Arada Kalanların Romanı: Araf
813
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
düzlemi farklılaşır. Anlam, artık romanda öncelikli olarak ele alınan bir değer olmaktan çıkar,
sıradanlaşır (Ecevit 2004: 79).
Edebî hayatına Kem Gözler Anadolu (1994) adlı öykü kitabıyla başlayan Elif Şafak, daha
sonra romana yönelir. Mevlânâ Büyük Ödülü’nü kazandığı Pinhan (1998) ve Şehrin Aynaları
(1999) romanlarını, Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü’ne layık görülen Mahrem (2000) takip eder.
Daha sonra Bit Palas (2002) ve İngilizce olarak yazdığı The Saints of Incipent Instanities orijinal
adlı Araf (2004) romanları yayımlanır. Kadınlık, kimlik, kültürel bölünme, dil ve edebiyat
yazılarının toplandığı Med-Cezir (2005) adlı kitabının hemen sonrasında Baba ve Piç (2006), Siyah
Süt (2007), Aşk (2009) ve İskender (2011) başlıklı romanlarıyla okuyucusuyla buluşur.
İlk romanından itibaren mistisizme ve heterodoksiye
1
yönelen Şafak, bu düşüncedeki
“döngüsel bir evrenin zaman ve mekân anlayışı”nın farklılığına dikkat çeker. Ayrıca hiçliğin
felsefesine karşı ilgi duyduğunu ve saçmalığın kendisine verdiği özgürlüğü sevdiğini özellikle
belirtir. Ona göre aklı, akılla çözmek bazen çok sınırlayıcı bir şey olabilmekte; saçmalık, delilik
gibi konular bir romana başlamak için yetebilmektedir (Erciyes 2002: 17).
Şafak’a göre edebiyat, toplumdaki hudutları sorgulamanın ve aşmanın aracıdır. Bu
yüzden onun romanlarında okuyucu “sonu olmayan bir sonuçla” baş başa bırakılır. Can sıkıntısı,
hiçlik duygusu, kayıtsızlık, kararsızlık ve yabancılaşma onun romanlarının başlıca temalarıdır
(Boynukara 2009: 78). Ona göre insanın kişiliği; “Doğu/Batı, ego/hiçlik, aidiyet/yersizlik,
ölümsüzlük arzusu/fanilik bilinci, görülmek/saklanmak, ifşa/mahremiyet, hafıza kaybına
direnmek/geçmişin tahakkümüne direnmek, kadınlık/cinsiyetler ötesilik, agnostisizm/mistisizm,
inançsızlık/iman, yazarak var etmek/ yazarak bir önceki beni satır satır silmek, diyalektik
materyalizm...” gibi zıt kutuplar arasında gidip gelmelerle oluşur (Şafak 2006a: 14).
Yazarın tasavvufla ilgisi hemen her romanında göze çarpmaktadır. Tasavvufu
edebiyatçılığının ayrılmaz bir katmanı olarak gören Şafak, bu düşüncesini romanlarının bazı
bölümlerinde imgeler ve imalar vasıtasıyla vermeye çalışır. Ayrıca dinler tarihi, siyaset bilimi ve
felsefe gibi konuları da değişik vesilelerle dile getirir.
The Saint of Incipient Insanities
2
adıyla basılan Araf
3
, Aslı Biçen tarafından Türkçe’ye
çevrilmiştir. Yazarın 2004’te yayımlanan bu romanı,
Pinhan’la başlayıp arada kalanların, kendine
bir coğrafya, bir kimlik bulmakta zorlananların, aidiyetsizlik, yersiz-yurtsuzluk yaşayanların
anlatıldığı bir eserdir. Şafak, daha önceki eserlerinde olduğu gibi bu romanında da yabancılaşmaya
dikkat çekerek, farklı ülkelere, dinlere, dillere ve kültürlere sahip bir grup gencin Boston’da kesişen
hayatları çerçevesinde çok kültürlülüğü, parçalanmışlığı, aidiyetsizliği ve yabancılığı, karakterler
bağlamında ele almaktadır.
Şafak’ın romanlarında, özellikle de Araf ve Pinhan’da dikkat çeken özellik, “iç
çatışma”dır. Bu çatışmalar; cinsel, ırksal ve kültürel biçimlerde kendini gösterebilir. Yazar, bu
çatışmalarda tarafsız kalarak tercihini ortaya koymadığı için “araf” hâli ortaya çıkar (Boynukara
2009: 78). Yazar bu ruh halini şöyle ifade eder: “Başkalarını bilmem ama ben, ne cennetlik, ne
cehennemlik, ne kaskatı Doğu, ne kaskatı Batı, tam da arafta olanların, hem ‘buralı’ hem
‘dışarlıklı’ kalanların, hudutları bulandıranların, eşiktekilerin hallerini yazıyorum.” (Şafak 2006b:
1
Belirli bir
düşünce
ye bağlanmayan, merkezi iktidarın diliyle konuşmayan ve farklılıklara açılan düşünme ve davranma
biçimi.
2
Henüz Başlamamış Deliliklerin Azizi
3
Eski Ahit’te kötülüklerden arınmamış ruhların bekletildiği yer olarak söz edilen Araf, Kuran’da “iki taraf arasında bir
perde” diye adlandırılır. Sevap ve günahları eşit olanlar ile haklarında henüz karar verilmemişlerin kaldığı, cennet ile
cehennem arasındaki yerdir. Bu yüzden Araf, bir bakıma simgesel bir bekleme odası görevi görür, burada eylemde
bulunulmaz, çünkü yargı ve değer yoktur, geçicilik Araf’ın özünü oluşturur.
814
Mustafa AYDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
15). Böyle düşünen yazarın romanında farklı tiplerin olması kaçınılmazdır. Romanında normal
karakter yok gibidir. Bu karakterler; ya lezbiyen, ya obur, ya takıntılı, ya da manik depresif olarak
tanıtılır.
Araf, Mevlânâ’nın
Mesnevî eserinden bir alıntıyla başlar. Ne o sürüye ne de bu sürüye ait
olan ve bu yüzden sonunda beraber uçmayı yeğleyen topal kuşların, kendi cinsinden olmayan bir
kuşla uçmasının, yayılmasının sebebi, anlatının başında şöyle belirtilir: “Yazıda bir kargayla bir
leyleğin beraber uçtuğunu, beraber yemlendiğini gördüm. Şaşırdım, kaldım; derken aralarındaki
birlik nedir, onu bulayım diye hâllerine dikkat ettim.
Şaşkın bir halde yaklaştım. Baktım, gördüm ki ikisi de topaldı.”
Romanın ana ekseninde okuyucuyu düşündüren temel çatışma; kendi ülkesinde yabancı
gibi var oluşunu anlamlandırmaya çalışan, kendini yeniden var edip çeşitlendirmesine rağmen
bulunduğu yere bağlanamayan Gail mi gerçek yabancı sayılır, yoksa değişik ülkelerden
Amerika’ya giden, ailesinden, akrabalarından uzakta Amerikalılar gibi yaşayan Ömer ve
arkadaşları mı gerçek yabancı sayılır, sorusu etrafında şekillenir. Ayrıca, aradığı insanı bulma
çabası içinde sık sık sevgili değiştiren Ömer’in kendini Gail’de bulması, romanın ikinci bir kırılma
noktasını oluşturur.
Araf’ı, Şafak’ın diğer romanlarından ayıran en önemli özelliği dilidir. İngilizce olarak
yazılan bu roman, yazarın üslubunun belirleyicisi olan dilini devre dışı bırakmıştır. Şafak’ın yoğun
olarak kullandığı Osmanlıca kelimeler, İngilizce olarak kaleme alınan bu romanda doğal olarak
göze çarpmaz. Üslubunu her kitabında değiştiren yazar, Araf’ta bunu belirgin bir şekilde yapar.
Çağrışımlarla sürüp giden cümlelerden örülü anlatım yerine, daha yalın bir ifade söz konusudur bu
romanda.
Romanın kendisine İngilizce geldiği, rüyalarında, zihninde bu dille şekillendiği için
İngilizce yazdığını belirten Şafak, bunun öyle aklı yetilerle, hesap kitapla alınmış bir karar
olmadığını söyler. Yazarken bilinçle hareket etmeyen yazar, bunun bir müzik meselesi, bir ritm,
bilinç dışı bir akış olduğunu sezdirir. Bir satır sonrasının nereye varacağını bilemeden, bilmeyi
istemeden yazmayı tercih ettiğini özellikle belirtir (Şafak 2004: 8).
Kaybolmuş Olay Örgüsü
Modernizmin, “belli kurallara göre biçimlendirilen” olay örgüsüne karşı, postmodernist
romanda “irrasyonel, birbirinden kopuk ve karmaşık” bir olay örgüsü ile karşılaşmaktayız (Emre
2006, 167). Dolayısıyla postmodern romanda olay örgüsü, “çizgisel bir akıştan”, neden sonuç
ilişkisinin bulunduğu bir düzlemden oluşmaz (Rosenau 1992: 27). Aksine, karmaşık ve başıyla
sonunun belli olmadığı bir yapı söz konusudur. Bununla yazar, okuyucuyu düşünmeye, boşlukları
doldurmaya sevk etmeyi amaçlamaktadır. Kurmacanın ön plâna çıktığı postmodern metinlerde
aslında her şey oyundan ibarettir.
Şafak, yaşadığı olaylardan etkilenerek seçtiği konuları, birden fazla hayat hikâyesi
etrafında kurgular. Araf, postmodern olay örgüsüne uygun olarak “iç içe geçmiş” vak’a
zincirlerinden meydana gelir (Rosenau 1992: 27). Roman boyunca anlamlı ve takip edilebilir bir
olay örgüsü bulunmaz. Metinde olayı örmek, parçalardan bir bütün oluşturmak okuyucuya
bırakılmıştır. Böylece, postmodern kuramcıların üzerinde durduğu; metnin yazar tarafından değil,
okuyucu tarafından yönlendirildiği düşüncesinin romana hâkim olduğu görülür.
Şafak’ın bu romanı, kurgusu bakımından diğer romanlarından farklılık gösterir. Pinhan,
Şehrin Aynaları, Mahrem romanları girift bir yapıya sahipken Araf, düz bir kurguyla