108
ENGİN ERDEM
Ayrıca, İbn Sînâ’nın olurlu terimini kullanması, onun argümanının kozmo-
lojik olduğunu söyleyenlerin en önemli dayanak noktalarından birini oluştur-
maktadır. Ancak İbn Sînâ’nın olurlu terimi ile kozmolojik delili savunanların
kontenjan (contingent) terimi arasında esaslı bir farklılık söz konusudur. Olur-
lu, henüz varlığa gelmemiş, ancak var olabilir olan anlamına gelirken, konten-
jan, bilfiil var olan, ancak var olmayabilir de olan manasına gelir. Kozmolojik
delili savunanlar, bilfiil var olan ancak var olmayabilirliği içinde barındıran
evrenin kendi dışında zorunlu bir sebebi olması gerektiğini kanıtlamaya çalış-
maktadırlar; evrenin kontenjanlığından hareket eden Leibniz’in (1646-1716)
Tanrı’yı, “her şey neden yok değil de var?” sorusunun nihai cevabı olarak
sunması böyle bir akıl yürütmenin sonucudur.
44
Kozmolojik delili savunan-
ların argümanında evrenin kontenjanlığı, kendisi aracılığıyla Tanrı’nın varlı-
ğına ulaşılan bir dayanak noktasıdır. Bu argümanın hareket noktasının sebep
olduğu sorunu çok yerinde tespit eden Hegel’e (1770-1831) göre, kozmolojik
delili savunanlar, Tanrı’nın zorunluluğunu açıklamak için bir taraftan evrenin
kontenjanlığından hareket ederken, öbür taraftan Tanrı’nın varlığını açıklamak
için adeta evrenin varlığının zorunluluğunu varsaymış olmaktadırlar.
45
Daha
açık bir anlatımla, Hegel’e göre kozmolojik delili savunanların temel çelişkisi,
Tanrı’nın zorunluluğunu açıklamak için evrenin kontenjanlığının zorunlulu-
ğunu kabul etmiş olmalarıdır. Tanrı’nın varlığını açıklamanın ön koşulu eğer
evrenin kontenjan olduğunu kabul etmek ise evren zaten Tanrı’dan bağım-
sız olarak var olmalıdır. Eğer evren zorunlu olarak var ise, evrenin varlığını
açıklamak için Tanrı’nın var olduğunu varsaymaya gerek yoktur.
46
Hegel’in
eleştirisi, kozmolojik delil ile İbn Sînâ’nın argümanı arasındaki farkı da açık
hale getirmektedir. Kozmolojik delili savunanların argümanında, kontenjanın
var olmayabilirliği barındıran varlığı Tanrı’nın zorunluluğunun dayanak nok-
tasını teşkil etmektedir. İbn Sînâ’nın argümanında ise ilk önce varlığın bilgisi
gibi zorunlu’nun varlığının da kesin olduğu ortaya konmaktadır: (3. Önerme)
44 G.W. Leibniz, “On the Ultimate Origination of Things”, Philosophical Essays, (Der.- Çev. R.
Ariew, D. Garber), Cambridge: Hackett Pub. Comp., 1989, (içinde) s. 149; Bruce Reichenbach, “Cos-
mological Argument”, Stanford Encyclopedia Of Philosophy, 2008, http://plato.stanford.edu/entries/
cosmological-argument/ [20.06.2011]
45 Georg W. F. Hegel, Lectures On The Proofs Of The Existence Of God, (Çev. P. C. Hodgson), Ox-
ford: OUP, 2007, ss. 111-117; Raymond K. Williamson, Introduction to Hegel’s Philosophy of Religion,
Albany: State University of New York Press, 1984, s. 211.
46 Hegel, aynı yer; Williamson, aynı yer.
İbn Sînâ’nın Metafizik Delili
109
“Eğer varlık içerisinde zorunlu bir elemanın mevcut olduğu kabul edilirse,
istenen elde edilmiş olur.” Argümanın bundan sonraki kısmı, Tanrı’nın yok-
luğunun düşünülmesi durumunda da O’nun varlığını kabul etmenin zorunlu
olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır, kendi başına olurluların Tanrı’nın var-
lığının delili olduğunu değil.
47
Zira İbn Sînâ’nın teorisinde zorunlu ile olur-
lu arasındaki ilişki dikkate alındığında, zorunlu’nun varlığı olurlu ile değil,
olurlu’nun varlığı, zorunlu ile açıklanmaktadır; olurlu sadece varlığa gelmek
için değil, leysiyyet mertebesinde iken de zorunlu’ya muhtaçtır.
İbn Sînâ’nın varlık teorisinde isbat-ı vacib meselesi ile yakından ilişkili
bir diğer konu, onun, varlığın sadece duyusallardan ibaret olmadığı tezidir.
Tanrı’nın varlığını ispatlamak için eserden müessire giden yolu takip eden-
ler deney ve tecrübe dünyasından hareketle bilinenden (şahit) yola çıkarak
bilinmeyene (gayb) ulaşma gayretindedir. Onlar, çıkış noktası olarak tecrübe
âlemini esas almakta, buradan, tecrübe edilemeyene (Tanrı) gitmektedirler.
48
Onlar her ne kadar değişik tecrübî kanıtlarla Tanrı’nın varlığını ispat ettikle-
rini iddia etmekteyseler de başlangıçta epistemik çerçevelerini duyusal varlık
dünyası ile sınırlandırdıkları için “Tanrı vardır,” demekle aslında kendi bil-
gi sahalarının ötesine ilişkin bir “iddia”da bulunmuş olmaktadırlar. Kant’ın
(1724-1804), “İmana yer açmak için bilgiyi inkâr etmem gerekti,”
49
sözü,
eserden müessire giden yolu takip edenlerin içine düştüğü çelişkinin veciz bir
ifadesidir. Varlığı, tümel, akli önermelerle
50
izah etmeye çalışan İbn Sînâ böy-
le bir çelişkiye düşmemek için en başta varlığın sadece duyusallardan ibaret
olamayacağını, varlık mefhumunun hem duyusalı hem de duyusal olmayanı
kapsadığını ortaya koyar. Onun, varlığın sadece duyusallardan ibaret olmadığı
görüşü, nihai anlamda “Tanrı vardır,” önermesinin, insanın bilgisinin sınırları
içinde olan anlamlı bir önerme olduğunu göstermeye matuftur.
47 ed-Devvânî, a.g.r., ss. 118-119; el-Meybûdî, a.g.e., s. 202.
48 İslam düşünce geleneğinde Tanrı’nın varlığını kanıtlama çabaları genel olarak “İsbât-ı Vâcib”
başlığı altında ele alınmaktadır. Geç dönem İslam düşüncesinde, özellikle Celaleddîn ed-Devvânî’nin
yazdığı İsbât-ı Vâcib (kadîme ve cedîde) başlıklı meşhur iki risaleden sonra bu terimin filozofların yanı
sıra kelamcılar tarafından da kullanılmaya başlandığı gözlemlenmektedir. Terimin müştereken kullanı-
lır hale gelmiş olması geç dönem İslam düşüncesinde İbn Sînâ’nın güçlü tesiri ile açıklanabilecek bir
olgudur. Nitekim erken dönem kelamcılar, bu meseleyi, eserden müessire giden anlayışları ile daha
uyumlu olarak “İsbât-ı Sâni”, “İsbat-ı Muhdis” başlıkları altında ele almışlardır.
49 Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, (Çev. P. Guyer, A. W. Wood), Cambridge: CUP, 1998,
s. 117.
50 İbn Sînâ, Şifâ: İlâhiyyât, s. 21.