21
TEORİ
‘Yahudi kimdir’in öncelikle olumlu bir bakışla anlatılması gerek. Bu
sorunun binlerce cevabı olduğu muhakkak. Sacks şöyle bir Yahudi ta-
nımı yapıyor: “Ortak bir acı ve umut tarihini paylaşan insanlardan bi-
ri olarak doğmak.” Yoksa ne aynı dili konuşan, ne aynı topraklarda
yaşayan, ne de aynı kültür ya da inançları paylaşan; dinle çok bağ-
ları olmayan dünyanın faklı yerlerinde yaşayan Yahudiler arasındaki
birlik, yakınlık duygusu nasıl anlatılabilir?.
42
Yine aynı yazar diyor ki:
“Auschwitz’den sonra her Yahudi bir şekilde hayatta kalmayı başar-
mış, kazayla hayatta olduğunu biliyor ve diğer tüm Yahudilerle bu bi-
linci paylaşıyor.” İşte Holokost’u anlatmak biraz da ‘Yahudi kimdir-
’in cevaplarından.
Türkiye’de yaşayan en fazla 17 bin Yahudiden bahsediyoruz.
Bu insanlar özellikle de basında ve sosyal medyada İsrail’le ilişkiler
gerildiğinde, Ortadoğu’da çatışmalar alevlendiğinde hedef gösterili-
yor ve antisemit nefret söylemine maruz bırakılıyor. Antisemitizm sa-
dece Türkiye’de ve Arap ülkelerinde yok, Avrupa ve Amerika’da da
var. Ama Türkiye ve Batı ülkeleri arasındaki fark buna karşı gerek si-
yasilerin, gerek devlet aygıtının, gerekse de sivil toplum ve medyanın
aldığı tutumda yatıyor.
Holokost eğitimi tek başına güncel antisemitizmle mücadele et-
mekte yeterli değil. Çünkü güncel antisemitizm daha çok İsrail’in ku-
ruluşu, İsrail-Filistin çatışması gibi konular etrafında şekilleniyor.
Elbette hiçbir şey için olmasa da Türkiyeli Yahudilerin maruz
kaldığı nefret söylemine karşı durmak için antisemitizmin ne olduğu-
nu öğrenmeli, öğretmeliyiz.
•
42 Jonathan Sacks, Faith in the Future in Ian Davies, Teaching the Holocaust:
Educational
Dimensions,
Principles and Practice,
Continuum, 2000, S. 26.
22
TEORİ
İsrail-Türkiye İlişkilerinin
Dünü Bugünü ve Geleceği
METİN
Hay Eytan Cohen Yanarocak*
Birleşmiş Milletler‘in (BM) 29 Kasım 1947‘de Filistin‘de Yahudi ve
Arap uluslarından müteşekkil iki ayrı devlet kurulması ile ilgili aldığı
taksim kararına ret oyu vermesine karşın, Türkiye 1949 yılında İsrail‘i
resmen egemen bir ülke olarak tanımıştır. Elbette bu kararın alınma-
sında o zamanki Soğuk Savaş koşulları ve çift kutuplu dünya siyasi
sistemi etkin faktör olarak öne çıktı. BM’nin “Filistin Komisyonu“nda
bilfiil görev alan Hüseyin Cahit Yalçın‘ın dönemin cumhurbaşkanı
İsmet İnönü‘ye yazmış olduğu İsrail‘in Batı kampında kalacağına
dair rapor bu tanımayı hızlandıran etkenlerin başında gelmiştir.
Türkiye‘nin kararı, bölgedeki diğer Müslüman nüfusu çoğunluk-
ta olan ülkeler göz önüne alınınca gerçekten de devrimsel bir nitelik
taşımaktadır. İsrail‘i çevreleyen diğer ülkeler yeni doğmuş, Birleşmiş
Milletler’ce meşruiyeti tasdiklenmiş bu devleti henüz doğum anında
boğmaya çalışırken, Türkiye bu çatışmalardan uzak durmuştur. Bu şe-
kilde Türkiye, İsrail ile bir barış anlaşmasını imzalamasına gerek kal-
madan diyalog tesis edebilen ender, Müslüman nüfus çoğunluklu ül-
keler arasında yerini almıştır.
Reel politikanın gereksinimlerinin karşılanmasının yanında kuş-
kusuz İsrail-Türkiye ilişkilerinin temelini tarihsel bir dostluk perçin-
lemiştir. Yahudi ve Türk halkı arasındaki dostluk elbette 1949 iti-
bariyle başlamış bir dostluk değildir. Gerek Osmanlıların Bursa‘yı
1326 yılında ele geçirmesi sırasında, gerekse de Fatih Sultan Meh-
met‘in İstanbul‘u 1453 yılında fethetmesiyle birlikte ilk Türk-Yahudi
karşılaşmaları yaşanırken, 1492‘de İspanya‘daki engizisyon zulmün-
den kaçan Yahudilere 2. Bayezid‘in kucak açmasıyla söz konusu
ilişki adeta taçlanmıştır. Hıristiyan coğrafyalardaki Yahudiler büyük
kıyımlar yaşarken, Osmanlı hükümranlığı altındaki Yahudiler yüzyıl-
lar boyu huzurlu bir yaşam sürmüştür. Bu huzurlu yaşam her ne ka-
dar 2. Dünya Savaşı‘nın ayak seslerinin duyulduğu ve Avrupa‘da an-
tisemitizmin tavan yaptığı yıllar arasında zikredilebilecek olan 1934
Trakya pogromunda sarsılmış olsa da, büyük resme bakıldığında Ya-
hudiler eşi benzeri görülmemiş bir huzur içinde yaşamışlardır. Nite-
kim yine 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye, Almanya‘dan kaçan Ya-
hudi bilim insanlarına kapılarını açmıştır.
Tüm bu söylenenler ışığında Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki-
lerin gerek siyasi gerekse de tarihi anlamda sağlam temeller üzerine
inşa edildiğinin altı çizilmelidir. Bu sağlam temele karşın Türkiye ile
İsrail arasındaki ilişkilerin kalitesi, yaşanmakta olan İsrail-Arap ülke-
leri ve İsrail-Filistin ihtilafları nedeniyle istenen seviyeye kolay kolay
ulaşamamıştır. İkili ilişkilerin geliştirilmesi ve bir ittifaka dönüşmesi-
ni arzulayan, İsrail‘in ilk başbakanı David Ben-Gurion‘un bölgedeki
Arap olmayan ülkeleri ve devleti olmayan diğer grupları bir araya ge-
tirmeyi amaçlayan “Çevresel İttifak Projesi”nin dahi iki ülkeyi yete-
rince birbirine yaklaştıramadığı görülmüştür.
Bu makus talih 1991 yılında İsrail ile Arap ülkeleri arasında
gerçekleşen Madrid Barış Konferansı sonrası hızla değişmeye baş-
lamıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail arasında imzalan-
mış olan Oslo Barış Anlaşması‘nın ardından İsrail-Türkiye ilişkileri
nihayet büyükelçi seviyesine ulaşıp yavaş yavaş kalite kazanmaya
başlamıştır.
Kuşkusuz askeri boyut bu ilişkilerin bel kemiğini oluşturmak-
tadır. 1990‘lı yıllarda Türkiye‘nin yaşamış olduğu PKK kökenli sorun-
ları ve Avrupa‘nın insan hakları konularında Türkiye‘yi çeşitli ihlal-
lerle itham etmesinin gölgesinde Batılı başkentlerden istediği yüksek
silah teknolojilerini elde edemeyen Ankara, ister istemez rotayı Ku-
düs‘e çevirmiştir. Meşruiyeti her fırsatta saldırı altında olan İsrail ise
Madrid Barış Konferansı sonrasında bu konuda daha fazla özgüven-
le hareket etmeye başlamış ve Türkiye‘den gelen ittifak talebini -bir
başka deyişle Müslüman çoğunluklu bir ülkenin İsrail ile iyi ilişkiler
tesis etme isteğini- meşruiyetini perçinlemek için bir fırsat olarak
görmüştür. Kuşkusuz bunun yanı sıra İsrail, Türkiye ile güçlendir-
diği ilişkiler sayesinde silah sanayine yeni bir pazar yaratmış; geniş
Türk hava sahasının İsrailli savaş pilotlarının eğitimleri için kullanı-
ma açılması da Kudüs için çok önemli bir kazanım olmuştu. Bu so-
mut kazanımlar dışında istihbarat alanındaki paylaşımlar İsrail‘in
İran‘a sınırı olan bir ülkede rahat bir şekilde faaliyet göstermesine
yol açmış, Türkiye için ise İsrail, terörle mücadele ve Hafız Esad‘ın
Suriye‘sini baskı altına alma konusunda önemli bir rol oynamıştır.
*
Tel Aviv Üniversitesi, Moşe Dayan Ortadoğu Araştırmaları
Merkezi