Arada Kalanların Romanı: Araf
815
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
oluşturulmuştur. Ayrıca roman, alışılmadık konusu bakımından da farklıdır. Romanda okumak
amacıyla farklı ülkelerden, farklı kültürel ve dinsel yapılardan Boston’a gelen gençlerin yaşamı
konu edinilir. Bu gençler alabildiğince farklı olmalarına rağmen eski bir Boston evinde ortak bir
hayat sürerler.
Roman, “Karga”, “Leylek”, “Meşrebi Bir Kuşlar”, ve “Kendi Tüylerini Yolmak” şeklinde
adlandırılan dört bölümden oluşur. Ancak bu bölümler arasında neden-sonuç ilişkisinin olduğunu
söylemek zordur. Birbirine bağlı organik bir olay örgüsünden ziyade, parçalı ve bireysel bir
bölümlenme söz konusudur. Ana çatıyı oluşturan her bölüm ve bölümleri oluşturan her alt başlık,
kendi içinde ayrı bir hikâye anlatır gibidir.
Anlatı, sabaha doğru, romanın başkişilerinden Ömer Özsipahioğlu ile ev arkadaşı Faslı
Abed’in Boston’daki Gülen Saksağan Barı’nda yaptıkları konuşmayla başlar. Ömer, yirmi yıllık
isminin noktalarını kaybetmenin acısını yoğun bir şekilde hissetmektedir. Kaybettikleri, sadece
isminin noktaları değil; kültürü, vatanı, ailesi gibi görünse de aslında onun içine düştüğü boşluk, ilk
defa kendini noktalarının kaybıyla somut olarak gösteren aidiyetsizlik duygusudur. Ona göre,
başkalarının gözünde daha görünür olmanın yolu, özden mümkün olduğunca uzaklaşmakla
mümkündür. Amerika’ya “daha iyi dâhil olabilmek için” isminin noktalarını dışarıda bırakıp Omar
Ozsıpahıoglu olarak girmiştir. Yabancı bir ülkede yaşamanın birinci icabı, insanın en aşina olduğu
şeye, yani ismine yabancılaşmasıdır (Şafak 2011: 11).
Daha önce dikkatini çekmeyen içindeki boşluğu, ismindeki noktaların kaybıyla iyiden
iyiye hissetmeye başlamıştır. Zira isimler, “İnsanların varoluş kalelerine uzanan köprüler”dir
(Şafak 2011: 32). Ömer, elindeki peçetede yazılı olan ismine, kaybettiği noktalarını tekrar tekrar
ekleyerek zaman geçirirken arkadaşı Abed, artık gitmeleri gerektiğine kanaat getirir ve bardan
çıkarlar. Apartmandan içeri girdiğinde ise alıştığı apartmanın o kendine has “ekşi kokusu”nu duyar
ve posta kutusunda kendi adresine gelmiş üzerinde “Zarpandit” yazan mektubu alır. Yukarı
çıkarken karısının “her gece ay doğarken tapınılan hamile bir Asur-Babil tanrıçası, gümüş ışıltısı”
anlamına gelen diğer ismini ilk defa öğrenmenin şaşkınlığını yaşar (Şafak 2011: 38).
“Karga” başlıklı bölümde, geri dönüş tekniğiyle Zarpandit’in Mount Holyoke College’ne
geldiği güne döneriz. Hiç kimseyi tanımamanın verdiği yalnızlık ve çekingenlikle her zamanki gibi
muz ve çikolata atıştırarak öğrenci kimliği almak için uzun bir kuyrukta beklemektedir. Obsesif-
kompulsif, panik atak ve sosyal fobi bozukluğu olan Zarpandit, yediği muzların içine bakmakta ve
orada gördüğüne inandığı harflerin çağrıştırdıklarının, o gününü yönlendireceğine inanmaktadır:
“Küçük bir ısırık aldı ve yumuşak beyazımtırak meyvenin ortasındaki koyu, tırtıklı lekeyi inceledi.
Her zamanki gibi muzun içinde bir harf vardı ve bu seferki harf P’ye benziyordu; tıpkı ‘Peri’,
‘Parlak’ ya da ‘Pekmez’ de olduğu gibi ki bu iyiye işaretti. Ama bir taraftan da H’ye benziyordu,
‘Hüzün’, ‘Hayal kırıklığı’ ya da ‘Hüsran’ da olduğu gibi ki bu iyiye işaret değildi.” (Şafak 2011:
47).
Zarpandit, sosyal fobi sorunu yaşadığı için kalabalığın içinde sıkılır ve sıra kendisine
geldiğindeyse donakalır. Ona yardım edense önündeki sırada bekleyen ve bundan sonra hayatında
önemli değişikliklere sebep olacak olan Debra Ellen Thompson’dır.
Romanın bu bölümünde Zarpandit, arkadaşı Debra’nın dahil olduğu KÇ (Kasti Çarpıtma)
adındaki feminist gruba girdikten sonra yoğun bir kitap okuma sürecine girer. Bu arada
çocukluğunda olduğu gibi yine değişik intihar girişimlerinde bulunur. Doktoru Ava O’Connell’in
yardımıyla bir dergide iş bulan Zarpandit, burada Gartheride ile İlena isimlerinin bileşiminden
oluşan Gail adını alır.
Zarpandit’in bu durumu, postmodern bir olgu olan “düş ile gerçeğin geçirgenliği” kuralını
çağrıştırır. Postmodern yaklaşımı benimseyen anlatılarda kurgu ile gerçek birbirinin içine girmiş,
816
Mustafa AYDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
ayırt edilemez bir hâl almıştır: “İnsan gerçeğinin yine insanlarca oluşturulduğu görüşünden yola
çıkılarak neyin kurmaca, neyin gerçekten yaşanmış olduğu postmodern yapılarda özellikle belirsiz
bırakılır.” (Doltaş 2003: 101).
“Leylek” adlı bölümde, Ömer’in Boston’daki ilk günlerinden itibaren yaşadıklarına tanık
oluruz. Bölümün hemen başında yeni bir ülkeye gelen Ömer’in ev arayışına, Faslı Abed ve
İspanyol Piyu’yla kalmaya karar verdiği 2002 yılına dönüş yapılır. Amerika’ya gelişinin üçüncü
günü dışarı çıkan Ömer, kendini özgürlük olarak nitelendirdiği “aidiyetsiz bir boşluk” içinde bulur
(Şafak 2011: 97). Bir tarafta kimliksizliğe dikkat çekilirken, öbür tarafta roman kahramanlarından
Ömer’in Amerika kültürüne o kadar da yabancı olmadığı görülür. Ömer, Boston’a ilk kez geldiği
halde, Amerika sinemasına, müziğine ve yemeklerine alışıktır.
Ömer’in Gail ile tanışması ve Gail’in intihar teşebbüsleri, romanın bu bölümünde
gerçekleşir. Şafak, Doğu-Batı ikilemini roman boyunca farklı imgelerle anlatmaya çalışır. West ve
The Rest adlı kedilerle, bu ikilem daha da belirginleşir. West adlı kedi, “güzel”, “şarkı söyleme”,
“tombul” gibi özellikleriyle Batı’ya; The Rest ise, horlanıp dışlanması yönüyle Doğu’ya benzetilir
(Şafak 2011: 144). Aslında Türk olmak bir çeşit “araf” halini yaşamaktır. Ne Doğulu ne de Batılı
sayılırız, Doğu’da Batılı, Batıda ise Doğuluyuz.
Romanın bu bölümünde de isimlerin taşıdığı manaya dikkat çekilerek bunun insan için
bir kimlik olduğu ifade edilir. Yabancı bir ülkede anadilini kaybedenler, “zaman zaman güzel
rüyalardan, bir şeylerini kaybetmişler gibi sıkıntılı bir duyguyla” uyanırlar. Bunun sebebi,
kendilerine ait olmayan bir dille rüya görmeleridir (Şafak 2011: 147). Bu insanlar, sadece dillerini
değil, “kolektif hafızadaki zihinsel ritimleri”ni de kaybederek geçmişlerini unuturlar (Şafak 2011:
158).
Bölümde, Ömer’in Amerika’ya gelişinin beşinci ayı olduğu ifade edildikten sonra, onun
geçmişine dönüş yapılır. Kuzeni Murat’la birlikte ODTÜ Endüstri Mühendisliği’ni kazandığını,
sonra burayı terk edip Boğaziçi Kamu Yönetimi’ne başladığını, nihilist kişiliğinden dolayı burayı
da bırakıp Amerika’ya geldiğini öğreniriz (Şafak 2011: 188). Burada yazarın, modern metindeki
determinist anlayışın yerine; postmodernizmin süreksizlik ve kararsızlık ilkesine bağlı kaldığını
görmek mümkündür.
Ömer’in Amerika’da edindiği “sigara, alkol, kahve ve ot” gibi kötü alışkanlıkları, Gail’in
“Reiki Seansları” sayesinde terk etmesi, ikisinin yakınlaşmasına sebep olur. Gail’in bir tarafta
Ömer’e yakınlaşması, öbür tarafta lezbiyen ilişki yaşadığı Debra’dan uzaklaşması, romanın kırılma
noktasını oluşturur.
Romanda kültürler arası çatışma her fırsatta dile getirilmeye çalışılır. Bu çatışma, aynı evi
paylaşan Faslı Abed ile İspanyol Piyu’nun eşyalarının bile ne denli birbirine zıt olduğu üzerinden
verilir. Aradaki uçurum, Abed’in annesi Zehra’nın Boston’a gelişiyle büsbütün ortaya çıkar. Farklı
olan sadece kültürler değildir, inançlar da bu farklılığın ana ekseninde yer alır. Zehra’nın Abed’e
hamileyken gördüğü dişi bir cinden etkilenmesi ve bu etkinin yıllarca devam etmesi bu çerçevede
ele alınır.
“Meşrebi Bir Kuşlar” bölümünde, Ömer ve Gail’in evlilikleri ve sonrasında yaşananlar
ele alınmaktadır. Gail, evlendikten sonra gerek Ömer’i gerekse diğer ev arkadaşlarını “jargonu”yla
etkiler. Yaklaşık bir yıllık evlilikleri boyunca Ömer, Gail’i “saklı yer”den kurtarmaya çalışır.
“Kendi Tüylerini Yolmak” bölümünde, Gail’i “ölüm dürtüsü”nden, “içindeki nihilist”
düşünceden vaz geçirmeye çalışan Ömer’in çabaları ele alınır. Ömer’e göre, çocukları olursa Gail,
bu düşüncelerden kurutulacaktır. Ömer’in Gail ile birlikte İstanbul’a ailesinin yanına gelmesi,
sonun başlangıcı olur. Tatil dönüşü, Asya ile Avrupa’nın ortası sayılan Boğaziçi Köprüsü’ne