8
İnsan ve Toplum
tarihinde kadın hükümdar ve yöneticilerin de erkek yöneticiler gibi kendi adlarına
hutbe okuttukları bilinmektedir. Hutbe, halife ile sultan veya
eyalet valileri ve mahalli
hanedanlar arasında güç dengesinin sembolik bir işaretiydi. Osmanlı döneminde de
sultanlar ve bazı yerel beyler adına hutbe okunmuştur. Hatta 1876 Anayasası’nın 7.
Maddesi’nde, padişah adına hutbe okunması, onun hâkimiyet hakları arasında sayıl-
mıştır (Baktır, 1998, s. 426).
Görüldüğü üzere hutbeler, İslam tarihi boyunca birçok dinî ve toplumsal işlevinin
yanında, politik bir konu olarak da telakki edilmiş, iktidarın bir operasyon alanı
olarak
görülmüştür. Cumhuriyet döneminde de hutbeler üzerinden devrimler halka aşılan-
maya devam edilmiştir. Örneğin, cumhuriyetin faziletleri anlatılmış, askerlik (Akseki,
1937, s. 200) ve militarizm övülmüş, (Usta, 2005, s. 225) vatan sevgisi, (Akseki, s. 307)
vatana bağlılık (Diyanet İşleri Başkanlığı, 1981, s. 497) ve vatan uğrunda fedakârlık
(Vahid, 1928, s. 29) gibi konular etrafında millî kimlik oluşturma (Diyanet İşleri
Başkanlığı, s. 485) gayretleri sürdürülmüştür. Yeni kurulan cumhuriyet rejiminin halk
tarafından benimsenmesi adına hutbeler verilmiş (İstanbul
Müftülüğü, 2004c), genç
cumhuriyetin kurucu kavramlarının inşası için sürekli bir şekilde kavramların (İstanbul
Müftülüğü, 2003b) ehemmiyetine vurgu yapılarak resmî ideolojinin onayı alınmaya
çalışılmış ve aynı zamanda halkın da resmî ideolojiye eklemlenmesine yardımcı olmuş-
tur. Ayrıca, hutbeler vasıtasıyla kalkınma (İstanbul Müftülüğü, 2004d) ve çağdaşlaşma
ülkülerine, bilimsel (Vahid, s. 138) ve teknolojik (Akseki, s. 7) gelişmelerin önemine dik-
kat çekilmiştir. Ekseriyetle, Türkiye’de “apolitik” konulardan bahseden cuma hutbeleri
görüldüğü gibi zaman zaman da hutbeler doğrudan devlet söylemine eklemlenmiştir.
Bu çalışmada, cuma hutbelerinde “politik olmayan” bir konu ele alınacaktır.
Cuma hut-
belerinde ulusal kimlik, laiklik-dindarlık gerilimi, milliyetçilik gibi görece daha tartışma-
ya açık ve gündemde olan konular yerine, özellikle çevre konusuna eğiliyorum. Çünkü
iktidar, tam da bu gözden kaçan,
gizlenen, önemsizmiş gibi görünen alanlarda kendini
gösterebilmektedir. Bu şekilde devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
hutbeler aracılığıyla çevre sorunlarını nasıl kodladığını incelemek, iktidarın bu dar
alanda nasıl çalıştığını görmeye vesile olacaktır.
Bu sebeple, bu çalışmada ilk önce teorik bir zemin olarak cuma hutbelerinin, “İdeolojik
Devlet Aygıtı” olarak ele alınıp alınamayacağını sorgulayacağım. Burada Althusser’in
teorisini kullanmamızın nedeni, bu teorinin siyasal aygıta uzak gibi görünen birçok
kurumun, burjuva ideolojisi bağlamında nasıl birbirine eklemlendiğini
ve birbirlerini
meşrulaştırdıklarını göstermesidir. Böylece öncelikle, Louis Althusser’in “İdeolojik
Devlet Aygıtları” adlı eserinde bahsettiği “ideoloji”, “ideolojik aygıt” gibi kavramları
kısaca açıklayarak Althusserci bir zaviyeden hutbelerin değerlendirilmesinin uygun
olup olmadığını sorgulayacağım.
Ardından, çevreci hareketler ve çevreci yaklaşımlardan kısaca bahsederek 2001-2011
tarihleri arasında İstanbul Müftülüğü’nün yayınladığı resmî hutbeleri temel alarak
9
Demir / Çevreye Minberden Bakmak: Cuma Hutbelerinde Çevre Sorununun Sunumu
DİB’in bu yaklaşımlardan hangisini benimsediğine, tavrının mevcut idari yapının tavrı
ile olan ilişkisine göz atacağım. Yine bu şekilde tekrar Althusser’e dönerek DİB
ve dev-
letin çevre konusundaki yaklaşımlarının benzerlik ve farklılıklarının ideolojik açıdan
nasıl bir anlama geldiğini inceleyeceğim.
Son olarak, cuma hutbelerinde, çevre sorununun sunumu konusu üzerinden, din-
ekoloji- devlet ilişkine dair kavrayışlarda bulunmaya çalışarak Osmanlı’dan Cumhuriyete
geçiş sürecinde neredeyse her yol ayrımında, her düğümün ilmeklerinde yeniden
gündeme gelen din-devlet ilişkisini, Diyanet’in tekinsiz konumuna farklı bir zaviyeden
bakarak Diyanet üzerinden yakın tarihimize bakmayı amaçlıyorum.
Cuma Hutbeleri İdeolojik Devlet Aygıtı Olarak Ele Alınabilir mi?
Bugün ideoloji üzerine olan literatür öyle hacimlidir ki ideoloji derken neyin kas-
tedildiğini, hangi anlamda kullanıldığını belirtmek bir zorunluluk haline gelmiştir.
Eagleton’ın (1996) İdeoloji adlı eserinde genel olarak saydığı üzere, ideoloji kavramı en
az 10 farklı şekilde anlamak veya tanımlamak mümkündür (ki bazıları
diğerleri ile taban
tabana zıttır). Bu tür bir anlam kargaşasından dolayı başta belirttiğimiz üzere, burada
Althusser’in ideoloji kavramını ele alacağız.
Cezayir doğumlu Fransız filozof Louis Althusser, farklı türden bir Marx okumasıyla,
yapısalcı Marxizm ile post-yapısalcı kuramsal ve siyasal Marxizm varyantları arasında
köprü görevi görmüştür (Muck, 2003, s. 183). Öğrencileri arasında M. Foucault, P.
Bourdieu, J. Derrida gibi ünlü isimler olan Althusser, ideoloji kavramı üzerinden Marx’ı
yeniden okumaya girişir. Bundan hareketle oluşturduğu bilim-ideoloji karşıtlığı kura-
mının çatısını oluşturmaktadır
Althusser; dünyayı, pratikler dünyası olarak görür. Marx’tan miras aldığı praksis fel-
sefesi uyarınca dünya toplumsal pratik ve teorik pratikten oluşur. Teorik pratik alanı,
bilimsel olan ve ideolojik olan diye ayırmaktadır.
Ona göre, Marx’ta bilgi ve teorik çalış-
malar, sadece zihni ilgilendiren, maddi varlığı olmayan olgular değil, aksine praksis’in
bir parçasıdır. Althusser teorik, pratikten söz ederken bu biçimiyle bir materyalizme
katıldığı savındadır. Althusser’e göre, reel nesne ile bilgi nesnesini ayıran Descartes
idealizmine savaş açan Spinoza’dır. Bu yüzden Marx’ın gerçek fikir babası, Hegel’den
ziyade Spinoza’dır (Tura, 1990, s. 27).
Althusser, döneminde yaygın bir moda olan Marxizm’in varoluşçu versiyonlarına,
özgürlüğü ve özneyi öne çıkaran Marx okumalarına ve bu nedenle döneminde sıkça
yapılan Marx’ın erken dönem eserlerine dönme eğilime karşı çıkmıştır. Ona göre,
Marx’ın gençlik yazıları, döneminde sanıldığının aksine Marx’ın ana felsefesini yansıta-
mazdı; çünkü bunlar ideoloji yüklüydü ve bunlar ile Kapital’in yazarı
olgun Marx ara-
sında epistemolojik kopuş vardı. Althusser’e göre, Hegel ve Feuerbach’tan uzaklaşması