“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda
üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi).
Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce
(gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle
ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel
mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 78)
b) Özel anlamıyla cihad:
Bu, Allah yolunda kâfirlerle savaşmak anlamındaki cihaddır. Allah Teâlâ hicretin
ikinci senesinde Allah yolunda savaşmayı farz kılmıştır. Nitekim O şöyle buyurmaktadır:
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu
halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi
sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)
“Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her
kesiminden bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri
(savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki
sakınırlar.” (Tevbe, 122)
“O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi
yararınıza olmak üzere (mallarınızı Allah yolunda) infak edin. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabun, 16)
Ebû Sa'îd el-Hudrî radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Allah Rasulü
sallallahu
aleyhi ve sellem
Hüzeyl kabilesinden Lihyân oğulları üzerine asker gönderirken şöyle
buyurmuştur: “Her iki erkekten biri cihada gitsin (biri geride kalsın). (Cihad) sevabı
aralarında ortaktır.” (Müslim)
Bu tür cihad, gücü yeten kimselere farz-ı kifayedir. Gücü yeten de Müslüman, hür,
buluğa ermiş ve geride kalan ailesinin nafakasını karşılayabilen kimse demektir. Yani bu tür
cihad için şu şartlara sahip olmak gerekir: İslam, akıl, buluğa erme, erkek olma, sağlık ve malî
imkân.
Müslüman olmayanlara, çocuklara, akıl hastalarına, kadınlara, hastalara ve geride
kalan ailesinin nafakasını karşılamaktan aciz olanlara bu tür cihad farz değildir. Bu
kimselerin, özürleri sebebiyle cihada katılmamalarında hiçbir sakınca yoktur.
Gücü yeten Müslümanlardan yeterli sayıda bir grup bu tür cihadı yerine getirir ve
ihtiyacı karşılarlarsa farz yerine gelmiş olur ve geri kalanlar da sorumluluktan kurtulmuş olur.
Allah'a hamdolsun.
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: “Ümmetime zorluk vermekten
endişe etmeseydim (Allah yolunda savaşan) hiçbir seriyyeden/birlikten geri kalmazdım. Fakat
ben binek bulamıyorum. Onları bindirecek binek de bulamıyorum. Onların ardımda kalmaları
da benim ağırıma gidiyor.” (Buhârî, Müslim)
Gücü yetmeyenlerden ise fiilî savaş yükümlülüğü düşer. Ancak tür olarak kâfirlerle
cihad yükümlülüğü düşmez. Dolayısıyla da onlar, gücü yetenleri cihada teşvik etmek,
mücahidlerin sebat etmeleri ve zafer kazanmaları için dua etmek, para ya da silah yardımı
yapmak gibi yollarla cihad etmelidirler. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Müminlerin
hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir gurup
dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde
onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 122)
Bu ayet iki hususa delalet etmektedir:
* Cihada gücü yeten müminlerin tamamının savaşa çıkması doğru değildir. Çünkü bu,
geride kalanların dünya hayatına yönelik maslahatlarının zayi olmasına neden olur.
* Ayette ümmete, içlerinden bir grubun mutlaka yerine getirilmesi gereken
maslahatlarla ilgilenmeleri emredilmektedir.
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında-
oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları
ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi
Allah hepsine de güzellik (cennet) vaat etmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok
büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa, 95)
Bu ayet-i kerime şunu göstermektedir: Şayet bu tür cihad, her zaman için farz-ı ayn
olsaydı cihad edenlerle oturanların mukayese edilmesinin bir anlamı olmazdı. Ayrıca Allah
Teâlâ hepsine de cenneti vaat etmezdi. Dolayısıyla cihad görevini birilerinin kâfi derecede
yerine getirdiği durumlarda, özrü olmadığı halde cihada çıkmayıp evinde oturan bir kişi -
devlet başkanı özellikle onun savaşa çıkmasını istememişse- günaha girmiş olmaz.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah ve Rasûlü için (insanlara) öğüt verdikleri
takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşa hazırlık için) harcayacak bir şey bulamayanlara
günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok
bağışlayan ve çok esirgeyendir. Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: Sizi
bindirecek bir binek bulamıyorum, deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından
dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de (sorumluluk yoktur).” (Tevbe,
91-92)
Zayıf, hasta ve fakir olan, savaşa hazırlık için harcayacak bir şey bulamayan ve Allah
Rasulü
sallallahu aleyhi ve sellem
’in de kendilerine binek temin edemediği bu kimselerin özür
sahibi olduğunu Allah Teâlâ, bizzat yüce kitabında bildirmiştir.
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip
kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran,
104)
Allah yolunda cihad, iyiliği emredip kötülükten men etmenin zirvesidir ve her ikisi de
farz-ı kifayedir. Allah'a hamdolsun.
Cihad Ne Zaman Farz-ı Ayn Olur:
Âlimlerimiz
-Allah onlara merhamet etsin-
bu tür cihadın, ancak şu üç durumda farz-ı
kifaye olacağını söylemişlerdir:
1- Mükellef bir Müslüman erkek, savaş meydanında hazır bulunur, iki taraf karşı
karşıya gelir ve çarpışmaya başlarlarsa ona cihad farz olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! (Düşman/kâfir) bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat
edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz.” (Enfal, 45)
“Ey müminler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı
dönmeyin (korkup kaçmayın). Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer
bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse
muhakkak ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir.
Orası, varılacak ne kötü yerdir!” (Enfal, 15-16)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan şöyle rivayet edilmiştir: Peygamber
sallallahu aleyhi ve
sellem
, “Helak edici yedi (büyük günahtan) kaçının!” buyurdu. Sahabiler, “Nedir onlar ey
Allah'ın Rasulü?” deyince şöyle buyurdu: “Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah'ın
haram/dokunulmaz kıldığı cana haksız yere kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş
meydanından kaçmak, iffetli ve mümine kadınlara zina iftirasında bulunmak.” (Buhârî,
Müslim)
2- Düşman, İslam yurduna ya da Müslüman ülkelerden herhangi birine saldırıp da
oranın bir kısmına girmeyi başarırsa gücü yeten herkese onlarla savaşmak ve onları oradan
çıkarmak farz olur. Hatta kadınlara ve çocuklara bile farz olur. Şayet onlar düşmanı
yurtlarından çıkarmaktan aciz kalırlarsa bu durumda diğer Müslümanların da o ülkeye yardım
etmesi farz olur. Bu farziyet, o ülkeye en yakın olan Müslümanlardan başlayarak devam eder.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı