10
TEORİ
Medine’de yaşanan gerilimli süreçteki olumsuz ilişkiler, ilk fetihlerle
genişleyen İslam dünyasında hakimiyet altına alınan yeni Yahudi
cemaatlerine hiçbir surette yansımamıştır. Yaşananların tamamen
siyasi olduğu, dini herhangi bir yönünün bulunmadığı, hem Müslü-
man hem de Yahudi cephesince gayet iyi bilinmekteydi. Bu olaylar,
Müslüman-Yahudi ilişkilerini, İsa’ya karşı tutumları bahane edilerek
Yahudilerin Hıristiyanlarla yaşadığı kan davası tarzı bir ilişkiye dönüş-
türmemiş, kesinlikle ebedi düşmanlık söz konusu olmamıştır.
Hz. Muhammed’den Sonra İslam ve Yahudilik
Hz. Muhammed’in vefatından hemen sonra başlayan fetihlerle, o
dönem dünyasının büyük bir bölümü, dolayısıyla kökeni İslam önce-
si dönemlerdeki Asur, Babil ve Roma sürgünlerine dayanan Yahudi
cemaatlerinin çoğu da İslam idaresine girmiş oldu. Bu durum Yahu-
di tarihi açısından da bir dönüm noktasıdır; çünkü Süleyman Pey-
gamber zamanından beri Yahudi cemaatleri ilk kez tek bir devletin
sınırları içerisinde birbirleri ile rahat bir şekilde irtibat kurma fırsatı
elde etmiş, Talmud Yahudiliği ilk kez bu kadar geniş bir coğrafyada
yayılma imkanı bulmuştu. O dönem dünyasında Yahudi cemaatleri-
nin çoğu Atlas Okyanusu’ndan Orta Asya içlerine kadar uzanan ge-
niş bir coğrafyaya hakim olan İslam idaresinde yaşamıştır. O dönem-
de dünyanın diğer bölgelerinde de Yahudiler vardı; ancak Yahudi
nüfusunun büyük çoğunluğu İslam dünyasında yaşıyordu. Seyahat,
taşınma ve yerleşme konularında herhangi bir engel de bulunmadığı
için İslam dünyasının her tarafına dağılmış durumdaydılar.
İslam fetihlerinin Yahudiler için her anlamda bir iyileşme oldu-
ğu tartışmasız kabul gören bir olgudur. Yahudiler, İslam idaresinde
“zimme” adı verilen “hukuki bir teminat”la belli bir statü kazanmış;
kendilerine din, dil ve kültür hürriyeti tanınmasının yanında can ve
mal emniyeti de sağlanmıştı. Zaman zaman yaşanan bazı tatsızlı-
klara rağmen Yahudilerin bu statüsüne dikkat edilmeye çalışılmıştır.
Bu statü halife ve sultanların keyfiliğine bırakılmamış, Kur’an ve Hz.
Muhammed’in emir ve uygulamaları ile bağlayıcı hale getirilmiştir.
Yahudilerin diğer din mensupları arasında bir arada yaşamak için
yine Müslümanları tercih etmesi dikkat çeken bir diğer husustur.
Haçlılar döneminde Suriye ve Filistin’de Yahudiler Haçlıların sürgün
ve katliamlarını Müslüman komşuları ile birlikte yaşamıştır.
İslam dünyasında fikri-siyasi karışıklıklar ile şiddet ve kaosun ha-
kim olduğu dönemlerde dahi Yahudilerin cemaat yaşamlarına müda-
hale edilmemiş, kendi mahallelerinde, günümüz hahambaşılığının
yetkilerine sahip Bet-Din [hukuk evi] ve sinagog etrafında yoğunla-
şan kümeler halinde “devlet içinde devlet” statüsünde bir hayat sür-
dürmüşlerdir. O dönemin geçer akçesi “tebaa”lık statüsü, fiili anlamda
modern dönemlerin “vatandaş”lık statüsünden çoğu yönüyle ileri özel-
likler taşımaktaydı. Milli devletlerin kendisine benzetmeye çalıştığı
azınlıklar, bazı araştırmacıların yerinde tanımıyla, İslam dünyasındaki
“Ortaçağ dini demokrasisi”nde çok rahat bir hayat sürmüş, “devlet için-
de devlet, hatta devletten de öte” bir statüye sahip olmuşlardır.
Müslümanlarla karşılaşmalarının ilk asrında “diğeri”ne karşı asır-
ların getirdiği tereddütler sebebiyle yeni komşularına mesafeli duran
Yahudiler, zamanla bu mesafeyi kaldırmaya başlamıştır. Aynı toplum-
da birbirini daha yakından görme fırsatı, Yahudilerde Talmudik dö-
nemde “diğeri”ne (Yahudi olmayanlar, goyim) karşı geliştirilen katı tu-
tum ile bazı sert kuralların, İslami dönemde yumuşamasına sebep
olmuştur. Gerçekten de her iki kesim birbirini asla yabancı görme-
miştir. Karışık mahallelerde yaşam ve komşuluk ilişkilerine dair pek
çok örnek vardır. Bir araya gelmek, yiyip içip eğlenmek yadırganan
bir durum olmadığı gibi, keder ve acılı günler de bu ilişki ve yardım-
laşmayı pekiştirmiştir. Birbirinin fakirine el uzatmak, yetim-öksüz ya
da duluna sahip çıkmak insani bir vazifeden öte komşuluğun gereği
kabul edilmiş; kıtlık ve kuraklık gibi müşterek kader anlarında dualar
beraber edilmiş, her iki dince mübarek kabul edilen şahsiyetlerin tür-
be ve kabirleri yan yana ziyaret edilmiş, toplanan ortak paralarla ta-
mir edilmiştir.
Aynı toplumda yaşanması sebebiyle bazı problemler de eksik
değildi. Fakat Müslüman idareciler dini aidiyetine bakmaksızın bü-
tün vatandaşların durumlarıyla ilgilenmeye çalışmışlardır. İslam ta-
rihinde Yahudilerin yaşadığı bazı sıkıntılar kesinlikle genelleştirile-
mez. Bunlar istisna olup belli olaylarla sınırlı kalmıştır. Yahudilerin
ara sıra da olsa gördüğü bazı kısıtlamalar asla sürekli bir tavrın par-
çası olmamıştır.
İslam Toplumunda Yahudilerin Sosyo-Ekonomik
ve Kültürel Dönüşümü
İslam dünyasının ilk üç asrı (miladi 8-10. asırlar), sosyo-kültürel ve
iktisadi açıdan muazzam bir canlılığa şahit olmuştur. Yaygın bir şe-
hirleşmenin, para ekonomisine dayalı canlı bir ticari hayat ve yoğun
nüfus hareketlerinin yaşandığı bu dönemde yeni kurulan şehirlere
başlayan akınla İslam toplumuyla bütünleşmeye başlayan Yahudiler,
birkaç nesil sonra şehirlerdeki yeni imkanlar sayesinde toplumsal bir
dönüşüm de yaşamıştır. Mesleki gettoların olmaması sebebiyle baş-
ta ticaret olmak üzere istedikleri mesleklerde rahatça faaliyet gös-
termiş, İslam toplumuna tam anlamıyla entegrasyonlarına paralel
olarak değişik iş kollarına yönelmiş, bazılarında da sadece onlar söz
sahibi olmuşlardı. Yahudilerin Talmudik dönemden beri süregelen
kırsal kültürden şehir kültürüne geçişi de bu asırlarda gerçekleşmiş-
tir. Bugünkü dünya ekonomisi, siyaset ve kültürel hayatındaki Yahu-
di katkısında, bu dönemlerde kazanılan bilgi ve tecrübenin azımsan-
mayacak bir katkısının olduğunu söylemek mümkündür.
İslam şehirlerinin ekonomik ve kültürel merkezler haline dönüş-
mesiyle beraber Yahudiler, İslam medeniyetine dahil olmakla kalma-
mış, bu yeni medeniyetin etkisiyle yeni bir Yahudi kültürü de ortaya
koymuştur. İslam hakimiyetinden önce Yahudiler Helenizm’den faz-
lasıyla etkilenseler de putperest bir topluluğun mahsulü gördükleri
için Helen bilim ve medeniyetinden “bozulmamak ve kaybolmamak
için uzak durmayı” tercih etmişlerdi. Ancak İslam medeniyetine ta-
vırları farklı olmuştur. Ortaçağ dünyasına her manada hakim olan
bu medeniyetten kendi istekleri ile verimli bir kazanç sağlarken, ba-
ğımsızlık ve bütünlüğünü Yunan-Helen medeniyetinden daha iyi ko-
ruyabildikleri için İslam medeniyetiyle başka hiçbiri ile olmadığı ka-
dar çok yakın ve verimli bir birliktelik yaşamışlardır.