Arada Kalanların Romanı: Araf
817
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
geldiklerinde, ne tam Doğu’ya ne tam Batı’ya ait olan bu “araf” noktasında Gail, ölmek için “bu
aradanlığın tam da doğru yer, bu dakikanın da tam da doğru dakika” olduğuna inanarak intihar eder
(Şafak 2011: 380).
Zaman İçinde Zaman
Modern metinlerdeki zamanın vazgeçilmezliğine karşın, postmodern metinlerde zaman
parçalanır ve öznelleştirilir. Bazen zaman dizgesi bozulur ve belirsizlik iyice hakim olur. Gün, ay
ve yıl gibi nesnel zaman unsurları, postmodern romanlarda ya kronolojisi altüst edilerek kullanılır
ya da üstü örtük, belirsiz bir şekilde verilir. Ölçülebilir takvimsel zaman anlayışı yerine, dağınık ve
birbirine girişik bir zaman anlayışı söz konusu olur. Zamanı kronolojik bir yapıda algılamaktan ve
çizgisel bir şey olarak görmekten ziyade, geriye dönüşlerle sondan başa doğru bir sıra takip edilir.
“Postmodern yazarlar, çizgisel akışı kasten ihlal ederler. Hikâyeler kendi üzerlerine katlanır ve
sonun başlangıç olduğu ortaya çıkar, bu da sonsuz bir döngüselliği beraberinde getirir.” (Emre
2004: 48).
Postmodernizmin kendine özgü zaman tasarımı, şizofreni kuramıyla da açıklanır.
Şizofrenler dili normal insanlar gibi kullanamadıkları için “geçmiş” ve “gelecek” mefhumu yerine
sadece “şimdiki” zamanı kullanırlar. Dolayısıyla şizofrenler için “şimdiki” zaman, normal
insanlarınkinden çok farklı ve geniştir (Sarup 2004: 210).
Araf’ta zaman bazen geleneksel roman anlayışında olduğu gibi tarih, saat, dakika olarak
belirtilirken, bazen de postmodern roman anlayışının gereği olarak fantastik bir şekilde
verilir. Roman, “16 Mart 2004” sabaha doğru saat “02.24”te Ömer Özsipahioğlu ile arkadaşı
Abed’in Boston’daki Gülen Saksağan Barı’nda yaptıkları konuşmayla başlar (Şafak 2011: 9).
Ömer’in eve gelip karısı Gail’in gerçek isminin Zarpandit olduğunu öğrenmesiyle geriye dönüş
yapılır. “Karga” bölümünde Gail’in yedi yıl önce, okula kaydolduğu ilk günden ve Debra ile
tanışmasından; “Leylek”, “Meşrebi Bir Kuşlar” bölümlerinde ise Ömer ve diğer arkadaşlarının
geçmişinden bahsedilir.
Kısacası, çerçeve anlatıyı oluşturan “İçkiye Yeniden Başlamak” ve “Gebe Asur-Babil
Tanrıçası” başlıklı alt bölümlerdeki kronolojik düzen, “Karga”, “Leylek”, “Meşrebi Bir Kuşlar”
gibi bölümlerdeki geri dönüşlerle kırılsa da “Kendi Tüylerini Yolmak” başlıklı bölümün “Gramer
Yanlışlıkları” başlıklı alt bölümüne kadar devam eder. Bu bölümle de ortalama üç haftalık bir
süreyi oluşturan çerçeve anlatıya geri dönülür. Çerçeve anlatının yanı sıra geriye dönüşlerle Gail ve
Ömer’in üniversiteye başladıkları zamana kadar gidilir.
Gail, Ömer’le evlenmeye karar verdiğinde Debra’yla aralarında geçen konuşmadan, on
yıldır tanıştıkları anlaşılır: “Geçen on yılda kaç kere sevinç, gurur ve şevkle parladığını görmüştü
bu gözlerin, ama bedbinlik ve elemle karıştıklarını da gördüğü olmuştu.” (Şafak 2011: 310).
Evlendikten sonra, Gail’in intihar etmesine kadar yaklaşık iki yıl daha geçer. Çünkü Ömer ile Abed
arasında geçen konuşmada Ömer’in yaklaşık olarak iki yıldır Amerika’da bulunduğu anlaşılır:
“Son iki senede doktora yapmak için İstanbul’dan Amerika’ya geldin.” (Şafak 2011: 20). Bütün
bunlar göz önünde bulundurulunca vak’anın yaklaşık olarak on iki yıllık bir zaman diliminde
gerçekleştiğini söylemek mümkündür.
Kimi zaman daha uzun geri dönüşlerle Ömer’in yirmi yıl önceki yaşamına geri dönülür.
Teyzesinin oğluyla yaşadığı yakın dostluklar, aynı üniversiteye gitmeleri ve aradığını bulamayan
Ömer’in Boğaziçi Üniversitesi’ne geçmesi ve orada kamu yönetimi okumasına kadar uzanılır.
Ancak bunlar sadece hatırlatmadan ibaret olduğu için vak’a zamanına dâhil edilmez.
818
Mustafa AYDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Yazar; farklı bir teknikle romanda zamana düşman bir karakter yaratarak okuru zaman
kavramı konusunda sürekli düşünmeye zorlar. Zaman mefhumuna sahip olmayan roman kahramanı
Ömer, dinlediği müziklerin süresine göre geçen zamanı anlar: “Önemsiz bir gecikme sayılmazdı,
şarkının uzunluğu düşünülürse: 11 dakika 33 saniye.” (Şafak 2011: 160). Yazar, bununla bizi
modern zaman ölçülerinden farklı olarak postmodern bir zaman anlayışına veya zamanın dışına
çıkarma niyetindedir.
Geçişken Mekânlar
Postmodernin muhalif duruşu, mekân algısında da kendini gösterir. Denilebilir ki mekân,
modernizm ile postmodernizm arasındaki farkın en açık şekilde kendini gösterdiği alandır. Modern
romanda mekâna verilen önemin aksine, postmodern romanda mekân silikleşir. Mekânı bütün
yönleriyle betimleyen ve ayrıntıya önem veren modern mekân anlayışı yerine, postmodernizmde
mekân göstergeler yoluyla belirsizlik üzerine kurulur. Bu yüzden kahramanların karşılaştığı
mekânlar, bütün yönleriyle ele alınmaz, sadece onların üzerinden geçilir. Çoğu zaman mekâna ait
çok genel özellikler verilir ve geri kalanını okuyucunun kendi zihninde oluşturması beklenir.
Ancak roman, ismini “Araf”tan aldığı için, mekânın burada işlevsel olarak kulanıldığı görülür.
Araf’ta uzun mekân tasviri yok gibidir. Sadece anlatıcının bakış açısıyla görülen ve
gezilen yerler dağınık bir biçimde karşımıza çıkar. Boston, Gülen Saksağan Barı, Mount Holyoke
College, Pearl Sokağı’ndaki 8 numaralı ev, Ömer ve Gail’in taşındığı “eski, ekşi kokulu” ev,
İstanbul ve Boğaz Köprüsü gibi pek çok mekân görülür. Bu mekânların çoğu tasvir edilmez, sadece
kahramanların “üzerinden geçtiği, çevresel mekân” olarak yer alırlar (Korkmaz 2007: 402).
Roman boyunca bazı mekânlar, aidiyetsizlik ve kaotik ortamı verme işleviyle
kullanılırken, bazı mekânlar da roman kişilerinin ruhsal durumlarını ve yer değişikliğini ifade
etmede olgusal mekân olarak yer alır. Anlatıcının ruhsal durumu ve mekânı algılaması bakımından
Boston sokakları “kahpe, kalleş, küskün bir ıssızlık hissi” veren yerler; Gülen Saksağan Barı
“kasvet yuvası batakhane” olarak tanıtılır (Şafak 2011: 13).
Ömer ve arkadaşları Abed ile Piyu’nun kaldığı Pearl Sokağı 8 numaralı ev de Lynn’in
gözlemleriyle “gergin” bir yer olarak tasvir edilir. Bir Müslüman olan Abed ve Hıristiyan olan
Piyu’nun odalarındaki eşya ve kitaplar da onların dini inanışlarını ve yaşayış biçimlerini verme
bakımından işlevseldir. Abed’in odasında “Kuran-ı Kerim, babasının resmi, nazara karşı annesinin
verdiği ve her gittiği yere götürmesini söylediği deri bir muska” bulunurken; Piyu’nun odasında
“Yeni Kudüs İncili, Hıristiyanlık Tarihinin Önde Gelen Azizleri Özel Sayısı, haçını sırtlamış
porselen bir İsa” gibi eşyalara rastlanır (Şafak 2011: 196). Mekân, bu işleviyle “insan yazgısının
yansıdığı yer”dir. Bundan hareketle “mekânlar mı insanlara benzer, yoksa insanlar mı mekânları
kendilerine benzetirler?” polemiğinde mekânın insana benzediğine karar vermek mümkündür
(Korkmaz 2007: 409).
Kapalı ve dar mekânların aksine, romanda uyum ve huzurun mekânı olan İstanbul ve
İstanbul’daki 606 numaralı otel odası, açık ve geniş mekânlar olarak yer alır. Gail’in gözlemleri ve
içinde bulunduğu ruh haliyle otel odasının balkonunda İstanbul, “dipsiz çivit mavisi bir deniz,
resimlik camiler ve arkadaki tepelerin yosun yeşili önünde, uzaklara sıralanmış evlerin sevimli,
kırmızı çatılar.” şeklinde aktarılır. Ancak Gail’e güzel görünen İstanbul, Ömer için olumsuz bir
mekân olur: “Kirli, dar, yılankavi sokaklar, pencereleri ardına kadar dışarıda zonklayan hayata
açılmış üst üste, iç içe, salaş evler, kimileri hayli bakımlı ve tıknaz, kimileri sefil sürü sepet kediler;
sadece uzun zaman önce sönüp gitmiş hayatların izleriyle değil, daha doğmamışların işaretleriyle
de kaplı tarih bulamacı. Buradan böyle bakar bakmaz şehir pek çirkin görünmüştü Ömer’e.” (Şafak
2011: 360).