3
www.ozetkitap.com
yaşama uyarlayan evrimsel bir geçmişimiz var. Ancak farklı dünyalara girdiğimizde sağduyu
ve basit sezgilerimiz güvenilmez bir rehbere dönüşür.
Işık hızına yaklaştıkça kütlemizin sonsuza büyümesi, hareket yönüne doğru enimizin
sıfıra indirgenmesi ve zamanın bizim için neredeyse durması tek kelimeyle afallatıcıdır.
Ben bilinmeyenlerle bilinenlerin iç içe olduğu bir evreni seviyorum. Her şeyin
bilindiği bir evren durgun, sıkıcı, bazı zayıf akıllı ilahiyatçıların benimsediği cennet kadar
bıkkınlık verici bir yer olurdu. Anlaşılmaz bir evren ise düşünebilen bir canlı için yaşanmaz
bir yer olurdu. Bizim için ideal evren tıpkı içinde yaşadığımız gibi olan bir evrendir ve öyle
sanıyorum ki bu hiç de tesadüf değil.
ÖZGÜRLÜĞ
E ÇAĞ
IRAN B R DÜNYA
Otoriteyi hiçe saymamı cezalandırmak için kader bizzat beni bir otorite yaptı.
E NSTE N
ALBERT E NSTE N, geçtiğimiz yüzyılda 1879’da Almanya’nın Ulm şehrinde doğdu.
Hangi devir olursa olsun yaşadığı döneme damgasını vurabilecek ender insanlardan biriydi.
Çünkü alışılagelmiş bilgilere meydan okuyup, eski şeyleri yeni bir bakış açısıyla
değerlendirerek yepyeni dünyalar kurabilme yeteneğine sahipti. Uzun yıllar boyunca ismi
sıradan insanlarca bilinen tek bilim insanı olarak kaldı ve büyük bir saygınlıkla anıldı.
Görünüşe bakılırsa öğretmenlerinden bir teki bile Einstein’ın yeteneklerini fark
etmemişti. Şehirdeki en iyi ikinci ortaokul olan Münich Gymnasium’daki öğretmenlerden
biri, “Einstein, sen hayatın boyunca bir baltaya sap olamayacaksın!” demişti. On beş yaşına
geldiğinde şiddetle okulu bırakması öneriliyordu. Öğretmeni, “Senin varlığın bile sınıfın bana
olan saygısını lekeliyor,”
diyordu. Einstein bu sözleri memnuniyetle kabul etti ve 1890’larda
liseden ayrılarak kuzey talya’da avare avare gezindi.
1905 yılında döneminin en önemli fizik dergisi olan Analen der Physik’te dört bilimsel
makalesi yayınlandı. Bu makaleler sviçre Patent Bürosundaki boş zamanlarının ürünleriydi.
Makalelerin ilki, ışığın hem parçacık hem de dalga özelliği gösterdiğini açıklıyor,
ayrıca daha önce şaşırtıcı bir olgu olarak tanımlanan ve fotoelektrik etkisi adıyla bilinen katı
maddelerin ışıkla çarpıştığında elektron saçması olayına da açıklık getiriyordu.
kinci makale, havada asılı küçük parçacıkların istatistiksel “Brown hareketi”ni
açıklayarak moleküllerin yapısını araştırıyordu.
Üçüncü ve dördüncüsü ise herkesin sık sık andığı, ama gerçekte çok nadir anlaşılan o
ünlü
E=mc
2
eşitliğinden ilk defa bahsederek Özel zafiyet Teorisini anlatıyordu.
Einstein’ın 1905’te yayımladığı dört makale, hayatı boyunca fizikle uğraşmış bir bilim
insanının her gün üzerinde çalışarak elde ettiği bir sonuç olsa herhalde etkileyici olarak kabul
edilebilirdi. Ancak bu makalelerin, 26 yaşındaki bir sviçre patent bürosu memurunun sadece
bir sene içindeki boş zamanlarının bir ürünü olması akıllara durgunluk vericidir.
Einstein’ın din ve politika hakkındaki görüşleri birbirleriyle bağlantılıydı. Ailesi
Yahudi kökenliydi ama dinsel ritüelleri uygulayamıyorlardı. Buna rağmen Einstein,
“geleneksel eğ
itim makinesinin, yani devlet ve okulun çarkları arasında
” genel anlamda dini
kabullendi. Ancak on iki yaşındayken bu inancı aniden sona erdi. “Yaygın bilimsel kitapları
okuya okuya, Kutsal Kitap’ta anlatılan hikayelerin çoğunun doğru olmayacağı kanısına kesin
olarak varmıştım. Bunun bende yarattığı etki, aşırı özgür düşünüş ve beraberinde devletin
gençliği kasıtlı olarak yalanlarla aldattığı inancıydı; muazzam bir etkiydi bu. Bu deneyimle
birlikte giderek her türlü otoriteye, her hangi bir sosyal çevrede geçerli olan inanışlara hep
ş
üpheyle yaklaşmaya başladım; daha sonraları sebepsel bağlantıları daha iyi
değ
erlendirebildiğ
im için, baş
langıçtaki o zehirleyici etkisini yitirse de yaş
amım boyunca beni
asla terk etmeyen bir tavır oldu bu.”
Einstein, Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden hemen önce Berlin’deki meşhur
Kaiser Wilhelm Enstitüsünün profesörlük teklifini kabul etti. Savaş, Einstein’ın karısı ve iki
4
www.ozetkitap.com
çocuğunu sviçre’de yakaladı. Almanya’ya geri dönüş yolu kapanmıştı. Bu zorunlu ayrılık
birkaç sene sonra boşanmayla sonuçlandı; fakat Einstein o tarihte yeniden evlenmiş olmasına
rağmen 1921’de aldığı Nobel Ödülüyle birlikte verilen 30.000 doların tamamını ilk karısı ve
çocuklarına bağışladı.
Einstein Almanya’yı terk ettikten sonra Nazilerin başına 20.000 mark ödül koyduğunu
öğrendi. Nükleer fizik alanında çalışmamasına ve daha sonraki Manhattan Projesinde rol
oynamamasına rağmen, Manhattan Projesinin başlamasına yol açan o mektubu yazdı. Ancak
Einstein o mektubu yazmamış olsa bile, Amerika’nın yine de bombayı yapacağını
varsayabiliriz.
Einstein 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında Amerika’yı kasıp kavuran MC Carthy
despotluğu sırasında insan haklarının en ateşli savunucularından biri oldu.
Yaşamı boyunca iki temel eğlencesi oldu, keman çalmak ve yelkenliyle gezmek, O
yıllarda yaşlanmış bir hippiye benziyordu ve bir bakıma zaten öyleydi. Beyaz saçlarını
uzatıyor, ünlü ziyaretçilerini ağırlarken bile takım elbise, kravat yerine süveter ve deri ceket
giyinmeyi tercih ediyordu. Onda gösterişin zerresi yoktu ve hiç yapmacıksız, “ ster çöpçü
olsun ister Üniversitenin baş
kanı, fark etmez, ben herkesle aynı ş
ekilde konuş
urum”
diyordu.
Dini meseleler konusunda birçoklarından daha derin düşünüyordu ve sık sık da yanlış
anlaşılıyordu. Amerika’ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Boston Kardinali O’Connel, izafiyet
teorisi “ateizmin korkunç hayaletini maskeliyor,” diye bir uyarıda bulunmuştu.
Bunun üzerine endişeye kapılan New Yorklu bir haham Einstein’a telgraf çekti:
“Tanrıya inanıyor musunuz?” Einstein telgrafla cevap verdi:
“Ben, kendini bütün
varoluş
un uyumunda, ihtiş
amında gösteren Tanrıya, Spinoza’nın Tanrısına inanıyorum,
insanların kaderi ve faaliyetleriyle ilgilenen Tanrıya değ
il.”
Bu günümüzde birçok ilahiyatçının da kucakladığı çok daha ince bir dinsel
yaklaşımdır. Einstein dini inançlarında alabildiğine samimiydi. 1920’ler ve 1930’larda
kuantum mekaniğiyle ilgili basit bir kural hakkında ciddi şüpheler belirtmişti: Maddenin en
temel düzeyinde parçacıklar, Heisenberg’in belirsizlik ilkesinde bahsedildiği gibi tahmin
edilemez bir davranış sergiliyordu. Einstein, “Tanrı evrenle zar atmaz,” diyerek bir diğer
konuşmasında ekliyordu: “Tanrı ince düşünür, ama zalim değildi.”
Hatta böyle aforizmalardan o kadar hoşlanıyordu ki bir gün Danimarkalı fizikçi Niels
Bohr biraz da öfkeyle ona dönerek şöyle demişti: “Tanrıya ne yapması gerektiğini söylemeyi
bırak artık!”
Bununla beraber birçok bilimci, eğer Tanrının niyetlerini bilen biri varsa o ancak
Einstein olabilir, diye düşünüyordu.
E NSTE N’IN SON eylemi, Bertrand Russell ve diğer birçok bilimciyle, eğitimciyle
birleşerek nükleer silahların geliştirilmesini yasaklamak için gösterdiği başarısızlıkla
sonuçlanan çabaydı. Nükleer silahların her şeyi değiştirse de düşünme şeklini
değiştiremediğini savunuyordu.
Lenin’in özdeyişlerinden biri şudur: Sosyalizm artı elektrik eşittir komünizm. Ama
hiçbir yerde Batıdakinden daha azimli ya da buluşçu bir ileri teknoloji yarışı görülmemiştir.
Bunun sonucunda yaşadığımız değişim o kadar hızlı ki, artık çoğumuz ona ayak uydurmakta
güçlük çekiyoruz.
Teknolojik bir gelişmenin negatif insani sonuçları olacağına dair bir hüküm birileri
için para kaybı anlamını taşır. Örneğin halokarbon itici gazlarının temel üreticisi DuPont
Ş
irketi, kamuoyu tartışmalarında tuhaf bir konum almış ve halokarbonların ozon tabakasını
tahrip ettiğine dair bütün verilerin teorik olduğunu ilan etmişti. Şunu söylemek ister
gibiydiler: Halokarbonların üretimine son vermeye hazırdılar, ama sadece veriler deneysel
olarak sınanırsa; yani ozon tabakası yok olduğu zaman. Salt dolaylı kanıta sahip olmanın bazı
sıkıntıları vardır; bu durumda felaket gelip çattığında onunla baş edebilmek için artık çok
geçtir.
Ben yeni teknolojik gelişmelerin eski teknolojilerin kontrolüne bırakılmasını doğru
bulmuyorum çünkü rekabeti bastırma eğilim çok fazla.