metin bozkuş
143
yoluyla imamların lütfüne mahzar olmuş, bilgisi imamlarla kurduğu derin alakadan
dolayı imamlar tarafından ihsan edilmiş, hatadan korunmuştur. O, kâmil şiî’nin
sıfatlarını anlatan sözleriyle kendisini tasvir etmiştir. Nitekim talebeleri, “Allah,
imamların suretinden kaybolduktan sonra geri dönmüş olan ve dördüncü rükün
sayılan Şeyh Ahmed’in şahsında en kuvvetli bir surette tecelli etmiştir. Hatta Ondaki
tecelli Allah’ın peygamberlerinde ve imamlarında görülen en büyük tecellîsidir”
demişlerdir. Buna göre İmamlar, Allah’ın her şeyden münezzeh olan varlığının bilgisi
ise bu bilginin mâlum olan şeylerin bilgisine açılan merkezi de Şeyh Ahmed Ahsâî ile
talebesi ve halifesi Kâzım Reştî’dir.
9
Kâzım Reştî, hocasının temkinli ve örtülü ifadelerle ileri sürdüğü görüşleri
daha açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ona göre, iki Muhammedî çağ vardır:
Birincisi, zevâhir dönemi ve şeriatın kemâl devridir. Bu çağ, onikinci hicri asrın
(onsekizinci mîlâdî yüzyıl) bitimi ile sona ermiştir. İkincisi, bâtınî gerçekler devridir.
Şeyh Ahmed, bâtınî gerçeklerin yeni çağının öncüsüdür. Bu inançlar, şeyhîler
arasında yüzyılın sona ermesiyle, zuhûru yaklaştığına inanılan Mehdi’yi beklemeye
veya bir kâmil şiî’nin varlığını aramaya insanları sevketmiştir. Kazım Reştî, va’dedilen
mehdînin zuhurunun yaklaştığını belirtmiş ve çevresindekilere onu bulana kadar boş
durmamalarını önermiştir. Bu nedenle talebesi Molla Hüseyin Buşruye’ye görüşlerini
yayma emrini vermiştir. Molla Hüseyin bu maksatla Şîraz’a gitmiş ve daha önce
Kazım Reştî’nin talebeliğini yapmış olan Mirza Ali Muhammed ile karşılaşmış, bu
esnada, Ali Muhammed, Molla Hüseyin’e kendisinin Bâb olduğunu ilan etmiş ve
bey’atını istemiştir. Molla Hüseyin de, onun vaat edilen olduğuna kanaat getirerek,
ona bey’at etmiştir. Ancak şeyhîlerin tamamı Ali Muhammed’e bey’at etmemiş ve
kendi aralarında pek çok kola ayrılmıştır. Şeyhîler bugün çoğunlukla Kirmân, Tebrîz,
Hurremşehir, Abâdân, Tahran, Âbâde, Mervdeşt, Rafsancân, Şîrâz, Zunûz ve
Basra’da yaşarlar ve kendilerini Şiîliğin bâtınî yönlerini koruyan ve derinliğine
yorumlayan elit bir zümre olarak görürler. Sayıları, yaklaşık olarak, İran’da 200.000,
Irak’ta da 300.000 dolayındadır.
10
Sivas’ta görüştüğümüz Bahâîler, genel olarak
Ahmet Ahsâî ve Kazım Reştî’yi, Onikinci İmam nazarıyla Bâb’a, ilk inananlar olarak
kabül ederler.
c. Bâbîlik inancı
Lugat anlamı “kapı” demek olan “bâb” kelimesi, Arapçada çok ve muhtelif
şekillerde mecazî manalarda kullanılmıştır.
11
Terim olarak, tasavvufta, girilen kapı ve
derûn ile münasebet sağlamaya yarayan vasıta, İsmailîlikte, mezhebin sırlarını
öğreten ve Asâs denilen ruhanî, Nusayrilikte ise neşîr ve irşada memur Salmân-ı
Fârisî demektir. Ancak bu kelime, kendisini ilâhî hakikati tanımağa ileten bir kapı
olarak ilan etmiş olan Şirazlı Seyyid Ali Muhammed tarafından zatî isim edinilmesi ile
meşhur olmuştur.
12
Ali Muhammed (Bâb) 1819’da Şiraz’da doğdu. Kazım Reştî’nin
derslerine çok az katıldı. Ticaretle uğraştı. 25 yaşında iken Molla Hüseyin’le karşılaştı
9
Fığlalı, Bâbîlik ve Bahâîlik, s. 5-9; Abdülhamid, a.g.e., s. 55-56; Muhammed Cevad Meşkur, Mevsuatü’l-
Fıraki’l-İslamiyye, Beyrut, 1995, s. 317-322.
10
Fığlalı, Bâbîlik ve Bahaîlik, s. 10-13; Bistamî, a.g.m., V, 25-28; Özşuca, Bahai Tarihi, s. 9-15.
11
Bkz. Huart, Bâb, II, 163.
12
Huart, Bâb, II, 163.
bahâîliğin arka planı ve söylemi üzerine...
144
ve ona ilk emrini açtı. Bâb’a inananlar kendisiyle beraber 19 kişi olduğunda bunlara
Huruf-u Hay (Diri Harfler) dendi. Bâb, bunlardan bir kısmını birer mektupla Tahran,
Necef, Kerbela ve Hindistan bölgelerine gönderdi. Kendisi de bu arada Mekke’ye
giderek hacı oldu. Dönüşünde Fars Valisi Hüseyin Han tarafından yakalatıldı,
azarlandı ve halktan ayrı kalması şartıyla ve dayısının kefaletiyle serbest bırakıldı.
Sonra Tebriz’e getirildi. Ulema ve müçtehitler huzurunda yargılandı. Bâb, burada
kendisinin, geleceği vaat edilen ve bin seneden beri gelmesi için dua edilen kişi
olduğunu söyledi. İspat için Kur’an’dan ayetler okudu, ancak toplantıda bir sonuç
alınamadı ve falakaya yatırıldı. Bu arada 81 bâbînin katıldığı Bedeşt toplantısı
yapıldı. Toplantının amacı, Bâb’ın serbest kalmasını sağlamak ve Bâb’ın şeriatının
bağımsızlığını ilan etmekti. Bu konuda iki görüş oluştu. Biri, her zuhurun, bir
öncekinden daha yüce olduğu ve onun ahkamını değiştirebileceği, diğeri ise İslâm
şeriatında tasarrufun doğru olmayacağı şeklindeydi. Ancak birinci görüş öne çıktı,
kadın olan Cenabı Tahire, ayet ve hadisler okuyarak örtüsünü açtı ve yeni ahkamın
geçerli olduğunu söyledi. Bir kısım insanlar toplantıyı terk etti. Hüseyin Ali
(Bahaullah), emrin bağımsızlığı, yeni dönemin kurulmuş olduğu ve buna hizmetin
gerektiğini belirtti. Bütün bu olup bitenler halk arasında tepkiyle karşılandı. Bâb, Molla
Hüseyin’den yeşil sarık ve siyah bayrak çekerek isyan etmesini istedi.Bunun üzerine
Tabersi Kalesi, Neyriz ve Zencan olayları yaşandı. Bâbîler çok zayiat verdi. Bâb,
ulemanın verdiği bir kararla kurşuna dizildi (1850). Cesedi daha sonra, önce
Tahran’a, oradan da Hayfa’ya götürüldü.
13
Bâb’ın pek çok eseri vardır. Bu eserler dua, münacat, hitabet ve Kur’an
ayetlerinin ve hadislerin açıklama ve şerhlerinden oluşmaktadır. En meşhur eseri el-
Beyan’dır. Bâb’ın iddiasını yaymaya çalışanlar arasında, bu hareketin ileride Bahâîlik
adı altında pekişmesini sağlayacak olan Mirza Hüseyin Ali, kardeşi Mirza Yahyâ en-
Nûrî (Subh-i Ezel) Zerrintâc adıyla meşhur Ummü Selmâ Fâtıma bint Molla
Muhammed Salih yer almışlardır. Özellikle Kurretü’l-Ayn, Cenâb-ı Tâhire ve Ferahu’l-
Fuâd lakaplarıyla da tanınan Zerrintâc, İslam şeriatının neshedilmiş olduğunu,
yenisinin ise henüz zuhur etmediğini, dolayısıyla gayri meşru olarak telakkî edilen her
türlü davranışın meşrû sayılması gerektiğini fütursuzca ileri sürecek derecede din ve
ahlak kurallarından uzaklaşmış bulunan bir kadındı.
14
Bâbîlik ve Bahâîlikte Ali Muhammed’in kim olduğu ve Hüseyin Ali ile olan
ilişkisinin ne olduğu konularında farklı mülahazaların olduğu görülmektedir. Ali
Muhammed şeyhîlerden tarikat adabını öğrendikten sonra kendisini önce “müceddid”
olarak ilan eder ve Demirciler camiinde resmi hocalara karşı vaazlar verir. Sonra
kendisinin “bab” ve “mehdi” olduğunu söyler. Ve yazdığı el-Beyan kitabı ile Kur’ân-ı
mukayese ederek, Kur’an’ın neshedildiğini, İslam şerîatının emir ve yasaklarının
kaldırıldığını belirtir. Ezana, Şiîlerin kabül ettikleri ibarelere, Nebil’den evvel (Bâbîler
peygambere nebîl derler ve bundan da Ali Muhammed’i kastederler) “Ali Nefhâ-i
ilâhînin Aynasıdır” ifadesini ilave eder. Böylece Bâb, İslam’da teceddüt (yenilenme)
görüntüsü altında kendine özgü inançları ve prensipleri olan bir din kurmak ister.
Burada Allah birdir ve Ali Muhammed, içinde Allah’ın cemali görülen bir aynadır ve
13
Şevki Efendi, Bahai Dininin I. Yüz Yılı, çev. Suna Bozkır, İstanbul, 1995, s. 18-37; Özşuca, Bahai Tarihi, s.
15-40; Bkz. Abdülhamid,
a.g.e., s. 69-77.
14
Fığlalı, a.g.m., IV, 465.