudi âlimleri Sanhedrin adındaki içtima yerinde toplanıp, dini konular hakkında kararlar almaktaydılar.[10]

6-6. Urşelim’in Yıkımı ve Yahudilerin Çaresizliği

Miladi 70 yılında Roma prensi Titus, Urşelim’i kuşattıktan sonra orayı viran edip, birçok insanı kılıçtan geçirdi. O, Sanhedrin’i yerle bir etti. 135 yılında gerçekleşen bir ayaklanma da bastırılmıştı. O şehrin batı duvarı yıkılmadı ve günümüze kadar sağlam bir şekilde geldi. Yahudilerin yas münasebetiyle o duvarın kenarına gelmelerinden ötürü oraya “Ağlama Duvarı” denilmiştir. Müslümanlar bu duvara “Hait’ul-Burak” demektedir.

Bu olaydan sonra Yahudiler Avrupa ve Kuzey Afrika komşu ülkelerine dağıldılar. Bu durum İbranicede “Galut”[11] yani sürgün ve sürgün edildikleri bölgeler ise dağılma anlamına gelen “Diaspora” olarak anılmaktadır. Belli bir zaman sonra bir kısmı Yesrib diye bilinen Medine-i Münevvere’ye gidip oraya yerleşti. İslam kaynaklarına göre, Yahudilerin bu grubunun Medine’yi yerleşim yeri olarak seçmesinin nedeni son peygamberin zuhurunu beklemekti.

Sonraları II. Halife döneminde Müslümanlar Kudüs şehrini müzakere yoluyla Hıristiyanlardan aldılar. Taberi’nin (hicri 15 yılındaki olayları) yazdığına göre, Müslümanlar Kudüs’ü alırken Hristiyanlar karşısında yaptıkları barış antlaşmasında, o şehre Yahudilerin yerleşmesine hiçbir zaman izin vermeyeceklerinin sözünü de verdiler.

6-7. Yahudiler ve Diğer Kavimler

Ayrımcılık ve bencillik yeryüzünde az olan Yahudi kavminin ayrılmaz bir özelliğidir.[12] Dünyanın diğer kavimleri bu özelliğe tepki olarak, Yahudilere düşman olmuş ve onları aşağılamışlardır. Belirtmekte fayda var, Babilliler tarafından yaklaşık milattan altı asır önce Kudüs şehrinin yıkılması ve İsrailoğullarının sıkıntılara düşmesinin nedeni de buydu. O dönemde peygamber Yeremya Yüce Allah tarafından şu mesajı getirmişti:

“İsrailoğulları düşmana teslim olurlarsa kendileri de şehirleri de güvende kalacaktır.”

Onlar kendileri için kurtarıcı olan bu mesajı önemsemediler ve o peygamberi dövdükten sonra zindana attılar. Peygamber, Kudüs şehri düşene kadar zindandaydı (Yeremya 37 ve 38).

Yahudiler sonuçta vatanlarını yitirdiler. Ancak din, kültür ve geleneklerini koruyarak diğer kavimler içerisinde çözülüp, asimile olmadılar. Bu özel durum farlı kavimler içerisindeki yaşantının gereksinimiydi. Onlara ev sahipliğini önce müşrikler, daha sonra da Hıristiyan ve Müslümanlar yapmışlardır.

Yahudilerin İslam topraklarında ve özellikle Endülüs’te güzel bir yaşantıları vardı. Onlardan bazıları oldukça yüksek mevkilere dahi gelmişlerdi. Oysa Avrupa ülkelerinde yaşayan Yahudiler “Ghetto” denilen yerlerde zillet içinde yaşamak zorundaydılar. Kimi zaman da Hıristiyanlar onları zorla kendi dinlerine çeviriyorlardı.

Hıristiyanlar 1492 yılında Endülüs yönetimini tamamen Müslümanların elinden aldıklarında Yahudileri de o topraklardan sürdüler. Çaresiz kalan Yahudiler Kuzey Afrika İslam ülkelerine yöneldiler. Ancak onlardan pek azı deniz korsanlarının ve tecrübeli kaptanların pençesinden kurtularak emniyetli olan sahile ulaşabilmiş ve İslam’ın şefkat dolu topraklarına ayak basa bilmiştir. Müslümanların yabacılara karşı sergilemiş oldukları insancıl davranışlar Yahudi ve Hıristiyan tarihçilerinin kitaplarına sık sık konu olmuştur.

Yahudi kavminin kendilerine has psikolojileri ve iktisadi alanlardaki yetenekleri onları ağırlayan kavimlerin hassasiyetini tetikliyordu. Ne yazık ki, aşağıdaki maddeler bu kavim ile diğer kavimler arasında derin bir mesafe açmıştır:

1- Hıristiyanların İncillerinde kayıtlı olan Yahudilerin Hz. İsa (as) karşısında uzak bir geçmişteki yanlış tutumları ve onların Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, Ahzab ve Haşr surelerinde geçen Peygamber Efendimizle (saa) yaptıkları savaşlar.

2- Sonraki zamanlarda İslam toplumunda şarap dağıtmak ve Müslüman ve Hıristiyanlardan faiz yiyenler ile fahişelere evlerini kiraya vermeleri gibi yanlış davranışları.

3- Günümüzde bütün dünyanın nefretini kazanmış olan Filistin’i işgal eden rejimin korkunç cinayetleri. Bunun nişanesini Birleşmiş Milletler genel toplantısındaki görüşlerde görmekteyiz: Mesela; 5 oy karşısında 177 oyla bu rejimin cinayetlerinin kınandığını gözlerimizle gördük. (5 oy ise, bu rejimin kendisi, Amerika ve oylarının hiçbir değeri olmayan tanınmamış üç ada tarafından kullanılmıştır.)[13]

Geçmişte bazı Hıristiyan ve Müslüman toraklarda Yahudilere eziyet etme durumları vardı. Aynı şekilde insanlar kimi zaman mesela; bir çocuğun Yahudiler tarafından kaçırıldığı iddiası sonucu onları kendi dinlerine zorla çeviriyor ve kendi isteklerini temin etmek için onlara domuz eti, et ve yoğurt yediriyorlardı.[14] Hıristiyanlıkta ve İslam dininde zorla din kabul ettirmek caiz değildir. İslam âlimleri bu davranışlara şiddetle karşı çıkmışlardır. Diğer taraftan da, zorla dinini değiştirenler görünüşte Hıristiyan veya Müslüman oluyor ama gerçekte ise Yahudi olarak kalıyorlardı. Onlar Avrupa’da “Marrano”[15] ve İran’da da “Annus”[16] diye bilinmektedir.

Yahudilere karşı düşmanlık, dünya çapında Anti-Semitism olarak bilinmektedir. Öyle ki, Yahudilere karşı nefretin “Yahudi” ve “Jew” sözcüklerine de geçtiğini bilmekteyiz. Bu yüzden “Kelimi” ve “Jewish person” kelimeleri onların yerini almıştır.

Hitler de Yahudilerin bir kısmına işkence yapmış ve onların ateş odalarında idam etmiştir. Bu idamlar, yakılarak gerçekleştirilen kurbanlıklara benzerlik açısından Holocaust olarak adlandırılmaktadır.[17]

Siyonizm dünyası, iletişim araçlarını kullanarak Hıristiyanların düşüncelerine nüfuz etmeyi ve kendisine taraftar bulmayı başarmıştır. Bu yüzden Beyaz Saray’a, Amerika’nın karar merkezlerine ve diğer batı ülkelerinin bazılarına nüfuz etmek isteyen kimse ilk önce Siyonizm’in uşaklığını kabul etmeli ve ondan sonra işe başlamalıdır. İşte bu yüzden Amerikan başkanları ve diğer üst makamlar işgalci İsrail’in hayâsızca işlemiş olduğu cinayetleri çekinmeden savunmaktadır. Siyonizm simasının Hıristiyan toplumlarında gördüğü saygınlık ölçüsünce, Müslümanlar arasında gün geçtikçe karardığı görülmektedir.

“Hayırlı son takva sahipleri içindir.”

6-8. Siyonizm’in Oluşması

Avrupa’da yaşayan Yahudiler, gördükleri baskılar nedeniyle Hıristiyanlar içerisinde rahatça yaşayamıyorlardı ve ardı ardınca gelen sürgünler bağımsız bir devlet sevdasını gönüllerinde güçlendirmekteydi.

XIX. asrın sonlarında büyük bir Yahudi kitlesi Rusya’dan sürgün edildi. Onların bir kısmı Batı Avrupa’ya ve bir kısmı da Filistin’e gidip, Akdeniz’e yakın bölgelere yerleşti. Oraya “Siyon”[18] adını verdiler. O dönemde Filistin, Osmanlı İmparatorluğuna bağlıydı.

İşte o dönemde Avrupa Yahudileri intizar geleneğini göz ardı ederek, bağımsızlık ve izzet kazanmak için harekete geçtiler. Arjantinli Theodor Herzl adındaki bir gazeteci Siyonizm’in temellerini attı ve bu yolda çok çaba sarf etti. Yahudiler içerisinde iki grup Herzl’in bu girişimine karşıydı: Bu düşünceyi Mesiha ideolojisine aykırı bulanlar ve ırkların ayrılmasını (Assimilationists) kabul etmeyip, Yahudilerin günümüzde diğer kavimlerle barış ve huzur içerisinde yaşayabileceğine inananlar. Ancak Siyonistler dindaşlarını bağımsız bir ülke sahibi olma yolunda ikna ettiler ve bunun ardından Yahudilerin Filistin’e göçü başlamış oldu. Müslüman düşünürler, bu olayı tehlikeli bir tuzak olarak görüp Müslümanları göç eden Yahudilerle işbirliğine karşı uyardılar.[19] Ancak Müslümanlar bu büyük facianın derinliğini anladığında iş işten geçmişti.

Diğer taraftan bazı Hıristiyanlar, Siyonizm’in kurulmasından önce bile şöyle bir inanca sahiptiler; Hz. İsa’nın (as) gelebilmesi için Yahudilerin Filistin’e dönemsi gerekir. Siyonistler bu inancı takviye ederek, Hıristiyanların çok basit düşünen kesimi içerisinden sağlam taraftarlar kazandılar.

6-9. Gayri Meşru İsrail Rejiminin Kurulması

Çok geçmeden Siyonistler Filistinli Müslümanların misafirperverliğini unuttular ve en ağır yöntemlerle o toprakları işgal edip, 1948 yılında[20] Seküler Yahudi hükümetini gasp edilmiş Filistin topraklarında oluşturarak ona “İsrail” adını verdiler. Bu rejimin silahlı güçleri 1967 Ocak ayında altı günlük savaşta komşu ülkelerin bazı topraklarını kendi ülkelerine kattılar ve Mescid-i Aksa’yı da içeren Ürdün’deki Beyt’ul Mukaddes’in doğu kısmının yarısı da bunun içindeydi.[21]

Bağımsız bir ülke oluşturmak, Yahudi kavminin her zaman ki ideolojisiydi. Bununla birlikte diğer milletlerin arasındaki yaşamları ve ekonomik durumları çok daha iyiydi. Bu yüzden ülkelerinin kurulmasından sonra oraya göç etmek istemiyorlardı. Yahudileri göç etmeğe teşvik amacıyla dünyadaki Yahudi yerleşimlerinde kuruluşlar oluşturuldu. O rejimin reklam sistemleri Yahudilere yeşil bahçeleri gösteriyorlardı. İşgal edilmiş Filistin’e hicret etmek, İbranicede “Elya” yani yücelik olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde on dört milyon Yahudi’nin yüzde yirmisi İsrail’de ve yüzde sekseni de diğer bölgelerde (Diaspora) yaşamaktadır. İran Yahudileri yaklaşık yirmi bin kişidir.

Daha en baştan hicret eden Yahudilerin bir kısmı ülkelerini terk edip diğer kavimlerin arasındaki önceki yaşam düzenine devam etmiştir.

Amerika ve İngiltere’nin öncülüğündeki küresel istikbar, her yönden Siyonizm’i destekleye koyulmuşlardır. Siyonistler, bu himayeler ve İslam ülkeleri liderlerinin zaaflarından yararlanarak, konumlarını sağlamlaştırmış ve hatta işi öyle bir yere getirmişlerdir ki bugün gelişen olaylara üzüntüyle tanıklık etmekteyiz.

İşgal edilmiş Filistin, Amerika ve diğer ülkelerdeki Neturei Karta[22] grubu gibi geleneklerine bağlı bir grup Yahudi, İsrail rejiminin kurulmasına karşıydı ve bunu dine aykırı görmekteydi. Onlar rejimin kurulmasının başlarında işgalci ve cani yönetimin resmi parasını kullanmamak için kendi gruplarına ait para bastırdılar. Onlar Amerika ve işgal edilmiş Filistin’de İsrail aleyhine kalabalık yürüyüşler gerçekleştirmekte ve Siyonizm’i Yahudiliğin utanç kaynağı olarak tanıtmaktadırlar.[23]

Siyonist rejimin kuruluşundan şimdiye kadar yani yarım asrı aşan bir zamandan beridir Filistin işgalcileri hiçbir cinayetten sakınmadan çeşitli yöntemlerle zulüm sultalarını yayma çalışmalarına devam etmektedirler. Onlar birleşmiş milletlerin aldığı kararları da hiçe saymaktadırlar. Siyonistlerin barıştan yana olduğuna aldanmış kimseler de kısa bir süre sonra onların ne denli ikiyüzlü olduklarını anlamışlardır.

 

[1]      Aynı Hicaz halkı gibidir. İslam’ın zuhuruna kadar bir padişahları ve yöneticileri yoktu. Onların Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Ebu Süfyan gibi nüfuzu bulunan kabile reislerinden hiçbiri (İran, Roma ve diğer onlarca toprakların rehberlerinin aksine) padişah veya yöneticisi değildi.



[2]      Örneğin Şaul’un İsrailoğullarının padişahı olarak seçilmesi Kitab-ı Mukaddes’te şöyle geçmektedir: “Ardından Samuel yağ kabını alarak, onun başına döktü ve onu öperek şöyle dedi: Bu, Allah’ın kendisinin mirasına hâkim olman için seni meshetmesinden başka bir şey değildir.” 

[3]      Bu şehrin asıl ismi “Jerusalem” yani “Selamet şehridir”. Müslümanlar bu şehri Kudüs, Beyt’ul Makdis ve (İbranicedeki Beyt-i Hamiktaş yani “İbadet evi” kelimenin karşıtı olan) Beyt’ul-Mukaddes olarak adlandırmayı tercih ediyorlar. Bu şehrin diğer ismi İlia Capitolinadır ki, Müslümanlar onu İlya olarak değiştirmişlerdir. 

[4]      İbranicede “Heykel” yüksek bina anlamında olup, Arapçada yüksek yapılı mabetler için kullanılmaktadır. 

[5]      İkinci derece İslami kaynaklarda geçen “Buhtunnasır” kelimesi, bu kelimenin yanlış şeklidir.

[6]      Mekki bir sure olan İsra suresinin başlangıcındaki ve aynı şekilde Kehf suresinin 21 ayetindeki “Mescid” tabiri, mabet anlamındadır, İslam’daki mescit anlamında değil.

[7]      Bu konu kelamcıların görüşü esası doğrultusundadır ve öngörülerin kesin tarihi belli değildir.

[8]      Eb’ul Kelam Azad adındaki Hindistanlı Müslüman âlimlerden biri XX. asırda “ve Yes’eluneke en Zilkarneyn” isminde bir kitap yazdı ve o kitapta şunu ispatlamak istedi; Kehf suresinin 83-98. ayetlerinde iyilikle anılan Zulkarneyn, Kuruş’un ta kendisidir. Onun bazı delilleri el-Mizan’da ve Tefsir-i Numune’de nakledilmiştir. 

[9]      Mesih (Christ) kelimesi, Meryem oğlu İsa’ya (as) has olduğu için Yahudiliğin vaadedilen kurtarıcısına da genellikle Mesiha denilmiştir.

[10]     Sanhedrin kelimesi, Yunanca olan ve toplantı yeri anlamına gelen “Sindiriyon” kelimesindendir. 

[11]     İslam kaynaklarında geçen “Re’sul-Calut” İslam dünyasındaki Reis-i Galut’tur (yani göç eden Yahudilerdir).

[12]     Bu psikolojinin örneği, dünya halkını “Yahudi” ve “Gentiles” olarak ikiye ayırmalarıdır. Onlar kendilerini kesinlikle Gentiles’e (kendilerinden olmayanlara) karşı sorumlu görmezler: “Bu da onların, “bilgisizlere (Yahudiler dışındakilere) karşı bizim üzerimizde bir sorumluluk yoktur” demelerindendir.” (Âl-i İmran/75) Araştırmacıların bazılarına göre, ayetin Arapçasında geçen “Ümmiyyin” kelimesi, Gentiles sözcüğünü ifade etmektedir. 

[13]     Tabi ki Yahudilerin bir kısmı çok değerli insanlardır. Örnek olarak; İran’da Müslümanlarla huzur içerisinde yaşamayı, işgal edilmiş olan Filistin’de yaşamaya tercih eden ve İmam Humeyni’nin yol göstericiliği neticesinde Siyonistlere arkasını tamamen dönen Kelimilerdir. Bu vatandaşlarımız Ramazan ayının son cumasında düzenlenen Kudüs günü yürüyüşlerine büyük bir ilgiyle katılmakta, her zaman Filistin işgalcilerinin zulümlerini kınamakta ve o canileri Yahudiliğin utanç kaynağı bilmektedirler.

[14]     Yahudilikte domuz etinin yenmesi ve normal etin de süt ürünleriyle yenmesi haramdır ve sonuçta bu durumun kullanılması Yahudiler için eziyet nedenidir.

[15]     Bu kelimenin kökü bilinmemektedir.

[16]     Anus, “mecbur edilmiş” anlamında İbranice bir kelimedir. 

[17]     Batılı araştırmacılar bu olayın gerçekleştiğini onaylamaktadır. Araştırmacıların bazıları ise kurban edilenlerin sayısının abartıldığını savunmaktadır. 

[18]     Siyon, Kudüs’teki bir tepenin adıdır. Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın (as) zamanında İsrailoğulları devletinin parlak döneminde bir askeri üst idi. Bu isim daima Yahudi kavminin iktidarını hatırlatmış ve Eski Ahit’in son peygamberlerinin kitaplarında çokça anılmıştır.

[19]     Bu uyarılara bir örnek de el-Menar tefsirinin Nisa suresinin kırk beşinci ayetinin tefsirinde geçmektedir. 

[20]     Siyonistlerin bu rejimin oluştuğunu ilan etmesi 1947 yılında (İngiliz güçlerinin Filistin’den ayrılmasıyla aynı zamanda) olmuştur. 

[21]     Tevrat, Yahudileri komşuların mallarına ve mülklerine göz dikmekten alıkoymuştur. (Çıkış, 17:20 ve Yasanın tekrarı, 21:5) yine şöyle demiştir: Komşusunun sınırlarını değiştiren, melundur. (Yasanın tekrarı, 17:27) 

[22]     Neturei Karta, 1935 yılında kurulmuştur. (Şehrin koruyucuları anlamına gelen) bu ismi 1938 yılında kendilerine vermişlerdir. Talmud’taki (Hagiga, 3:76) bir cümleden alınmıştır. O cümlede ilim sahipleri, şehrin koruyucuları olarak tanıtılmıştır. Daha fazla bilgi için “www.nkusa.org” sitesine başvurabilirsiniz. 

[23]     Birkaç Yahudi’nin Şiraz’da İsrail adına casusluk yapmak suçuyla hapse atılması sonucu Siyonistler dünyayı ayağa kaldırdılar. 2000 yılında Amerika’daki Neturei Karta’nın yüksek mevkili hahamlarından dördü İran İslam Cumhuriyeti’nin tutumunu desteklemek amacıyla bu ülkeye gelmişti.



Yüklə 379,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə