Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə50/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   50

Şems yatsı ezanının okunmasını beklemeden dergâhtan ayrıldı. Yağmur çiseliyordu. Dar
sokaklardan, taş yollardan şekerciler hanına doğru yürüyordu. Medrese ile han arasında bir
bahçe  vardı  etrafı  metruk  evlerle  çevrili.  Oraya  gelince  durdu.  Bir  ses  duydu.  Köpek
yavrusunun sesiydi. Sesin geldiği yöne yürüdü. Yıkık bir duvarın altında kalmış ana köpeği
gördü.  Kerpiçleri  kaldırdı.  Köpeğin  üzerindeki  toprak  parçalarını  temizledi.  Okşadı  köpeği.
Yavruyu kokladı. Açtı yavru köpek. Hemen sokağa daldı. İlk kapıyı çaldı. Kapıyı ihtiyar bir
kadın açtı. Ekmek ve varsa süt istedi. Kadın dilenci sandı Şems’i. Bir koşuda getirdi ekmeği
ve sütü. Şems köpeği ve yavrusunu bahçede güvenli bir yere yerleştirip doyurduktan sonra,
hana  geç  kaldım,  diyerek  adımlarını  hızlandırarak  yürümeye  başladı.  Tam  o  esnada
bahçede ağzı açık bir büyük kuyu gözüne çarptı. Hz. Yusuf’u hatırladı. İçinden “Ahhh! Yusuf
Efendim  kuyuya  sığdı  da  şimdiki  insanlar  dünyaya  sığmıyor,  diye  düşündü.  Ardından
mırıldanarak:” Ya Rabbim şu kuyuyu kabrim kıl.”
Hana  yaklaşmıştı.  Hana  geldiğinde  yağmur  hızını  arttırmıştı  Kapıyı  vurdu.  Kapının
açılmasını beklerken şöyle dua ediyordu:
“Ey ölüm, beni beyaz kanatlarına sar çünkü dostlarım bana gerek duymuyorlar. Ey ölüm,
kucakla  beni,  sevgi  ve  merhamet  dolu;  hiçbir  zaman  ana  öpücüğünü  tatmamış,  bir  kız
kardeş  yanağına  değmemiş,  bir  sevgilinin  parmak  uçlarını  öpmemiş  olan  şu  dudaklarıma
dudakların değsin, bırak… Gel al beni, ey sevgili ölüm.”
Hanın  kapısı  yavaşça  aralandı.  Şems’in  üstü  başı  sırılsıklamdı.  Şems  selam  vererek
avluya girdi. Avlunun ortasındaki küçük havuza yaklaştı.
Hanın  bir  odasının  kandili  yanıyordu.  Işık  kapatıldı.  Karanlıkta  parlayan  yedi  bıçaktan
başka  bir  şey  yoktu.  Zifiri  karanlıkta,  bıçaklar  boşlukta  çakan  şimşekler  gibi  gözü  alıyor,
kamaştırıyordu.
Altı derviş daire şeklinde aralıklı durdular. Yedinci derviş:
— Şeyhimizin seninle ilgili merak ettiği bir şey var. Cevaplar mısın?
— Sorun.
—  Moğol  komutanı  zehirleme  fırsatın  varken  neden  sağ  bıraktın?  Atalarına  ihanet
ettiğinin farkında değil misin?
— Ben oldum olası iğrenç siyasetlerden tiksindim. Ne dün ne de bugün ben hiçbir zaman
şeytanın suyu ile yıkanmadım, yıkanmam.
Hz. Osman’ın başını alan da bu şeytan çocukları değil miydi? Hüseyin’i Kerbela’da biçen
fırtına  da  iblisin  soluğu  değil  miydi?  Bana  ne  Moğollardan, Allah  belayı  hak  edene,  velayeti
seçtiğine  verir.  Siz  sözde  mücahitlik  yapıyorsunuz.  Yazıklar  olsun  size.  Kanım  aşka  helâl,
size  haram  olsun.  Hasan  Sabbah’ın  çocukları,  ne  farkınız  var  Yezid’in  sırtlanlarından.
Üzerinizdeki abadan, elinizdeki asadan utanın. Utanın aşktan, utanın!
— Son arzun var mı?
—  İki  satır  yazı  yazayım.  Yarın  burayı  terk  ederken  emaneti  dergâha  gönderir  misiniz?


Bir de yatsı namazını kılmadım. Hz. Ali Efendimiz gibi namaz kılarken canımı teslim etmek
istiyorum…
Şems  havuzdan  abdestini  tazeler.  Siyah  feracesi  ıslaktır.  Islak  taşlara  serer  seccade
olarak.  Sünneti  kılmıştır,  farza  başlar.  Tekbir  alır.  Kıraati  sesli  olarak  okur.  Birinci  rekâtta
Fatiha’dan sonra Şems Sûresi’ni okur. Dervişlerden birisi ağlamaya başlar. Bakarlar ki bu iş
uzadıkça  dervişler  yumuşayacak.  Başderviş  bıçağı  Şems’in  sırtına  saplar,  çıkarır.
Ayaktadır  Şems,  yıkılmamıştır.  İkinci  bıçak…  Üçüncü  bıçak…  Dördüncü  bıçak…  Hâlâ
ayakta  Şems,  Şems  Sûresi’ni  okumaya  devam  etmektedir.  Beşinci  bıçak… Altıncı  bıçak…
Şems taş zemine düşer. Kalkmaya çalışır. Doğrulur. Yan tarafa tekrar düşer. Toparlanırken
hâlâ Şems Sûresi’ni tekrar tekrar okumaktadır. Diz üstü çöker.
Yedinci  ve  en  tesirli  bıçak  darbesi  ensesine  gelir  boynu  sağa  doğru  bükülmüştür.
Dervişler yere kapanmasını bekleye dursun. Şems Hz. Peygamber’in şu hadisini mırıldanır,
sesi boğuk: “Allah’a kavuşmak isteyeni Allah da sever.”
Dervişlerden  birisi  sırtına  tekmeyi  vurur.  Yüzüstü  taş  zemine  kapanır,  dudağı  patlamış,
dişleri  zemine  dökülmüştür.  Siyah  feracesi  kanlar  içinde  bordoya  dönmüştür.  Saçlarından
tutarak kafasını kaldıran dervişin niyeti Şems’in başını gövdesinden ayırmaktır.
Baş  derviş  engeller.  Bırakın  son  nefesini  versin.  Sonra  da  en  yakın  bir  kuyuya  atın.
Kıyafetine sarıp atın. Avluyu yıkayın. Sabah yola çıkarız.
Şems  hâlâ  son  nefesini  vermemiştir.  Sille  taşının  üzerindeki  başını  hafifçe  göğe  kaldırır
ve:
“Allah ne güzel sevgilidir. Rabbim sana aşığım, ve bu canı sana hediye ediyorum.”
Her şey zamanında güzel ve zamanında anlamlı.
O anı kaçırdıktan sonra tekrar o anı yaşamanın bir anlamı yok ki.
Şimdi git...
Âşıklık töresini, âşıklık geleneğini, maşuk gidişatını bozma.
 
Şems yatsı ezanının okunmasını beklemeden dergâhtan ayrıldı. Yağmur çiseliyordu. Dar
sokaklardan, taş yollardan şekerciler hanına doğru yürüyordu. Medrese ile han arasında bir
bahçe  vardı  etrafı  metruk  evlerle  çevrili.  Oraya  gelince  durdu.  Bir  ses  duydu.  Köpek
yavrusunun sesiydi. Sesin geldiği yöne yürüdü. Yıkık bir duvarın altında kalmış ana köpeği
gördü.  Kerpiçleri  kaldırdı.  Köpeğin  üzerindeki  toprak  parçalarını  temizledi.  Okşadı  köpeği.
Yavruyu kokladı. Açtı yavru köpek. Hemen sokağa daldı. İlk kapıyı çaldı. Kapıyı ihtiyar bir
kadın açtı. Ekmek ve varsa süt istedi. Kadın dilenci sandı Şems’i. Bir koşuda getirdi ekmeği
ve sütü. Şems köpeği ve yavrusunu bahçede güvenli bir yere yerleştirip doyurduktan sonra,
hana  geç  kaldım,  diyerek  adımlarını  hızlandırarak  yürümeye  başladı.  Tam  o  esnada


bahçede ağzı açık bir büyük kuyu gözüne çarptı. Hz. Yusuf’u hatırladı. İçinden “Ahhh! Yusuf
Efendim  kuyuya  sığdı  da  şimdiki  insanlar  dünyaya  sığmıyor,  diye  düşündü.  Ardından
mırıldanarak:” Ya Rabbim şu kuyuyu kabrim kıl.”
Hana  yaklaşmıştı.  Hana  geldiğinde  yağmur  hızını  arttırmıştı  Kapıyı  vurdu.  Kapının
açılmasını beklerken şöyle dua ediyordu:
“Ey ölüm, beni beyaz kanatlarına sar çünkü dostlarım bana gerek duymuyorlar. Ey ölüm,
kucakla  beni,  sevgi  ve  merhamet  dolu;  hiçbir  zaman  ana  öpücüğünü  tatmamış,  bir  kız
kardeş  yanağına  değmemiş,  bir  sevgilinin  parmak  uçlarını  öpmemiş  olan  şu  dudaklarıma
dudakların değsin, bırak… Gel al beni, ey sevgili ölüm.”
Hanın  kapısı  yavaşça  aralandı.  Şems’in  üstü  başı  sırılsıklamdı.  Şems  selam  vererek
avluya girdi. Avlunun ortasındaki küçük havuza yaklaştı.
Hanın  bir  odasının  kandili  yanıyordu.  Işık  kapatıldı.  Karanlıkta  parlayan  yedi  bıçaktan
başka  bir  şey  yoktu.  Zifiri  karanlıkta,  bıçaklar  boşlukta  çakan  şimşekler  gibi  gözü  alıyor,
kamaştırıyordu.
Altı derviş daire şeklinde aralıklı durdular. Yedinci derviş:
— Şeyhimizin seninle ilgili merak ettiği bir şey var. Cevaplar mısın?
— Sorun.
—  Moğol  komutanı  zehirleme  fırsatın  varken  neden  sağ  bıraktın?  Atalarına  ihanet
ettiğinin farkında değil misin?
— Ben oldum olası iğrenç siyasetlerden tiksindim. Ne dün ne de bugün ben hiçbir zaman
şeytanın suyu ile yıkanmadım, yıkanmam.
Hz. Osman’ın başını alan da bu şeytan çocukları değil miydi? Hüseyin’i Kerbela’da biçen
fırtına  da  iblisin  soluğu  değil  miydi?  Bana  ne  Moğollardan, Allah  belayı  hak  edene,  velayeti
seçtiğine  verir.  Siz  sözde  mücahitlik  yapıyorsunuz.  Yazıklar  olsun  size.  Kanım  aşka  helâl,
size  haram  olsun.  Hasan  Sabbah’ın  çocukları,  ne  farkınız  var  Yezid’in  sırtlanlarından.
Üzerinizdeki abadan, elinizdeki asadan utanın. Utanın aşktan, utanın!
— Son arzun var mı?
—  İki  satır  yazı  yazayım.  Yarın  burayı  terk  ederken  emaneti  dergâha  gönderir  misiniz?
Bir de yatsı namazını kılmadım. Hz. Ali Efendimiz gibi namaz kılarken canımı teslim etmek
istiyorum…
Şems  havuzdan  abdestini  tazeler.  Siyah  feracesi  ıslaktır.  Islak  taşlara  serer  seccade
olarak.  Sünneti  kılmıştır,  farza  başlar.  Tekbir  alır.  Kıraati  sesli  olarak  okur.  Birinci  rekâtta
Fatiha’dan sonra Şems Sûresi’ni okur. Dervişlerden birisi ağlamaya başlar. Bakarlar ki bu iş
uzadıkça  dervişler  yumuşayacak.  Başderviş  bıçağı  Şems’in  sırtına  saplar,  çıkarır.
Ayaktadır  Şems,  yıkılmamıştır.  İkinci  bıçak…  Üçüncü  bıçak…  Dördüncü  bıçak…  Hâlâ
ayakta  Şems,  Şems  Sûresi’ni  okumaya  devam  etmektedir.  Beşinci  bıçak… Altıncı  bıçak…
Şems taş zemine düşer. Kalkmaya çalışır. Doğrulur. Yan tarafa tekrar düşer. Toparlanırken


hâlâ Şems Sûresi’ni tekrar tekrar okumaktadır. Diz üstü çöker.
Yedinci  ve  en  tesirli  bıçak  darbesi  ensesine  gelir  boynu  sağa  doğru  bükülmüştür.
Dervişler yere kapanmasını bekleye dursun. Şems Hz. Peygamber’in şu hadisini mırıldanır,
sesi boğuk: “Allah’a kavuşmak isteyeni Allah da sever.”
Dervişlerden  birisi  sırtına  tekmeyi  vurur.  Yüzüstü  taş  zemine  kapanır,  dudağı  patlamış,
dişleri  zemine  dökülmüştür.  Siyah  feracesi  kanlar  içinde  bordoya  dönmüştür.  Saçlarından
tutarak kafasını kaldıran dervişin niyeti Şems’in başını gövdesinden ayırmaktır.
Baş  derviş  engeller.  Bırakın  son  nefesini  versin.  Sonra  da  en  yakın  bir  kuyuya  atın.
Kıyafetine sarıp atın. Avluyu yıkayın. Sabah yola çıkarız.
Şems  hâlâ  son  nefesini  vermemiştir.  Sille  taşının  üzerindeki  başını  hafifçe  göğe  kaldırır
ve:
“Allah ne güzel sevgilidir. Rabbim sana aşığım, ve bu canı sana hediye ediyorum.”


 
 
Ey aşk! Sen öyle bir kişisin ki,
dünya tokları, senin vuslatının açlarıdır.
 
Mevlâna  ağlamaklı  kısık  sesi  ile  Sultan  Veled’in  kulağına  bir  şeyler  fısıldadı.  Sultan
Veled’in  yanakları  kızardı.  Gözleri  faltaşı  gibi  açıldı.  Elini  babasının  omzuna  koydu.
Titriyordu  Mevlâna.  Sarsılıyordu  titreme  krizine  tutulmuşçasına.  Baba  oğul  sarılarak
ağlaştılar bir müddet…
Kapı vuruldu…
Bir daha vuruldu…
Üçüncü vuruluşta;
— Destur! dedi Mevlâna.
İçeri  Bilal  derviş,  buyur  var  mı  diyerek  girdi.  Elleri  ile  gözlerini  kapayan  Mevlâna’dan
Bilal’im  buyur  sesi  çıktı  titrekçe.  Sultan  Veled  ayağa  kalktı,  yanında  iki  derviş  babasının
söylediği kuyuya vardılar. Yolda Kur’an’dan âyetler okuyarak yürümüşlerdi. Durdular. Fatiha
okuyup yüzlerine sürdüler ellerini.
Sağ elini uzattı Sultan Veled:
— Bilal ve Hamza! Biat edin.
Şaşırdı iki derviş. Ne biati. Gece karanlığında neye biat. Ne yemini.
— Elinizi elimin üzerine koyun ve kelleniz gitse dahi sırrımızı vermemeye yemin edin.
Şaşkın  dervişler...  Ne  oluyor?  Ne  kellesi,  ne  yemini  şimdi  bu,  sır  ne?  Ellerini  Sultan
Veled’in  eli  üzerine  koyarak  “Allah’ın  Esma-i  Hüsnası  üzerine  biat  ederiz.  Kelamullah’ın  her
bir harfi üzerine kasem ederiz. Ne söylersen söyle amenna. Sadakatimiz bakidir.”
Sultan Veled bir urgan(halat) sarkıttı kuyudan aşağı. Dervişlerden Bilal’e
— İn ve Pirimiz’i sırtına yüklen de çıkar.
Gece sisli. Soğuk Konya. Etraf ıssız. Yaprak hışırtılarını kapatıyordu köpek havlamaları.
Kuyudaki  cesedin  kokusunu  önceden  almışlardı  köpekler;  ama  Mevlâna’nın  Şems’ine  kıyan
vicdansız  insanlar  kadar  zalim  değiliz  diye,  cesede  ziyan  gelmemesi  için  nöbet  tutmuşlardı.
Gelenlerin  Mevlâna  evladı  ve  dervişleri  olduğunu  kokularından  anlayıp  oradan  usulca


uzaklaşmışlardı.
Yıllarca dergâhta aşçılık ve dervişleri çilehanede eğitmekle görevli Ateşbaz, yaşlanmış ve
yorulmuştu.  Mevlâna  babasının  emaneti  Ateşbaz’ın  daha  fazla  yorulmasına  gönlü  razı
olmamıştı. Meram’daki bağ evine yerleşmesini söyledi ve ona:
—  Ey  ateşle  oynayan  dostum...  Hakkın,  emeğin  o  kadar  çok  ki,  bana  hediye  edilen  bağ
evini sana bağışlıyorum. Bundan sonra orada dinlen.
— Ama efendim ben sizden ayrılamam. Sizin soluğunuz, kokunuz olmazsa nasıl yaşarım?
— Biliyorum. Artık çorbanı, tiridini özlemeyeceğimi mi sanıyorsun. Ben Meram’ı severim.
Baharda ve yazın senin yanına gelirim. Hem gönlümüze hem midemize ziyafet çekeriz.
Ateşbaz’ın  gönlü  alınmış  ve  Meram  bağ  evine  salınmıştı. Artık  bir  göz  odası  olan  evde
sessiz  sakin  bir  ortamda,  bülbül  sesleri  ile  dinleniyor,  Mevlâna’nın  çok  sevdiği  gülleri
yetiştiriyordu.
Bir  atlı  gecenin  karanlığını  yararak  dergâhtan  Meram  bağlarına  doğru  yol  alıyordu.  At
terli,  binici  soluk  soluğa,  kavak  ağaçları  ile  ıssız  bağ  evine  geldiler.  Bir  göz  oda.  Odada
yanan  bir  köz  ışıklık  ateş.  Kapı  vuruldu.  Açıldı  tahta  kapı,  gıcırtılarla.  Açan  geleni  tanıdı.
Gelen  açanı  Hu…  Hu  ile  selamladı.  Önce  sağa  eğildi  başlar,  sonra  öne  düştü…  Gelen
avucundaki bezi uzattı. Aldı kokladı ev sahibi.
—  Efendimiz  helva  pişirmeni  istedi,  fakat  her  zamanki  gibi  undan  değil.  Topraktan
pişirmeni istiyor ve ocakta helva pişene kadar Tekasür Sûresi’ni okusun, üflesin dedi.
—  Eyvallah…  Eyvallah…  Kendileri  gelene  kadar  emaneti  hazır  olur.  Ya  sen,  şimdi
dönüyor musun?
— Hayır, bir kabir hazırlayacağım.
— Amenna… Amenna…
Helva  pişedursun,  Mevlâna  geledursun,  vakit  gecenin  koynunda  hırçın  çocukça
dönedursun…  Sultan  Veled  ve  iki  derviş  sırtlarında  nöbetleşe  taşıdıkları  naşı  bahçeye
getiriyorlardı. Soluk almak için bağ evine yaklaşmışlardı ki ney sesi ile durdular.
Mevlâna  yapayalnız  tek  başına  gelmişti.  Daha  önce  Şems’in  çok  isteyip  de  gelmesi
kısmet olmayan bağın başında bağdaş kurmuş ney üflüyordu.
İlk kez babasını ney üflerken görüyordu Sultan Veled ve ilk kez duyuyordu bu nameleri.
“Ey aşkın efendisi ayrıldın sanma
Sen bendeki ateşi söndürdün sanma “
Sultan Veled ve dervişler kanlı kıyafeti ile çuval gibi sarılmış naşı büyük bir taşın üzerine
usulca  koyarlar.  “Şems’in  bu  haline  hangi  yürek  dayanır,  hangi  göz  bakar  eyvah  eyvah”
diyerek  dizlerine  vura  vura  gelen  Mevlâna  tam  naşın  yanına  yaklaştığında  sendeler,
dervişler  ve  oğlu  tutarlar  yere  düşmesini  engellerler. Ağlar… Ağlar…  Öyle  ağlamaktadır  ki


asumandan gök gürültüleri Mevlâna’nın matemine eşlik etmektedir.
Babasının halini pek beğenmeyen içi burkulan ağlamaklı Sultan Veled:
— Babacığım su kaynasın mı?
—  Şehitler  yıkanmadan  kefenlenmeden  gömülür.  İzin  verin  son  kez  dostu  biraz  daha
koklayayım,  der  ve  kanlar  içinde  sarılı  Şems’in  başını  okşar,  sakalını  koklar,  yüzündeki
kanları parmakları ile temizler, koklar, öper. Ağlaması şiddetini artırmıştır.
—  Sana  hangi  kırılası  el  vurdu  bu  hançerleri  Şems’im.Hangi  vicdansız  kanlara  boyadı
nazende  bedenini.  Arştaki  melekler  bile  utanır  arzdaki  bu  ayıptan.  Ey  Pârende’m  kanlı
uçmak  da  mı  vardı  yazgında?  Şems’im..  Şems’im  beni  bırakıp  da  nereye  gittin.Ahhh
gecenin damarını çatlatsam da seni alsam yeniden kucağıma. Dayasam başımı dizine.diye
ağıtlar yakıyordu.Sulatan Veled babasının başını omzuna almış teselli ederken dervişe sela
okuması için işaret etti.
Derviş  salâ  okur.  Dost  ayağa  kalkar.  Tekbir  alır.  Gece  cenaze  namazı  kılınmaya
başlanır.  İslam  tarihinde  cenazesi  gece  kılınıp  defnedilmesi  Hz.  Osman’dan  sonra  Şems’e
nasip olmuştur. Namaz sonrası Mevlâna dostunun naşını kucaklar, kabre indirir.
İlk  toprağı  zar  zor  atmıştır.  Kabrin  başına  çöker.  Kur’an  okumaya  başlar.  Sultan  Veled,
Ateşbaz ve diğer dervişler toprak atmaktadır.
 
“Gökyüzü şu ayrılığı duyup anlasaydı
Yıldızları ağlardı, güneşi ve ayı da.
Padişah bilseydi ne çeşit tahttan indirileceğini
Kendi de ağlardı, tahtı ile tacı da.
Uçan kuş, bilmiş olsaydı niye avlandığını
Kırılır kolu kanadı, başlardı ağlamaya.
Sağırdır kulağı ecelin, işitmez feryatları
Yoksa dayanır mıydı hiç kanlı yürek sağanağına
Öz çocuğunu yiyen bir dev anadır dünya.”
 
Dostlar  emanetimiz  ortalık  yatışana  kadar  burada  misafirdir,  sonra  hanemize  getirirsiniz.
Şems’in  makamı  dergâhımızdır.  Sultan  Veled’im!  Sırrımızı  kimse  ifşa  etmesin  ve
vasiyetimdir... Beni dergâhımızda dostun yanı başına defnedeceksiniz.
“Sustum. Tuz basıp yaralarıma, ne kadar susulacaksa o kadar sustum! Bir çığlık kanıyor
en derininde yüreğimin. Açmadım kimselere yüreğimi...! Hançeri sadece kendime sapladım
ve sustum...”
Ertesi  sabah,  kuru  ayazın  ilikleri  dondurduğu  bir  gün  başlamıştır.  Konya  ıssız  bir  şehir
havasındadır. Gecesi ölüm kokan şehrin gündüzü kıyamet sessizliğindedir. Dergâhın kapısı
çalınır.  Yaşlı  bir  adam  destur  ister.  Mevlâna’nın  huzuruna  çıkmaktır  muradı.  Mevlâna


dergâhın  en  köşedeki  küçük  hücrede  diz  üstü  çökmüş  ölü  sessizliğinde  öylece
oturmaktadır.  Kapının  önünde  babasından  endişelenen  Sultan  Veled  ve  Kira  Hatun  âdeta
nöbet  tutmaktadır.  Derviş  Sultan  Veled’e  gelen  ihtiyarın  Mevlâna’ya  kıymetli  bir  emanet
getirdiğini  söyler.  Sultan  Veled  üzerinin  aranmasını  tembihler.  Aranır.  Herhangi  bir  şey
çıkmaz.  Elinde  sımsıkı  tuttuğu  zümrüt  yeşili  mendil  dışında.  Sultan  Veled  bu  mendili  bir
yerden  tanıdığını  ama  nereden  tanıdığını  çıkarmaya  çalışırken  içeriden  Mevlâna  kapının
önüne bağırarak çıkar:
—  Kokusu  geldi,  o  geldi.  Şems  ölmemiş  bakın...  Dergâhımız  kokusu  ile  tütüyor  der.
İhtiyar adamın elindeki mendili can havli ile kapar koklar.
—  Bu  Şems’in  mendili.  Söyle  nerdedir  o?  Yerini  söyle,  sana  canımı,  her  şeyimi  feda
edeyim kutlu haberine.
—  Baba  kendine  gel  Allah  aşkına.  Elindeki  sadece  bir  bez  parçası.  Kulağına  fısıldar:
Gece defnettik ya Şems’i.
Mendili getiren ihtiyar:
— Efendim bunu size getirmemi daha önce görmediğim yabancılar verdi.
Mevlâna içeri girer, mendili koklar, eli titreyerek açar. İçinden sarı kâğıda yazılmış bir not
çıkar:
“Başımı  kesip  kör  kuyuya  atsalar...  Şah  damarımdan  oluk  oluk  kanı  akıtsalar...  Dokuz
yurda  tenimi  lime  lime  dağıtsalar...  Yedi  çakal  sürüsü  vücuduma  saldırsalar...  Kırmazdı
acılar  beni,  yorardı  belki  teni.  Özümsün,  özümle  ararım  Mevlâna’m  seni.  Yemin  ederim  ki
ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş.”
Mevlâna olduğu yere düşüp bayılmıştır.


 
KAYNAKÇA
 
1. Anbarcıoğlu, M.Ülker; Sultan Veled, Maarif.
2. Aşkın Halleri, Sufi Kitap.
3. Banks Coleman, Mevlâna. Doğan Kitap.
4. Baytur, M. Bahari; Divan-ı Kebir.
5. Bekiroğlu, Nazan; Cümle Kapısı, Timaş Yayınları.
6. Can, Şefik; Mesnevi, Kültür Bakanlığı Yayınları.
7. Çetinkaya, Bayram Ali; Şems-Mevlâna Dostluğu, İnsan Yayınları.
8. Eflaki, Ahmed; Ariflerin Menkibeleri, Kabalcı Yayınları.
9. Gençosman, M.Nuri; Şems-i Tebrizi, Makalat, Ataç Yayınları.
10. Gölpınarlı, Abdulbaki; Mevlâna Celaleddin.
11. Kabaklı, Ahmet; Mevlâna, T.E.V. Yayınları.
12. Rıfai, Kenan; Mesnevi Şerif, Kubbealtı Yayınları.
13. Schimmel, Annemarie; İslam’ın Mistik Boyutları, Kabalcı Yayınları.
14. Schimmel, Annemarie; Tanrının Yeryüzündeki İşaretleri, Kabalcı Yayınları.
15. Şah, İdris; Sufinin Yolu, Doğan Kitap.
16. Türkmen, Erhan; Şems-i Tebrizi’nin Öğretileri.
17. Ürkmez, Melahat; Şems Tebrizi.
18. Yağmur, Sinan; Tennure ve Ateş, Esra Yayınları.
19. Yeniterzi, Emine; Tasavvufun Kitabı.
20. Watts, Nigel; Sevginin Yolu, Samsara Yayınları.

Document Outline

  • Sinan Yağmur
  • Önsöz
  • Şems İçin Özel Mukaddime
  • Ailem
  • Çocukluğum
  • Gençliğim
  • Arayışım
  • Aşk-ı Mevlâna Yurduna Vuslat
  • Halvetten Mirac'a
  • Celâleddin'den Mevlânalığa Doğru
  • Benim Mevlâna'm
  • Mahşerin Rüzgârı Konya Sokaklarını Kavuruyor
  • Aşkın Sürgünü
  • Karşılama Şöleni
  • Kimyamı Alt-Üst Eden Hatun
  • Aşkın Şehadeti
  • KAYNAKÇA

Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə