DOSYA
Mimarlık, Kültür ve Sanat
teması çerçevesinde farklı
bakış açılarından katkıların
derlendiği bu dosyamızda değerli
meslektaşımız Behiç Ak sorularını
paylaşıyor bizlerle. Elbette
birlikte yanıtlamamız, yanıtlarını
aramamız ve meslek pratiğimizi bu
yönde de irdelememiz dileğiyle…
MİMARLIK VE
SANAT ÜZERİNE
GÜNCEL
SORULAR
Behiç AK
Mimar
Mimar, yılların taşıdığı bilgilerden kurtularak, sı-
fırdan yeni bir tarih mi başlatıyor?
Mimar artık en iyi ekranda var olan bir yapıyı,
gerçek hayata taşımada sadece aracı mı?
Biçimin kullanıcıların önüne geçmesi, mekânı
sanat olarak kabul etmemiz için yeterli mi?
Sessiz, içine girdiğinizde kendini geriye çeken,
yaşama yardımcı Anadolu evleri, konaklar, ada
evleri “tasarım” olmadığı için mimarlığın dışına
mı itiliyor?
Biçimin egemen olduğu “yeni sanatsal
mekânlar”, hep öne çıkma gayretkeşliği yüzün-
den içinde daha az vakit geçirmeyi mi zorunlu
kılıyor?
İlk etkinin güçlülüğünü öngörerek tasarlanmış
bu yapılar, daha çok zamanı olan yerlilere ne
kadar hitap ediyor?
Sadece içinden gelip geçilerek var olan, kori-
dorlaşan global şehirde, ülkeden ülkeye konan
turistler için soluklanma mekânları mı?
Yerliler tarafından ise “ancak şehre gelen ya-
bancı dostlarla bir daha gezilebilir” özelliği mi
taşıyor?
Mekânın saf sanat eserine indirgenmesi kişi-
yi olmayan mekânlarda yaşamaya zorlayarak,
mekânsızlaştırmıyor mu?
Güncel mimari hevesi ve güncelliğin ani deği-
şimleri “retro”nun alanını genişletmekten başka
bir işe yaramıyor mu?
Mimarinin sanatsallığı, tipolojilerden kurtularak
sağlanıyorsa, mimari, tarihsiz saf bir tasarım ha-
line dönüşebilir mi?
“Tasarım”ın “sanat”ın yerine geçirilmesi geçici ve
dönemsel bir ideoloji mi?
Mimarinin saf sanat olarak sunulması, “Tasarımı
sanatın yerine geçiren dönemsel ideoloji”nin
uzantısı mı?
Mimarinin “saf sanat özlemi” geçici bir heves mi
o zaman?
Bu heves, mimarinin sanatsal yanlarını tehlikeye
mi atıyor yoksa?
Tek bina ölçeğine indirgenmesi, Mimarlığı,
Sanat’a daha çok mu yaklaştırıyor?
Yoksa “mimari”nin “saf sanat” olarak görülmesi,
kullanıcıları, 3-D bilgisayar programlarıyla des-
teklenmiş heykeller içinde yaşama zorunluğun-
da bırakan bir pastiş mi?
Zaha Hadid’in Maxxi Sanat Müzesi’nde, yani
içindeki eserlerle yarışan heykelsi binada, bir
heykele bakmak, ne kadar mümkün?
Mimarlığın fonksiyonlarından arınarak “sanat”
olma ısrarı, kullanıcıları, boş alanlar, bozulmuş
konstrüksiyonlar, fiziksel kondisyonu tam ola-
rak çözülmemiş, pahalı binalarda yaşamaya mı
mahkûm ediyor?
Yoksa mimarlık sanat olma ısrarını sadece “sanat
müzelerinde” mi sürdürüyor?
Mimarinin “sanat yoluyla” prestij kazanma is-
teği, toplu konutlar, gökdelenler, cam, çelik ve
betonla sterilize edilmiş şehir mekânlarının yol
açtığı itibarsızlaşmasından mı kaynaklanmakta?
Bilgisayar destekli tasarımlar, mimariyi tasarım
teknolojisinin tutsağı mı yapıyor?
Neden tasarım programlarının getirdiği olanak-
lardan, moda, mobilya, hatta endüstri tasarım
dahi o kadar etkilenmedi, bu programları kendi
hizmetlerinde kullanmayı başardılar da mima-
ri bu programların getirdiği olanakları sonuna
kadar kullanarak, “yeni mimari diller” oluşturma
çabasına girdi?
“Mimari sunuş” mu tasarımı belirliyor artık? Yok-
sa bu hep böyle miydi? Fotoğrafın, mimarlık
dergileri aracılığıyla mimari sunuşta egemen
olduğu dönemde, “Fotografik binalar”, bilgisa-
yar sunumlarının egemen olduğu dönemde de
“3D binalar” mı revaçtaydı?
Yoksa çağdaş mimarlık bir tür performans mı?
Bir “sirk mimarlığı” mı doğuyor?
Mekânı şimdiye dek olduğundan fazla ortaya
çıkarma eğilimi mimarın “mekânsal bakış”ını sı-
nırlandırıyor mu?
Mekânın biçimsel kalıplar içine sıkıştırılması,
yeni teknoloji olanaklarının yarattığı bir tür ek-
siklik mi?
Zaha Hadid’in Maxxi Sanat Müzesi.
Kaynak: http://www.zaha-hadid.com/architecture/maxxi/
GÜNEYMİMARLIK |EYLÜL2013 | SAYI 13 |
25
DOSYA
Semra AYDINLI
Mimar
Prof. Dr.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Öğretim Üyesi
MİMARLIK -
SANAT - KÜLTÜR
BİRLİĞİNİ
YENİDEN
DÜŞÜNMEK
“Günümüz mimarlık-sanat-kültür
ilişkileri son derece karmaşık, çoklu
okumalara neden olan, ucu açık,
üretken bir yapı içerir. Bu ilişki
biçimi bizim alışkanlığımızı kırar,
bildiğimiz anlam dünyasında
gündelik yaşama bakışımızı
çeşitlendirir; tembel algı
düzeyinden merak uyandıran,
dikkati uzatan, yeniden düşünme
olanağı sağlayan, etkin algı
dünyasına yönlendirir. Toplumsal
ve kültürel manifestolarıyla
çağdaş sanatın kentsel mekân
yerleştirmeleri de etkileşimli algı
dünyasını çoklu kent okumalarına,
karmaşıklık ve çelişki yaratan
metaforik bir dile dönüştürür.”
olarak, beğeniden estetiğe uzanan süreçte,
güzellikten alınan sıradan zevk yerini, incelmiş
ve entelektüel zevke bırakır. Bu bağlamda mi-
marlığın, görsel seyir amaçlı olarak mı yoksa
kullanım ve fayda amaçlı mı olarak yapıldığı
sorusu sorulur. 18. yüzyılla birlikte sanatın es-
tetikleşmesi sürecinin bir uzantısı olarak ortaya
çıkan bu tartışma, gerçekliğin “zihinsel olan” ile
“fiziksel olan” ya da “maddi olmayan” ile “maddi
olan” olarak birbirlerine indirgenemez iki ba-
ğımsız alana bölünmesi anlamına gelir (Çelikel
ve Aydınlı, 2013). Kartezyen
1
düşüncenin en
karakteristik özelliği olarak öne çıkan ve zi-
hin/beden ikilemi denilen bu bölünme, zihni
salt insana özgü, maddi-olmayan bir olanak
olarak belirlemek suretiyle fiziksel dünyadan
koparmış olur.
Bu çağda tekniğin yerini teknolojinin almasıy-
la mimarinin şiiri de kaybolmuş; daha doğrusu
techne
2
ve poesis arasındaki sınırların keskin-
leşmesi sonucu mimariyi estetize etme eğilimi
ortaya çıkmıştır. Bu eğilim tepkisel olarak gör-
sellik önceliği taşıyan sadece gözlerimize hitap
eden güzel, estetik binalarla simgesel, anlam-
sal, biçimsel mimarlık üretimine yol açmıştır.
Görsel çekiciliği olan post modern mimari üre-
timin yaygınlaşmasında, duyularımızın yanılgı
olduğunu, sadece nesnel bilginin izlenmeye
değer olduğunu, iddia eden rasyonel mimar-
lığın indirgemeci tavrının rolü oldukça fazladır.
Bu tepkisel tavır, sayısal teknolojinin sağladı-
ğı olanakların tasarımcı mimarı sadece sanal
dünyanın büyülü dünyasının içine sokmaya
yönlendirmiştir. Mimarlık eğitiminde de sanal
dünyada üretilen imajlar üzerinden tasarım
yapan öğrencilerin ödüllendirilmesi, mimari
tasarımı görsel imge üreten, gerçeklik düz-
leminden kopartan karşı bir uç noktaya yön-
lendirmiştir. Bugün birçok mimarlık ofisinde
sadece görsel imgelerin çekiciliği üzerinden
estetik olduğu iddia edilen (estetize edilmiş)
bir mimari tasarım gerçekleşmekte. Yaşanan
gerçeklik ile ilgisi olmayan bu sanal imgele-
rin sadece pazarlama amacıyla kullanıldığı bir
mimari üretim, bazı mimarlık ofislerini dışarıda
bırakırsak, başlıca hedef haline gelmiş durum-
da. Bunun kaygı uyandıran tarafı da görsel çe-
kiciliği olan bu imge üretimine yönelik sözde
Mimarlık çağlar boyu işlevsellik, sağlamlık ve
güzellik parametreleri bağlamında inşaat ola-
rak mimari ve sanat olarak mimari kimlik ara-
sında salınmıştır. Mimarlık tarihinde kimi za-
man bu üç parametreyi içeren örneklere rast-
landığı gibi, çağın sanatsal, bilimsel, düşünsel
eğilimlerine göre bazı parametrelerin diğerle-
rinin önüne geçtiği bilinir. Bugün mimarlığın
sadece görselliği olan bir nesne olmayıp bir
olgu olarak nitelendirilmesi, onun yaşamı için-
den geçiren bir olay olması ile bağlantılandırı-
labilir. Tüm parametrelerin öncelik taşımadan
birbiriyle etkileşim halinde olmaları mimarinin
hem sanatsal hem de yapısal karakterinin iç
içe geçtiği bir mekânsallığa işaret eder. Mo-
dern öncesi çağlarda mimarlığın arkitektonik
özellikler taşıyan örgün bir yapı sanatı olduğu,
karşıtlıklardan oluşan ilişki örüntüsünün, ger-
ilim yaratan dengeli birliktelikler içerdiği bilinir.
Modern düşüncede algılarımızın yanılsama ol-
duğu, sadece nesnel bilginin izlenmeye değer
olduğu söylemi, bir dönem işlevsellik ve sağ-
lamlık parametrelerine öncelik verilen mimar-
lık üretimine neden olmuştur. Bu dönemde
algılarımızın yanılsama olduğu düşüncesine
paralel “form işlevi izler” ve “süsleme cinayet-
tir” benzeri söylemler, sanatla mimarinin evli-
liğini bir anlamda sona erdirmiştir. Söz gelimi
Bauhaus’da ders veren Meyer’e göre mimarlık
estetik değil, teknolojik bir süreçtir. Sanatsal
kompozisyon arayışları, tasarım ve mimarlığı
geriletmekte, kullanıma yönelik olarak tasarla-
nan ürün ve yapıların pratik işlevleriyle çelişki
oluşturmaktadır. Meyer için, sanatsal arayışlar,
“metafizik” adı verilen bataklığın mimarlıktaki
yansımalardır ve derhal terk edilmeleri gerekir
(Shiner, 2001).
Modern düşüncenin uzantısı olan kartezyen
bakış açısına göre “görünüş” ve “gerçeklik”
ayrımı, aynı zamanda, bir “duyulur” ve “duyulur-
üstü” / düşünülür olan ayrımıdır. Her ne kadar
herbirinin sınırları diğerine göre belirlense de,
“düşünülür gerçeklik”in “duyulur görünüş”e kı-
yasla her zaman birincil statüye sahip olduğu
bilinir. “Düşünülür gerçekliğin”, “duyulur görü-
nüş” için temel teşkil etmesi ile, zevk ve beğeni
gibi muğlak kavramlar yerlerini “estetik” kavra-
mına bırakmaya başlar (Shiner, 2001). Sonuç
26
| GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13