İÇİndekiler


Bölüm I Siyaset ve İktidar



Yüklə 1,18 Mb.
səhifə2/9
tarix01.07.2018
ölçüsü1,18 Mb.
#52655
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Bölüm I

Siyaset ve İktidar

Siyaset Kavramı

Siyaset, belli bir toplumda eşitsizlikten doğan, çatış-ma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Eşit-sizlik ve çıkar çatışmasının olduğu her alan siyasetin uy-gulama alanını oluşturur.63 Siyaset, en geniş anlamda, in-sanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyet-lerdir. Schmitt gibi siyaset felsefecilerine göre, tüm söy-lem alanlarının kurucusu olarak siyaset ekonomi, ahlak ve hukuk alanlarını belirler. Liberal yaklaşım da ise, siya-setin temel özelliği, genellikle rakip görüşlerin ve birbi-riyle rekabet halindeki çıkarların uzlaştırıldığı ve olası ça-tışmaların çözüldüğü süreç olarak tasvir edilir. Siyaset, devlet içindeki gruplar arasında gücü paylaşmaya ya da gücün dağılımını etkilemeye çalışmaktır.64 Bireylerin ihti-yaçlarının sonsuzluğu ile kaynakların kıtlığının kaçınıl-mazlığı, siyaseti insanlık durumunun zorunlu bir boyutu haline getirir.65

Siyasetin farklı tanımları ve bu tanımlardan çıkartılan farklı kuramları vardır. Aristo’ya göre, siyaset insanoğ-lunun doğasında olan toplumsallığının, yani hemcinsle-riyle iletişim kurma ihtiyacı ve yeteneğinin uzantısı ola-rak karşımıza çıkıyordu.66 Bir kalabalığı ya da bir grup insanı toplum yapan, ona toplum olma niteliğini kazandı-ran husus siyasettir. Siyasetin olmadığı yerde toplumdan bahsetmek mümkün değildir.

Toplumdaki insanların doğuştan getirdikleri farklılık-ların arkasında siyasetin iki yüzü durmaktadır: Max Weber’e göre siyasetin temeli, mücadele, müttefik ve gö-nüllü taraftar kazanmaktır.67 Bu durumda siyaset bir yan-dan çatışma, öbür yandan uzlaşma demektir. Bu haliyle, iktidar toplumdaki çatışmaların uzlaşarak çözüme kavuş-turulması olarak da tarif edilebilir. Schmitt, “Siyasal Kav-ramı devlet kavramından önce gelir”, sözleri ile kitabına başlar.68 Devletin oluşumdan önce de devletin olmadığı yerde de siyaset devrededir.

Siyaset kavramına yaklaşımlar dört farklı başlık altın-da toplanabilir: 1.Hükümet etme sanatı, 2.Kamusal hayat, 3.Uzlaşma ve uyum, 4.Gücün ve kaynakların dağıtımı.69

Anlamını, düzenini, işleyişini kavrayamadığımız bir nesneye hâkim olamayız. Canlı, hareket eden, değişen bir tabiatın içinde, yaşıyoruz. Aynı zamanda kendi eserimiz olan kurumların, siyasi düzenlerin içinde hayatımızı sür-dürüyoruz. Hem içinde yaşadığımız doğal çevreyi, hem de bizden önceki kuşakların eseri olan sosyal-siyasal çevreyi tam anlamıy­la bildiğimizi, tanıdığımızı söyleye-meyiz.70

Tabiatla ilişkimizde, bilgimiz geliştikçe onu kontrol etme ve değiştirme yeteneğimiz artmaktadır. Değiştire-meyeceğimiz olaylara ise uyum sağlamaya çalışırız. Geli-şen jeoloji sayesinde yer sarsıntılarının sebeplerini ve ne-relerin deprem riski taşıdığını en ince ayrıntıları­na kadar anlayabilir, ancak ortaya çıkışını önleyemeyiz. Hayatı-mızı etkileyen kasırga veya su baskını gibi birçok tabiat olayı için aynı şey söz konusudur. Öyleyse yapmamız gereken şey, bu değişmez ve zorunlu olanları öğrenmek ve hayatımızı ona göre düzenlemektir.

Sosyal ve siyasal düzende de, tıpkı tabiatta olduğu gibi düzenlilikler ve sebep-sonuç ilişkileri var mı? Bu so-ruların cevapları çok önemlidir. Çünkü insanlık tarihi, tabiat olaylarında kaybettiğimiz insanlardan kat kat fazla-sını siyasal çatışmalarda ve savaşlarda kaybettiğimizi an-latıyor.71

Siyaset Bilimi ancak gerçeği arayıp öğren­mekle, olayların doğru olarak anlaşılmasını sağlamakla ve olayla-rın nedenleri ile sonuçları arasındaki bağlan­tıları kurmak-la “bilim” niteliğini kazanır.72

İki farklı siyasal insan tanımına ulaşabiliriz, insan ya sosyal-siyasal kurumların “eseri” olan, yani belirlenen bir varlıktır; ya da bu kurumları “yaratan”, yani belirleyen varlıktır. Her iki görüşün de doğru tarafları mevcut: Ku-rumları yaratıyoruz ve kurumlar tarafından belirleniyo-ruz. Yaşadığımız bütün sosyal ve siyasal kurumlar insan çabasının ve insanın yap­tığı tarihin ürünüdür. İnsanların başına bela olan bütün felaketlerin, adaletsizliğin, despo-tizmin, anlamsız savaşların sorumlusu da insandır. Bu felaketlere yol açmak kadar bunları engelle­mek de elimiz-de idi. Demek ki: insanın yaşadığı ortamı insan kendisi yapıyor ve bozuyor.73

İnsanın toplumsal örgütlenmesinin sonucu olan siyasi davranışları bir iyilik kaynağı olmasına rağmen; baskının, kargaşanın ve kontrol edemediğimiz tesadüflerin eseri olabiliyor. Siyasi yönelimlerimiz kendi kaderimizi belir-lemenin ötesinde, bizi çepeçevre saran şartlara esarete dönüşebiliyor. Bu esaretin sebebi alışkanlıklarımız ve ürkekliğimiz. Ancak, karşı çıktıklarımızı engellemek veya yok etmek için harekete geçmeden önce bilgiye ihtiyacı-mız var. Yalnızca amaçlarımız ve bunları gerçekleştire-cek araçlar konusunda değil; kötülüklerin nedenleri hak-kındaki bilgilerimize bir yandan güvenmiyor bir yandan da onu uzaklaştırmak için gerekli olanları yapmayı başa-ramıyoruz.74

Siyasette öncelikle yönetimin meşruiyeti, maddi kay-nakların nasıl dağıtılacağı ele alınmıştır. Bu durumda da genellikle adalet, özgürlük, otorite ve demokrasi benze­ri kavram ve düşüncelerin analizini ve sonra da bu analizin var olan mevcut sosyal ve po­litik kurumlara uygulaması önem kazanır.

İnsanın ihtiyaçları ve arzuları sınırsızdır; buna karşılık onları tatmin edecek kaynaklar ve araçlar her zaman sınır-lıdır. Bu yüzden siyaset, sınırlı kaynaklar üzerinde bir ik-tidar mücadelesi olarak görülebilir ve güç, bu mücade-lede kimin kazanacağını belirleyen en önemli araçtır.75 Siyaseti iktidar olgusu noktasında değerlendiren R. Dahl da siyaseti şöyle tanımlıyor: “siyaset, insanlar arasındaki otorite, iktidar ve egemenlik olgularını içeren ilişkilerin sürekli ve kalıcı bütünüdür”.76

Aristo Politika adlı kitabında “İnsan sürü halinde yaşayan başka bir hayvanın olmadığı anlamda bir siyasal hayvandır”77 demekte aynı kitabın bir başka yerinde de insanın doğası gereği siyasi bir hayvan olduğunu söyle-mektedir.78 Bu sözle insanın ancak siyasi bir topluluk için-de “iyi bir hayat” yaşayabileceğini anlatır. Bu açıdan siya-set ahlaki bir faaliyettir ve adil bir toplum yaratmayı amaç-lar.79

İslâm toplumlarındaki siyaset kuramcılarını Platonun takipçileri olarak kabul etmek doğru olacaktır. Onların siyasi tezleri, büyük ölçüde Platon’un siyasi felsefesinin yorumlarıdır. Bunlar arasında ilk sırada İbni Sina ve Farabi’nin ismini zikretmek gerekir. Farabi, Aristo’nun “zoon politikon” deyişini, “hayvanat-ı medeni” olarak kullanır ve toplum hayatının temelinde insanın tabii eği-limleri bulunduğuna dikkat çeker. Siyaset ilmini: “mü-kemmelliğe ulaşmak için gerekli beşeri faaliyetleri ve alışkanlıkları araştıran” bir ilim olarak tarif eder.80

Farabi’nin takipçisi olan İbni Sina, ilahi sistem ile dünyevi sistem arasın­da bir senteze girişir ve Platon’un ‘filozof-kral’ına benzer bir formülü savunur. Bu sentez, aynı zamanda Osmanlı devlet adamlarının siyaset tarzı-nın felsefi dayanağı olmuştur. İbni Sina, beşeri otorite tarafından toplumun refahını emniyet altına almak için konu­lan kanunları zaruri bulmaktadır. Ayrıca, tıpkı Platon’un yapmış olduğu gibi toplumu, yöneticiler, esnaf ve koruyucular olmak üzere üç kısma ayırır. Farabi’nin taksimatı ise, en başta hükümdarın, onun altında ise kıs-men yöneten ve yönetilen durumundaki ikinci derece-den yöneti­cilerin, en altta da sadece yönetilen halkın bulun­duğu, Aristo’nun sınıflandırmasına uygun bir yapıyı yansıtmaktadır.

Hıristiyan ortaçağ’ında önceleri Platon’un Devlet’i temelinde siyaset geliştirilirken, idealin hedeflenmesi so-runu çözmediği düşünceleri Aristo’nun Politika’sı dik-kate alınarak siyasi düşünceler ortaya çıkmıştır. Batı’da reformla birlikte mezhep çatışma ve savaşları zalim ikti-dara -tirana- karşı çıkma hakkı verdiği düşünceleri geliş-miştir. Ortaçağın sonlarında insanların toplumsal sözleş-me, kuvvetler ayrılığı gibi kavramlarla yeni politik olgu-nun özünü kavramak için gösterdikleri çaba dik­kate şayandır. Bu çabalarına hem Roma’nın hukuki kavram-larından kalan miras, hem de on üçüncü yüzyılın ortala-rına doğru ortaya çıkan Aristotelesçi politik düşüncenin yeni­den keşfi katkıda bulunmuştur; aslında, bu iki unsur-dan hangisinin daha kuvvetli bir etkiye sahip oldu-ğunu söylemek zordur.81 Ancak İslam dünyası Platon’un Dev-let’in ideal filozof-kral anlayışını siyasetnamelerinde kul-lanarak adaleti yöneticilerin lütfuna bağlamıştır.82 Benzer çalışmalar Machiavelli’e kadar Avrupa’da da sürdürülür. Hatta Machiavelli’in çağdaşları tarafından da siyasi lider-lere adaleti ve toplumsal uyumu sağlamaya yönelik öne-riler verilir. Machiavelli ise siyasi önderin iktidarda kala-bilmesi için yapması gerekli olanları tarihi şahsiyetlerin karar anlarında aldığı istisnai bireysel tercihlerini örnek-leyerek anlatır. Bu karar anlarını istisnai durumdan çıka-rır. Nazi siyaset ve hukuki teorisyeni Carl Schmitt’in ‘istisna’ ve ‘karar’ olarak ele aldığı durumlarında daha ötesinde siyaset geliştirmiştir.

İnsanların bir arada yaşayabilmesi için ortak kurallar geliştirmeye ve bu ortak kuralları uygulayacak bir otori-teye ihtiyaçları vardır. Öyleyse ortaya otoriteye sahip bir iktidar çıkıyor. Bu iktidar halkın rızasına dayanabilir; bir despotun keyfi yönetimine dönüşebilir. İktidar sahipleri iktidarlarını sürdürmek, rakipleri ise iktidarı ele geçir-mek; bu iktidarın üzerinde iş gördüğü toplum ise onun gücünden emin yaşamak veya onu çıkarları için etkile-mek üzere bir dizi faaliyete girişir. İşte bu faaliyetlere si-yaset adını veriyoruz. Kısaca siyaset, “iktidar ilişkileri” demektir.83

Siyaset ve Politika deyimlerini eşanlamlı kelimeler o-larak kullanıyoruz. Ancak, ikisinin de kökeni, dolayısıyla içinden çıktıkları kültür ortamı birbirinden farklıdır. Poli-tika (politics), Eski Yunanda “şehir” anlamına gelen “po-lis” kelimesinden türemiştir.84 Politika, siteye ait, şehir devleti ile ilgili işler anlamına gelmektedir.85 Bundan do-layı, bu tanımın modern biçimi, “devletle ilgili olan”dır.86

Siyaset kelimesi ise Arapça bir kelimedir. Köken iti-bariyle at eğitimi anlamına gelmektedir.87 At bakıcısı olan seyis kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Etimolojik o-larak İbranice ‘at’ manasına gelen ‘sus’ kelimesiyle bağ-lantılı olduğu ifade edilmekte ve asıl olarak bedevi top-lumlarında deve eğitimi ve yetiştiriciliği manasında kul-lanıldığı belirtilmektedir.88 Eski Mısır’ın taş kabartma-larında, tanrı-kral olan firavunların, bir ellerinde kamçı diğer ellerinde dizgin tutar biçimde tasvir edildikleri gö-rülmektedir.89

Siyasetin özü “çatışmaların çözüme kavuşturulma sü-reci” olarak tarif edilir. Farklı istek ve çıkarların çatışma-sına sahne olan ortam, insanların bir­birine karşı korku ve güvensizliğini arttırır; böylelikle çözümü, yani siyaseti bir arada yaşa­manın kaçınılmaz unsuru haline getirir. Siya-set, bilimsel bir konu olarak çok farklı şekillerde tanımla-nır: Gücün veya otoritenin sergilenmesi, kolektif kararla-rın alınması, kıt kay­nakların bölüşümü veya aldatma ve ayak oyunu.90

Politikanın her çeşidi iktidar elde etmek ya da artır-mak için yapılan bir mücadeledir.91 Siyasette belirleyici araç şiddettir.92 Devletin meşru şiddet kullanma tekeline sahip yegâne güç olduğu, siyasetin de bu gücü ele geçir-mek ve elde tutmak için yapıldığı dikkate alınırsa, siya-setin içeriğinde bir “şiddet” unsurunun bulunduğu anlaşı-labilir.93

Siyaseti sadece hükümet etme sanatı olarak tanım-lama ulus-devletlerin dünya olaylarında tek aktör olduğu günlerden kalma bir anlayışı yansıtmaktadır. Siyasetin gerçeği, siyasi parti gibi şekli bir organizasyonun içine yerleştirilmektedir. Parti üyeleri ideolojilerin veya çıkar-larının peşinde koşmakta ve bu isteklendirme devlet ikti-darını hedeflemektedir.

Siyaseti, devlet işleri ile sınırlamak; siyasete yönelik küçümseyici ve olumsuz yaklaşım­lara da katkıda bulun-maktadır. Siyasetçiler, genellikle kişisel ihtiraslarını kamu hizmeti retoriğiyle veya ideolojik yargılarla örten, iktidar peşindeki ikiyüzlüler olarak görülürler.94 Bu anlayışa gö-re, popüler anlamda siyaset, siyaset mesleğindekilerin ya-ni siyasetçilerin faaliyetleri ile sınırlıdır. Siyasetçiler, bu popüler anlayışa göre güç peşinde koşan bir çıkar grubu; şahsi hırslarına tatmin arayan bencil bir kesim olarak algı-lanır. Bunlar çıkarlarını ve hırslarını, “halka hizmet” ma-sallarının ve ideolojik perdelerin arkasında sak­larlar. Ger-çekten bu algılayış, modem zamanlarda çok daha genel bir kavrayışa dönüşmüştür. Kitle iletişim araçları, yolsuz-luklara, dürüstlüğe aykırı uygulamalara ışık tut­tukça, bu kanaat güçlenmektedir. Böylelikle siyaset kendine hizmet eden, ikiyüzlü ve ilke­siz bir faaliyet olarak reddedilmek-tedir. Bu ahlak dışı imaj Machiavelli’e kadar geri götürü-lebilir. Machiavelli, siyaseti din ve ahlaktan ayırmış, ken-di gerçekliği içinde incelemiş, değerden arı bir siyasal anlayış geliştirmeye çalışmıştır.95 Siyasetin temeline erdemsizliği koymuştur. Devleti idare edecek hükümdar erdemli olduğu için değil, erdemli ya da erdemsiz, her halükarda iktidarını koruyabildiği takdirde hükümdar-dır.96 Başarılı Hükümdar, eylemin geleneksel ahlaki değe-rine bakmaksızın sadece yaptığı davranışın etkinliğine bakan kişidir.97 Machiavelli’e göre her alanın kendi ilke-leri vardır. Karşılaşma durumunda herkes kendi bireysel tercihini üstün tutmak ister. Kişiler kendi tercihlerini üs-tün kılmak için yarışan değerler sisteminde bireysel ahla-ki ilkelerle hareket eder. Ancak iktidar ise bireysel ol-maktan çok toplumsal olduğu için değerler sistemi ile hareket edilemez. İktidardaki kişinin amacı iktidarın ele geçirilmesi, elde tutulması ve daha yaygın hale getirilme-si ise, ki öyledir, siyasetin kendi ilkeleri ile hareket etme-si gerekir. Ahlak bu ilkelerin içinde yer almaz. Siyasette yalnız bir erdem vardır: yapma gücü (virtu).98 Siyasetin ilkelerinin içinde ne olursa olsun iktidar olmak ve iktidar kalmak vardır. Benzer şekilde bu ayrıma Carl Schmitt de girer. Machiavelli, liderlerin zalimliğine ve ayak oyun-larına dikkat çekerek, siyasetin oldukça gerçekçi bir çö-zümlemesini yapmıştır.99

Siyaseti gücün ve kaynakların dağıtımı olarak tanım-lama, siyaseti özel bir alana (hükümet, devlet veya kamu-sal alan) uygulamaktan ziyade, sosyal ilişkilerin bütün alanlarında ve insanın var olduğu her köşede iş başında olan bir faaliyet olarak kabul eder. Siyaset bütün kollek-tif faaliyetlerin göbeğinde yer alır; resmi, gayri resmi, kamusal, özel bütün gruplarda, kurumlarda ve toplum-larda politika, sosyal etkileşimin her düzeyinde bulunur. Milletler ve global düzeyde olduğu gibi, aile içinde ve küçük arkadaş grupları arasında da bulunabilir.

En geniş anlamda politika üretimle, bölüşümle ve toplumun bütün kaynaklarının kul­lanımıyla ilgilidir. Si-yaset özünde güçtür! Hangi vasıtayla olursa olsun arzu edilen bir sonu­cu elde etmeye muktedir olmaktır. Siyase-tin bu özelliği Harold Laswell’in Siyaset kitabında “Ki-min, nerede, ne zaman, ne elde edeceğinin belirlenmesi” şeklinde basitçe formüle edilmiştir.100 David Easton tara-fından “değerlerin otorite aracılığıyla paylaştırılması” ola-rak tanımlanan siyaset, devletin toplumdan gelen baskı-lara özellikle çıkarların, ödüllerin ve cezaların dağıtılması yoluyla cevap verdiği çeşitli süreçleri kapsadığı şeklinde değerlendirilmektedir.101 Bu perspektiften siyaset bölün-meye ve mücadeleye dayanır; ancak bu mücadelenin temel sebebi nedret (kıtlık) tir.102 Basit bir gerçek: insan ihtiyaçları ve arzuları sınırsızdır; buna karşılık onları tat-min edecek kaynaklar ve araçlar her zaman sınırlıdır. Bu yüzden siyaset, sınırlı kaynaklar üzerinde bir mücadele olarak görülebilir ve güç, bu mücadelede kimin kaza-nacağını belirleyen en önemli araçtır.103

Otorite ilişkileri, hiyerarşik bir mantığa dayanır. Bu mantığın işleyişine göre farklı otorite tiplerini, Max Weber sınıflandırmıştır:104



Tip

İşleyişi

Örnek

Geleneksel

Gelenek ve Alışkanlıklar

Monarşi

Karizmatik

Lidere kayıtsız bağlılık

Devrimci Lider

Yasal-Ussal

Kurallar ve prosedürler

Bürokrasi

Geleneksel otorite tipinde, yönetenler otoritelerini te-sis etmek için özel bir çaba göster­mezler, itaat, doğal dü-zenin bir parçası olarak talep edilir. Geleneksel otorite, babanın otoritesine dayanan patriyarşinin doğal uzantı-sıdır. Batı dışı toplumlarda bu otorite biçimi yaygındır. Hatta Doğu toplumlarını bu konuda Batı yazınındaki aşa-ğılama ifadeleri ve değerlendirmeler 2. Dünya Savaşı ön-cesine kadar sürdürülmüştür.

Karizmatik otorite, Weber’in sınıflandırmasında ikin-ci basamaktır. Kitlelerin liderlere atfettikleri olağanüstü özellikler ve ona duydukları bağlılık, liderin nasıl algılan-dığı ile ilgilidir.105 Bir yanda geleneksel tarım toplumla-rının Gandhi’si ve Mao’su. Ama diğer yandan da, Aydın-lanmayı yaşamış, sanayileşmiş Batı toplumlarının Tota-liter rejimlerindeki Mussolini, Stalin ve Hitler ile demok-ratik rejimin de Gaulle gibi büyüleyici özellik sahibi liderleri.106

Yasal-ussal otorite ise karizmatik otoritenin karşıtı-dır, itaat kişilere değil, ilkelere ve kurallara yöneliktir. Otorite geleneksel bir güçte ve karizmada değil, kişilerden bağımsız olarak mevkilerdedir. Yasal-ussal otorite, We-ber’in belirttiği üzere, modern toplum­lara özgü bir otorite tipidir. Ancak gelenek ya da yasalarca etkilenmeksizin, sırf karizmatik olarak algılanan bir önderin kişisel özel-likleri uğruna, ona taparcasına itaat eden kitlelerin çağı-mızın gelişmiş ve ussallaşmış kabul edilen Batı toplum-larında da sivrildiği gerçeği ile yüzleşmişlerdir.107

Siyaset Mesleği ve Ahlâk

Ken­dilerine kalkış noktası olarak insan doğa­sını bir bütün olarak kavramayı alan si­yaset felsefelerinin oda-ğında “değer ku­ramı” yer almaktadır. Bu önkoşul uya-rınca siyaset felsefesi yapanlar “İyi ne­dir?”, “İyi toplum nasıl bir toplumdur?”, “İyi bir yaşam yolunda yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişki nasıl olmalıdır?” gibi sorulara verdikleri kapsamlı yanıtlarla yürütürler çalışma-larını.108 Buna karşın siyaset felsefesinin salt değer ku­ramıyla sınırlandığı söylemek yanlıştır.

Kant “ahlaklı siyasetçi” (moral politician) ile “siyasal ahlakçı”nın (political moralist) ayrımını yapar. Bunlardan ilki siyasal prensipleri ahlaka uygun olacak şekilde yo-rumlayan kişidir. Diğeri ise ahlaki kuralları kendi avan-tajına uyacak şekilde değiştirir. “Siyasal ahlakçılar”ın te-mel hedefleri “siyasal gerçekçiliğin” gücü koruma ve art-tırma ilkeleridir.

Bir devleti yönetmek için bilimsel bilgi ve ussal yak-laşımdan daha fazlasına gereksinim vardır.109 Bilgili kişi amaçlananın nasıl yapılacağı konusunda şüphesiz uzman-dır, fakat onlara nereye gideceklerini söyleme konusunda ne o, ne de başka biri uzman değildir.110 Platon için devleti düşünmek yasaları değil, onları yaratanı düşünmektir. Yasaları yaratan ise, politik yaşamın kendisidir. Politik ya-şamın hedefi ise, erdemdir. Yani politik olan aynı zaman-da etik olandır.111 Siyasal iktidar ve siyaset bir amacın ger-çekleştirilmesi için bir araçtan ibarettir. Bu yüzden, siya-setin ahlaki değerinin, nasıl yapıldığına göre değil, hangi amaca hizmet ettiğine göre yargılanması gerek­tiği şeklin-de yaygın bir görüş vardır. Özellikle siyaset mesleğinde olanlar için bu görüş, her derde deva bir cankurtaran simidi gibidir. Buna karşılık, ahlaki amaçlara ancak ah-laki araçlarla ulaşılabile­ceği şeklinde bir görüş de mevcut-tur. Ancak burada çözümü imkânsız bir sorun vardır. Siyaseti, çatışma ve rekabet olarak algılarsak, gayrimeşru araçları kullanan bir rakibe karşı, meşru araçlarda ısrar etmek siyasetçiyi, dolayısıyla ahlaki amaçlarını başarısız-lığa götürür. Kısaca oyunun kural­larını, siyasette ahlâk arayanlar koyma­maktadır.

Bir liderin başarısını belirleyen, onun çok iyi bir insan, ahlâklı ve erdemli bir kişi olması değil, iktidarı ele geçirmekte ve elinde tutmakta gösterdiği maharet ve us-talıktır. Nitekim demokratik toplumlar­da bile, siyasetçiler nasıl yaptıkları ile değil, elde ettikleri başarıya göre yargı-lan­maktadır.

Ahlâk, siyasetin içinde var olan, siyasetin ürettiği bir değer değildir. Siyasetçi kişisel özelliklerinin arasında onu siyasete taşımaktadır. Ancak güç baştan çıkarıcıdır, iktidar gücü, ahlaki değerleri erozyona uğratmaktadır. Gü-cün, onu kullananlar üzerinde yozlaştırıcı etkisi vardır.112 Bu yüzden, ahlâki ölçütlere göre siyasetin yargılanması, şüphesiz önemlidir. Bunun tehlikesi ise, siyasetin doğası-nı anlamayı güçleştirmesidir.113




Kanun egemenin ağzından çıkan sözdür.

Hobbes

İktidar

Felsefe tarihinin değişik dönemle­rinde, değişik fel-sefe çerçevelerinde gü­cün doğasına yönelik öteden beri derin tartışmalar yapılmış ve halen de yapılmaktadır.114 Kimi iktidarı güç anla­yışları içinde tanımlarken kimi düşünür gerçek ya da olası çıkar çatışmalarının rolünü öne çıkarırlar. İktidar insanlığın oluşturduğu kavram dizge-sinden birisidir. Bir kavramın ideal olması için her ne ka-dar eskilerin tabiri ile “efradını cami, ağyarını mani” ol-ması gerekse de bu mümkün değildir. Kavramın psikolo-jik, sosyolojik, ekonomik boyutları bulunmaktadır. Yine de ister siyasi, askeri veya dini iktidar olsun ister basının, televizyonun ya da kamuoyunun yürüttüğü ikti­dar olsun, sıkça atıfta bulunulan değişik iktidarların ortak faktörleri vardır.115 Toplumsal birlikteliklerin bulunduğu her yapı-nın iktidara gereksinimi vardır.116

Siyasal iktidar anlayışı son elli yıl içinde öne çıkmış-tır. Siyasal iktidar, kitabımızda iktidarın felsefi ve psiko-lojik tanımlamasına kısaca değinildikten sonra ele alına-caktır.

Toplum ya da siyaset ku­ramlarında güç (ya da ikti-dar), kimileyin terimin anlamlı bir yolla uygulanabildiği hemen her yerde kullanılmaktadır. Buna göre, piyasa ekonomisinde güç kullanımının varlığından söz edilebil-diği gibi, çocuğun gelişiminde toplumsallaşmanın gücün-den de söz edilebilmektedir. İktidarın başlangıç noktası olarak, ‘eşitsizliğin’ olmadığı hiçbir toplumsal yaşam ala-nı yoktur. Dolayısıyla iktidar her yerdedir.117 Nite­kim bu durum Foucault’nun “iktidar her yerdedir, bundan da ka-çış yoktur” biçi­minde dile getirdiği güç anlayışını doğ­rular niteliktedir.118

Sözlükte “iktidar” kelimesi” bir şeyi yapmaya gücü yetmek, yapabilmek” anlamına gelmektedir.119 İktidar, bir kişi veya grubun başka kişi ve gruplar üzerinde kendi istediği yönde etkileme ve istediğini yaptırabilme gücü-dür.120 Max Weber, kabul gören düşüncelere çok yakın bir tanım yapıyordu: “İktidar kendi iradesiyle, diğer in-sanla­rın davranışlarını belirleme kabiliyetidir.” İktidar kavramına ge­nellikle verilen anlam da budur. Filan insan ya da insan grubu, ka­rarsız ya da muhalif bile olsalar, başka insanlara kendi iradesini ve amaçlarını dayatmak-tadır. Weber başka bir yerde de iktidarın, “bir veya bir-çok kişinin kolektif bir eylem içinde, kendi iradelerini, aynı eyleme katılan diğer bireylerin iradeleri hilâfına ger-çekleştirme gücü’ olduğunu söylüyor.121

İktidar bireysel, kurumsal olarak bir şeye ulaşabilme-dir. İktidar, bir sonuç elde etmek için ekonomik, sosyal veya politikal gücü usulüne uygun bir şekilde harekete geçirebilme becerisidir.122 İktidar, insanların ya da birey-lerin eylemde bulunma, yapıp etme yetisi; belli bir işi başarma, ortaya birta­kım etkiler ya da sonuçlar çıkarabilme yeteneği; fiziksel ya da tinsel bir etki yaratabilme ya da bu tür bir etkiye karşı direnebilme yeteneği; doğrudan ya da do­laylı yollarla değişimi meydana getirme ya da olası değişimleri önleyip önüne geçme kapasitesi; devletlerin, hükümet­lerin ya da kurumların ellerinde bulunan yönetme yetkisi; toplumu yönetenlerin siyasal, hukuksal, toplumsal yapıp etmele-rinin en temel dayanağı. Güç daha genel bir açıdan, belli bir sonuca ulaşmak, belli bir amacı gerçekleştirmek ama-cıyla, başta toplumsal, siyasal ve ekonomik ge­reçler ol-mak üzere, eldeki bütün araçları istenen sonuçları sağla-mak amacıyla kul­lanabilme becerisi olarak tanımlana-bilir.123 “İktidar her şeyden önce bir istençtir, hayatta kal-manın, ontolojik anlamda hayatı istemenin göstergesi-dir.”124 Bu şekildeki yaklaşımı “Hayatta kalma anı iktidar anıdır”… “Hayatta kalan ayakta dururken ölen yerde yatmaktadır.” Hayatta kalan “kendisini orada tek başına dururken görür ve bununla övünür; bu anın ona verdiği iktidardan söz ederken, bu duygunun başka bir şeyden değil, yalnızca kendi tekil kalma duygusundan türediğini asla unutmamalıyız” diyen Elias Canetti’nin ‘Kitle ve İk-tidar’ yazınında çeşitli örneklemeler görürüz.125 İktidar insanın yalnız kaldığı yerdir.126

İktidar aslında meşrulaşmış asgari bir rıza çerçeve-sinde uygulanan güçtür. Burada Foucault’nun iktidar için özgür öznenin varlığının gerekirliği ortaya çıkar. Güç iktidarın sadece bir öğesidir. Duverger güç ile iktidar ara-sında bir ayırım yaparak, iktidarı kullanıldığı toplumda normlara, inançlara ve değerlere uygun bir biçimde olu-şan bir etki türü olarak tanımlar.127

İngilizcedeki “power”, Fransızcadaki “pouvoır”‘ ve Latincedeki “potestas” kelimeleri ikti­dar deyimini karşı-lamaktadır. Bu kavram, ilgili dillerde; ehil olmak, yetenek sahibi olmak, toplumda başkalarına istediğini yaptırabil-mek, istenen şeylerin yaptırılmasını sağlamak için zora başvurmak anlamlarında kullanılmaktadır.128 İktidarın ikinci anlamı, toplum içinde başkalarına istediğini yaptı-rabilme yeteneğidir. Son olarak, istediğini yaptırabilmek için zor kullanmak, iktidarın üçüncü anlamıdır. İktidar iki veya daha fazla kişinin “ilişki”si içinde ele alınır. İktidarı bir ilişki olarak ele alanlar eşitsizliğe dayanan bir durumu da kabul etmiş olurlar. İktidar sahibi olmak ise eşitsiz bir ilişki içinde bir şeyin yaptırılmasını içerir.129

Toplumsal ilişkilerin temelinde yer alan eşitsizlik zo-ru ve baskıyı beraberinde getirir. İktidarı elinde tutan ki-şi, bunun sağladığı tehdit ve yasaklarla bir başka kişiyi belli bir davranışta bulunmaya zorlama yetisini elinde tu-tar.130 Bertrand Russell iktidarı, “istenen etkilerin üretil-mesi” olarak tanımlar.

İktidar, en genel anlamıyla, bazı kişiler ya da küme-lerin, başka kişiler ya da kümeler üzerindeki etkisini an-latır. Robert A. Dahl de, iktidar kavramını aynı doğrul-tuda tanımlamıştır: A’nın B’ye, A’nın müdahalesi olma-saydı yapamayacağı bir şeyi yaptırma yeteneği…131 “Ali’nin Ahmet üzerinde iktidarı var” dediğimiz zaman gerçekte kastettiğimiz Ali’nin tutumu ya da davranışları-nın Ahmet’in tutumu ya da davranışlarına neden olduğu-nu, ya da Ali’nin Ahmet’in davranışını etkilediğini ifade etmektir. Başka bir deyişle, Ahmet’in davranışı, eğer Ali’nin etkisi olmasaydı, ya da başka bir deyişle, onun di-rencini yıkan iktidarı olmasaydı, farklı bir davranış olabi-lirdi demek istiyoruz.132

“Yasaların, kurumların, ideolojilerin iktidarından söz ediyorsak, iktidar yapıları ya da mekanizmalarından söz ediyorsak, bunu yalnızca belli kişilerin başkaları üzerine iktidar uyguladığını varsaydığımız ölçüde yaparız. Bura-da “iktidar” terimi, “taraflar” arasındaki ilişkilere gönder-me yapmaktadır.”133 Güç veya etki olgusal bir durumu anlatırken iktidar normatif bir gerçekliği yansıtır. İktidarda çeşitli değer ve normlarla beslenen bir buyurma-boyun eğme, emir-onay ilişkisi vardır.134 Leibniz’in metafiziğinde güç, kişilerde kendi­sini değişik biçimlerde açığa vuran itici, çekici, biçimlendirici olması anlamında en temel etkinlik ilkesine gönderirken, Nietzscheci yaşam felsefesinde bü-tün bir yaşamın kendisine göre yapılandığı “güç istenci”, tarih boyunca değişmeden kalan tek gerçek olarak değer­lendirilmektedir.135 Russell, ihtişam gibi iktidarın da in-sanoğlunca, son emel ve son mükâfat olarak görüldüğünü düşünmüştür. “İnsanın sonsuz arzuları arasında en güçlü olanlar, iktidar arzusu ve ihtişam arzusu­dur.”136 Hatta Marksist anlayışın toplumsal olayların temelini ekonomi olarak değerlendirmesinin yanlışlığına değinir. “İktidar tutkusu, eski ya da güncel tarih içindeki toplumsal olay-arın nedenidir ve yalnızca doğru olarak yorumlandığında anlaşılabilir” demektedir.137 Bütün sanatların gayesi bir iktidar ele geçirmektir.138

İktidar tanımında eşit olmayan güç ilişkileri vardır. “İktidar, bir tarafın öteki taraftan daha fazla avantaj sağlayacağı, ama avantajsız durumda olanın da değiş tokuştan yüzde yüz zararlı çıkmayacağı, eşitsiz bir güç ilişkisidir.”139

“Herhangi bir insan topluluğunu yöneten herhangi bir in­san, kendini neredeyse fizik olarak büyümüş hisseder (...) Kumanda etmek bir irtifadır. Orada başka bir hava solunur, orada itaatin vadilerinden başka perspektifler keşfedilir.”140 Foucault ikti­dar-bilgi tasarımını, “bütün bilgi isteklerinin temelinde hep daha güçlü olma is­teği yatmaktadır” biçiminde özetlenebi­lecek Nietzsche’nin “güç istenci” tasarımın­dan esinlenerek temellendirmiş-tir.141 Foucault’ya göre bütün toplumsal ilişki­leri son çözümlemede birer güç/iktidar dizgesi olarak tanımlamak olanaklıdır.

Foucault’nun iktidar ilişkileri ile ilgili saptamış oldu-ğu noktalar, iktidarın geniş kapsamlı bir tasvirini yapar:

1) Farklılaşmanın, dolayısıyla eşitsizliğin olduğu bir toplumda ortaya çıkan,


  1. Bu eşitsizliğin yol açtığı kişilerde veya kurum-larda, güçlü veya üstün olanın bu durumu kendi isteği doğrultusunda kullanmaya yönelik bir amaç edindiği,

  2. Bu amaca ulaşmak için, toplumsal yaşamdaki maddi-manevi her türlü unsuru bir araç olarak kullana-bilen,

  3. Toplumsal yaşamdaki her mekânı da, bu amaca ulaşmaya olanak sağlayan yerler olarak değerlendirebilen bir olgudur.142

Sıradüzenli insan tasarımı doğrudan doğruya Nietzsche’nin belki de en önemli öğretisine karşılık gelen “güç istenci” tasarımının doğal bir uzan­tısıdır. Gerek insanımsı gerek insan ge­rekse de üstinsan aşamaları Nietzsche’nin gözünde tam anlamıyla birbirinden ayrı bi-rer “güç konumu”durlar. Burada “güç”ten anlaşılması ge-reken bir başka­sını ya da başkalarını kendi iktidarıyla egemenliği altına almak değil, eyleme gü­cünü yani yaşa-ma istencini taşıyabiliyor olma halidir.143

Nietzsche, her bakımdan sonuna dek götürülmüş in-san doğasının en temel öğesinin “güç istenci”nden öte bir anlamı olmadığını savunur. İlk kez ‘Tan Kızıllığı’nda ge-çen güç istenci tasarımı, özünde fizik bağla­mında kulla-nılan ‘güç’ kavramının yaşam felsefesi bağlamına taşına-rak yeniden yorumlanmasıyla oluşturulmuştur. Güç isten-ci tasarımına göre, bütün yaşam kesintisiz bir savaşım içinde olunarak geç­mektedir; insanlık tarihinin hemen her döneminde, bütün düşünceler ile eylemlerin en teme-linde yatan tek bir gerçek varsa, o da bütün varlık tek-lerinin hep daha güçlü olmayı arzuluyor olmalarıdır.144 Filozofların “doğruluk istenci”nin altında “güç istenci” olduğunu savunmaktadır.145 Güç istencinin ötesinde gidi-lecek ne temeldenci bir hakikat, ne şaşmaz bir doğruluk, ne de ussal bir dayanak vardır. Nietzsche, evrene egemen olan biricik itkinin güçlü olma isteği olduğu gözleminden yola koyularak, insan eylemleri ile duygulanımlarına ko-nu, bü­tün yaşama bağlamları için de asıl belir­leyici ola-nın güç istenci olduğu sonucuna varmıştır. Canlı bir var-lığın bulunduğu her yerde, yaşamın filizlendiği her top-rak parçasında güç istenci kök salmak durumundadır.146 Varoluşun temel ereği bu yüzden başlangıçtan bu yana güçlü olma is­teğinde gövdelenmektedir; insan bu anlam-da yalnızca yaşamını sürdürmek amacıyla kendi canını koruma dürtüsü­nün dedikleriyle yetinemez; çünkü istese de iliklerine dek işlemiş olan kayıtsız ko­şulsuz her durum içinde hep daha güçlü olma isteği onun yakasını bırak-maz. Da­ha açık bir deyişle, evrenin bütün düze­ninde yer eden güç istenci ilkesi, evren bütünüyle yok olmadıkça ortadan kalkmayacak denli temel bir ilkedir.

Nietzsche’nin güç istenci tasarımında, insan doğasını oluşturan en temel ilke, yaşama isteğinden çok sahip olu-nan güç­lülük durumunun çoğaltılmasıdır. Kuş­kusuz bu-nun böyle olduğunun en iyi gö­rülebileceği yer, insanların çoğunlukla da­ha güçlü olmak adına yaşamlarını göz kırp-madan tehlikeye atıyor olmalarıdır. Bu açıdan bakıldı-ğında, Nietzsche’nin gö­zünde insanların hazlardan kaça-rak, bilerek ve isteyerek acıları seçmeleri, pek çok çileci etik dizgesinden de görülebileceği gibi “acısever” olma-ları anlaşılır bir şeydir; çünkü yaşanan acılar salt acının kendisi adına değil hep daha güçlü olmak adına yaşan-maktadır.

En iyi anlatımını yaratıcı eylemlerde bulan güç isten-ci, insanlığın yüzyıllardır peşinde koşturduğu en yük­sek mutluluğu ele geçirmenin biricik ko­şuludur. Daha açık bir deyişle, sanıldığı­nın tersine mutluluk yaşanan hazların gerek niceliksel gerek niteliksel bakım­dan çoğaltılmasın-dan değil, sahip olunan güç durumunun yaşanan bütün acılara rağmen çoğaltılarak yaratıcılığa dönüştürülmesin-den geçmektedir.147

Nietzsche’nin güç istenci tasa­rımında geçen güç kav-ramı zorunlu ola­rak ötekilerin tahakküm altına alınma-sına yönelik kaba güç kullanımına karşılık gelmemek-tedir. Burada geçen güç ile söylenmek istenen, kişinin kendi yaşantısının “yaratma etkinliği”ni olabildiğince ço-ğaltma isteğidir. Bu açıdan bakıldığında güç istenci öte-kileri ezip baskı altında tutmanın amaçlandığı bir Varol-ma kipi olmaktan çok, kendine yeterlik ile özgüvenin çoğaltılmasıyla ilintili bir konudur. Nitekim bunun bir kanıtı, güç istenci bozguna uğramış kişilerin, sağlıklı bi-rer etik dizgesi kılığına bürünmüş avutucu söylenenlerin gerçekte düşmanlık ile hınç yaşantısının yüceltilmesi olan “iyilikse­verlik’”, “alçakgönüllülük” gibi edilgen de-ğerlerini, birer erdemmiş gibi hem kendilerine hem de başkalarına yuttur­malarıdır.148 1787’deki Amerikan Ana-yasa Kongresi’nin üyelerinin görüşleri ele alındığında insandaki güç istenci ve bunu artırma arzusunun vurgu-landığı fark edilecektir. En yaşlı delege Benjamin Frank-lin “Beyler, insan ilişkilerinde çok etkili olan iki önemli tutku vardır,” demişti, “bunlar, hırs ve açgözlülüktür; güç aşkı ve para aşkı.” En genç delegelerden biri olan Alexander Hamilton da aynı fikirdeydi: “İnsanlar gücü sever.” En deneyimli ve etkili delegelerden biri olan George Mason da “İnsanın doğası gereği, gücü elinde tutanların… her zaman, yapabildikleri sürece… onu artı-racaklarından emin olabiliriz,” diyerek aynı fikirde oldu-ğunu belirtmiştir.149

Nietzsche’nin “güç istenci” aslında ilk kez bir Sümer Destanı olan Gılgamış Efsanesi’nde dillendirilmiştir. Yaklaşık M.Ö. 2800–2600 yıllarında yaşadığı sanılan Sü-mer Kralı Gılgamış, insanlık tarihine ölümsüzlük arzuları en yoğun olan ilk insan olarak geçer. Gılgamış Uruk şeh-rinin kralıdır. Halk tarafından çok sevilir ama kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu’yu yeryüzüne gönderir.

Enkidu destanın ikinci önemli karakteridir. Fakat En-kidu’nun kırlarda yaptığı kıyımlar ve tuzaklarını bozması Gılgamış’tan kurtulmak için çok dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur.

Gılgamış, Enkidu’yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve doğallığının bozulmasını sağlar. Kadının peşinden kente gelen Enkidu önce Gılgamış ile güreşir sonra krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kent-lilere özgün elbiseler giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrının isteğinin aksine Gılgamış’la Enkidu çok iyi ar-kadaş olurlar.

Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de bir gün öleceği gerçeği ile karşılaştığından paniğe kapılır.

Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için “tufan”ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim’i görmeye gider. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular Adası’ndaki evine gelen Gılgamış’ı geri çevirmez ve ona tufanı anlatır.

“Mitoloji, çoğu zaman yaşamın kaynağını, insanların yaradılışını, yaşanmış deneyimlerini ve kültürün kendine has özelliklerini açıklayan şiir, destan ve öykülerden olu-şur”.150 “Mitos, belli bir durumun yarattığı insan düşgücü-nün (imgeleminin) ürünü olup, belli bir şey yapma niyeti-ni gösterir. Böyle anlaşıldığında, mitos hakkında sorul-ması gereken doğru soru, onun ‘gerçek olup olmadığı’ değil, ‘onunla ne yapılmak niyetinde olunduğu’ sorusu-dur”151

Hemen hemen bütün efsaneler politik iktidar kavga-larını yansıtır. Tanrılar iktidar tanrılarıdır. Gılgamış Efsa-nesi’ni bu dönemin politik iktidar örüntülerini anlama çabasında önemli bir konuma oturtmaktadır. Bu efsane, gerçekten de, insanoğlunun politik iktidar ilişkilerini bü-yük bir ölçekte, yoğun ve derin bir şekilde hayal edebil-mesini sağlayan deneyimin imkânlarını sunmaktadır.152 Gılgamış Efsanesi’nin en bilindik özelliği destan türünün bilinen ilk ve dolayısıyla en eski örneğini teşkil etmesi-dir.153 Bu destan bize insanın temel ve evrensel güdü-sünün ölümsüzlük olduğunu gösterir. İnsan iktidarı bile ölümsüzlüğe erişmek için kullanır.*

Destanda kutsal fahişe olarak geçen ve enkidu’yu ev-cilleştiren kişi cinselliği bir iktidar aracı olarak kullanır. Ancak cinsellik iktidar değildir. Cinsellik iktidar için bir araç olarak kullanılır. Bundan dolayı temel itki cinsellik değil, iktidarı elde etme isteğidir.


Yüklə 1,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə