Vii. Uluslararasi



Yüklə 3,89 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə30/159
tarix06.05.2018
ölçüsü3,89 Mb.
#42938
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   159

VII. ULUSLARARASI TÜRK SANATI, TARİHİ ve FOLKLORU KONGRESİ/SANAT ETKİNLİKLERİ

60

 



düşünmeli  ve  bu  hususta  çalışmalıdır.  İnsanları  mesut  etmek  için  onları  savaşa 

sürüklemek  insanlıkla  alakası  olmayan  teessüfe  sayan  bir  sistemdir”  (  Işık,  1981: 

3).  Şeklindeki  söylemiyle,  Türkiye’nin  temel  hedeflerine  ulaştığında  yani  hakları 

kabul edildiğinde barışı kabul edeceğini de belirtmiştir. 

Atatürk’ün dış politikasında hukuk, kuvvetten üstün bir yere sahipti. Hukuka 

bağlılık,  Türk  dış  politikasının  temel  ilkesi  olmuştur.  Türkiye  bağımsızlığını 

kazandıktan sonra bu politikadan taviz vermeden ilerledi. Mesela, Türkiye’nin Millî 

Mücadele  sonunda  imzaladığı  Lozan  Barış  Antlaşması’ndan  çözülemeyen 

sorunları bulunuyordu. Boğazlar askerden arındırılmış durumdaydı. Halkının büyük 

bir  kısmı  Türk  olan  Hatay,  Suriye  sınırlarına  tabii  tutuldu.  1930’lar  Avrupası’nda 

olduğu  gibi  Atatürk’te  Adolf  Hitler  ya  da  Benitto  Mussolini  gibi  saldırgan  bir  tutum 

izleseydi savaşı tercih etmiş olacaktı. Ancak Türkiye bunların aksine savaşın büyük 

bir  felaket  olduğunu  bildiği  için  bu  yolda  ilerlemeyi  tercih  etmedi.  Uluslararası 

anlaşmalar  yoluyla  sorunların  çözülmesini  sağladı.  1936’da  Boğazlar  rejimini 

belirlemek  üzere  tarafları  Montreux’de  konferansa  çağırdı.  Bu  konferansta  alınan 

kararlarla  Türkiye  yeniden  Boğazlara  hâkim  oldu.  Fransa  ile  Hatay  sorunu  yine 

benzer şekilde Milletler Cemiyeti aracılığıyla çözümlenmesi sağlandı (Toker, 2000: 

59-60). 

Yeni Türk Devleti’nin sürekli olabilmesi çağdaş bir yapıda gerçekleştirilecek 

reformlara  bağlıydı.  Atatürk  modernleşmek  için  Batı’ya  yönelmenin  gerekliliğine 

inanmaktaydı. Türkiye’nin çağdaş bir yapı kazanmasını güvenlik gereksinimi olarak 

düşündüğü  gibi  çağdaşlaşma  ya  da  batılılaşma  Türkiye’nin  temel  dış  politikasının 

hedefi haline geldi. Atatürk’ün gerçekleştirmek çaba sarf ettiği çağdaşlaşma bir batı 

taklitçiliği veya  Avrupa’ya  benzeme  özentisi  olmaktan uzaktı.  Tam  tersine  Batı’nın 

akılcılığını,  bilim  ve  fen  alanında  gerçekleştirdiği  ilerlemelerin  yakalanmasıydı. 

Köklü  devlet  geleneği  olan  bir  milletin  değişen  ve  gelişen  dünyada  hak  ettiği 

konumu alması ve onu saklaması gerektiği inancındaydı. Batı medeniyetini alırken 

taklitçilik  yoluna  gidilmemesi  gerektiğine  dair  şu  sözleri  oldukça  önem  arz 

etmektedir; “Biz batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak 



gördüklerimizi,  kendi  bünyemize  uygun  bulduğumuz  için,  dünya  medeniyeti 

seviyesinde benimsiyoruz” ( Özgüldür, 2006: 158-161) demiştir. 

Atatürk  Batılılaşmak  gerektiği  düşüncesiyle  Batılı  devletlerle  yakın  ilişkiler 

kurulmaya  başlanmasında  bütün  Batı  ülkeleri  ile  aynı  seviyede  bir  politika  takip 

etmedi. Almanya ve İtalya gibi totaliter rejimlerin hâkim olduğu devletlerle özellikle 

1930’lu  yılların  sonunda,  onların  saldırgan  politikalarına  bağlı  olarak,  ilişkilerin 

belirli  seviyede  kalmasına  özen  gösterdi.  Öte  yandan  demokratik  batı  ülkeleri  ile 

özellikle  bunların  içinden  İngiltere  ile  daha  yakın  ilişkiler  kurulması  gerektiğini 

düşünerek ona göre hareket etti. 



TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ 

I.  Dünya  Savaşı’nın  sona  ermesi  ile  geçen  üç  yıllık  zaman  diliminde 

İngiltere, 

Doğu 


sorununun 

Yunan 


ordusunun 

askerî 


operasyonlarıyla 

çözülebileceğine inanmıştı. Bu  politika,  1921  yılında  alınan  ilk  başarısızlığa ve  bu 

başarısızlıkların devam etmesine rağmen küçük çapta değişim geçirdiyse de köklü 

bir  değişikliğin  olduğu  söylenemez.  Lord  George  Hükümeti,  1922  Ağustos’una 

kadar Yunanlıların Anadolu’da kesin bir zafer kazanacağını umut etmişti. Fakat bu 

tarihten itibaren Yunanlıların Türkiye macerasındaki başarısızlıkları su götürmez bir 




VII. ULUSLARARASI TÜRK SANATI, TARİHİ ve FOLKLORU KONGRESİ/SANAT ETKİNLİKLERİ

61

 



gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık Lord George hükümetinin Türk aleyhtarı 

durumu kesin bir darbe yedi (Gökay, 1998: 188). 

Bonar  Law’ın  başbakan  olmasıyla  birlikte  İngiltere’nin  Yakındoğu 

politikasında birtakım değişiklikler başladı. Bu değişiklik Lord George’un iktidardan 

düşüşüyle  aynı  gün,  Genelkurmay  tarafından  da  bir  memorandumla  doğrulandı. 

Memorandumda;  “Türk  gücünün  yeniden  ayağa  kalkışını  dikkate  almak 



zorundayız; Yeni Türkiye’ye ülkesinde düzeni yeniden kurma ve toprağını savunma 

şansı  verecek  olanaklı  her  şeyi  yapmak  kesinlikle  lehimize  olacaktır.  Türkler 

nüfusça  küçük  bir  ulustur  ve  potansiyel  düşmanlar  tarafından  adeta 

kuşatılmışlardır…  Bununla  birlikte  kader  onları  dünyanın  en  imrenilen 

bölgelerinden  birisine yerleştirmiştir ve eğer Yakındoğu’da bir barışa ulaşacaksak, 

onlar bunu savunacak güçte olmalıdırlar.” Böylece Lozan Konferansı yeni bir İngiliz 

hükümeti ve Ankara’nın İngilizleri etkilemeye yönelik sıcak yaklaşımı ile başlamıştır 

(Gökay, 1998: 189). 

Türkiye  konferans  yeri  olarak  İzmir’i  önermiştir.  Fakat  yeterli  haberleşme 

altyapısının  uygun  olmadığı  gerekçesiyle  kabul  edilmeyince,  toplantının  Lozan’da 

yapılması  karara  bağlanmıştır.  Mustafa  Kemal  Lozan’a  gidecek  heyetin  başına 

İsmet  Paşa’yı  baş  delege  olarak  seçmiştir.  Lozan  Konferansı’nın  13  Kasım’da 

başlaması kararlaştırılmış fakat 22 Kasım 1922’de başlamıştır. Konferansa gidecek 

Türk  delegeler  İstanbul’a  geldiğinde  Yüksek  Komiser,  Lord  Curzon’un  ülkesinde 

bulunan  seçim  nedeniyle  birkaç  gün  gecikeceğini  bildirmiştir.  Gecikmenin 

görünürdeki  nedeni  bu  idi.  Ancak  erteleme  Curzon’un  Türkiye’ye  karşı  bir 

oyunudur.  Lord  Curzon,  konferans  başlamadan  evvel  Müttefikler  arasında 

Türkiye’ye  karşı  diplomatik  bir  cephe  kurmak  istemiş,  Fransa  ve  İtalya  ile  birlikte, 

Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ı da yanına çekmek için çalışmıştır. “Böyle bir 



anlayış birliği oluşturmadan ben konferans salonuna girmem, konferans masasında 

Türklerin karsısında Müttefikler arasında görüş ayrılıkları olması gibi aşağılayıcı bir 

duruma  hükümetimi  maruz  bırakamam”  demiştir.  Ayrıca  Curzon,  boğazlarda  Türk 

egemenliğinin  kısıtlanması,  Türklerin  Meriç’ten  öteye  geçmemesi,  Ege  Adaları’nın 

Yunanistan  ve  İtalya’da  kalması  gibi  siyasi  hedefleri  konusunda  Müttefikleri  ile 

görüşerek,  bu  konularda  Müttefiklerini  önemli  ölçüde  ikna  etmiş  ve  konferansa 

katılmıştır  (Akyol,  2008:  359).  Lord  Curzon’un  amacı,  Sevr  ve  Mondros 

Anlaşmalarındaki  maddeleri  üzerinde  küçük  değişiklikler  yaparak  Türk  heyetine 

kabul ettirmekti. 

Türkiye  ise,  “hayatî  bir  mâni  olmadıkça,  sulh  yapmak  mecburiyetindeydi.” 

Lozan  Konferansı  toplandığı  sıralarda,  Mustafa  Kemal’in  ülkede  birtakım 

değişiklikler  yoluna  gidiyordu.  1  Kasım  Saltanatın  kaldırılması,  6  Aralık’ta  bir  Halk 

Fırkası  kurulacağını  açıklaması,  29  Ocak’ta  Latife  Hanım’la  evlenmesi  ve 

konuşmalarında kadının toplumdaki yerini işlemesi, toplumsal kalkınma fikrini halka 

yaymaya  çalışması,  Mustafa  Kemal’in  yalnızca  askerî  zaferle  yetinmeyeceğinin 

göstergesiydi.  Belki  de,  Mustafa  Kemal,  bu  adımları,  hem  de  Lozan  Konferansı 

sırasında atarken, yeni Türkiye’nin dostluğu aranılan bir ülke olduğunu İngiltere’ye 

(Batı’ya)  göstermek  istemiş  olabilir  (Kürkçüoğlu,  1978:  259).  Lozan  Barış 

Konferansı  sürecinde  İngiltere’nin  üzerinde  ağırlıkla  durduğu  konular,  Boğazların 

statüsü ve Musul meselesi olmuştur. 




Yüklə 3,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   159




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə