buradan geliyor. Ne yazık ki, bu isim, Attila, onun ordusu ve umûmî olarak Büyük kavimler
göçü söz konusu olduğu sırada ilim âlemine girmişti. “Hunlar”, “Gotlar”, “Barbarlar” buradan
geliyor.
Romalılar, kasten, Kıpçaklara farklı adlar, lakaplar uydurdular; onlar kendilerini yenenlerin
adlarını yüksek sesle telaffuz etmek istemiyorlardı! O zamandan îtibâren, Kıpçaklardan
sâdece, –gûyâ Attila’nın toplamış olduğu– “derinti/toplama halklar”, “kabîleler birliği”,
“Hunlar” olarak söz ediyorlar.
Gerçekte her şey tamâmen başka türlü idi. Meselâ, 438-439 yıllarına âit Bizans kronikleri,
Attila ordularındaki Hunlar ve sözde diğer “kavimler” hakkında kelimesi kelimesine şunları
haber veriyorlar: Onların, isimlerinden başka, aralarında hiçbir fark yoktur; bir dilde
konuşuyor, Tengri’ye tapınıyorlar. Diğer vekâyi-nâmelerde Hunların Gotlardan geldikleri
bildiriliyor... Şu satır ise, 572 yılına âit bir belgeden: “ Bu sırada, bizim umûmiyetle Türkler
olarak isimlendirdiğimiz Hunlar,...”
Gerçekler böyle.
Kime inanalım: Büyük kavimler göçü çağlarının belgelerine mi, târih ilmine mi, yoksa ilimden
politikacılara mı? Attila’nın sözde müttefikleri olan “cermen kabîleler” mitini uyduran
politikacıların kendilerine mi?
Bir yalan, bilindiği gibi, dâimâ bir diğerini doğuruyor. Dünyâda “cermen kabîleler” var mıydı?
Zayıf bir ihtimal. Târihçilerin böyle isimlendirdikleri kabîleler, Kıpçaklarının ordu birlikleri
içinde –Doğu’dan– gelmişlerdi. Yurtların askerî birlikleri olarak gelmişlerdi. Onların savaş
şöhretleri daha Altay’da başlamıştı.
Mesele basit... Belli. Gerçek, unutulmuş. Bu, başı sonu belli olmayan, netîceleri birbirini
tutmayan muazzam bir politik dolandırıcılık; o, kendi târihî tedkîkini, keşfini bekliyor.
Kıpçaklar, Orta Avrupa’daki kendi batı topraklarını Alman (Türkçe “uzak”, “en uzaktaki”)
olarak isimlendirdiler. Bu topraklar, gerçekten Altay’dan çok ötelerde bulunuyordu. (Bugün,
Germanya’ya sâdece Türkler Almanya diyorlar.)
“Alpler” sözünün “alp” (Türkçe “kahraman”, “gâlip”) kökünden gelmiş olması mümkündür.
Kıpçakların buraya gelişlerine kadar, eskiden Orta Avrupa’da Frank, Venedikliler, Tevtonlar
[eski bir germen kabîlesi] ve diğer kavimlerin kabîleleri yaşadılar. Romalı târihçi Tatsit, onlar
hakkında yeterince ayrıntılı bilgi veriyor. Diğer eskiçağ târihçileri de onları göz-ardı
etmediler. Ne var ki? Her yerde aynı. Bu kabîleleri birinci sınıf bir orduda bir araya getirmek
mümkün değildir. Onlar ibtidâî bir hayat tarzı sürdürüyorlardı: Postlar içinde dolaşmakta
idiler; silâhlardan mızraklara ve ağaç sopalara sâhiptiler; orada bronz kılıçlar ve mızraklar
bile çok nâdirdi...Bu konuya Tatsit’ten başka, arkeoloji de tanıklık ediyor... Öyleyse, “cermen
kabîleler” konusu nedir? Onların Roma karşısındaki konumları nedir?
Burgundlar –demir atlılar– başka bir konu. Bu “cermenler”, Avrupa’ya Baykal kıyılarından
–burası onların doğdukları yurt (yer) idi – geldiler. Bugünkü İrkutsk oblası toprakları
üzerinde Burgund arâzîsi vardır; burada bir zamanlar bu soydan insanlar yaşamışlardı.
Arkeologların Eski Altay’da buldukları şeyler, şüpheye bile yer bırakmıyor. Burgundların
târihlerinde gerçekten runik yazılar vardı; hepsi Türk kültürü. Bütün sayfaları onlar işgâl
ettiler.
İşte o, bu “cermen kabîle”nin gerçek izi. İsbât olunmuş, uydurulmamış bir iz.
435 yılında (Attila’nın hükümdarlığının başlangıcında), ordu Orta Avrupa’ya kadar gelmiş ve
Burgund-yurtu veya Burgundiya’yı kurmuştu. Bütün bunlar biliniyor... Burgundiya’da Türkçe
konuştular, runik harflerle yazdılar; bugün bile Burgundiya müzelerinde her konuda bilgi
edinmek mümkündür. Sergilenen şeyler, en inandırıcı sözler! Bezemeler, günlük hayattan
parçalar, millî mutfak, hattâ Burgundların kendi dış-görünüşleri, hepsi, her şey Türk, Türk’e
mahsus... Gerçekten, tartışılacak bir konu yok; bir şeyler anlamak isteyenler için, her şey
anlaşılır durumdadır.
Burgundiya – Kıpçaklar tarafından kurulmuş bir ülkedir. Hattâ bunu ismi bile anlatıyor.
İşâret etmek gerekir ki, her zaman, her çağda göçmenler, baba evlerini terk ederken, o
yerlerin isimlerini de birlikte götürdüler. Bu da insanların izledikleri, tereddüt etmedikleri bir
gelenek... Tecrübeli bir tek etnograf bile ona ilgisiz kalmıyor. Meselâ, Avrupalılar, Amerika’yı
veya Avustralya’yı iskân ederken, orada öz isimlerini muhâfaza ettiler; şu şehirler böyle
ortaya çıktılar: New York, New England, New Plimut, Moskova, Sen-Petersburg ve diğerleri.
Benzeri örnekler çoğunlukta.
Yerleri ve onların isimlerini değiştirme geleneğini başlatanlar Türkler değil midir? Meselâ,
Altay’da Tulun (Tolun) yurtu, Orta Rusya’da Tolu (Tula) şehri, Fransa’da Tuluza şehri hâlâ
ayaktalar. Onları Attila’nın çağdaşları kurdular. Her birinde silâhlı adamlar yaşamışlardı!...
Meselâ, Tuluza, 419’dan 508 yılına kadar Batı Avrupa Kıpçaklarının (Batı-gotlar) başkenti
dahi olmuştu. Bütün bu şehirler, Büyük kavimler göçü yolları üzerindeki işâret taşlarıdır;
onların isimleri aynıdır ve Türkçe “tolum” (silâh) kelimesinden gelmiştir.
Demek, çağdaş Avrupa Sibir’de mi başladı?.. Geri kalmış Avrupa’ya yeni bir hayat veren Sibir
değil midir?
Değil mi acabâ? Onun nüfûsunun esas kütlesi buradan, Eski Altay’dan geldi; bunlar Romalı
politikacılar sâyesinde târihe “cermen kabîleler” olarak geçtiler.
Teringler (Turingler), Attila’nın ordusundaki Burgundların yanı başlarında savaştılar. Ve
Altay’dan geldiler! Orada, onların doğdukları yurtun yeri hâlâ duruyor. O, unutulmadı.
Türkçe “tering” sözü, “derin”, “bol/bereketli şey” demek. Bu isim dahi, Büyük kavimler
göçüyle birlikte “göçtü”; o da coğrafya harîtası üzerinde az iz bırakmadı. Turinglerin yurtu,
Avrupa’da Burgund-yurt ile aynı zamanda ortaya çıktı. Onu, bugün Turingiya –Almanların
yeri– olarak biliyorlar. O, daha yakınlarda, yarış atlarıyla, enfes kımızıyla ve râyihalı
yoğurtuyla tanındı... Demek ki, eski Türk zenaatleri unutulmadılar! Yaşıyorlar.
Bir İtalyan şehri olan Turin’in isminin deşifresine, gâlibâ, ihtiyaç bulunmuyor; o, kendisini
anlatıyor. Şehrin târihi dahi, Büyük kavimler göçüyle, Savoya ulusu ile yakından bağlantılıdır.
Kuzey İtalya’nın eski yerleşim yerlerinin en az yarısının, şöyle veya böyle, bir Türk târihi
bulunduğunu belirtmekte fayda vardır: Burada Kıpçaklar kütle hâlinde yerleşmişlerdi.
Meselâ, Venedik’te bir ‘Türk Meydanı’ vardır; eski şehirde, eski bir yer. Çünkü, küçük bir
yerleşim yerinden bir şehir ‘yaratmak’ sûretiyle, bu yerleşim yerine asıl Türkler-Kıpçaklar
şöhret kazandırdılar. Onlar, buraya Altay’dan geniş yapraklı ağaçlar getirmişlerdi; eski
Venedik bugün onlar üzerinde duruyor... Hayır, Avrupa’nın târihi söz konusu olduğu zaman,
Büyük kavimler göçünü unutmak mümkün değildir. Hayatta her şey çok fazla birbirine
bağlıdır.
Saksonya, Bavyera, Savoya, Katalonya, Bolgarya, Sırbistan, Hırvatistan, Çek, Polonya,
Macaristan, Avusturya, İngiltere, Litvanya, Letonya (liste büyük!)... Bunları dahi
Türkler-Kıpçaklar kurdular. Bu ülkeler Attila ile başladılar. O, Avrupa’ya kendi öncü halkını
getirdi; Altay’dakilere benzeyen ulu dağların yakınında yerleşti. Ve dağlar, Attila’nın Alpleri
adını aldılar –bugünkü Ettsel Alpleri (Avrupalılar Türk başbuğunun ismini böyle bozdular).