Eski Kimyada Kibrît-i Ahmer Teriminin Klasik Türk Şiirine Yansımaları
761
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
eder (Dölen 2002, 27). Kimya kelimesinin Ġbraniceden Arapçaya geçtiği de söylenir; buna göre
kimya, Allah‟tan bir alamet anlamına gelmektedir. Musa peygamberin kendi mucizesi olan bu ilmi
Kârûn‟a öğrettiği rivayet edilir (Tarlan 1934, 6). Kimya‟ya, “ilm-i iksîr” ve altın elde etme sanatı
anlamına gelen “san„at-ı zeheb ameli” de denilmiĢtir (Mütercim Âsım 2009, 447). Varlığı eski
çağlara kadar uzanan eski kimya, Mısır ve Harran‟da geliĢtirilmiĢ ve XII. yüzyılda Arapça
metinlerin Latinceye çevrilmesi sonucu Batı‟ya geçmiĢtir (Eliade 2009b, 169, 283).
Eski kimyada, tabiatta bulunan cisimleri uygun tarzda birbirine karıĢtırarak ya da onları
bir iksirin etkisine tabi tutarak kıymetli madenler ve taĢlar elde etmeye çalıĢılırdı (Wiedemann
1977a, 374). Bu uğraĢının temeli “yeryüzü ana tasavvuru”na dayanır. Buna göre yer altı rahminde
öylece bırakılırsa metaller altın olacaktır; ama bu yüzlerce, binlerce yıl sürebilecektir. Kimyacı
büyüme iĢlemini hızlandırarak bütün “sıradan” metalleri “soylu” metal olan altına dönüĢtürmeyi
hayal eder ve böylece doğaya yardım edeceğini düĢünür (Eliade 2011, 54). Metalin büyüme
sürecini hızlandıracağını düĢünen kimyacı, zamanın yerine kendini koymak ve zamana hükmetmek
ister (Eliade 2011, 195). Aslında zamanın yerine geçme düĢüncesi, modern bireyin yeni bir Ģeyler
üretme gayretinde de mevcuttur.
Eski kimyacılar altın elde etmekle ilgilendiler. Altın elde etme uğraĢısı en az on iki
yüzyıldır bilinmektedir (Eliade 2009a, 343). Bir dönem, “her maden, maddenin en mükemmel hali
olan altına dönüĢebilir” sözü kimyanın temel fikri olmuĢtu (Eliade 2002a, 96). Buna göre, eski
kimyanın, maddenin mükemmelleĢmesini konu edindiği söylenebilir. Altın, az bulunan bir metal
olması yönüyle bugün olduğu gibi eski çağ insanı için de değerli bir metaldi. Ġnsanların altın elde
etmek için kimyayı kullanmaları, altına verdikleri değerden kaynaklanıyordu. Antik çağ
kimyacılarına göre altın, insan bedenindeki tek ölümsüz parıltıyı simgeliyordu. O çağlarda yaĢlılığa
karĢı önlem arayan her ilacın bileĢiminde altın vardı. Kimyacılar devlet büyüklerine, ömrü uzatmak
için altın tastan içki içmelerini öğütlüyorlardı (Tez 2000, 23). Eski Çin inancına göre altın,
bedenleri çürümeye karĢı koruyordu (Eliade 2009a, 42).
Eski kimyanın temel önermelerini Mısırlı ve Yunanlı bilginler belirlemiĢlerdir. Buna
göre: 1. Tüm metaller gerçekte aynıdır ve birini diğerine dönüĢtürmek mümkündür. 2. Metallerin
en safı altındır. 3. Yaygın metalleri saf metallere (altın ve gümüĢe) dönüĢtürebilecek bir madde
(iksir) vardır (Tez 2000, 85). Bu önermeler çerçevesinde eski kimya için bazı kuramlar
oluĢturulmuĢtur. Bunlardan en önemlileri, dört unsur kuramı, maddelerin dönüĢümü kuramı,
kükürt-cıva kuramı ve iksir kuramıdır (Tez 2000, 104). Dört unsur kuramı, her Ģeyin hava, su,
toprak ve ateĢten meydana geldiği düĢüncesine dayanır. Bu kurama göre, her unsur diğer üç
unsurdan birine dönüĢebilir ve dönüĢtüğü unsurun özelliğini alır. Kimyacılar, bu inanıĢı esas alarak
metallerin de diğer metallere dönüĢebileceğini düĢünmüĢlerdir. Eski kimyacılar için önemli bir
düĢünce de madenleri meydana getirdiğine inanılan kükürt-cıva kuramıdır; onlara göre cevherler ve
madenler kükürt ve cıvadan oluĢur (Wiedemann 1977b, 805). Bu varsayımsal iki maddeden kükürt,
renk verir; cıva ise metalik özellik kazandırır. Dört unsur kuramı gibi kükürt-cıva kuramı da
varsayımsal olup kimyevî anlamda gerçek kükürt ve cıva değildir (Tez 2000, 104). Kükürt-cıva
kuramına göre metallerin oluĢumu üç aĢamalıdır: Madde, dört unsur kuramına tabi tutularak birinci
basamaktan çıkar, sonra kükürt-cıva aĢamasına gelir ve üçüncü adımda ise metaller oluĢur (Tez
2000, 105).
Kükürt-cıva kuramına göre kâinatın maddesi buhar ile duhandır. Dağların içinde
buhardan cıva, duhandan kibrît (kükürt) meydana gelir (Tarlan 1934, 6). Kükürt-cıva teorisi, her
Ģeyin dört unsurdan oluĢtuğu düĢüncesinin devamıdır. Buna göre, yer altında dört unsurun
oluĢturduğu kükürt ve cıva, farklı koĢullar altında değiĢik oranlarda birleĢerek çeĢitli madenleri ve
değerli taĢları meydana getirir (Tarlan 1934, 6; Demir ve Kılıç 2003, 12). Kükürt ve cıva itidal
halinde iken faaliyet cıvada ise gümüĢ, kükürtte ise altın hâsıl olur (Tarlan 1934, 6). Geleneksel
762
Mehmet Korkut ÇEÇEN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/3, Summer, 2012
kültürlerde, mineraller ve madenler canlı organizmalar olarak görülüyordu (Eliade 2009a, 344). Bu
çerçevede kükürt ve cıvanın birleĢmesiyle metallerin ortaya çıktığı düĢüncesi, kükürtün “eril”,
cıvanın ise “diĢil” olduğu gibi sembolik bir söylemi beraberinde getirir. Kökeni Mezopotamya
uygarlığına kadar uzanan (Eliade 2002a, 95) bu söylem baĢka uygarlıklara da geçer. Zira XIII.
yüzyılın Avrupalı bilgini ve din adamı Albertus Magnus‟a atfedilen bir eserden “Gerçekten kükürt
sanki metallerin babası, cıva ise anasıdır” Ģeklinde bir söz nakledilir (Crosland 2000, 15). Tarih
içinde, bazı kimya bilginleri kükürt-cıva teorisi ile altın elde etme düĢüncesini kabul etmediklerini
beyan etmiĢlerdir. Ancak kükürt-cıva teorisinin varsayımsal olduğunu bilmek gerekir. Nitekim Ġbn
Sina madenlerin birbirine dönüĢümünü reddetmekle birlikte kükürt-cıva teorisini Risâle fi’l-iksîr
adlı eserinde kullanmıĢtır (Dölen 2002, 26).
Ġksir kuramına göre ise, dönüĢtürme yeteneğine sahip olan madde ile soy olmayan
metaller, altın ya da gümüĢe dönüĢebilecektir. Bir katalizör olarak değerlendirebileceğimiz bu
madde iksir, filozof taĢı, ilaç, maya adlarıyla da anılıyordu (Tez 2000, 105). Eski kimyada iksir;
altına, gümüĢe dönüĢtürme, soylaĢtırma ve yetkinleĢtirme gücüne sahip çözelti anlamındaydı.
Kimyacıların en büyük hedeflerinden biri de bu iksiri elde etmekti (Tez 2000, 85).
Bu geleneksel kuramlar ve bu bağlamda yapılan çalıĢmalar modern kimyanın doğmasına
zemin hazırlamıĢtır.
Eski Kimyanın Mistik Yönü
Eski kimyanın mistik ve insanın iç dünyasına dönük tarafları vardır. Bu bağlamda,
maddelerin dönüĢümü için, kimyacının manevi iĢtirakinin gerektiği gibi bir anlayıĢ mevcuttur.
Böylece kimyacı manevi açıdan yetkinleĢecek ve ruhu yetkinliğin simgesi olan altına dönüĢecektir
(Dölen 2002, 27). Kimyacı, madeni altına dönüĢtürerek mükemmelleĢtirmeyi denerken aslında
kendisini mükemmel kılmaya çalıĢır (Eliade 2002a, 98). Diğer bir ifadeyle mükemmelleĢme sadece
kimyasal açıdan değil, aynı zamanda ahlaki ve psikolojik açılardan olmalıdır
2
. Burada amaç altın
elde etmeyle uğraĢmaktan ziyade kiĢinin olgunlaĢmasıdır; bu yönüyle altın elde etme iĢlemi
sembolik bir mahiyet kazanır (Eliade 2002a, 99-100). Buna göre kimyevi dönüĢüm, maddenin
mükemmelleĢtirilmesine ve kimyacının da olgunlaĢmasına denk düĢmektedir (Eliade 2009a, 344).
Aslında metalin altına dönüĢtürülmesi, insanın olgunlaĢması düĢüncesinden daha geç ortaya
çıkmıĢtır (Eliade 2002a, 98). Eski çağlardaki mistik düĢünceye göre, kiĢinin olgunlaĢması ve
mükemmelleĢmesi esastı. Eski demircilerin ve kimyacıların amaçları da söz konusu mükemmelliğe
kavuĢmaktı. Onlar, iç dünyalarında ve ruhlarında görmek istedikleri manevi olgunluğu madde
düzlemine de yansıttılar ve metallerin en mükemmel hali olan altın elde etmeyi gaye edindiler.
Kimyacıların amaçları altın elde ederek zengin olmak değildi; sıradan metalleri altına dönüĢtürmek
onlar için bir semboldü. Doğu ve Batı‟ya ait eski kimyayla ilgili eserlerde dini ve mistik söylemin
bulunması, insanın mükemmelleĢmesi ve özgürleĢmesinden bahsedilmesi bu sembolik dilin
varlığını gösterir. Kimyasal olgunlaĢma sürecinin somut tarafları da vardı; ama arka planda
sembolik söylem yerini koruyordu (Eliade 2002a, 99). Eski dönemlerde Çin‟de, altın elde etme
uğraĢısıyla zengin olmak amaçlanmıyordu. Nitekim eski dönemlere ait kimya metinlerindeki dini
ve mistik hava zenginleĢmek arzusuyla pek uyuĢmaz (Eliade 2011, 161). Altına dönüĢümden
maksat, günahlardan kurtulma ve ölümsüzlüğe kavuĢma idi (Eliade 2002b, 14). X. yüzyılın Taocu
düĢüncesine göre kimyacı, altın elde etmeyi reddeder ve dikkatini kimyanın ruhsal olasılıkları
üzerine yöneltir. Buna göre söz konusu ilimle uğraĢan kimse bedenini ve tinsel yaĢamını saf
olmayan adi bir maden olarak görerek bunları altına dönüĢtürmeye uğraĢır. Yani, saf, özerk bir
ruha ve ölüm tanımayan bir yaĢama sahip olmaya çalıĢır (Eliade 2002b, 35).
2
C. G. Jung, Psychologie und Alchemie adlı eserinde kimya ile psikoloji arasındaki iliĢkiyi açıklar (Crosland 2000, 3-4).