T. C. İStanbul 13. AĞIr ceza mahkemesi



Yüklə 0,74 Mb.
səhifə5/9
tarix14.06.2018
ölçüsü0,74 Mb.
#48491
1   2   3   4   5   6   7   8   9


Sanık Kemal Kerinçsiz:”Lütfen efendim. Kendisi bana Sevgi Erenerol'un tavsiyesiyle Derince’de bulunan taşınmazının tahliyesi ve işlemiş kira alacaklarının tahsili için müracaatta bulunmuştur buna ilişkin dosya tarafımdan 19.10.2009 tarihli dilekçemin ekinde sunulmuştur. Bu nedenle ofisime 1 ya da 2 kez geldiğini hatırlıyorum görüşmelerimiz daha ziyade telefonla olmuştur işlerimin yoğunluğu ihtilafın konusu da mencurun Derince’de olması nedeniyle söz konusu iş tarafımdan alınmamış ve çok değer verdiğim 2 meslektaşıma tebliğ edilmiştir, onların isimlerini de zikrettim dosyaları da var ve 1 yılık bir süreç içerisinde söz konusu mencuru tahliye etmişler kira alacaklarını tahsil etmişlerdir tamamının tahsil edilip edilmediğini bilmiyorum. Ancak Yavuz Karakaya’yı benim gördüğüm kadarıyla son derece kibar nezaketli ülkesini seven bir astsubay olduğunu gözlemledim. Fakat bu sürecinde uzun sürmesi onu da üzdü 2. bir hukuki ihtilafı vardı o 2. hukuk ihtilafını da aynı arkadaşlarımıza değil de bir başka avukat arkadaşıma verilmesini istedi rica etti. O 2 hukuki ihtilafı da yine bir başka değerli meslektaşıma tebliğ ettim bunları açıkça ayrıntılı olarak anlattım burada tekrar tekrar değinmek istemiyorum efendim. Bu şahsın yani Yavuz Karakaya’nın ilişkileri benle tamamen hukuki çerçevede olmuştur çünkü tevdi ettiğim işi tevdi ettiğim avukat arkadaşların işi nasıl ne şekilde takip ettiği konusunda sürekli bana açmıştır ben avukat arkadaşlarımdan bilgiyi alıp onlara aktarmışımdır. Çünkü onlardan aldıkları bilgiyi tam tatmin olamadığından doğrudan hep beni aramıştır. 2 telefonu mevcuttur bende 1. telefonu 0537 793 06 85 nolu telefondur bu telefonla görüşme sayım 54’tür, bu telefonla HTS kayıtlarına göre ilk görüşme tarihim 25.09.2006, 2006’nın 9. ayıdır. Son görüşme tarihimde 13.11.2007’dir 54 görüşmenin 43’ü şahsıma Yavuz Bey tarafından açılmıştır ve 10 mesaj çekilmiştir bu telefonla kendisi muhtemelen 2007’nin yaz aylarında Ankara'ya tayin olmuştur. Ankara'ya tayin edildiğinde zannediyorum Ankara'ya nereye tayin edildiğini bilmemekle bebarer 2007 yılının 7. ayından sonra açmış olduğu telefonlarda telefon adresi olarak HTS kayıtlarında İstihbarat Grup Komutanlığı Bakanlıklar Ankara adresi çıkıyor şimdi birileri bu telefon kaydına bakınca efendim Kemal Bey Jandarma Genel Komutanıyla görüşüyor veya Jandarma İstihbarat Grup Komutanıyla konuşuyor diye bu şekilde iddialarda bulunmaktadırlar ki bunun asla gerçekle bir ilgisi yoktur, benim görüşme yapmış olduğum kişi doğrudan doğruya Yavuz Beydir ne istihbarat grup komutanlığında ne İstanbul Jandarma Komutanlığında ne Jandarma Genel Komutanlığında kesinlikle ne bir tanıdığım vardır ne herhangi bir kişiyle irtibatım vardır ne o kurumlara gitmişimdir ne o kurumlardan bana gelen biri olmuştur. Yani benim muhatabım doğrudan doğruya burada hukuki çerçeve içerisinde insani ilişkiler tesis etmiş olduğumuz Yavuz Karakaya ile yapmış olduğum görüşmelerdir. Ama bu basına maalesef yanlış aksedilmiştir özellikle dediğim gibi 2007 yılından sonra tayini nedeniyle yapmış olduğum görüşmelerde Ankara Grup Komutanlığı adresi çıkmıştır. Diyebilirsiniz ki bu telefondan Yavuz Karakaya’yla görüştüğünüzü nereden bileceğiz, başkasıyla da görüşmüş olabilirsiniz diyebilirsiniz aklınıza o gelebilir. Çünkü kayıtlarda Yavuz Karakaya adına kayıtlı gözükmüyor kimin adına kurumun adına kayıtlı gözüküyor, kurumunda görevlilerine telefon dağıttığı gerçeğini sizlerde biliyorsunuz. Ha bu konudaki delillerde dosyalarda mevcut Değerli Başkanım 0537 793 06 85 nolu telefonun adresi İstanbul İl Jandarma Komutanlığı olarak geçiyor. O dönemde Yavuz Bey İstanbul İl Jandarma Komutanlığında görevli olduğunu bilahare öğrendim o günlerde bilmiyorum ve sormadım da gerekte duymadım. Telefon fihristimde yine ek klasörlerde 246. sırada Yavuz Beyin karşılığında telefon numarası olarak bu telefon geçiyor benim fihristimde. Yine İhsan Göktaş’ın emniyet ifadesinin 20. sayfasında da bu telefon numarasının Yavuz Karakaya’ya ait olduğu açıkça ifade edilmiş. Yine İhsan Göktaş’ın iletişimin tespit tutanakları bu numarayla yapılan bir görüşmesi mevcut tapesi mevcut doğrudan doğruya. Yine aynı şekilde İhsan Göktaş’la bu kişi arasında bir mesaj çekilmesi söz konusu olmuş orada mesajın içinde de zaten Yavuz Bey diye geçiyor. Yine Sevgi Hanımın bu kişiyle yapmış olduğu bir görüşmesi var bu görüşmede de aynı numara yine aynı adres olarak geçmektedir. Yine Yavuz Karakaya’nın.”

Mahkeme Başkanı:"Toparlar mısınız, Kemal Bey toparlar mısınız, son cümlenizi alalım.”

Sanık Kemal Kerinçsiz:”Tamam efendim toparlıyorum. Yavuz Karakaya’nın adına kayıtlı diğer telefonu da 505 484 11 50 numaralı 2. bir telefonu var bu da adres olarak efendim Maslak İl Jandarma Komutanlığı olarak geçiyor. Bu telefonla görüşme sayımda dörttür, bütün telefon görüşme adedim bu kadar bunu dışında Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensuplarıyla bazılarıyla 1 bazılarıyla 2 çok daha fazla sayıları olmayan bazıları 3 veya 4 beni aradıkları olmuş bunların hemen hemen birçoğunu hatırlamıyorum ve bilmiyorum ama birçoğu beni arayan kişiler bu arama sebepleri de ki Türkiye’nin hemen hemen birçok yerinden aranmışım. Antalya’dan aranmışım, Muş’tan aranmışım, Zonguldak’tan aranmışım, bu arama sebebi olarak muhtemelen yapmış olduğum televizyon programlarından mütevellit eğer takip ediyorsa izleyici konumundaysa beğendiği bir konu varsa mutlaka telefonla açıp bildirmiştir fikir vermiştir veya kutlamıştır tanışmak istemiştir bu vesileyle ve bazı mesajlar var o mesajlarda tamamen baktığımda kandil, yılbaşı bu tür bayram günlerine denk düşen mesajlardır. Şunu net olarak ifade edebilirim ki Değerli Başkanım toparlıyorum son cümlemle; günde ortalama yüzün üzerinde görüşme yapan bir kişinin kendisini bir defa arayan kişileri hatırlaması elbette mümkün değildir çoğu bir kişi bir defa aramış bazen iki defa bazen bir mesaj çekmiş. Bu kişiler şahsımı hukuki bir sorun nedeniyle meslek çerçevesinde aramış olabilecekleri gibi televizyon programında izleyen kişiyle de aramış olabilirler. Yeniçağ Televizyonunun iletişimdeki sıkıntı nedeniyle program yapımcısı olarak telefonumuzun verilerek bu telefona bırakılan mesajların ve açılan telefonların programlarında okunduğu da bir gerçektir. Yine Türkiye genelinde yürütülen imza kampanyalarında ulusal basında cep telefonum irtibat, telefonum olarak aylarca Türkiye’nin her yerinde dağıtılan, satılan ve okunan gazetelerde yayınlanmış bulunmaktadır. Her meslek grubundan kişilerin yukarıdaki gerekçelerle şahsımı araması sözde örgüt suçunun delili olarak kabul edilmesi bir cinayettir hiçbir telefonumda ve yukarıda belirtilen iletişimlerin hiçbirinde bir suç unsuru bulunmamaktadır. Değerli mahkemeden bu konuda bir talebim olacak eğer tabi Sayın mahkemeye sunacağım şu delillerle yetinmediği takdirde söz konusu 0537 numaralı telefonun benim yapmış olduğum görüşmelerin tarihleri arasında kimin adına zimmetlendiğinin İstanbul İl Jandarma Komutanlığına yazıldığı takdirde zaten bu telefon kimin adına kim tarafından kullanıldığı zimmetin kimin adına yapıldığı ortaya çıkacaktır Değerli Başkanım bu da önemli. Bir 2. olarak da yine telefonlarda Ankara işte istihbarat grup komutanlığı geçiyor yine İstanbul Maslak İl Jandarma Komutanlığına bir müzekkere yazılıp da Yavuz Karakaya’nın hangi tarihte Ankara’ya tayini çıktığı veya nereye çıktığı şeklinde bir müzekkere yazılıp cevabı geldiği takdirde bu savunmalarımın da ciddiyeti ve samimiyeti ortaya çıkacaktır, teşekkür ediyorum saygılarımı sunarım.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun Mehmet Zekeriya Bey. Onları yazılı olarak veriyor musunuz Kemal Bey?”

Sanık Kemal Kerinçsiz:”Sunacağım efendim yazılı olarak sunacağım.”

Mahkeme Başkanı:"Tamam.”

Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk söz istedi, verildi:"Sayın Başkanım talebim var.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun.”

Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk:”Bu talebimin 2 tanesi savunma kapsamında diğeri de belli bir yargılama sürecinde bir durumumun yargılama sürecinde hangi pozisyonda olduğumun netleşmesi yönünde. Ancak 1 tane talebimi yazılı hale getirmiştim onu yanımda getirmemişim onu bu sefer sözlü olarak beyan edeceğim bilahare mahkemenize takdim ederim yine.”

Mahkeme Başkanı:"Tamam.”



Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk:”Müteaddit defalar yine beyanlarımda savunmalarımda bu dava kapsamında hakkımda basın ve yayın yoluyla yazı yazan ve olumsuz ve doğru olmayan bilgi veren gazetecilerle ilgili açmış olduğum davalardan bahsetmiş ve sonuçlarını mahkemenize bildirmiştim ekinde de mahkeme kararlarını sunmuştum. Bugüne kadar açmış olduğum bütün davaları lehimde olmak koşuluyla kazanmış durumdayım yine bu köşe yazarlarından Şamil Tayyar ve Perihan Maden hakkında açmış olduğum mahkemeleri davaları kazandım ve ikisi de tazminat ödemeye mahkum edildi. Dilekçemin ekinde söz konusu gazetecilerin hakkımda yazmış oldukları yazı ve bir haberlerle ilgili olarak açılmış davanın kararları var mahkemenize sunuyorum. Bir diğer talebim şöyle ki bu konuda daha önceki duruşmalarda beyanda bulunurken geri dönüp kontrol ettim yanlış bir tanımlama beyanda bulunmuşum o da şu. Sayın Savcılardan Mehmet Ali Pekgüzel’in örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlamasını iddianameden çıkarma talebini eklemek olarak söylemişim heyetinizin de bunu reddettiğini söylemiştim halbuki Sayın Mehmet Ali Pekgüzel’in 10 Kasım 2008 tarihinde örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek ibarelerinin çıkarılmasıyla iddianamenin kendilerine iadesini istemişler. Aynı duruşmanın 8 nolu ara kararı gereği de heyetiniz iddianamenin Cumhuriyet Savcılığına tevdiine karar vermiş. Bunu bir kere düzeltiyorum aynı zamanda da hakkımdaki örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlamasının düşürüldüğünü tarafıma tebliğini talep ediyorum yine mahkemenizden. Diğer 2 talebimi beyanlarımdan sonra yapacağım tüm beyanlarım bu talebimin üzerine kurulu benim içinde oldukça önemli bir husus. Sayın Başkan, Sayın Heyet, birçok savunmamda PKK terör örgütüyle ilişkilendirildiğimiz için ve örgüt şemasında da gösterildiğimiz için Ergenekon ve PKK ilişkisini gösterir rapor olan 418. ek klasörü birçok defa konu etmiş bu konuda da talepte bulunmuştum. Bu taleplerimden 1 tanesi de bir önceki duruşmadaydı PKK ana davasının 30 yıl zaman aşımı nedeniyle düştüğü yönünde ve bu dosyanın da istenmesi yönünde talebim vardı savcılığa yazdınız savcılık hangi mahkeme ve dosya numarasını bilmediğinden tekrar size yazıyı geri gönderdi. Şimdi Mart 2009 tarihinde 418. ek delil klasörle ilgili olarak bunun bir ders notu şeklinde olduğunu ve bunun diğer kurumlardan da 2 tane polis memurunun raporunun dışında Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT ve Jandarma Genel Komutanı ve hatta Genelkurmay Başkanlığında bu konuda ellerinde varsa bilgileri rapor şeklinde mahkemenize gönderilmesini talep etmiştim. Mahkemeniz bunu reddetti bu talebimi bunun üzerine bende 12 Mayıs 2009 tarihinden itibaren başlayarak şu elimde görmüş olduğunuz bütün dilekçeler Ergenekon, Hizbullah, DHKP-C ilişkisini gösterir rapor olan 416. klasörle ilgiliydi. Bu talebim reddedildiği için 418. klasörle ilgili talebim reddedildiği için bu taleplerimi yerine getirmedim ben. Ancak gelmiş olduğumuz süreçte ve Hizbullah örgütüyle ilgili olarak hazırlanmış bu raporun içerisinde benden ele geçen dokümanlardan dolayı ilişkilendirildiğim için bu konuda da bazı beyanlarım olacak. Şimdi son günlerde basında sıkça duyulan yani 2, 3 gündür sıkça basında duyulan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Öcalan’ın İmralı Günleri Cengiz Kapmaz. Cengiz Kapmaz, Günlük gazetesinin köşe yazarıdır bu kitap tamamıyla Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarından derlenerek hazırlanmıştır. Şimdi öne çıkartılan haberde şu asker bana dedi ki; eylemleri arttır bütün televizyonlar ve yazılı basın bu yönde kitabın içeriğini ön plana çıkarttı. Oysa ben asker adına bir savunma yapmak durumunda değilim ancak kitabın çok daha önemli hususları var ki; karanlık işler içinde oldukları zannıyla burada tutulduğumuzu söyleyen Sayın Başbakan’ın da aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarına konu olduğu ve Abdullah Öcalan’ın yargılandığı davada Turgut Özal’la ilgili beyanları kadar ciddi anlamda Başbakanla da ilgili olarak Sayın Başbakanla da ilgili olarak beyanları olduğu bu kitapta belli. Her zaman şuna vurgu yapıyorum genelde konuşmamın içerisi siyasileşmeye başladığı zaman. Türkiye’nin üzerinde ciddi anlamda bir İngiliz etkisi olduğu ve bunun gittikçe sindiği çöktüğü kitabın 154. sayfasında Abdullah Öcalan, İngiliz avukata ülke sistemini anlattığı başlıklı bir bölüm var. İngiltere’nin kirli işlere buluşma durumu ama halkının hayatına mal olacağı şeklinde İngiliz avukatla görüşmesi var Abdullah Öcalan’ın çok uzatmayacağım kısaca geçeceğim. Bir diğer önemli konu binlerce kişi camileri işgal etsin başlığı altında 204. sayfada aynen şöyle söylüyor; halkın niçin Tayyip Erdoğan’ı seçtiği önemlidir. Halk Erdoğan’ın dürüstlüğüne, onun kendilerini daha az soyacağına, daha az yolsuzluk yapacağına inandığı için seçmiştir. Bir diğer paragrafta diyalog yolu açılmalıdır bunun için Erdoğan’a şans tanınmalıdır doğrudan Kadek ile diyalog olmayabilir, 15 Şubat’a kadar bir süre tanınmalı Erdoğan’a 13 Kasım 2002 görüşme notlarından. Bir diğeri de şu; yine 13 Kasım 2002 notlarında mesela binlerce kişi camileri doldurup Erdoğan’ı çözüm çizgisine getirebilir. Erdoğan’ı madem biz din kardeşiyiz o zaman bunun gereklerini yap diye demokratik eylemler gerçekleştirebilir. Bunları niçin aktarıyorum? Şunun için; 1990’da veya 89’da Abdullah Öcalan ben Allah’ım yanımdaki alt kadrolarda peygamberdir diye örgüte telkinde bulunduğu ve Güneydoğu halkını da olumsuz etkilediği bir süreçte KİH diye yani KİH diye bir grup kurdu. Kürdistan İslami Hareket, Abdullah Öcalan kurdu bunu ve bu ekip şehirlerde ve ilçelerde görev yapmaya başladı aynı dönemde Hizbullah bölgede faaliyet gösteriyordu. Menzil grubu olarak ve ilim grubu olarak 96’da süreç değişip Cudi Konferansını da yaptıktan sonra kongresi demiyorum konferansını da yaptıktan sonra Abdullah Öcalan Kih’teki propaganda personelini tekrar dağ kadrosunun yanına çekti. Çünkü gittikçe zayıflamıştı örgüt kan kaybediyordu hesapladığı ateşkes sonuçlarına ulaşamamıştı. Tabi ateşkesin nasıl başladığı sürecini burada konu etmiyorum. Zımnen bir kabul vardı siyasi çerçevede. Yine 270. sayfada aynı kitabın 270. sayfasında Başbakana çıkın Mayıs’ta çatışmalar başlar deyin başlığıyla yazılmış bölüm 21 Mart 2004 günü Nevruzun başlamamasıyla itibaren Abdullah Öcalan’ın Sayın Başbakanı nasıl tehdit ettiğini anlatan bir bölüm. Şimdi neden bunları söylüyorum? Cumhuriyet Halk Partisinin Ak Parti ilişkisini ortaya koyduktan sonra Ak Partisini geliştirdiği söylemden dolayı bunları ortaya koyuyorum. Şimdi vahim olanını da bir sonraki ileriki bölümde anlatacağım. Sayfa 305 Erdoğan’a 3. mektup burada da şöyle diyor; HPG, yani halkın savunma güçleri Türkçesiyle artan operasyonları gerekçe göstererek 1 Haziran 2004 tarihinde meşru savunmayı aktifleştiren bir karar almış karardan sonra aydınlar ve sivil toplum örgütlerinin yanı sıra üstü örtülü bir şekilde hükümete ateşkes çağrısında bulunmuştu. Şimdi 2004 tarihindeki silahlı kuvvetlerin operasyonu artması nedeniyle ateşkesi bitirdiğini söylüyor sözde ateşkesi Abdullah Öcalan şimdi aynı tarihlerde 2004 tarihli gizli bir kripto Wikileaks’ten dün taze yani basına dün düştü. Erdoğan ordu benim kontrolümde değil, bunu kime söylüyor ABD’nin Lahey Büyükelçisi Sober’in 2004’te o tarihte ABD dönem başkanı olan Hollanda’nın Dışişleri Bakanı Bot ile yaptığı görüşmenin detayı Başbakan Dışişleri Bakanı Bot’a ben ordu, yani ordu benim kontrolümde değil diyerek Ege’deki hava kuvvetlerinin uçuşlarını kontrol edemediğini söylüyor bu bir hem Başbakan için acz hem de ateşkese yani örgütün ilan ettiği ateşkese gerekçe gösterdiği silahlı kuvvetlerin operasyonunda muhtemelen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iradesi dışında gerçekleşti. Bunları niye söylüyorum bugün geldiğimiz durumda söylüyorum koşullar nedeniyle söylüyorum son olarak bu kitaptan 370. sayfada Bülent Arınç’a 11 sayfalık mektup Abdullah Öcalan Bülent Arınç’a da mektup yazmış. Şimdi baktığımız zaman 418. klasörde Abdullah Öcalan’ın bu görüşme notlarını göremiyoruz. Ancak ne var? Bugüne kadar Abdullah Öcalan’la görüşmediğini iddia eden hükümetin demokratik açılım adı altında yapmış olduğu faaliyetlerin tümünü Abdullah Öcalan’ın 12 madde halinde sıraladığı ve görüşme notlarına bunu yazdığı daha önceki beyanlarında bunu okumuştum 418. klasör içerisinde bugün yapılanların hepsi belirtilmiş. 1 hafta önce Kültür Bakanının Diyarbakır’da kontrol ettiği kültür merkezi dahil dil konusu değil özerklik dahil Urfa’da açılan dinler arası diyalog merkezi dahil bunların hepsi Abdullah Öcalan’ın daha 2004, 2005’deki görüşme notlarında adeta Başbakan’ın Sayın Abdullah Öcalan tarafından talimat haline getirilmiş direktifler. Ancak bu kadar celalleşen karanlık işler yaptığını iddia ettiği buradaki sanıkları Başbakan konumu olarak kendi durumunu dikkate almadan ve siyasi ve işgal ettiği makamın terbiyesine yakışmayan bir tavır içerisinde insanlık erdemine yakışmayan bir tavır içerisinde buradaki insanları bir daha iktidar gücüyle zan altına sokan Başbakan Erzurum’da Papandreou’nun, silahlı kuvvetlerine Kıbrıs’ta işgalcisiniz demesine sessiz kaldı. Silahlı kuvvetleri Kıbrıs’ta işgalcidir demesine sessiz kaldı, Selahattin Eyyübi’nin Kudüs fethi gibi Kudüs’te Cuma namazını kılmayı fetih sayıp Gazze operasyonunu başlatan Başbakanın Mavi Marmara gemisi saldırından 6 ay önceki beyanları ve onu takdir eden İngiliz parlamenterin beyanları gazetelerde sayfa sayfa yer aldı. Yani ben Kıbrıs’ı veririm Kudüs’ü alırım tapınak şövalyeleri tekrar Kıbrıs’ı fetheder, işgal eder, ele geçirir zihniyeti adete tabi bu şu anlama geliyor; 1933 Montrö Anlaşmasına göre bir kitlenin devletleşmesi devlet statüsünü kazanması bu anlamda Kıbrıs’ın Kıbrıs harekatından bu yana 1982’den bu yana devletleşme sürecindeki çabasını yok eden bir Başbakan. Ama diğer tarafta diğer tarafta Gazze’ye Filistin’e özgürlükler tanıyan hatta Yemen’deki Sana şehrinde teröristlerle devlet arasında çıkan çatışmada ne olduğu soru işareti teşkil eden Sana’daki kız çocuğunu konuşmasında hatırlatması da yine ilginçtir, neden? Şu sebepten ilginç; Tunus’taki mevcut halk hareketi giderek yayılıyor bizim mevcut iktidarımızın sıfır sorun politikası Atatürk’ün hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır sözünü hattı diplomasi yoktur sathı diploması vardır deyip Lübnan Hizbullah’ıyla yer altı örgütsel görüşmesi yapan bir Dışişleri Bakanının ve kozmik odaya bir şekilde oyunla polis, savcı, hakim sokup sanki karşı devletmiş düşman devletmiş anlayışı içerisinde bir deşifrasyonu yaratan Bülent Arınç bugün geldiğimiz noktada çekinmeden tereddütsüz daha burada sonuçlanmamış bir mahkemede sanıkları suçlayabiliyorlar. Ve Barzani devlet olmamasına rağmen ne yazık ki bugün Türkiye’nin Kıbrıs politikaları karşısında Kıbrıs’tan çok daha devlet olma şansına sahip bir kişi olarak gözüküyor. Çok ilginç gelişmeler var sadece Hizbullah’ın militanlarının tahliye edilmesi vesair değil, çokta beni hukuki anlamda ilgilendirmiyor bu konuşmayı da ayıp addediyorum kendime. Hukuk karar vermiştir yanlıştır doğrudur eleştirebilirim ancak bunun ötesinde bir şey söyleyemem yalnız şimdi söyleyeceklerim çok daha ilginç olacaktır. Zira Hizbullah’ın tahliyesi öncesinde Güneydoğu’da başlayan olaylar 9 Aralık’ta burada beyanda bulundum sınırlarımız artık halk tarafından konuşulsun dedim 12 Aralık’ta KDP Irak’ta bir kongre yaptı kongreye AKP milletvekilleri dahil gittiler. Zannediyorum 19 Aralık’tı 19 Aralık’ta düzeltiyorum 15 Aralık’ta BDP Genel Başkanı Demirtaş 2 dil ilan etti 2. dil ilan etti. 19, 20 Aralık’ta demokratik toplum kongresi özerklik ilan etti ki bugün Güneydoğu’da bırakın kent meclislerini mahalle şehir meclisleri ilçe meclisleri dahi kuruldu. Sayın Başkan ne yapıyorlar biliyor musunuz? Uyuşturucu suçu işleyen adamı dahi mahalle meclisi cezalandırıyor devlet otoritesi yok yani siz oraya tayin olsanız görev yapacak olsanız orada hakim olarak sizden önce mahalle meclisi devreye giriyor senin işin değil bu işi ben hallederim diyor. şimdi Anglikan Kilisesi lideri Ketenbıri başpiskoposu doktor Rovan Williams ve Lortlar Kamarası hukuk kurulu başkanlığından geçen yıl ayrılan diyor Lort Filıps bu mahkemelerin hangi mahkemeler şeriat mahkemeleri İngiltere’de teklif edilen şeriat mahkemeleri ve kuruldu işliyor. Hangi konulara bakıyor şeriat mahkemeleri ve 85 tane var bu şeriat mahkemelerinden, bahsettiğim konularda aile kavgalarından tutun hangi dine göre hangi mezhebe göre hangi tarikata göre uyuşturucu ya da alkolün günah olup olmadığını bu mahkeme kararlaştırıyor, İngiltere’de kuruldu bu. Yine 2008, Şubat 2008 tarihli bir gazete haberi Obama’ya Mesih muamelesi Başbakanımız gazetelere boy boy resimler verip dört dörtlük bir ilişkimiz var dediği Obama. Wilson Thomas (bir iki kelime anlaşılamadı) Wilson da Mesih muamelesi görmüştü. Şimdi Obama görüyor, Obama nereli? Kenya’lı. Kenya’da ağırlıklı olarak hangi tarikat var Ahmet El Tayyibin 16. yüzyılda direniş anlayışının yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan Tayyibe Tarikatı Tunus’lu Ahmet El Tayyibe. Nerede etkili bu tarikat? Obama’nın da köyünün babasının köyünün olduğu bölgede. Tayyibe tarikatı şimdi baktığınız zaman bütün dinlerin Anglikan anlayışına göre buluşabileceğini söylüyor. Şimdi bizim Başbakanımız sadece Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı değil İspanya, Ürdün ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu dinler arası diyalogun eşbaşkanı. Bu halde ne yapıyor Sayın Başbakan ve hükümet? Güneydoğu’da kent meclisi, ilçe meclisi köy ve mahalle meclisinin kurulmasına ses çıkartmıyor. Bırakın BDP’nin il binasından askere molotof kokteyli atılması ve o adam hakkında polisin geri dönüp gidip bir işlem yapmamasını bırakın buradan bahsetmiyorum bu meclisler kuruluyor başka ne yapıyor? İrşat hareketi başlatıyor Aralık 2010’da almış olduğu karar gereği Diyanet İşleri Başkanlığı İrşat yani uyarma ve doğru yola sevk etme hareketi başlatıyor, kim vasıtasıyla? Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla. Şimdi bir bakıyoruz benzer hareketi kim yapmış? 90’lı yıllarda Hizbullah’ın Menzil grubu o diyor ki Menzil grubu, eyleme gerek yok biz peygamberin Mekke dönemini yaşıyoruz tebliğ edeceğiz diyor dini şiddet yanlısı olan ilim grubu ise diyor ki; hayır biz Medine dönemini yaşıyoruz gerekirse silah kullanacağız diyor. Şimdi irşat hareketini Sayın Başbakanımız Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle başlatıyor. Bu kadar mı? Hayır aynı zamanda ne oluyor hemen söyleyeyim Irak’ın kuzeyinde Barzani bölgesinde artan bir hareketlilik var irşat grubu faaliyetleri orada örnek alınacak seviyede imamlar camiden kadınlar ve kadın dernekleri hakkında fetva veriyor. Ne diyor? Kadınların yapmış olduğunu günah ya da sevap ölçeğinde değerlendirip hakkında bildiri dağıtıp kitaplar yazıyor. Kim bunlar? Yekirdi islami kürdistan bu Mısır Müslüman Kardeşleri yani İhvanı Müslimin’in paralelinde kardeş kuruluşu. Bir diğer kuruluş hangisi Irak kuzeyinde? Camiler komalı islami kürdistan bu da İran’la ilişkili bir diğeri hangisi? Bizibnamei islami kürdistan yine İran ilişkili Bizibnamei islami kürdistan daha çok kırsalda ve köy bölgelerinde faaliyet gösteren ama hepside temelde imamlar üzerinden hareket yürüten kurumlar. Neye karşı bunlar hareket ediyorlar? Mevcut düzeni İslamileştirme yönünde. Şimdi bunlardan Yekirdi islami kürdistanda çok ilginç bir şekilde AKP’li İhsan Aslan, Müfit Aksu akademisyen ve aynı zamanda Fethullah Gülen Grubu ile yakın ilişkide Fethullah Gülen Grubu tarafından da eğitilen bir grup. Şimdi bütün bunların hepsi bölgenin çok açık gerçeği yani Güneydoğu’da Hizbullah’ın ve PKK’nın şu günlerde en yüksek seviyede hareketlerine başladığı dönemde hemen güney tarafta gerçekleşen siyasi hareketler İslamlaşmış siyasi hareketler bunlar. Şimdi bütün bunların ışığı altında buradaki sanıklar aynı zamanda mahkemenizin de kabul ettiği iddianame gereği nedir? Hizbullah terör örgütünü de kontrol eden bir terör örgütü iddia bu. Şimdi Sayın savcılar iddianamenin 321. sayfasında 2. paragrafta şöyle diyorlar; yukarıda belirtilen olayda elde edilen el bombalarının il genelinde 18.03.1999 tarihinde yapılan Hizbullah operasyonu sonucu ele geçirildiği tespit edilmiştir. Bir sonraki paragraf soruşturma kapsamında olan şüphelilerden Mehmet Zekeriya Öztürk’ün 17.08.1997, 11.08.1999 tarihlerinde Şırnak ilinde askeri personel olarak görev yaptığı Ankara Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının 15 Nisan 2008 tarih ve 2008/303 S.Ö. /91517240 sayılarından anlaşılmıştır. 4. paragrafta şöyle; el bombası elde edilen şahıslardan Hacı Demir isimli şüpheli 25.03.1999 tarihli ifadesinde el bombalarını ismini vermeyeceği bir şahıstan aldığını sebebinin ise bulunduğu yerin terör açısından tehlikeli bir konuma sahip olduğunu başka bir amacının olmadığını terörden korunmak için aldığını beyan etmiş el bombalarını aldığı şahsın ismini vermemiştir. İhsan Tekin’in 25.03.1999 tarihli ifadesinde el bombalarını PKK terör örgütünden korunmak için tanımadığını bir şahıstan aldığını beyan etmiştir İsmail Tekin 25.03.1999 tarihli ifadesinde; susma hakkını kullanarak ifade vermemiştir. Şimdi şu sayfayı okuduğunuzda sadece benim Güneydoğuda görev yaptığımdan dolayı Hizbullah terör örgütünün Silopi’de yakalanan 3 militanının anlatımının arasına bir paragraf olarak Genelkurmaydan gelen yazının eklendiğini görüyorsunuz. Şimdi bunu vicdani mi diye sormuyorum, ahlaki mi diye sormuyorum. Çünkü oraya yapmış çünkü siz karar vereceksiniz yargılamanın sebebi karar vermek yargılayıp tukaka ilan etmek veya ahlak derecesini veya terbiye derecesini veya kusur derecesini ölçmek değil mahkeme olarak siz bir karar vereceksiniz bunları bu yüzden anlatıyorum sizin karar verebilmeniz için. Ve iddianamenin ekindeki 416. klasörde 416 nolu klasör iç dizi pusulası var şöyle diyor, 3, 290, 310 sayfalar arasında Hizbullah terör örgütüyle Ergenekon terör örgütü arasında ilişkiyi gösterir rapor bunun 294. sayfasında diyor ki; Kuddusi Okkır ve Mehmet Zekeriya Öztürk isimli şahıslardan ele geçirilen devletin yeniden yapılanması için önerilen master plan ön çalışma isimli belgenin 5. sayfasında bizi amacımıza götürecek araçlarımız nelerdir başlığı altında eksiklerimiz alt başlığı altında, henüz örgüt değiliz çok uluslu şirketlerin ve vakıfların fiili işgali var. Cümlesi devamıyla benden elde edildiği iddia edilen belgenin Hizbullah terör örgütünün iddia edilen Ergenekon terör örgütüyle ilişkisine delalet ettiğini söylüyor. Şimdi ben heyetinize yaklaşık 10 civarında yazılı talepte bulundum devletin yeniden yapılandırılması bir örgütsel doküman mıdır? Benden ele geçirildiğinin belgesini ortaya koyun bu konuda dilekçeler verdim. 1, yazılı olarak doküman olarak olduğu söylendi. 2, CD içerisinde olduğu söylendi yani Compact disk içerisinde olduğu söylendi. 3, bilgisayarımdan elde edildiği söylendi en son Sayın Savcı Nihat Taşkın’ın vermiş olduğu cevapta; 2 tane farklı numaralı CD’den benden elde edildiği ortaya konuldu ki bunun da benden elde edildiğine dair bir belge yok. Şimdi işin en önemli kısmı şurası; huzurunuzda bir eylem gerçekleştireceğim Sayın heyet bakın, 416. klasörü Hizbullah’ı anlatan raporunu yırttım şurada, elimde kaldı DHKP-C raporu. Öbür elime de 418. klasör Ergenekon’un PKK ile ilgili raporunu koyuyorum bakar mısınız kalınlıklarına, kalınlıklarını gördünüz. Şimdi Yargıtay ilgili ceza dairesi 70 klasörlük dava olduğunu söylediği Hizbullah’ın Sayın savcılar tarafından ek delil klasörlerine konulduğu klasörde şu, şu kadar 10 sayfa bu nerede yazıyor 10 sayfa olduğu 3. bölümde 290, 310 sayfa arası yani 20 sayfa pardon, şu kadar yani. Şimdi 70 klasör ağırlığında bir dava Hizbullah burada şu kadar sayfaya sığdırılmış ama DHKP-C ve PKK kitaplar halinde. Ben Hizbullah neden tahliye edildi demiyorum, ben bölgede görev yaptım Hizbullah’ı da tanıyorum. Ancak öyle bir iddianameye yerleştiriliş var ki hem örgütün kontrol ettiği bir terör örgütü olarak anlatılıyor Hizbullah ama tevatür anlamda bir sayfa sayısında Ergenekon terör örgütüyle ilişkilendiriliyor komik bu. Okuyun Allah aşkına nesi var Hizbullah’ın şurada? Şurada Hizbullah’ın nesi var, okuyun ya? Gazeteler bile çok daha fazlasını yazdı şundan fazlasını. Neden? Çünkü tevatürünü yani hikaye kısmını Ergenekon’a itelersek esas kısmını bir ihtimal belki de yarın serbest bıraktığımızda kaçmalarını sağladığımızda kimse aa bakın burada bunları yazmışsınız niye bunları serbest bıraktınız denmesin diye şu kadar sayfayla anlatılıyor. Şimdi adalet mi, şu adalet mi? Ve getirilip ben benden alındığı ispatlanmamış ve Sayın Savcı Nihat Taşkın’ın bir türlü karar veremediği bir CD’ye 2 numara verdiği benden ele geçtiği söylenen sözde bir örgüt dokümanından dolayı da Hizbullah raporunda adım geçiyor. Geçmişim hiç karanlık değil, geçmişim Başbakanın geçmişinden 1000 kat daha aydınlık 1000 kat daha aydınlık. Neden? Ben Türkiye Cumhuriyeti Devletine hizmet ettim silahım resmi silahtı, inandığım Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasasıydı laik, Türkiye Cumhuriyeti ülkesiydi buna hizmet ettim. Hamas’a hizmet etmedim Dışişleri Bakanı gibi, Hizbullah’a da hizmet etmedim, Afganistan’da şeyhin dizinin dibine çöküp ayak kokusunu dinleyerek tebessümde etmedim. Şurada darağacına çekseniz yine aynı şekilde duracağım pırıl pırıl geçmişim var. Ama namert, namert adı üzerinde namert olduğu için öyle iftiralar atıyor ki huzurunuzda ispat ettim defalarca namert belli değil ama ismi yok adres belli değil yok ama belli. Polise havale edilmiş bir iddianame Sayın savcılar altına imza atmışlar ve sizde onu kabul etmişsiniz. Ve 3 yıldır da buradayım şimdi bunlar gerçeklik anlattığım bunlar gerçeklik diyorum ki heyetinize; bana lütfen benden elde ettiğiniz bütün dijital verileri, delilleri verin birer kopyasını çıkartın verin. Bana diyorsunuz ki hayır naip hakim inceliyor soruyorum şimdi size. Sayın naip hakime soruyorum; 22.05.2009 tarihinde mahkemeniz tarafından sanıklara dağıtılan bir ön rapor var. Teknik Bilirkişi Rıhtım Korkmaz, burada 1. sırada çalışmayan bilgisayarlar başlığı altında 1. sırada Mehmet Zekeriya Öztürk’e ait Nek marka dizüstü bilgisayar diyor. Şimdi benim bilgisayarıma ne yaptınız? Arızasını giderdiyseniz incelediniz mi, gidermediyseniz neden bilgisayarımı bozdunuz? Nasıl savunma yapacağım, bana karanlık diyen Başbakanın suratına karanlık olmadığımı nasıl çarpacağım, neden? Çünkü o bilgisayarda benim delillerim var aynı zamanda kendimi savunacağım deliller var, kendimi savunamıyorum savundurtmuyorsunuz. Delillerimi vermiyorsunuz bana yeni yasalara göre mahkemenin delil toplama zorunluluğu yok delili kim toplayacak hazır edecek? Sayın savcılar ama lehte olanı da aleyhte olanı da aleyhtekiler fahiş şekilde iftirayla doldurulurken lehtekiler toplanmıyor. Üstelik lehimde olarak savunmamda kullanacağım deliller bir şekilde yok ediliyor, benim o bilgisayarımda ne var Sayın Başkan biliyor musunuz? Düşünüyorum, düşünüyorum ve liste yapıyorum şimdi hepimiz Hrant’ız ekibinden bir kesimin 2007’de Sayın Deniz Baykal hakkında geçmişteki kaset komplosunu başka bir isimle yapacağı, o operasyon tarihi 2007 yaz ayları o bilgisayarda ne var biliyor musunuz? Zaman gazetesinin 2001’de STV televizyonu ve STV televizyonunun Dünya Pazarlamaya 1 milyon dolar aktardığı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Kaynak Holding vasıtasıyla bilgisayar sarf malzemeleri hakkında sahte belge alarak sahte malzeme alarak yolsuzluk yaptığı. Türkiye’deki sigara fabrikalarıyla ilgili yolsuzluklar ve serbest bölgedeki yolsuzlukları, bu bir genel yayın yönetmeni tarafından haberleştirildikten sonra rüşvet karşılığı bu haberler düzeltildi. O gazete genel yayın yönetmeni gerektiği zaman ismi de açıklanır. Gülen Grubunun Romanya’daki fabrika üzerinden tahsilat işleri Gülen Grubuna ait Romanya’daki bir fabrikanın tahsilat işleri. Azadiye Velat gazetesinde Cuma Kod Cemil Bayık’a köşe yazma izninin kimin verdiği, 2006 yılında Türk Telekom’da 1000 sözleşmeli personelin ne iş yaptığı, İngiliz gazeteci tarafından Murat Karayılan’la yapılan söyleşinin video kaydı, yaklaşık 1 saatlik video kayıtta bugün Türkiye’de konuşulan konuların birebir Murat Karayılan tarafından nasıl anlatıldığının video görüntüleri, ne var biliyor musunuz? Benim 9, 10, 13 nolu ek delil klasörlerimde el yazımla da olmak kaydıyla deniz fenerleri turizmi altında, deniz fenerleri turizmi altında bazı bilgiler ve belgeler. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 99 tarihli harekat konulu Fethullah Gülen raporu ve böyle uzayıp giden bilgiler. Neden vermiyorsunuz benim bilgisayar kopyalarımı, neden ben kendimi savunamıyorum? Ve şunu da çok iyi biliyorsunuz CMK’nın 134. maddesi gereği benim, benim gözaltına alınmam sırasında polisin el koyduğu bütün dijital verilerin kopyasının çıkarılarak yedeğinin çıkarılarak bana 1 tane verilmesi usulsüz, usuz yargılıyorsunuz beni hala.”

Mahkeme Başkanı:"Mehmet Zekeriya Bey normal sürenizi 10 dakika aştınız 5 dakika süreniz var buyurun.”

Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk:”Tamam Başkanım, derhal bitirmeye çalışıyorum. Şimdi bütün bu koşullar altında deniyor ki, deniyor ki sen tutuklusun ve tutukluluğun kuvvetli suç şüphesi nedeniyle devam edecek, peki kabul, kabul de. Benim bu kabulüm 31 Aralık 2010 tarihinde 102. CMK 102. maddenin benim için 25 Ocak 2011 tarihine denk gelmesiyle buna tamam diyebiliyorum artık bugüne kadar hiçbir kuruma hiçbir basına durumumu belirten tek bir yazı yazmadım, açmış olduğum hukuk davaları, ceza davaları hariç. Seni yargılayacağım diyorsunuz ve yargılıyorsunuz ama bir karar yok ortada suç diyorsunuz şüphe diyorsunuz şüphede delil ilkesinden yola çıkarak delilleri ortaya koyamıyorsunuz. Benim heyetinize sunmak istediğim delilleri yok ediyorsunuz vermiyorsunuz bana 3 yıl geçti. Örgütsünüz diyorsunuz 3 yıldır buradayız bir tek örgüt ilişkisi çıkartamıyorsunuz. Ergenekon terör örgütü diyorsunuz emniyete, jandarmaya ve MİT’e soruyorsunuz onlar geçmişte böyle bir örgütün varlığı tespit edilmemiştir diyor.”

Mahkeme Başkanı:"Örgüt iddiası var örgüt değil yani örgüt demiyor vasıflandırmıyor örgüt iddiası var ve iddianamede öyle iddia ediliyor.”



Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk:”Şimdi, iddia bunu, bunu şimdi diğer örgütlere bakın Sayın Başkanım PKK, DHKP-C, TİKKO vesair hepsinin geçmişinde eylem yaptığını hangi kuruma sorsanız buyurun bunlar diyor. Kriminal raporlarına varana kadar veriyor cesetlere varana kadar gösteriyor, resimlerini çekip gösteriyor yok 1 tane. Ee dijital verileri vermiyorsunuz. Yargılama 3 yıl sürüyor ama ben hala ağır ceza mahkemesinin dahi 2 yıl artı 1 uzatma 1 yıl uzatma süresi kapsamında değerlendirilir miyim, değerlendirilmez miyim, 4 yıl mı yargılanırım, 6 yıl mı yargılanırım? Bunları bilmiyorum. Neden? Çünkü mahkemeniz bir muamma milattan önce 4. yüzyılda Patriçileri koruyan 12 levha yazılarıyla yargılama yapan mahkemeler bile daha net kararlar veriyor o dönemde benim bu şansım yok köle gibiyim köle. Talebim şu Sayın Başkanım; ben İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23 Haziran 2007’de tutuksuz yargılanmak üzere ve yurtdışına çıkış yasağı tedbiri konularak tahliye edildim. 25 Ocak 2008’de yeni bir durum çıktı söylemiyle gözaltına alındım ve tutuklandım. Yeni bir durum çıktı denmesine rağmen 4 gün Emniyet Müdürlüğünde kaldım, Emniyet Müdürlüğünde sorgum yapılmadı 4 gün misafir oldum orada ve Savcı Zekeriya Öz ifademi aldı, Sayın Haşıloğlu’na sevk etti tutuklanmak üzere 9. Ağır Ceza Mahkemesi örgüte bilerek isteyerek yardım etmek suçuyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakmıştı. Sayın Haşıloğlu savcı örgüt üyeliğini suçunu yeterli görmedi halka isyana teşvik suçunu da ekleyerek beni tutukladı ve Sayın Haşıloğlu şuan hala benim tahliyem yönünde karar kullanacak hakim ne kadar hukuki ne kadar adil ne kadar kanuni bilemiyorum bu. Dedim ya 12 levha kanunlarının mahkemesi ve ben hala tutuklu olarak yaşamaya devam ediyorum tahliye istemiyorum istediğim sadece şu; mahkemenizin hakkım olan yani şu talebimi şöyle düşünün. Dijital delilleri kopyasını istiyormuşum gibi düşünün şu talebim lütfen çünkü netlik yok bilmem lazım. 28 Ocak 2011 tarihli duruşmasında şuana kadar bütün beyanlarımı CMK 102 maddesine ilişkin olarak talebime yönelik beyanlarım doğrultusunda mahkemenizin yargılaması devam eden sanığı olarak hakkımda öngördüğü tutukluluk süresinin 102. maddeye göre nasıl değerlendirildiğini bir ara karar ile tespit etmesini talep ediyorum. Her şey kabul siz karar verdikten sonra ne diyebileceğim 4 yıl derseniz 4 yıl, 6 yıl derseniz 6 yıl, 10 yıl derseniz 10 yıl kalacağım. Sayın Başkanım sözlü olarak vermek zorunda kaldığım yazılı hala getiremediğim talebim de şu; hakkımda da darbeye zemin hazırlama iddiası suçlaması var iddianamede malumunuz sadece medya tarafından değil Beşiktaş Adliyesinde de bu konuda sorgulamalar yapıldı davalar açıldı. Benim hangi darbeye yani 1 tanesi Balyoz ki Sayın Başbakan 2002’de Balyoz’u biliyorduk diye beyanatları var bu konuda kendisinin birebir beyanatı var 1 tane darbe iddiası bu. bir diğer darbe iddiası da Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz diye devam eden darbe projesi planları bunların ikisi ayrı birbiriyle ilişkilendirilemedi daha. Ben hangi darbenin bu saydığım 2 grup darbenin hangisinin zeminini hazırlamak suçuyla suçlandığımı öğrenmek istiyorum, dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum saygılarımla.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun Erhan Bey.”

Sanık Erhan Timuroğlu söz istedi, verildi:"Sayın Başkanım en son en önemli tanık da dün dinlendi Sayın Aysel Sağlam. O da beni teşhis edemedi zaten edemezdi de Ankara'da o beni teşhis edemezdi, edemedi. Ondan sonra Osman Yıldırım’da çıktı o kürsüde benden dolayı 5 yıldır yatan insanlardan özür diliyorum dedi yani o 5 yıldır ondan dolayı yatan insanlardan birisi bendim birisi de İsmail Sağır’dı o da özür diledi. Yani hatasını kabul etti Alparslan Arslan da zaten sürekli diyor, diyor bu arkadaşların hiçbir ilgi ve alakası yok. Sizin elinizde dünya kadar kamera kayıtları da var bunları teker teker inceliyorsunuz benim bu Danıştay’la ilgi ve alakamın olmadığını sizler çok iyi biliyorsunuz. Cumhuriyet gazetesine yönelik de zaten ben 1 tane bombalı eylemine katıldım bunu kabul ediyorum ama bombayı da atan ben değildim Alparslan Arslan attı ölüme amaçlı da atmadı ölmek amaçlı atsaydı zaten orada güvenlikler filan vardı onların üzerine de atabilirdi veya gazetenin içerisine doğru da atabilirdi boş olan bir alana attı. Yani kimseyi öldürme amaçlı atmadı onu, otelde olduğum kayıtlarımda teker teker hepsi sizin elinizdedir yani benim suçsuz olduğumu sizler çok iyi biliyorsunuz. Cumhuriyet gazetesine yönelik olan suçlamamı da zaten onun cezasını fazlasıyla çektim, tabi İsmail Sağır da aynı şekilde bundan dolayı tahliyemi istiyorum kimse bugün tahliye istemedi ama ben tam tersini yapıyorum istiyorum.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun İsmail Bey.”



Sanık İsmail Yıldız söz istedi, verildi:"Şimdi Sayın Başkanım, müsaade ederseniz önce mahkemenizin statüsünü ve şuanda kamuoyunda ne şekilde algılandığını ve ne şekilde pazarlandığını izah ederek başlamak istiyorum. Ama öncelikle şunun altını çizmekte fayda var biz burada duruşmalara ilk başladığımız zamanlarda heyetinizin, heyetinizden bazı hakimleri reddi hakim talebinde bulunuyordu sanıklar. Ama heyetinizin tartışılmasından öteye geçip de mahkemenizin tartışıldığı bir aşama gelmiş olmamız Türkiye’de hukukun ve Türkiye’deki yönetimin ne hala geldiğinin de bir göstergesidir ve bu hepimizin dramı ve hepimizin trajedisidir. Şimdi elimde Habertürk gazetesi var bu Habertürk gazetesi 27 Ocak 2011 tarihli bir Habertürk gazetesi. Açıyoruz Habertürk gazetesinin 17. sayfasını; şuradan da görebilirsiniz AK Partili vekil senin yetkinde yerinde Silivri’ye kadar bunu söyleyen verilin ismi AK Parti Çanakkale milletvekili Mehmet Daniş’miş şunun kayıtlara geçmesi gerekiyor. Demek ki; AK Parti milletvekili İsa Gök’e CHP’li senin yetkinde yerinde Silivri’ye kadar demiş sabah burada bir CD izledik Sayın Başkanım. Diyor ki; Tayyip Bey biz Silivri’ye aydın tıkmadık şimdi ben en başında söyledim burada diğer salondayken sağınızda Recep Tayyip Erdoğan otururken ve daha geçenlerde burada ifade ettim artık ben bu kürsüde dedim; Recep Tayyip Erdoğan’ın dışında kimse görmüyorum. Çünkü dedi ki; biz özel yetkili bir mahkeme kurduk. Şimdi Sayın Başkanım bunu söyleyen sizin dışınızda birisi değil bakın bunu söyleyen Türkiye’nin idari mekanizması içerisinde yürütmenin başı olan bir kişi. Yani bu sokaktaki filanca X şahsı ya da Kongo’daki bir adam değil Recep Tayyip Erdoğan diyor ki; biz burada özel yetkili bir mahkeme kurduk. AKP’li bir milletvekili diyor ki; senin yerin Silivri’ye kadar yani cesaretin oraya kadar olur. Arkasından yine diyor ki; biz oraya aydın olmayan kimseyi tıkmadık. Şimdi Sayın Başkanım, ben en başından beri burada şunu ifade ettim dedim ki; Hitler’in adaleti burada yürüyor ve kitaptan örnekler verdim sizde dinlediniz diğer mahkeme salonunda. Bir tiyatroyu andıran şekilde Hitler’in mahkemelerinin 2. Dünya Savaşında Yahudileri nasıl ölüm kamplarında öldürdükleri anlattım mahkeme zabıtlarında var. Şimdi Sayın Başkanım, gelinen nokta itibariyle mahkemenin tartışıldığı nokta itibariyle burada bir hukuki durumdan bahsetmemiz mümkün değil ben size başka bir açalım yapayım bunu önemsemenizi istiyorum, yurtdışında olsanız adınız John olsa ve bir Türk televizyonu açsanız ve bir Türk televizyonunda ana haber programını izleseniz ve zaplayarak tüm ana haber programlarını izleseniz Türkiye’deki şuandaki durumun Tunus’dakinden çok farklı olmadığını görürsünüz. Bir diktatörlüğe karşı Türkiye’de insanların yavaş yavaş silkinip kendilerini ifade etmeye başladığını görürsünüz adınız John olsa ve bir yabancı ülkede ana haber programlarını zaplayarak izleseniz. Ve yine adınız John olsa bir yabancı ülkede olsanız ve Türkçe bilseniz ve Türkiye’deki yandaş medya diye tabir edilen televizyonların ana haber bültenlerini izleseniz Türkiye’de bir darbenin yapıldığını ve o darbeyi yapanların Türkiye’de aydınları, Türkiye’deki masum halkı Türkiye’de kendileri gibi düşünmeyeni ve kendilerine oy vermeyenleri zindanlara attıkları hapislere attıklarını kendi ağızlarından deklare ettiğini görürsünüz. Ve Türkiye’nin durumu ne yazık ki budur ve siz şimdi maalesef mahkemenizi tenzih etmiyorum mahkemenize hakaret de etmiyorum bu bizim trajedimiz hepimizin trajedisi çocuklarımızın trajedisi ve biz bu trajediyi ortak yaşıyoruz. Şimdi kalkıp da hiçbir şekilde mahkememiz tesir altında değildir demeyin siz söylemiyorsunuz. Bakın AKPYÖ örgütü sizi örgüt mensubu yapıyor diyor ki; o mahkemedeki hakimler benim hakimlerim ve bunu yürütmenin başındaki Adalet Bakanlığını da içinde bulunduran bir hükümetin başkanı söylüyor Başbakan söylüyor Başbakan olduğu iddiasıyla orada bulunan AKPYÖ örgütünün ki terörist olduğu Anayasa Mahkemesinin kararıyla da sabittir artık ilerde daha farklı suçları da çıkacak ortaya. Burada Mehmet Zekeriya Öztürk’ü de üzüntülerimi bildiriyorum AKP’nin Hizbullah’la ve Hamas’la temasından şey yapıyor. Bir terör örgütü tabi ki terör örgütleriyle temas edecek başka kimle temas edebilir? Hizbullah terör örtüyle temas edecek Lübnan’daki. Hamas terör örgütüyle temas edecek tabi ki onlarda birer terör örgütüdür. Ve Sayın Başkanım şimdi söylüyorsunuz burada bizim mahkememiz tesir altında değildir bize hiçbir kimse emir ve talimat veremez diye ben en başından beri bir şey söylüyorum Türkiye Cumhuriyet Devleti tüm vatandaşlarının 24 saatini bilecek durumdadır dedim. Ve yine dün burada bir ifade kullandım dedim ki; benim babam Genelkurmay Başkanlığının ve MİT’in emriyle Tule örgütünü Türkiye’de 40 yıl takip etti dedim Tule örgütünün Türkiye’deki tüm örgütlerle ilişkilerini ben biliyorum. İlerde yargı safhasına geldiğinde bu ortaya çıkacak ve Tule örgütünün şuanda Dünya’daki birçok ülkedeki faaliyetlerini yakinen biliyorum ben not ettim babamın notlarını babamın duyumlarını ben not ettim ve bunları Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Türkiye Cumhuriyetinin değil Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Genelkurmay Başkanlığıma ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimin MİT’ine bizzat babamın raporlarını ben yazdım. Şimdi Sayın Başkanım şurada bir ifade var; Aytunç Altındal’ın “Üç İsa” diye bir kitabı var. Kuranı Kerim’in ve İslam’ın kafi gelmediği bir yerde İncil’den bir alıntı yaparak İsa Peygamberin bir sözünü sizlere hatırlatmak istiyorum bu ilerde çok işinize yarayacak ve bunu İsmail Yıldız bize söylemişti diyeceksiniz. Diyor ki; İsa Peygamber açılamayacak örtü ve bilinmeyecek gizli şey yoktur ben baştan beri bunu söylüyorum ve baştan beri diyorum ki sizlere ben Recep Tayyip Erdoğan’ın mahkemenize ve mahkemenizin dışında savcılara ve polislere nasıl baskı yaptığını bizzat biliyorum. Fethullah Gülen'in bir kitabı var, Varlığın Metafizik Boyutu diye o kitabı açın orada bir baskının izlerini göreceksiniz aynen şöyle diyor cemaatine o kitabı okuyanlara; hükümet gelip elinizden her şeyinizi alsa dahi direnmeyeceksiniz diyor 2007 yılında çıkan bir kitap Fethullah Gülen'in, Varlığın Metafizik Boyutu adlı kitabında bu var 2007 yılında hükümet gelse elinizden her şeyi alsa hiçbir şekilde direnmeyeceksiniz diyor. Ve o cemaatin mensuplarının AKP ve Tule örgütü tarafından AKPYÖ örgütü ve Tule örgütü tarafından nasıl baskı altına alındığının bizzat 1. ağızdan deşifresidir o kitap. Bunlar çok önemli bunların bana şunu söyleyemezsiniz; bakın ben Türkiye’de en baştan beri söylüyorum tüm yabancı istihbarat servislerinin başkanlarıyla görüştüm dedim. Tüm diplomatlarla da görüştüm en üst düzey diplomatlarla da görüştüm hepsinin söylediği şudur; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ortadan kaldırılıyor Türkiye Cumhuriyeti değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti ortadan kaldırılıyor, bölünüyorsunuz bunlar sizi bölecekler. Bunlar Tule örgütünün elemanlarıdır biz bunu zaten biliyoruz yeni bir şey değil ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu biliyor bu da yeni bir şey değil. Ve Tule örgütünün devletin içerisinde nerelere sızdığını isim isim biliyoruz hepsi çıkacak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti bunları yargılayacak hukuk önünde hesaplarını verecekler. Ne darbesi, darbeyi açın STV’yi kendinizi Amerika’da bir John olarak izleyin Kanal 7’yi ve şu yandaş medyayı Amerika’daki bir John olarak okuyun darbenin nasıl yapıldığını burada çok açık ve net göreceksiniz şuanda siz bir darbe mahkemesisiniz. Ve oturtulduğunuz statü bu bunu ben söylemiyorum hayır bunu ben söylemiyorum mahkemenizin şuanda oturtulduğu AK Parti vasıtasıyla oturtulduğu statü bu Sayın Başkanım. Bunu görün artık ve ilerde birazdan açıklayacağım şu Tule örgüt şu Tule örgütü bilinmeyen Hitler kitabı Aytunç Altındal’ın şu kitabı okumanızı istiyorum eğer iddianamede var Sayın Başkanım, iddianamede olduğu için çok önemli ve hiç durmadı savcılar Tule örgütünün üzerinde hem iddianamenin içine attılar hem üzerinde durmadılar. Agartadan bahsettiler Nepal’den çıkan tünellerden bahsettiler bunlar çok önemli şeyler ve Aytunç Altındal şu kitabında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Anadolu’nun nasıl bir tehlikede tehlike altında yaşadığını anlatıyor daha geçenlerde Habertürk’te bir programa çıktı ve dedi ki; Vatikan’ın, Vatikan derken yine Tule örgütünü kastediyor tüm hedefi Anadolu’yu işgal etmektir dedi bugün işgal altındayız. Burada işgal edildiğimiz için bağırıyoruz ben en başlangıçta anlattım bunu size. Şimdi Aytunç Altındal’ın şu bilinmeyen Hitler kitabını okursanız Tule’nin yüzde 5’ini bileceksiniz yüzde 5’ini çünkü birçok yanlış bilgi var diğer kaynaklardan istifade ettiği için. Sayın Başkanım, bu Tule örgütünün faaliyetleri şuanda Amerika’da yıkıcı durumda ve orada bir soruşturma başlamış durumda. Şu anda İngiltere’de Tule’yle ilgili bir soruşturma başlamış durumda Fransa’da başlamış durumda ve bütün dünya devletlerinde nerdeyse başlamış durumda. Tule’nin Mısır’daki diktatörü gitti, Tunus’taki diktatörü gitti diğer yerlerdeki diktatörleri de gidecek bunlar Tule’nin mensuplarıydı hepsi. Türkiye’deki mensupları da gidecek ne kadar diktatörlük taslarlarsa taslasınlar korkmuyorum ben burada söyledim bu örgütün büyüklüğü beni korkutmuyor. AKPYÖ’nün de gücü beni korkutmuyor ben çocuğumun hürriyeti için şehit olmayı göze almışım ve bunları haykıracağım burada ve ilerde yine diyeceksiniz ki İsmail Yıldız bunları bize anlatmıştı. Sayın Başkanım, şimdi şu Tule’yle ilgili çok önemli şeyler söyledim size bakın, Türkiye’deki tüm terör örgütlerinin hepsinde Tule’nin izi vardır, Gladyo’da da Tule’nin izi vardır Tule’nin sızmadığı bir yer yoktur. Ve iddia makamı ben size söylüyorum bu mahkemenin cesametini aşan bir şeydir. Bu uluslararası bir dava haline geliyor bu. Bu Tule Örgütünün davasıdır. En başta dedim, dün de anlattım bu davanın arkasında uluslar arası bir istihbarat ve diplomasi çetesi var dedim. Ben bunların hepsini teker teker biliyorum. Onun için dün yine size dedim ki resen siz bu davayı Anayasa Mahkemesine götürmek zorundasınız mahkemeniz bunu yapmak zorunda yetkiniz var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bu davaya göndermek zorundasınız çünkü AKPYÖ örgütünün yani Tule’nin Türkiye’deki en önemli örgütünün başındaki şahıs Abdullah Gül’dür Cumhurbaşkanıdır. Recep Tayyip Erdoğan, Başbakandır. Bülent Arınç, Başbakan yardımcısıdır. Cemil Çiçek, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik hepsini mi sayayım? Biliniyor zaten bunlar. Bunların içinde olduğu bir davayı siz burada göremezsiniz Sayın Başkanım. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Türk Milletinin ve Türk Vatanının varlığıyla ilgili bir davadır artık. Burada bizleri yargılayın, tutun öldürün bunun çok fazla bir önemi yok. Burada vatanı için ölmeyi göze almamış 1 tane adam yok. Bu bir işgaldir. Ben size en başından beri söylüyorum bu akıl almayacak kadar büyük bir savaştır diye. Hiç sormadınız bu nasıl bir savaştır diye? Akıl almayacak kadar büyük bir savaşın içerisindeyiz ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Milleti ve Türk Vatanı tehlike altındadır. Ve şuanda siz bu davayı burada yürüterek bu tehlikenin daha da büyümesine sebep oluyorsunuz. Bakın Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine girildi. Mondros mütarekesini aklınıza getirin. Ondan önceki ve bir sonraki yaşadığımız süreci aklınıza getirin. Korkmuyoruz, üstesinden geleceğiz, ben size dedim ki yine iddia makamını bu konuyu mutlaka şey yapacaktır. Şunu göstermenizi istiyorum Tule Örgütün peşinde olduğu kitaptır bu Abdafaga Abda.”

Mahkeme Başkanı.”Daha önceden göstermiştiniz.”



Sanık İsmail Yıldız.”Çok önemli Sayın Başkanım ve bu kitabın Türkiye’de olduğuna inanıyorlardı. Nepal’e kadar çıkan tüneller kitapla ilgiliydi. Agarta Efsanesini niye sormuyorsunuz? Araştırdığınız konu bu. İddianameye koydunuz ama Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığını 1. elden tehdit eden bir örgütü burada soruşturmadınız. Bu örgütün Türkiye’deki uzantıları belli. Hangi terör örgütleriyle irtibatları var belli. Ben yine size dedim ki burada özel araştırmalar grubu başkanlığını yaptım ben dedim. Özal döneminde kurulan bir birimin. Aydınlık Dergisi, ne zaman? 16 Ocak 2011, 1222 sayı. MİT’in Hizbullah’ı aklayan raporu diye bir başlık var. Orda Özal zamanındaki özel örgütün kuruluşu ve faaliyeti diye açıklıyor Sayın Başkanım. Hem istihbarat, hem operasyon yapan bir özel örgüt kuruldu. Bu örgüt faili meçhul ilan edilen 1000’in üzerindeki cinayetleri düzenledi. Cinayetlerin büyük bölümü Hizbullah örgütüne yaptırıldı. Şimdi bu örgüt benim kastettiğim özel araştırmalar grup başkanlığı değil. Özel araştırmalar grup başkanlığının orada Genelkurmay ve MİT’in personeli kurdu. Özal’da bu faaliyeti destekledi uzun süre. Öldürülme sebebi de budur zaten Turgut Özal’ın. Hiç sormuyorlar yine savcılar Özal’ın öldürülüşünü araştırıyorlar bakın dün burada ifade ettim sormuyor. Yandaş medyada ve Özal’ın ailesinden de bu konuda ses çıkmayacak bundan eminim. Tule Örgütü öldürdü. Şimdi o kurulan örgüt, burada bahsedilen örgüt illegal bir örgüttür. 1880 yılındaki, 1980 yılındaki darbeden sonra Tule Örgütü Türkiye’deki faaliyetlerini arttırdı ben bunun yakın şahidiyim, tanığıyım. Tule Örgütünün en önemli elemanı olan, bir saniye, Baron Rudofvon Sebon Derdovf çok önemli bir isim Aydın’da öldü. Biz defnettik, babam defnetti, bizim ailemiz defnetti. Tule Örgütünün kurucusuydu bu. Bütün faaliyetlerini biliyoruz, yabancı ülkelerdeki ve Türkiye’deki onun için tekrar söylüyorum Sayın Başkanım bu çok önemli bakın. Şunu geçiştiremezsiniz; artık bizi bu bizim bu mahkemeniz çok bağımsızdır, şöyle Tayyip bey açıklıkla ifade ediyor diyor ki o mahkemeyi ben kurdum. Sizin bu sözün üzerine söyleyebilecek hiçbir sözünüz yok. Bir başka husus AKP’li bir milletvekili diyor ki senin yetkin Silivri’ye, AKP’deki bu fikri yapıyı ben bizzat gittim şahit oldum. Danıştay cinayetini biz işledik dedi AKP’nin en üst düzey yöneticisi ben oradaydım. Ben bunun şahidiyim, ben bunun tanığıyım, ben bunu size söylüyorum. Ve bunlar çok önemli Sayın Başkanım. Şimdi şu bahsettiğim örgüt Anavatan’ı kurdurulan bir örgüttü bu. Türkiye’de faaliyet gösterdi. Özel Araştırmalar Grup Başkanlığı diye bir grup kuruldu benimde başkanlığını yaptığım bir süre bu grup. Bu faaliyetlerin hepsine şahit oldum ve Genelkurmay’la MİT bu faaliyetleri birlikte önledi. Bende o grubun başkanlığını yaptım Sayın Başkanım. Yine aynı dergi aynı tarih ve aynı sayı, bakın MİT İstanbul Bölge Başkanı MİT’i ele geçirmek isteyen bir çeteden bahsediyor. Yeni değil bu. Ve bugünkü savaşın temelinde daha öncede söyledim Mustafa Levent Göktaş’ın, Recep Tayyip Erdoğan’la, Melih Gökçek’le, Sinan Aygün’le, Abdullah Gül’le, Bülent Arınç’la yaptığı MİT müsteşarlığı pazarlığı faaliyetleri yatmaktadır. Poyrazköy’deki cephanede Mustafa Levent Göktaş’ın izleri vardır, bizzat gömmüştür, gömdürmüştür birlikte ordaydılar. Bununla ilgili her türlü deliller benim elimde. Ve bunlar atma değil. Benim Mustafa Levent Göktaş’la bir husumetim yok. Hiçbir kimseyle husumetim yok açık ve net söylüyorum bunlar benim bildiğim şeyler ve belgeli. Belgeleri var bunların. Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı MİT müsteşarlığı pazarlığının belgeleri var. Ben derin devletin ta kendisiyim. Özel Kuvvetler Komutanlığı nasıl gündeme geldi Sayın Başkanım biliyor musunuz? MİT müsteşarlığı sebebiyle gündeme… ve MİT’in ele geçirilme tarihi yeni değildir. Çok eskiden beri yürüyen bir plandır. MİT’i ele geçirirlerse devleti ele geçireceklerini düşünürler çünkü. Şimdi o sebeple Sayın Başkanım buradaki yaptığım konuşmaların hepsi şuandan itibaren bu davanın Ankara’da görülmesini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının denetimine geçmesini gerekli kılmaktadır. Mahkemenizden talebim resen bir karar alarak ve buradaki tüm konuşmalarımı daha önceki ara kararınızda olduğu gibi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermeniz Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına da mahkemeniz eliyle göndermenizdir. Çünkü hem 2 3 ve 5, 6 ve 9 Aralık tarihlerinde yaptığım konuşmalar hem buradaki konuşmalar küresel bir terör örgütünün ihbarıdır ve bununla ilgili çalışmaların, soruşturmaların diğer yabancı devletlerde de yürütüldüğünü söylüyorum. Çok yakın zamanda bu davanın uluslararası bir dava haline geleceğini mutlaka göreceksiniz ve bu çerçevede mutlaka bu davayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının el koyması gerekmektedir. Çünkü şuandan itibaren mahkemeniz bu salon ne zamandan beri şuanda söylüyorum bunu, ne zamandan beri AKPYÖ terör örgütünün elindedir biliyor musunuz? 2002 yılından beri. İktidara geldiğinden beri. Bir başka önemli husus Recep Tayyip diyor ki biz fişlemeyi iktidara gelmeden önce başlamıştık. 2000 yılında, 2001 yılında, 2002 yılında 2003 yılında, Mustafa Levent Göktaş’ın fişleme faaliyetleridir. Özel Kuvvetler Komutanlığının yaptığı çalışmalarının önemli bir kısmını AKPYÖ terör örgütüne İslamcıdır Mustafa Levent Göktaş açık söylüyorum bunu. Bunlar 1. elden bilgilerdir ve mesai arkadaşlarının verdiği ifadeler vardır. Şimdi Sayın Başkanım Aydınlıktaki belgeleri gördünüz diğer terör örgütleriyle irtibatını da burada ifade ettim. Ve MİT’i ele geçirme sadece MİT değil devleti ele geçirme, şurada bir İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yazdığı ifade var, Türkiye Cumhuriyeti diyor, Türkiye Cumhuriyeti. Bu eskiden şöyle olurdu; Türkiye Cumhuriyet Devleti. Devleti kaldırdık, yakında vatanı kaldıracağız bu bunun çalışmasıdır ve yabancı bir devletin, bir devletin ve uluslararası bir istihbarat ve diplomasi çetesini şuanda hepimiz hedefi halindeyiz mahkemenizde hedefi halinde sizlerde hedefi halindesiniz., Şimdi Sayın Başkanım yine şu bilinmeyen Hitler Kitabı 134 ve 135. sayfalar bu sayfaları okumanızı istiyorum. Mahkemeniz bunu delil olarak alacak. Çünkü bu mahkemelerde bir füh, Führer’in, Führer yani bir başbuğun bir Hitler’in tarifi var. Şimdi sizinle ilgili en önemli şey şu Sayın Başkanım eğer burada bu yargılamaya devam edecekseniz şöyle bir kararla yüz yüze kalacaksınız; Hitlerin hakimleri mi olacaksınız, bir diktatörlüğün hakimleri mi olacaksınız? Vermek zorunda olduğunuz karar bu. Yoksa o sonsuz büyüklükteki tek olan Allah’ın hakimleri mi olacaksınız? Böyle bir kararla yüz yüzesiniz. Bizlere vereceğiniz kararı, bizler aleyhinde, lehinde yada aleyhinde vereceğiniz kararların bir önemi yok. Burada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı, Türk Milletinin varlığı, Türk Vatanının varlığı ile ilgili bir karar vereceksiniz ve vereceğiniz karar sizleri ya onlarla birlikte yargılanmaya itecek yada onları yargılayan konumuna getirecek. Çünkü bir terör örgütüyle yüz yüzeyiz. Ben sizden tahliye talep etmiyorum biliyorum ki Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözünü söylediğini biliyorum bununda belgesi var İsmail Yıldız Silivri’den çıkarsa o heyeti Silivri’ye gömerim dediği ses kayıtları var elimde. O heyeti Silivri’ye gömerim dediği ses kayıtları var.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim biz yetkimizi Anayasamızdan kanunumuzdan alıyoruz yani başkalarının, başkalarının söylediği sözler bizi bağlamaz.”

Sanık İsmail Yıldız:”Şimdi Sayın Başkanım. Anayasa mı kaldı Sayın Başkanım? Sayın Başkanım Anayasa kalmadı ben bunları yakinen biliyorum. Bunlar AKP’nin içerisinde de şahitleri olan olaylar. Burada kesinlikle ve kesinlikle kişisel husumetim yok bunu açık ve net söylüyorum. Ben bir tanığım ve bu tanıklık belgeli tanıklık. Elimdeki kasetlerden ve belgelerden bahsediyorum size. Mahkemenize ibraz etmeyeceğim. Ankara’ya gittiğimde Ankara’ya ibraz edeceğim ki dava Ankara’ya gidecek mecbur bunu gitmeye, Ankara’ya gitmeye. Ankara’da ibraz edeceğim çünkü burada bir CD’yi ve bir ajandayı koruyamamış bir mahkeme sitemini o sadece Türkiye için değil dünyadaki diğer devletler ve insanlar için de önemli belgeleri ve delilleri teslim edemem Sayın başkanım bu kadar.’

Mahkeme Başkanı :”Buyurun Hayrettin Bey:”

Sanık Hayrettin Ertekin söz istedi verildi:”Sayın Başkanım, Yüce Mahkemenize ve heyetinize ve Sayın savcılarıma saygılar sunuyorum. Her zaman olduğu gibi mahkemenize güvendim, inandım, Türk adaletinin yüceliğine, kutsallığına her zaman saygı duyarım. Bugüne kadarda hiçbir saygısızlığım olmamıştır, bundan sonrada olmayacaktır. Fakat konuşmayacaktım, söz almayacaktım ama yani burada 2 yıl beraber kaldığım ve çok iyi tanıdığım bir kahramanın hakkında böyle densizce konuşulması inan kanıma dokundu. Güneydoğuda 10 yıl Türkiye için mücadele vermiş bir Türk ordusunun şerefli albayına böyle laflar söylenmesi inanın onu söyleyeni küçültür. Bu kadar.”

Sanıklar Sevgi Erenerol Vedat Yenerer müdafi Av. Vural Ergül söz almadan konuştu anlaşılmadı.

Sanık Hayrettin Ertekin:”Ben Türk subayına laf söyleyecek adamın alnını karışlarım bir, o adam şehitlerimizi lime lime olmuş cesetlerini toplayıp ülkesine, vatanına, canını verecek kadar bir kahramandır. 2 yıldır tanıyorum, onun için ölecek kadar da bir adamım ben. Çünkü, ailesiyle, eşi hakimdir, çocuklarıyla son derece beyefendi, hiçbir şeyle alakası yok, ona atılan bir iftira var. Onu savunma durumuna düştüm şuanda da sinirlerim bozuldu. Çünkü o adamın savunulmaya ihtiyacı yok. O adamı zaten Allah korumuş, mermilerin önünden almış, bombaların önünden almış getirmiş buraya ama böyle densizler kalkar ona laf söylerse kusura bakmasınlar o bir kahramandır.”

Mahkeme Başkanı:"Burası hakaret yeri değildir, burası hakaret yeri değildir, dikkatli konuşun.”

Sanık Hayrettin Ertekin:”Türk Silahlı Kuvvetlerinde altın madalyası olan, 3 tane altın madalyası olan tek kahramandır. O yaralandığı subayları kayalardan gidip PKK’ın önünden sırtında taşımış bir subaydır. Bunları kendisi anlatmıyor, onu ziyarete gelen benimde görüştüğüm insanlar, aman Hayrettinciğim diye anlatıyorlar ve dinliyorum. Ve inanın ağladığım oluyor onun için. Ona ben yemekler yapıyorum, ona her şeyini yapıyorum ama birileri kalkıyor burada gelip ona laf söylüyor. Ona kimse laf söyleyemez. Adamın anlını karışlarım, o bir kahramandır. Onun babası da albaymış Allah rahmet eylesin, öyle bir evlat doğurmuş bu vatana, bu vatan için ölecek insanlardan biridir. O üniformayı şerefiyle taşımış, emekli maaşından başka 1 kuruş parası yok, 1 kuruşu da yok. 15 yıl özel kuvvetlerin dağlarında, dünyanın havalarında 30 bin fitlerde paraşütlerle atlamış, bütün her cephede bulunmuş, özel kuvvetlerin komutanı olmuş, şerefiyle emekli olmuş ama kalkıp burada 3 kuruşluk adamlara laf söyletmeyiz, adamı yani kimse haddini bilsin.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin efendim.”

Sanık Hayrettin Ertekin:”Hakaret etmiyorum Sayın Başkanım size de yapsalar, size de söyleseler aynı şeyi söylerim. Bu devlete hizmet edenler kutsaldır bizim için, ulvidir. Herkes haddini bilecek, kusura bakmasın. Bana söylesin, belki bende vardır ufak bir densizlik ama onlara asla. Amerika’da Amerikalı subaylar en ufak bir savaşa gidip dönüp yaralandı, bir mermi sıyırdığı zaman onlara mor kalpliler diye onlara saygı gösterir, trafik polisi esas duruşa geçer, lokantalarda en önde masada yer ayırırlar, her yerde rezervasyon olmasa bile masayı kalkar terk ederler, biz niye yapmıyoruz, biz niye yapmıyoruz? Herkes haddini bilecek, tahliye falanda istemiyorum, herkes haddini bilsin.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun, getirin buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım söz istedi verildi:”Sayı Başkan, Sayın heyet üyeleri, Yüce mahkemenizin heyetini saygıyla selamlıyorum. Ben sabahtan beri hasta halimle soğukta bekliyorum. Talebimi verip gitmek istedim, bu saate kadar beklettiniz beni.”

Mahkeme Başkanı:"Buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım.”Sayın Başkan, ben geçen duruşmada birtakım vakıflara atıf yaparak avukatımın, avukatlık ücretini ödeyemediğimden dolayı, avukatım duruşmalara katılmadığını söylemiştim.”

Mahkeme Başkanı:"Size barodan bir avukat tayin olmuş.”

Sanık Osman Yıldırım:”Mahkeme heyetiniz bir avukat baro tarafından tayin etmiş, Ben avukat talep etmedim, ben avukat falan istemiyorum.”

Mahkeme Başkanı:"Ama avukatınız olmak durumunda yani barodan size tayin edilmiş.”

Sanık Osman Yıldırım:”Ben avukat istemiyorum Sayın Başkan, ben talep etmedim, istemiyorum.”

Mahkeme Başkanı:"Kendiniz avukat tutma durumunuz var mı, yani vekaletli bir avukat tutabilir misiniz?”

Sanık Osman Yıldırım:”Avukatımın avukatlık ücretini ödemeye çalışıyorum. Ödediğimde kendisi gelecektir ben kendisinden memnunum. Sayın Başkan burada Doğu Perinçek sanırım yediği dayak az gelmiş rahat durmuyor.”

Mahkeme Başkanı:"Osman bey tahrik edici, tahrik edici sözlerden kaçınalım, hakaret etmeyelim, ona göre beyanda bulunabilirsiniz. Buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Şimdi, şimdi şunu söylüyorum 06.11.2009 tarihinde bir iftira atan bir şahıs ile iftiraya uğrayan bir şahıs mahkemeye çıkmadan, mahkemeye çıkmadan, duruşma yapılmadan, yargılama yapılmadan iftira atan ilk ifadesini vermeden bir yargılama olabilir mi? Olamaz. Yani mahkeme iftira atan şahısı ilk duruşmaya çağırması lazım ifadesini alması lazım, ilk ifade yok. İlk ifade ne zaman; 06.11.2009 tarihinde bu bunu birtakım şerefsizler gündeme getirdikten sonra ilk ifadesinin veriyor ve üvey abisinin şahsıma iftira attığını söylüyor. Böyle bir şey yok. 2. ifadesini ne zaman veriyor? Yani devlet ilk ifadesine başvuruyor. İlk mahkemeye çağırıyor, ilk mahkemeye çağırıyor, Kayseri Asliye Ceza Mahkemesi, ne zaman çağırıyor? 11. Ayın 3’ü 2010 tarihinde devlet ilk ifadesine başvuruyor. Ve bu 2. ifadesinde de üvey abisinin aramızda husumet olan üvey abisi geçmişte kendisini vurdurmuştum. Üvey abisinin şahsıma iftira attığını söylüyor mahkemede. Bunun birer nüshasını Pazartesi ben size arz etmiştim, size arz etmiştim. Peki realite buyken beraat kararını da avukatım bilahare mahkemenize arz edecektir. Realite buyken topal ajan ikide bir kalkıp.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim hakaret etmeyin.”

Sanık Osman Yıldırım:”Kalkıp benim namusuma leke sürmeye çalışıyor.”

Mahkeme Başkanı:" Tamam tamam, kimseye hakaret ettirmeyiz buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Şimdi bana saldırıyor, hakaret ediyor, ben vurduğum zamanda gidip beni şikayet ediyor. 2. sulh mahkemesine gidip hakkımda dava açıyor beni şikayet ediyor. Burada huzurunuzda bana saldırıyor, huzurunuzda, saldırıyor, hakaret ediyor, ben gereğini yaptığım zamanda şikayete koşuyor. Bu bu bunu nereye koyacağız biz? Sadece kendisi değil, Tuncay Özkan, Semih Tufan Gülaltay burada huzurlarınızda saldırıyorlar hakaret ediyorlar, ben ayrıca onlara cevap verdiğim zaman Silivri 2. Sulh Ceza Mahkemesine hakkımda dava açıyorlar. Bunlardan ya. Bu anlayışta olan insan, bu anlayışın mensupları hepsi böyle, hepsi böyle. Önce saldırıyorlar hakaret ediyorlar, kendilerine saldırıldığı zaman ey devlet Osman Yıldırım beni vurdu, bana hakaret etti. Gözünüzün önünde burada huzurda huzurda bu Sayın Başkan söylemeniz gerekir, saldıran sizsiniz, hakaret eden sizsiniz bu adam size cevap veriyor. Ama siz beni duruşmadan çıkartıyorsunuz.”

Mahkeme Başkanı:”Efendim kimsenin hakaret etmesine izin veriyoruz. Burası hakaret yeri değil, burası yargılama yeri. Siz eleştirebilirsiniz, hakaret etmeden söyleyeceklerinizi, söyleyebilirsiniz. Ama hakaret etmeyin ve tahrik kar konuşmayın. Sakin olun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Ama şimdi bu bu gerçeği ifade ettikten sonra bu casusluk ve fuhuş çetesi olarak şuanda soruşturması devam eden, soruşturmada Doğu Perinçek’in suç ortakları orada o fuhuş çetesinin elemanları ne diyor? HTS raporlarında birbirleriyle görüşürken diyor ki Doğu Perinçek’in talimatıyla fuhuş yaptırın bu kızlara. Bu fuhuş çetesini kim kurmuş? Doğu Perinçek, öyle mi? Soruşturması devam ediyor, HTS raporlar öyle söylüyor.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim onlar iddia. Oradaki soruşturmada yapılanlar iddia.”

Sanık Osman Yıldırım:”Şimdi bunlar ölmeyi bayılma zannediyor. Bunlar bunlar var ya bunlar Sayın Başkan Avukat Mehmet Demirtaş, Osman Mutlu adına benim avukatımı arıyor avukatımı tehdit ediyor. Diyor ki Osman Mutlu’nun aleyhine konuşmakla yanlış yaptın. Osman şimdi seni ayaklarından vuracak, şimdi konuşabilecek misin göreceğiz diye tehdit ediyor. Bu Avukat Murat Eken. Osman Mutlu burada elini kolunu sallayarak çekip gitti. Aykut Metin Şükre dışarıda çevresine hava atıyor nasıl bırakıldın diye Orhan Karadeniz Başkan bizim adamımızdı avukatım işi bağladı beni öyle bıraktılar çevresine hava atıyor. Yaptırdığım, yaptığım istihbarata göre artı çocuklarımda tehdit ediliyor. Bunların bu tehdit edenlerin bu şerefsizlerin yürekleri varsa beni tehdit etsinler ki bana da tehdit göndermişler. Orhan Karadeniz Sauna Çetesi, Kasım Zengin’le aile dostu olduğunu ben dile getirmiştim. Karar duruşmasından 2 duruşma önce Kasım Zengin bana dedi ki Orhan Karadeniz’den ailem görüştü öğrendim 3 kişi bu karada beraat edecek 3 kişi. Karar duruşmasında 1 tutuklu, 2 tutuksuz berat ediyor. Bunu söylemiştim. Peki Orhan Karadeniz emekli olduktan sonra ne yapıyor? Görüştüğü bütün kişileri Orhan Karadeniz Mustafa Levent Göktaş’ın, Levent Göktaş’ın ortağı. Görüştüğü bütün insanları Levent Göktaş’ın ofisine yönlendiriyor. Diyor ki ortağız diyor oraya yönlendiriyor. Mustafa Levent Göktaş’ın ofisinde Orhan Karadeniz’in porno kaseti yakalanıyor. Emniyette yakalanıyor bu. Basın medya bunu vermiyor. Orhan Karadeniz şikayet etmiyor, Mustafa Levent Göktaş’dan şikayetçi olmuyor. Ortaklar beraber çalışıyorlar. Ben Tansal Çölaşan’ın ETÖ’nün köstebeği olduğunu söylemiştim. Tansel Çölaşan emekli olur olmaz soluğu nerde aldı? Ergenekon sanıklarının yanında aldı. Doğru mu? Danıştay’ın.”

Sanıkla Sevgi Erenerol ve Vedat Yenerer müdafi Av. Vural Ergül söz almadan konuştu:” Efendim meslektaşınıza yönelik (bir kelime anlaşılmadı) var. Lütfen sanığı uyarın.”

Mahkeme Başkanı:"Uyarıyorum efendim. Hakaret etmeyin (1 2 kelime anlaşılmadı).”

Sanık Osman Yıldırım:”Danıştay’dan emekli bir savcı. Meslektaşları şehit olmuş (1 kelime anlaşılmadı) niçin burada müdahil avukatın yanında oturmuyor da onlara des…sanıklara destek veriyor. Ki sanıklar Danıştay suikastını yaptırmakla yargılanıyorlar. Onları destekliyor, saldırıya uğrayan Danıştay avukatının yanına destek vermeye gelmiyor. Danıştay’ın kamera görüntüleri kayıp. Tansel Çölaşan nerde oturuyorsa kameraların kayıtlarını orada aramak gerekir. Bir çok defa Ankara’da olsun, burada olsun bir çok defa ben saldırıya uğrayanlarla, saldıranlar aynı safta yer almış ama ben hedefteyim bunu defalarca dile getirdim. Mustafa Birden’in avukat oğlu nerede çalışıyor? Danıştay suikastını yaptırmakla yargılanan, yargılanması devam eden Ergenekon Örgütünün yöneticisi olarak yargılanan şuanda tutuklu olan Mehmet Haberal’ın şirketinde avukatlık yapıyor. Sembolik olarak 1 tane avukat gönderiyorlar buraya adet yerini bulsun. Bu Cumhuriyetçiler, sözde Cumhuriyetçiler, Cumhuriyetçi olduğunu iddia edenler, ulusalcı olduğunu iddia edenler, saldırıya uğrayan yargının yanında 1 tek insan yer almış mı, 1 tanesi de destek vermiş mi? Hepsi yargıya saldıran, Danıştay’a saldırmakla yargılanan insanların safında yer almış, onlar kurtarmak için seferberlik ilan etmişler. Bu yargı neyin yargısı, hangi devletin yargısı, hangi ülkenin yargısı? Ben neyin peşindeyim? Ben tek başıma bunlara karşı mücadele ediyorum. Bu çelişkileri nereye koyacağız biz? Bu söylediklerim hepsi araştırın Mustafa Bilden’in oğlu Mehmet Haberal’ın şirketinde çalışıyor artı Orhan Karadeniz’le Levent Göktaş ortaklığı ve Orhan Karadeniz’in porno kasetinin çıktığı, emniyette olduğunu bunları tespit edin. Kemal Kılıçdaroğlu diyor ki komada olan bir insanın odasını aramak normal midir? Bende soruyorum 2 yıldır bir hasta koma komada kalması normal mi 2 yıldır? Bu yasalar önünde herkes eşit değil mi, bütün tutuklular eşit değil mi? Bir hasta 2 yıl nasıl komada kalabiliyor? Komada olan bir hasta arama yapıyorlar aramayı eleştiriyorlar, 2 yılda bir arama yapılmış. Jandarmanın ve jandarmanın 2 ayda 3 ayda bir arama yetkisi var. Her tutuklunun koğuşuna girer arama yapar. 2 yıldır Mehmet Haberal’ın odası kaç defa aranmış aranmaması suçtur. İlk defa aranıyor diz üstü bilgisayar ele geçiriliyor. Tutukluda ele geçen bir cep telefonunun cezası bu yasalara göre 5 yıla kadar cezası var. Kendiside aynı cezayı alacak ben Mehmet Haberal’ı tanımıyorum, bir husumetimde yok ama ben tutukluyum yasalar bana nasıl işliyorsa eğer ona aynı işlemezse ben çıldırırım. Bu ülkede ağası da paşası da birdir, herkes birdir. Birisine yasa böyle işleyecek, birisine böyle işleyecek olmaz. Hele bu suikastı yaptıranların çoğu dışarıda çoğu dışarıda. Kanları 5 para etmez hepsi vatan hani, yasalar onlara işlemiyor. Onların adına birtakım piyonları koymuşlar buraya, o piyonlarda şerefsizlik yapıyor, yapıp duruyorlar. Doğu Perinçek gibi pislikleri buraya getirmişler.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim hakaret etmeyiniz sözünüzü kesmek zorunda kalacağım. Hakaret etmeyin.”

Salonda söz almadan konuşanlar oldu kimin ne söylediği anlaşılmadı.”

Mahkeme Başkanı:"Müdahale etmeyin ben gerekli müdahalede bulunuyorum.”

Sanık Osman Yıldırım:”Bana hakaret edenler hakarete katlanacak,”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeden konuş. Hakaret etmeyin.”

Sanık Osman Yıldırım:”Bunlar hepsi bilinçli, önce bana hakaret ediyorlar, ben cevap verdiğim zaman ben onların hakkında dava açmıyorum, onlar hemen hakkımda dava açmak için sıraya giriyorlar. Hepsi bilinçli planlı bir şekilde. Bilinçli bir şekilde. Kimlerin hakkında dava açayım, kaç kişi bunlar? Burada dışarıda, hepsi bilinçli hepsi bana saldırıyor, hakaret ediyor kimin hakkında dava açayım, kaç kişi bilemiyorum ki nasıl yetişeceğim ben? Ama onların hakaretlerine cevap verdiğim zaman hemen koşuyorlar yargıya koşuyorlar. Yok o kadar yüreğiniz var saldırıyorsunuz yüreğiniz var ben saldırdığım zaman niye şikayete gidiyorsunuz, niye ağlıyorsunuz? Ben fırsatını bulduğum zaman gereğini yapacağım sizde yapın. Yapacağım ben yani farz edelim Doğu Perinçek fırsata düştü yumruk atmadım elimde silah vardı. Kesin öldürürdüm onu. Şimdi bu sefer Sayın Başkan siz haddini bildirmiyorsunuz iş bana kalıyor ben gereğini yaptığım zamanda benden hesap soruyorsunuz, devlet olarak yasa olarak.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim bizi yapıyoruz, yasalar ne gerektiriyorsa, yasalar ne gerektiriyorsa onu yapıyoruz.”

Sanık Osman Yıldırım:” Haddini bildirecek susturacaksınız ama. Siz haddini bildirdiğiniz zaman ben ses çıkarmam. Bunun farkında olmanız lazım ki gördünüz de. Hakaret edeni siz susturduğunuz zaman ben cevap vermiyorum. Siz sustuğunuz zaman ben çıldırıyorum. Sizi size demiyorum diğer başkanımı ben kastediyorum.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim herkes bu yasalara uymak zorunda kimse kimseye hakaret etmek zorunda değil. Ve buna da izin verilmez. Buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Şimdi, İsmail Yıldız dün kendisine teşekkür ederim iyi bir konuşma yaptı. Şahıslarla mevcut şahısları gördüğünüzde bu olayı kimlerin yaptırdığını göreceksiniz dedi. Yani bizim işimiz olmadığını söyledi bu konuda bunun için teşekkür ediyorum. Ancak, kendisi o kasetle de ilgili şimdi kendisinde kaset olduğunu söylüyor 1 tane Mustafa Levent Göktaş’ı Alparslan’ın üzerine atlamış yakalamış diyor. Kasetler var diyor, 5 yıldır elimdedir diyor. Şimdi bütün bunlar hepsi AK Partinin muhalifi. Ellerine gelse bir kaşık suda boğacaklar AK Parti iktidarını. 5 yıldır bu kaset ellerinde böyle bir kaset olsaydı şimdi bunlar çoktan ortaya çıkarmışlardı, AK Partiyi devirmişlerdi. Böyle bir kaset yok. Şimdi Tule Örgütü diyor, Tule Örgütünün açılımını yapmadı, Tule, Tule’nin Türkçe karşılığı enik örgütü. Yani Türkçe karşılığı enik örgütü diyor. Yani Tule’nin açılımını yapmadı, yapmadı Tule’nin açılımını bilmiyorum ancak Türkçe karşılığı enik örgütü diyor. AKPÖ örgütü diyor. Şimdi kendisinde o kaset, kaseti size teslim edeceğim diyor siz muhafaza edemezsiniz diyor. Yargıtay Başsavcısına teslim etmek istiyorum diyor, mahkemeniz kaseti muhafaza edemezse 1 tane başsavcı hiç muhafaza edemez. Artı hepsi AK Partiyi devirmek için zaten yaptıkları her şey bütün suikastlar, bütün eylemler ortada. Öyle bir kaset olsaydı çoktan çıkarırlardı AK Partiyi de devirirlerdi kendileri de ellerini kollarını sallaya sallaya gezerlerdi. Öyle bir kaset olduğunu da sanmıyorum. Ancak zaten bu davanın aydınlanmasını isteyen anlayış hangi anlayış, aydınlanmamasını istemeyen, aydınlanmasını istemeyen anlayış hangi anlayış? Şöyle baktığınızda mağdur tarafa baktığınızda zaten her şey net bir şekilde ortadadır. Geniş anlamda, geniş çerçevede baktığınız zaman her şey ortadadır yani. Hangi anlayış bunun aydınlanmasını istiyor, hangisi istemiyor, mağdur taraf orada, saldıranlar orada. Saldıranlara hangi anlayış sahip çıkmış kurtarıyor, saldırıya uğrayan 1 tane sembolik adet yerini bulsun diye. Suikasta kurban gitmiş avukat da babasına suikast düzenleyenlerin şirketinde avukatlık yapıyor. Sizde burada 3 yıldır gecenizi gündüzünüze katarak yargılama yapıyorsunuz, aydınlatmaya çalışıyorsunuz. Şimdi bakın bu bir kez daha söylüyorum Cumhuriyet gazetesine yaptığım eylemin TCK’da karşılığı belli. Yaptığım sadece budur, yaptırdığım sadece budur. Bunun dışında herhangi bir işlediğim suç yok, yok. Bu suçumun cezası belli, bu suikastı kimler yaptırmış, ortada buradalar belli. Ben bu vatana ihanet eden kahpelerin yüzünden daha fazla işkence çekmek istemiyorum. Daha fazla esaret altında kalmak istemiyorum. Bu ihaneti yapan Danıştay’a bu iktidarı devirmek için bu suikastı yaptırıp bu ülkeyi kaosa sürükleyeni kahpelerin yüzünden.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin.”

Sanık Osman Yıldırım:”Ben daha fazla esaret altında kalmak istemiyorum. Yürekleri varsa çıkacaklar diyecekler evet bu iktidarı devirmek için biz bu olayları yaptırdık, biz bunu yaptırdık, cezamız varsa cezamızı verin o yürekleri varsa çıkıp desinler. Diyemiyorlarsa dolaylı dolaylı kahpelik yapmasınlar.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin sakin olun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Kocakarılar gibi dedikodu yapmasınlar.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin sakin olun lütfen.”

Sanık Osman Yıldırım:”Adam olsunlar. Sokak çocukları, sokak serserileri bile bunlar gibi konuşmuyor. Ben terbiyemi bozmuyorum, her zaman nezih bir üslupla burada ifade ediyorum. Ama aynı üslubu görmüyorum ben. Aynı üslubu görmüyorum. Ben Sayın diye hitap ediyorum onlar bana hakaret ediyor. Ben beyefendi diyorum onlar bana hakaret ediyor. Burada herkes ben 2, 2 yıldır burada ailemi çoluk çocuklarımı buraya getiremiyorum edepsizlerin yüzünden.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin sözünüzü kesmek zorunda kalacağım.”

Sanık Osman Yıldırım:”Çocuklarımı getiremiyorum. Bunların hepsinin ailesi burada, hepsi ailesini getiriyor, çoluk çocuğunu getiriyor. Burada ben hangisinin ailesine çirkin kelime konuştum, gördünüz mü? Ben edepliyim edepli. Onun için onlar biliyor ben onların ailelerine çirkin kelime kullanmayacağım ailelerini getiriyorlar. Ama ben getiremiyorum. İnsan kendisine söylenmesini istemediği bir şeyi başkasına söylemez, insanlar kendi ailesini, kendi namusunu nasıl biliyorlarsa başkasının namusunu da o şekilde bilmeleri gerekir. Bu gerçek, bu realite 1 yıldır var, buna rağmen ben dile getiriyorum avukatım dile getiriyor ama şerefsizler, kahpeler sürekli sürekli sürekli.”

Mahkeme Başkanı:"Hakaret etmeyin, hakaret etmeyin son, sözlerinize bağlayın.”

Sanık Osman Yıldırım:”3 yıldır yaptığınız bütün çalışmaları, elde ettiğiniz bütün delilleri benim bütün söylemlerimi liste yapın, Orhan Karadeniz, sizin yaptıklarınızı yapabilir miydi yapamaz mıydı? Yapabilirse niçin yapmadığını, bütün hepsini liste yapın Orhan Karadeniz’i buraya getirip yargılamanız lazım. Hayır liste yapın liste yani bütün, sıralayın.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim iddianamenin konusu belli. İddianamede iddia edilen konular belli.”

Sanık Osman Yıldırım:”Sayın Başkan ben bu Danıştay suikastıyla benim ilgi alakam olmuş olsaydı ben bu kadar çıldırmazdım. Ben hayatımı ortaya koymazdım. Ben kelle koltuğa almazdım, çoluk çocuğumun hayatını riske atmazdım. Böylesine alelade herkese meydan okumazdım. Allah bir can vermiş almayan şerefsizdir. Ben işlediğim suç Cumhuriyet Gazetesi. Cumhuriyet Gazetesi 5 yıl verecekseniz 10 yıl verin. Ama vatana ihanet eden şerefsizlerin işlediği suçla, suçtan dolayı beni içerde bırakmayın. Ne gerekiyorsa ben onu yaptım. Hayatımı ortaya koyarak yaptım geldim aha buradayım. İşlemedim, öyle bir şeyle alakam yok. Beni hedef tahtasına oturtmuşsunuz suçlular hepsi ortada çoğu dışarıda geziyor.”

Mahkeme Başkanı:"Efendim sizi niye hedef tahtasına oturtalım? Herkes ne şekilde beyanda bulunmak istiyorsa burada bulunuyor. Son sözlerinizi bağlayın.”

Sanık Osman Yıldırım:”Sayın Başkan sizden ricam ağzımdan olumsuz kelime çıktığı zaman nasıl müdahale ediyorsanız ki diğer Sayın Başkanımız içinde ben söylüyorum başkası da bana yönelik böylesine olumsuz cümle kullandığı zaman müdahale etmenizi ben istiyorum, müdahale etmenizi. Hadlerini bildirmenizi istiyorum. Öyle ben konuştuğum zaman müdahale edeceksiniz, başkası konuştuğu zaman hoş görüyle karşılayacaksınız böyle bir şey olamaz.”

Mahkeme Başkanı:"Başkan Bey burada değil olduğu zaman söylersiniz zaten o elinden geleni yapıyor ve başkanlığını gayet güzel yürütüyor. Buyurun, buyurun.”

Sanık Osman Yıldırım:”Sanırım Cumhuriyet Gazetesine atılan molotof kokteylleri de o davada burayla birleşmiş. Geçmiş olsun. Teşekkür ediyorum saygılarımı arz ediyorum.”

Saatin 19:10 olduğu görüldü


Yüklə 0,74 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə