Microsoft Word broca'nin beyn\335- carl sagan 05 02 2014. doc



Yüklə 307,73 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə10/10
tarix17.04.2018
ölçüsü307,73 Kb.
#38962
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

 

19 


www.ozetkitap.com 

kilometreden  biraz  daha  az)  olduğuna  göre,  en  yakın  uygarlığın  tek  yönlü  yıldızlar  arası 

iletişimi için gereken sürenin yaklaşık 300 yıl olduğu ortaya çıkar. Soru ve cevap için gereken  

süre ise 600 yıl olacaktır. Yıldızlar arası diyaloğun –özellikle ilk temas anı sırasında- yıldızlar 

arası monologdan çok daha az olası olmasının sebebi budur. 

1974 yılında Cornell Üniversitesinin Ulusal Bilim Vakfı için işlettiği Porto Rico’daki 

Arecibo  Gözlemevinin  305  metrelik  anteninden  uzaya  böyle  bir  mesaj  gönderildi.  Bu  olaya 

vesile olan şey, dünyanın en büyük radyo/radar anteni olan Arecibo’nun kuruluşunu kutlama 

töreniydi. Sinyal, tören sırasında dünyanın tam tepesinde bulunan, yaklaşık bir milyon ayrık 

güneşten  birküresel  salkımın  oluşturduğu  M13  adlı  yıldız  topluluğuna  gönderildi.  M13, 

24.000  ışık  yılı  uzaklığında  olduğuna  göre  mesajın  oraya  ulaşması  24.000  yıl  alacak.    Eğer 

cevap vermeye hevesli bir  yaratık dinlemedeyse  cevabın bize ulaşmasından önce 48.000  yıl 

geçecek.  Açıkça  görülebileceği  üzere  Arecibo  mesajı  ciddi  bir  yıldızlar  arası  iletişim 

girişiminden ziyade dünyasal radyo teknolojideki fevkalade ilerlemenin bir göstergesiydi. 



Deşifre  edilmiş  mesajın  anlamı  şöyle  bir  şey:  “Birden  ona  kadar  işte  böyle 

sayıyoruz.  şte ilginç veya önemli olduğunu düşündüğümüz beş kimyasal elementin –hidrojen, 

karbon,  nitrojen,  oksijen  ve  fosforun-  atom  numaraları.  Bu  atomları  birleştirmenin  bazı 

yolları  şöyle:  adenin,  timin,  guanin  sitozin  ve  birbirini  takip  eden  şekerler  ile  fosfatlardan 

oluşan bir zincir. Bu moleküler yapı taşları sırayla bir araya getirilir ve zincirde yaklaşık dört 

milyar  halka  oluşturan  uzun  bir  DNA  molekülünün  meydana  getirir.  Molekül  bir  ikiz 

sarmaldır. Bu molekül bazı bakımlardan bu mesajın merkezindeki hantal görünümlü yaratık 

için  önemlidir.  Bu  yaratık  14  radyo  dalga  boyu  ve  yaklaşık  176  cm  yüksekliğindedir. 

Yıldızımızın üçüncü gezegeninde bu yaratıklardan yaklaşık 4 milyar tane bulunur. Gezegenler 

–merkeze  yakın  dört  küçük,  dışarıya  doğru  dört  büyük  ve  en  uçta  bir  küçük  olmak  üzere- 

toplam  dokuz  tanedir.  Bu  mesaj  size  2430  dalga  boyu  veya  306  metre  çapında  bir  radyo 

teleskop yoluyla iletilmektedir.” 

BÜYÜK SORULAR 

B R PAZAR AY N  

Biz yükselen güçlerin en yükseğini gördük. Ve  ona Tanrı adını verdik.  stesek ona 

başka herhangi bir isim de verebilirdik: Sonsuzluk, Gizem, Mutlak Karanlık, Mutlak Işık, 

Madde, Ruh, Nihai Umut, Nihai Kader, Sessizlik …N KOS KAZANCAK S (1948) 

BU  ARALAR  ekseriyetle  kendimi  halka  hitap  eden  bilimsel  konuşmalar  yaparken 

buluyorum.  Bazen  yıldız  araştırmaları  ve  diğer  gezegenlerin  yapısı  hakkında,  bazen 

Dünya’daki  yaşamın  kökeni  veya  zeka  düzeyi;  bazen  başka  yerlerde  yaşam  araştırmaları  ve 

bazen de görkemli evrensel bakış açısı hakkında konuşmam isteniyor.  

En  sık  sorulan  sorular  –hafifçe  gizlenmiş  dinsel  sorgulamalar  olduğuna  inandığım- 

tanımlanmamış uçan cisimler ve eskiçağ astronotları üzerine.  

En az bunlar kadar sıkça sorulan bir soru, özellikle yaşamın evrimi veya zeka üzerine 

bir konuşmamdan sonra gelen “Tanrı’ya inanıyor musunuz?” sorusudur.  

“Tanrı”

 kelimesi birçok kişi için farklı anlamlar içerdiğinden, sıklıkla soruyu sorana. 

“tanrı” ile neyi kastettiğini sorarım. Tuhaftır ki, bu genellikle beklenmedik ya da şaşırtıcı bir 

tepki  olarak  görülür:  “Biliyorsunuz  canım  Tanrı  işte.  Herkes  Tanrının  kim  olduğunu  bilir.” 

Veya “Evrende her yerde var olan ve bizden daha kudretli bir çeşit güç.” Böyle birkaç tane 

güç var, doğru. 

Oldukça Geniş anlamlar içeren bir kavramdır bu. Bazılarına göre  Tanrı, göklerde bir 

yerdeki tahtına kurulmuş harıl harıl  her düşen serçenin çetelesini tutan, uzun beyaz sakallı, 

beyaz tenli, dev cüsseli bir kişidir. Diğerleri ise –mesela Baruch Spinoza ve Albert Einstein 

toplamı  olduğunu  düşünmüştür.  Bildiğim  kadarıyla,  gizli  bir  göksel  konumdan  insanlığın 

kaderini tayin eden mukaddes varlıklar olduğuna dair kesinliği tartışılmaz kanıtlar yok; ama  



 

20 


www.ozetkitap.com 

 

 



fiziksel  yasaların  varlığını  inkar  etmek  herhalde  çılgınlık  olurdu.  Tanrıya  inanıp 

inanmadığımız büyük ölçüde Tanrı derken neyi kastettiğimize bağlıdır. 

Dünya  tarihinde  muhtemelen  on  binlerce  din    olmuştur.  yi  niyetli  dinsel  bir  inanışa 

göre  bunların  hepsi  temelde  birbirinin  aynıdır.  Olaya  psikolojik  açıdan  bakıldığında,  birçok 

dinin  özünde  gerçekten  önemli  benzerlikler  bulunduğu  görülebilir,  ama  törenler  ve 

öğretilerdeki detaylar açısından bakıldığında, organize dinlerdeki çeşitliliğin çarpıcı boyutlara 

ulaştığı fark edilir. 

Bertrand  Russell  bir  zamanlar,  Britanya’nın  Birinci  Dünya  Savaşına  katılmasına 

barışçı  bir  şekilde  karşı  çıktığı  için  tutuklanmıştı.  Hapishane  memuru  Russel’a  –o  zamanlar 

yeni  gelenlere  yöneltilen  rutin  soruyu-  hangi  dinden  dolduğunu  sordu.  Russel,  “Agnostik” 

diye cevap verince kendisinden bunun nasıl yazıldığını açıklaması istendi. Memur daha sonra 

dostça  bir  ifadeyle  gülümseyip  başını  iki  yana  sallayarak,  “Birçok  farklı  din  var,  ama 



herhalde  hepimiz  aynı  Tanrıya  tapıyoruz,” 

dedi.  Russel  haftalar  boyu  bu  sözü  hatırlayıp 

güldüğünü söyler. 

Evrenle  ilgili  bilgilerimiz  arttıkça  Tanrıya  giderek  daha  az  iş  düşüyormuş  gibi  bir 

görüntü ortaya çıkıyor. 

Sıklıkla dile getirilen bir fikre göre –elbette bu Aristocu bir fikirdir- evrenin oluşumu 

için en azından bir Tanrı gereklidir. Bu daha detaylı incelemeye değer bir nokta. Her şeyden 

önce  evrenin  sonsuz  derecede  yaşlı  olabileceği  ve  bu  yüzden  bir  Yaratıcıya  ihtiyacı 

olmayacağı pekala mümkündür. Bu da Büyük Patlamadan beri süregelen olayların, evrendeki 

sonsuz oluşumlar ve yok oluşlar dizisinin, bir saat sarkacı gibi salınan bir evrende sadece en 

son tezahürleri olduğu fikrine izin veren şu anki kozmolojik bilgimizle uyuşmaktadır. Yine de 

biz Tanrı tarafından ve her nasılsa hiç yoktan  yaratılan bir evren fikrini irdeleyelim. O zaman 

doğal  olarak  şu  soru  ortaya  çıkacaktır:  Tanrı  nereden  gelir?  Büyükleri  tarafından  sus  pus 

edilmeden önce on yaşındaki çocukların çoğunun aklına gelen bir sorudur bu. 

Büyük  kozmolojik  soruların,  insanlığın  dinsel    hassasiyetlerini  etkilemeyecek  akla 

yakın cevapları yok. Ancak cevapların bürokratik ve bağnaz dinleri bozguna uğratma ihtimali 

var. Sonsuza dek hep aynı kalacak  şekilde kurulmuş, eleştiriye kapalı dinlerin uzun vadede 

yozlaşması bence kaçınılmazdır. Evet, modern bilimsel anlama kabiliyetimiz belki sınırlı ama 

MÖ  1000  yılındaki  Babilli  atalarımızınkinden  çok  daha  ileri.  nanıyorum  ki,  gerek  bilimsel 

gerekse  toplumsal  yönden  yeniliklere  kendini  uyarlamaya  gönülsüz  dinler  er  geç  silinip 

gidecektir.  Bir  inanç  sistemi  kendisine  yönelik  en  ciddi  eleştirilere  cevap  vermediği  sürece 

hayatta kalamaz, gelişip ışıldayamaz. 

Dinin  huzur  verdiği,  destek  sağladığı,  duygusal  ihtiyaç  anlarında  sığınak  görevi 

üstlendiği ve son derece  yararlı sosyal açılımları olduğu su götürmez bir gerçek. Ancak bu, 

asla  dinin  sınamaya,  eleştirel  incelemeye  ve  kuşkuculuğa  kapalı  olması  gerektiği  anlamına 

gelmez. 


 

Din, belli bir zaman boyunca evrendeki konumumuza genel kabul görmüş bir anlayış 

getirmişti.  nsanlık var olalı beri mitlerin, efsanelerin, felsefe ve dinin  en büyük amaçlarından 

biri şüphesiz buydu. Ancak farklı dinler arasındaki çatışmalar ve dinin bilimle çatışması, en 

azından birçoklarını zihninde bu geleneksel anlayışı yıktı. 

nsanların çoğu dini inançlarını göz renkleri gibi almıştır

: Onlara göre bu, hakkında 

derin düşünülmesi gereksiz ve zaten her koşulda kontrolümüz dışında kalan bir olgudur. Ama 

gerçekleri ve alternatifleri tarafsız bir elekten geçirmeden seçtikleri bir dizi inancın kendileri 

için  derin  anlamlar  taşıdığını  açıkça  itiraf  edenler,  araştırma  amacıyla  sorulan  soruları 

rahatsızlık veren bir meydan okuma olarak görecektir. 




 

21 


www.ozetkitap.com 

 

 



Kalpten inancım şu ki, geleneksel türden bir Tanrı varsa merak duygumuz ve zekamız 

onun  eseri.  Eğer  evreni  ve  kendimizi  keşfetme  tutkumuzu  baskılarsak  (böyle  bir  eylemde 



bulunamayacak  olmamız  bir  yana)

  Tanrı  vergisi  bu  armağanların  da  değerini  verememiş 

olurduk.  Öte  yandan  eğer  böyle  bir  geleneksel  Tanrı  yoksa  merakımız  ve  zekamız  hayatta 

kalma yönündeki en temel aletlerimizdir. Her iki durumda da bilgiye sahip olma girişimi hem 

bilim hem de dinle tutarlı olmanın yanı sıra, insan türünün devamı için de elzemdir. 

GOTT VE  KAPLUMBAĞALAR 

Doğulu bir filozofa rastlayan Batılı bir gezgin ona dünyayı nasıl tanımladığını sorar: 

•  “Dünya, sırtı düz bir dünya kaplumbağasının üzerinde duran kocaman bir  

küredir.” 

•  “Ah evet, iyi ama dünya kaplumbağası nerede duruyor?” 

•  “Daha büyük bir kaplumbağanın sırtında.” 

•  “Tamam da o nerede duruyor?” 

•  “Çok zekice bir soru. Ama işe yaramaz bayım. Kaplumbağalar böylece sürer 

gider.” 

Ş

u anda biliyoruz ki bizler uçsuz bucaksız ve mütevazı bir evrendeki minicik bir toz 



zerresinin  üzerinde  yaşıyoruz.  Eğer  gerçekten  var  iseler,  ilahlar  artık  günlük  insani  işlere 

müdahale etmiyorlar. Yaşadığımız evren insan merkezli bir evren değil. Ve öyle görünüyor ki 

kainatın yapısı, oluşumu ve kaderi, uzak atalarımızın algıladığından çok daha derin gizemler 

taşıyor. Bütün galaksiler birbirinden uzaklaşmaktadır ve böylece herhangi bir galaksideki bir 

astronom  diğer  bütün  galaksilerin  kendisinden  kaçtığını  gözlemler.  Elimizdeki  verilere 

dayanarak  bu  karşılıklı  uzaklaşmayı  geçmişe  doğru  –belki  15  ya  da  20  milyar  yıl  öncesine- 

götürürsek  bütün  galaksilerin  birbirine  “temas  etmesi”  gereken,  yani  hepsinin  son  derece 

kısıtlı hacimdeki bir uzay boşluğuna sıkıştığı bir zaman buluruz. 

Evrendeki bu genişleme için üç açıklama yolu bulunmuştur. Durağan Durum, Büyük 

Patlama  ve  Salınan  Evren  kozmolojileri  Durağan  Durumda  galaksiler  birbirinden  uzaklaşır, 

daha uzaktaki galaksiler çok daha yüksek hızlara ulaştığı için bunların ışığı Doppler etkisiyle 

giderek daha uzun dalga boylarına kayar. Belirli bir uzaklığa erişen bir galaksi artık o kadar 

hızlı  hareket  eder  ki,  kendisinin  olay  ufku  olarak  adlandırılan  noktasını  geçer  ve  bizim 

bulunduğumuz konum itibariyle ortadan kaybolur. Genişleyen bir evrende öylesine büyük bir 

mesafe  vardır  ki,  bunun  ötesinden  bilgi  alma  şansı  yoktur.  Eğer  her  hangi  bir  müdahale 

olmazsa zamanla bu sınırın ötesine giderek daha çok galaksi geçip kaybolacaktır.  

Ancak Durağan Durum kozmolojisinde sınırın ötesinde kaybolan madde, evrenin her 

tarafında  durmaksızın oluşan ve sonunda yoğunlaşıp yeni galaksilere dönüşen tamamen eşit 

miktardaki  madde  ile  dengelenecektir.  Durağan  Durum  kozmolojisinde  Büyük  Patlama 

yoktur; yüz milyar yıl öncesinin evreni bugünkünün aynasıdır ve bir yüz milyar yıl sonra da 

aynı olacaktır. O zaman yeni madde nereden geliyor? Madde nasıl yoktan var olabilir?  

Eğer Durağan Durum hipotezi doğruysa galaksilerin birbirine çok yakın bulunduğu bir 

zaman  asla  olmadı.  O  zaman  evren  en  büyük  haliyle  değişmiyor  ve  sonsuz  denecek  kadar 

yaşlı. 


Evren  eğer  durağan  bir  durumda  değilse  değişiyor  demektir  ve  değişken  evrenler 

evrimsel kozmolojilerle tanımlanır. 



Astrophysical  Journal’in

  15  Aralık  1974  sayısında  yayınlanan  önemli  bir  bilimsel 

makale, evren sonsuza dek genişleyecek mi (“açık” bir evren) yoksa giderek yavaşlayıp tekrar 

büzüşecek  mi  (“kapalı”  bir  evren)  sorusu  üzerine  odaklanan  geniş  çaplı  gözlemsel  kanıtlar 

ortaya koydu.  

Çalışma,  o  zaman  her  ikisi  de  California  Teknoloji  Enstitüsünde  görevli  J.  Richard 

Gott  III  ve  James  E  Gunn  ile  Teksas  Üniversitesinden  David  N.  Schromm  ve  Beatrice  M. 

Tinsely’ye aitti.  leri sürdükleri fikirleri tartışırken uzayın “yakındaki” iyice gözlemlenmiş  




 

22 


www.ozetkitap.com 

 

 



bölgelerinde  yer  alan  galaksilerdeki  ve  galaksiler  arasındaki  kütleye  ilişkin  hesaplamalarını 

yeniden gözden geçiren ve bununla evrenin geri kalanı hakkında varsayımda bulunan ekibin 

ulaştığı sonuç şu: Genişlemeyi yavaşlatmak için yeterli madde yok. 

Evrenin modern deneysel kozmoloji tarafından aydınlatılan doğası, evren ve tanrılarla 

ilgili spekülasyonlarda bulunan Yunanlılarınkinden çok daha farklı. Eğer insan merkezlilikten 

uzaklaşabilirsek, samimiyetle ve serinkanlılıkla bütün alternatifleri değerlendirebilirsek belki  

de  gelecek  birkaç  on  yıllık  zaman  diliminde  ilk  kez  evrenin  yapısı  ve  kaderini  tamı  tamına 

anlayabileceğiz. Ve işte o zaman Gott biliyor muydu, bilmiyor muydu öğreneceğiz. 



AMN YOT K EVREN 

nsan için ölmek, doğmak kadar doğaldır; ve küçük bir bebek için muhtemelen biri 

öteki kadar acı vericidir.  

 

FRANC S BACON-Ölüm Üzerine (1612) 

Son birkaç milyon yıl içerisinde insan beynindeki muazzam büyümeden dolayı çocuk 

doğumunun  verdiği  acının,  özellikle  insan  annelerde  bıraktığı  izin  ulaştığı  nokta  karşısında 

müthiş  bir  hayrete  kapılıyorum  Ortaya  çıkan  tabloda  sanki  zekamız  mutsuzluğumuzun 

kaynağıymış  gibi  bir  görünüm  var;  ama  bu  aynı  zamanda  mutsuzluğumuzun  bir  canlı  türü 

olarak kuvvetimizin kaynağı olması anlamına da geliyor. 

Bu  fikirler  dinin  yapısı  ve  kökenine  dair  sorulara  biraz  ışık  tutabilir.  Batılı  dinlerin 

çoğunda ölümden sonra hayata bir özlem vardır. Doğu dinleri ise  yeniden doğuş ve ölümler 

döngüsünde bir huzurun peşindedir. Ama her ikisinde de bir cennet vaadi, bireyin ve evrenin 

saf birleşmesi, 1. Aşamaya bir geri dönüş vardır.  

Her  doğum  bir  ölümdür;  çocuk  amniyotik  evreni  terk  eder.  Bununla  beraber 

reenkarnasyona  inananlar  her  ölümün  bir  doğum  olduğunu  iddia  ederler;  ölümün  eşiğine 

gelme sırasında perinatal hafızanın doğum olarak hatırlanmasının tetiklediği bir öneri olabilir 

bu. 


nanç ilkelerinin değerlendirilmesinde çok farklı iki yaklaşım vardır.  

Bir  tarafta,  içsel  tutarsızlıkları  olmasına  veya  dış  dünya  ya  da  kendimizle  ilgili  iyi  

bildiğimiz gerçeklerle epeyce çelişmesine rağmen, dini olduğu gibi kabul eden ve ekseriyetle 

saf mizaçlı insanlar bulunur.  

Diğer  tarafta  ise,  bütün    meseleyi  baştan  aşağı  bir  saçmalık  kargaşası  olarak  gören 

iflah olmaz kuşkucular yer alır. Kendilerini su katılmamış rasyonalistler olarak gören bazıları 

kayıtlara  geçmiş  muazzam  dini  deneyime  bile  karşı  çıkmaktadır.  Bu  mistik  anlayışın  bir 

anlamı olmak zorunda, peki ama nedir bu anlam? 

Bürokratik  dinlerin  insanlık  tarihi  boyunca  dünyevi  otoriteyle  işbirliği  yaptığı  ve 

belirgin bir inancı aşılamanın ekseriyetle ulusu yönetenlere menfaat sağladığı bir gerçek. 

Dini inancı rasyonalist açıklama girişimlerine şiddetle karşı çıkılmıştır.  

VoltaireTanrı olmasaydı insanın onu icat etmek zorunda kalacağını ileri sürmüş ve 

bu fikri yüzünden sövgüye maruz kalmıştır.  

Freud’a  göre  babacan  bir  Tanrı,  kısmen  çocukluktaki  baba  algımızın  erişkinliğe  bir  

yansımasıdır; Freud din üzerin yazdığı kitabına da Bir Yanılsamanın Geleceği adını vermişti. 

Öleceğiz  ve  ölümden  korkuyoruz.  Bu  bütün  kültürlerde  görülen  evrensel  bir  korku  ve 

muhtemelen  önemli  bir  yaşamsal  değeri  var.  Ölümü  ertelemeyi  veya  ondan  sakınmayı 

arzulayanlar  dünyayı  geliştirebilir,  kendilerini  bekleyen  tehlikeleri  azaltabilir,  kendilerinden 

sonra  yaşamaya  devam  edecek  çocuklar  yapabilir  ve  kendi  adlarıyla  anılacak  büyük  eserler 

yaratabilirler.  

Dinle  ilgili  konular  üzerine  akılcı  ve  kuşkucu  söylemlerde  bulunanlarsa,  insandaki 

ölüm  korkusuna  karşı  yaygın  destek  gören  çözüme,  yani  ruhun  beden  çürüdükten  sonra 

yaşamaya devam ettiği hipotezine meydan okuyor olarak algılanırlar. Çoğumuz ölmeyi  

 

 



 

23 


www.ozetkitap.com 

 

 



arzulamayız  ve  bu  yüzden  ölümün  son  olduğunu,  kişiliğimizin  ve  ruhlarımızın  yaşamaya 

devam etmeyeceğini söyleyenler bizi rahatsız eder. 

Tanrı ve ruh hipotezleriyle ilgili sorular ortaya atanların tamamı hiç de ateist değildir. 

Ateist, Tanrının var olmadığından kesin emin olan, Tanrının var olmadığına dair çürütülmesi 

mümkün  olmayan  deliller  ortaya  koyabilen  birisidir.  Ben  henüz  böyle  çürütülmesi  mümkün 

olmayan  deliller  duymadım.  Tanrı  çok  uzak  zamanlar,  mekanlar  ve  nihai  nedenlerle  ilişkili 

olduğu  için  Onun  var  olmadığından  emin  olabilmenin  yolu,  evren  hakkında  şu  anda 

bildiğimizden çok daha fazlasını bilmekten geçiyor. 

Evrenin  yapısını,  kökenini  ve  geleceğini  araştıran  astronomlar  karmaşık  gözlemler 

yapıyor, evreni diferansiyel denklemlerle ve tensör hesaplamasıyla tarif ediyor, X-ışınlarından  

radyo  dalgalarına  kadar  evreni  tarıyor,  galaksileri  sayıp,  hareketlerini  ve  uzaklıklarını  tespit 

ediyorlar.  Bunların  hepsi  tamamlandığında  üç  farklı  görüş  arasından  bir  tanesi  seçilmelidir; 

Huzur  dolu  ve  sakin  Durağan  Durum  evreni;  evrenin  eziyetli  ve  sonsuz  ölçekte  genişleyip 

büzüştüğünü  savunan  Salınan  Evren  teorisi;  ve  had  safhada  radyasyonla  birlikte  şiddetli  bir 

olayın  başlattığı  devamlı  büyüyen  ve  gelişen,  soğuyan,  evrim  geçiren  ve  sakinleşen  Büyük 

Patlama evreni. 

Dünya  dinlerinde  Yeryüzünü  annemiz,  gökyüzünü  ise  babamız  olarak  tanımlamak 

gelenekseldir.  Bu  Yunan  mitolojisinde  Uranüs  ve  Gaea  için  doğru  olduğu  kadar  Amerika 

Yerlileri, Afrikalılar, Polinezyalılar ve Dünya gezegenindeki toplumların çoğu için de aynıdır. 

Bununla  beraber  perinatal  deneyimin  en  can  alıcı  noktası  şu  ki  bizler  annemizi  terk  ederiz. 

Bunu  önce  doğumda,  daha  sona  ise  dünyayı  kendi  kendimize  tanıma  yolculuğuna 

çıktığımızda  yaparız.  Bu  vedalar  ne  kadar  acı  olursa  olsun  insan  türünün  devamlılığı  için 

elzemdir.  Acaba  bu  gerçeğin,  en  azından  birçoğumuz  için,  uzay  yolculuğunun  neredeyse 

mistik cazibesiyle bir alakası olabilir mi? 

nanıyorum  ki,  eğer  korkunç  bir  aptallık  ve  hırsa  kapılıp  kendi  kendimizi  yok 

etmezsek, bizi yıldızlara götürecek , geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmış bulunuyoruz. 

Ve orada uzayın derinliklerinde bir yerde, er geç başka zeki varlıklara ulaşmamız an meselesi. 

Bazılar bizden daha geride olacak; bazıları, muhtemelen çoğu ise daha ileride, daha gelişmiş. 

Merak  ediyorum  acaba  uzayda  yolculuk  yapan  varlıkların  hepsi,  doğumu  eziyetli  yaratıklar 

mı  olacak?  Bizden  daha  gelişmiş  yaratıkların  bizim  anlayabileceğimizin  çok  ötesinde 

yetenekleri olacaktır. Bir nevi gerçek anlamda bizlere tanrılar gibi gözükeceklerdir. Bebeklik 

çağındaki  insan  türünün  büyümesi  çok  uzun  zaman  alacak.  Soyumuzun  temsilcileri  belki  o 

uzak zamanlardan, insan ırkının hayal meyal hatırlanan Dünya gezegeninden çıkıp geldiği o 

uzun ve dolambaçlı yolculuktan geriye dönüp bakacak, kişisel ve ortak tarihlerimizi, bilim ve 

dinle yaşadığımız aşkı berraklıkla, anlayışla ve aşkla hatırlayacaktır. 

 

KAYNAKÇA 



BROCA’NIN BEYN  (Bilim Aşkı Üzerine Düşünceler)-CARL SAGAN* 

Özgün adı: Broca’s Brain: Reflections on the Romance of Science 

ngilizceden Çeviren:Volkan Yazman 

Say Yayınları -Bilim Dizisi 

1.

  Baskı: Say Yayınları, 2011 

 

 

 

 

*  CARL  SAGAN:  Cornell  Üniversitesin  ‘de  astronomi  ve  uzay  bilimleri  profesörü  ve  gezegen  araştırmaları 

laboratuvarı  müdürü  olarak  görev  yapmıştır.  NASA  tarafından  kendisine  Sıra  Dışı  Bilimsel  Başarı  ve  Seçkin 

Kamu  Hizmeti  ödülleri  verilmiştir.  Sagan’ın  Emmy  ve  Peabody  ödüllerini  kazanan  belgesel  dizisi  Kozmos 

Amerikan televizyonculuk tarihinde en çok izlenen programdır. 



Yüklə 307,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə