Arada Kalanların Romanı: Araf
819
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Bunun yanı sıra Şafak, “Gerçeklik, fantezinin içindedir.” diyerek İstanbul’un, güzelin de
çirkinin de en uç noktasını barındırdığı için efsunlu bir şehir olduğunu belirtir. Ayrıca bu şehir için
“başlı başına bir karakter” ve “tezatlarından yeni tezatlar doğuran şehir.” tanımını yapar (Şafak
2004: 8).
Şehir, sadece fiziksel olarak değil; üzerinde yaşayan insanlar bakımından da bir ikilemi
bünyesinde barındırır. Türk insanının nasıl arafta kaldığını, birbirine nasıl yabancılaşarak bir tür
ikilem yaşadığını, yine Gail’in dikkatiyle sunulur: “Bir tarafta su götürmeyecek şekilde Batılı ve
modern olan daha eğitimli, daha zengin, daha süzülmüş kesim vardı; öte taraftaysa sayıları daha
fazla ama iktidarları daha kısıtlı, görünümleri daha az Batılı ikinci bir kesim.” (Şafak 2011: 363).
Romanın son bölümü olan “Köprü”de mekân daha belirgin bir şekilde öne çıkar. Ömer ve
Gail’in taksiyle Avrupa yakasına geçmek için kullandıkları Boğaz Köprüsü, sabah trafiğinden
dolayı olumsuz bir mekân olarak tanıtılır. Asya ile Avrupa kıtasını birbirine bağlayan bu köprü,
arada kalmışlığı yani arafı temsil eder. Bulunduğumuz konum bakımından ne Batılı ne de Doğulu
sayılırız. Bu yüzden her iki dünyaya da kendimizi kabul ettirmekte zorlanmaktayız.
Bütün bu mekânlar göz önünde bulundurulduğunda, Araf’taki mekân anlayışının modern
çizgiden postmodern zemine doğru kaydığını görürüz. Ancak kişilerin içinde bulunduğu
yabancılaşmayı ve ruhsal durumu verme bakımından yer yer işlevsel olarak kullanılmıştır.
Kahramansız Roman
Modern romanda metin; olay veya kişi üzerine odaklanırken, postmodernizm “ne bireyler
üzerine odaklanır, ne de kahramanlar yaratır.” (Rosenau 1998: 125). Modern metinlerdeki özne,
postmodern metinlerde önemini kaybetmiş, onun yerini söylem almıştır. Her şey söylemin akışına
göre anlamlanır, şekil alır. Bu yüzden bütün söylemler kurgudur, anlatıdır denilebilir (Doltaş 2003:
73). Dolayısıyla modern romanda idealize edilmiş bireye verilen önemin aksine, postmodern
romanda paradoksları olan ve değişik tavırlar sergileyebilen özneye önem verilir. Birey yerine
öznenin olması, kurguda metinlerarasılığı bir anlamda zorunlu hale getirir.
Postmodernistler, kahraman merkezli bir anlatıyı benimsemedikleri için seçtikleri kişiler,
normalden uzaklaşmış sıradışı kimselerdir. Hatta bu kişiler, toplumu eleştirmeyi, modernizmin katı
kurallarıyla oynamayı, ironiyi de kullanarak eleştiri yapmayı tercih ederler. Bunlar, toplum
tarafından dışlanan yabancılar, azınlığa mensup insanlar, lezbiyenler ve evsizler gibi sıra dışı
tiplerdir. Postmodernizmin, toplumdaki saygın insanlar yerine, günlük hayattaki sıradan ve
kimliksiz kişileri tercih ettiği görülür.
Postmodern romanda ana karakter olmadığı için, Araf’ta altı kahramanın Boston’daki
yaşam mücadelesi üzerinde durulmuştur. Romanda kahramanların bireysel serüvenlerinden
hareketle yabancılaşmış insana dikkat çekilir. Yazar mesajını, insan üzerinden verir ya da doğrudan
doğruya insanı mercek altına alır. Kahramanlar, olay örgüsünde üstlendikleri rol bakımından
hikâyedeki çatışmanın kurulmasına önemli bir katkı sağladıkları gibi, çatışmanın özneleri olmaları
bakımından da olayların yol açtığı değişikliklerde aktif konumdadırlar. Ancak hiçbiri detaylı bir
şekilde tasvir edilmez. Anlatıcı, belli bir kişiyi sözcü olarak seçip korumak yerine, kişilerin hemen
hepsine eşit mesafede durur.
Romanda kahramanların isimleri önemli bir işleve sahiptir. İsimlerin sembol olarak
kullanılması, hemen her dönemde farklı edebî eserlerde karşılaşılmaktadır. Birçok yazarın bu
konuya yaklaşımı farklı olsa da temelde ortak olan ve yıllar geçse de vazgeçilmeyen, değişmeyen
alışkanlık edebî eserde isim sembolizasyonudur. Bu romanda da kahramanlara verilen isimler
çeşitli bakımlardan sembolizasyonu içinde barındırır. Bu sembolizasyon kelimelerin anlamları ile
820
Mustafa AYDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
kahramanların karakterleri arasında kurulabilecek basit bir düzeyden oldukça farklıdır. Dolayısıyla
romanlarda yer alan isimle ilgili doğrudan vurgulamalara rağmen bunların ilk etapta anlaşılması
güçtür. Ancak metin üzerine yoğunlaşıldığında isimlerin gelişigüzel seçilmediği; temayla,
kahramanla bir bağı olduğu görülecektir (Demirci 2010: 2006).
Romandaki karakterlerin her birinin isimleriyle bir şekilde sorunları olduğu görülür.
Roman incelendiğinde isimlerin genelde bir değişimle alakalı olarak değerlendirildiğini söylemek
mümkündür. Romandaki isimler, varlığın tamamını içine almıştır ve varlıktaki değişimin etkisi en
çok onlarda görülmektedir. Araf’ta değişim yalnızca bir isimle özetlenebilecek şekildedir.
Kahramanlar ya değişmeyi seçer ve isimleriyle işe başlarlar ya da memnun kalmadıkları
değişimlerinin hesabını isimleri yoluyla sorgularlar.
Romanın önemli karakterlerinden Gail, Amerikalı olmasına rağmen en çok yabancılık
çeken kişidir. Diğer karakterlerin mekânlarla ilişkili yabancılığına karşılık onun yabancılığı ismiyle
ifade edilir. Dolayısıyla kendisine başlangıçta verilen ve hayatının sonuna kadar taşıması gereken
bir isim ve kadere de karşıdır. Antik bir tanrıçanın ismine sahip olan Zarpandit (Gail),
çocukluğundan itibaren insanların ismiyle ilgili yaşadığı şaşkınlık ve garipsemelere alışmıştır.
Zarpandit adı onlar için farklıdır ve dolayısıyla o, bir yabancıdır.
Romanın başında Asur Babil Tanrıçası anlamına gelen Zarpandit’in ismiyle problem
yaşadığı görülür. Her fırsatta ismini değiştirmeye, sürekli değişen isimlerle çevrili olmanın verdiği
rahatlıkla yeni isimler almaya çalışır. Zarpandit, bir insana değişik isimler verilebilecekken, hatta
isimlerinin harfleri karıştırılıp aynı isimden yenileri türetilebilecekken neden bir ömür aynı ismi
taşımak zorunda kaldığını sorgular. İlk olarak, gittiği psiko-terapide adını Debra Ellen
Thompson’la değiştirir. Bu değişikliğin verdiği memnuniyetle çalışacağı gazeteye giden Gail,
kendini bu kez de Gatheride olarak tanıtır.
Bundan sonra Gail, aynı anda iki farklı isim ve karakter olarak düşünmeye ve yaşamaya
başlar. Görüşmeye giderken bir yerlerde görerek sahiplendiği Gatheride ve derginin eski yazarı
İlena isimlerinin bileşiminden oluşan Gail’i beğenir. Sonunda da “Alfabe çorbasına elindekileri
boca eder” ve kaşığıyla kendine sunulan Gail ismini kabullenir. Bundan sonra Gail, Zarpandit olan
ve “gümüş ışıltısı” anlamına gelen ilk adını ise saçına taktığı gümüş kaşıklarda yaşatacaktır.
Romanda yazarın isimlerle bu denli uğraşması, modern anlayışın belirginleştirdiği isim ve ismin
gerisindeki “birey”in, postmodern süreçte nasıl değişerek “özne”leştiğini göstermek bakımından
ilgi çekicidir.
Gail’in romanın sonuna kadar benimsediği isimse yine arada kalmışlığı içinde ifade eder.
İki ismin karışımından meydana gelen bu isim ile Zarpandit, varlığındaki karmaşaya uygun bir ad
bulmuştur. Böylelikle romanın sonundaki ölümünün niteliğini de belirleyecek bir ismi seçmiş olur.
Hatta köprüden hızla düşerken bile “bir sonraki isminin ne olacağı”nı düşünmekten kendini alamaz
(Şafak 2011: 384).
Siyah elbiseleri ve siyah saçlarına taktığı gümüş kaşıkla romanın ilgi çeken kahramanı
Gail, “obsesif kompulsif bozukluk”, “panik atak ya da sosyal fobi” gibi psikolojik rahatsızlıklara
sahip biri olarak tanıtılır (Şafak 2011: 46). İnsanlarla bir arada bulunmaktan hoşlanmayan Gail,
onların konuşmalarından, şaka ve tavırlarından kendini bildiğinden beri uzak durduğu için de
“ayaklı endişe yumağı, antisosyal” olarak nitelendirilir (Şafak 2011: 50).
Kocası Ömer’e göre, eğer çocukları olursa Gail’i “sevgi, bağlılık ve ihtiyaç” ipleriyle
hayata bağlayıp onun içindeki ölüm dürtüsüne hayat üfleyebilir, hatta nihilist düşüncesinden
kurtarabilir (Şafak 2011: 333). Postmodern anlayışına uygun olarak kargaşayı normal karşılayan
bu kişilerin, “nihilizm ve anarşizm”i benimsedikleri görülür (Emre 2006: 187).