Microsoft Word BÄ°LÄ°msel eksen 20++



Yüklə 4,84 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə10/52
tarix26.10.2018
ölçüsü4,84 Mb.
#75726
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   52

Bilimsel Eksen-Sicientific Axis-Научный Меридиан/Yıl-Year-Год 2017/Sayı-Number-Число 20
 
 
26 
Bugün de adı “KURTULUŞ” olan bu semtin devamında “Topraklık” adı veri-
len  bir  mahalle  vardı.  İç  Anadolu’nun  bir  şehrinden  Ankara’ya  göçmüş  bir  sınıf 
arkadaşımın ailesi de burada yaşıyordu. Bir gün beni evlerine götürmüştü. Yerlere 
kilimler serilmişti. Duvarlarda da sucuk ve pastırmalar asılmıştı. Ev dedikleri kaya-
lara oyulmuş üç odalı bir “mağara” idi. Şimdi o mağara evler var mı yok mu bil-
miyorum… 
Bizim gecekondu eve yakın bir yerde Necip amca dediğimiz bir komiser ve ai-
lesi oturuyordu. Karısına Cicianne diyorduk. Hediye, Ahmet ve Burhan adlı üç 
çocuğu vardı. Necip amcanın kızı Hediye ablanın kocası Ahmet Kural ağabeyin 
babası Ankaralı bir celep ve kasap idi. Onların bir bağı vardı; yazın eşeklere bine-
rek o bağa gider piknik yapardık. Hani “Ankara’nın bağları da büklüm büklüm 
yolları…” diye bir türkü var ya, sanırım bu bağlar için söylenmiş olmalı. Şimdi o 
bağların “yerinde yeller esiyor!”  
*** 
Beni  daha  sonraları  Kızılay’daki  Mimar  Kemal  İlkokulu’na  yazdırdılar.  Ba-
bamla beraber okula kadar gidiyorduk. Babam, elinde üç katlı sefertasının içindeki 
öğle yemeği ile Emniyet Genel Müdürlüğüne devam ediyordu. Evden okula giden 
yol  da  bahçelerin  içinden  geçiyordu.  Bayır  aşağıya  iniyor,  oradan  Ankara  Ça-
yı’nın üzerine kurulmuş tahta köprüden geçerek karşıya ulaşıyorduk. Şimdi Kolej 
denilen  bu semtin  o  zamanki  adını hatırlamıyorum.  Ankara  Çayı  o  zamanlar  çok 
temiz akardı. (Bazen çaydan sel gelir, o tahta köprüyü de götürürdü.) Çay, bugün-
kü  Kolej’in  oradan  Sıhhiye’ye  doğru  gider,  Dil  ve  Tarih-Coğrafya  Fakültesinin 
önünden  geçerek  şimdiki  Akköprü’nün  orada  başka  bir  çayla  birleşirdi.  Akköp-
rü’nün ucunda, çayın kenarında babamın akrabası Necmiye Halamın kocası Haş-
met  (Egemen)  amcanın  bir  evi  vardı.  Tam  önünden  akan  çayın  içinde  kardeşim 
Dinçer  ile  oynardık.  Etrafında,  dalları  suya  değen  yemyeşil  söğüt  ağaçları  vardı. 
Bugün Ankara’nın lâğım sularını taşıyan bu çayın kokusundan duramazsınız. An-
kara Çayı’nın üzeri de kapatılarak yol yapıldı. 
Haşmet  amca  Ulus’taki  “Hâkimiyet-i  Milliye”  [sonradan:  Ulus]  gazetesinde 
klişe ustası olarak çalışırmış. Emekli olduktan sonra, Denizciler caddesinde “Ege-
men Klişe” adlı bir yer açtıklarını biliyorum. 
*** 
Biz Topraklık tarafında otururken Uşaklı Üsteğmen İsmail  Alakaya ile evle-
nen ablam Mediha, Kara Harp Okulu’na sınıf subayı olarak atanan kocasına yakın 
olmak  için  Dikmen  Kuyubaşı’nda  bir  eve  taşınmışlardı.  Bugün  de  “Kuyubaşı” 
olarak anılan bu yerde o zamanlar gerçekten bir kuyu vardı. Şimdi mi? Kuyu kaldı 
mı, bilmiyorum. Fakat “Kuyubaşı” diye bir otobüs durağı var. Etrafında da Öveçler 
ve  Keklik  Pınarı diye  yeni  semtler  oluşmuş.  (İsmail eniştem  ile Mediha  ablamın 
1947 yılında Oktay (vefatı: 2015), 1957’li yıllarda da Okan adlı iki oğlu oldu.) 
 Haftanın bazı günlerinde belediye otobüsüne arka kapıdan “kaçak” olarak bi-
ner, ablama giderdim. Ufak tefek önlüklü bir ilkokul öğrencisi olduğum için kimse 
ses  etmez,  beni  biletçiden  saklarlardı.  Ablamın  yaptığı  “konserve”  ve  “makarna” 


Bilimsel Eksen-Sicientific Axis-Научный Меридиан/Yıl-Year-Год 2017/Sayı-Number-Число 20
 
 
27 
varsa onları yemek çok hoşuma giderdi. Eve dönünce de “Ne yedin?” diye sorduk-
larında “Komserve” dermişim. 
 Kayaş’ın adı o zamanlarda da vardı. Oraya banliyö dedikleri bir tren ile gider-
dik.  Demiryolunun  iki  tarafı  da  sebze  bahçeleri,  bahçelerin  içinde  de  “dolaplı  su 
kuyuları” bulunurdu. At ya da eşeğin çektiği su kuyularından akan buz gibi ve ter-
temiz su ile sebzeler sulanır, aynı zamanda içilirdi. O bahçelerde yetişen domates, 
biber, patlıcan, marul gibi sebzeler ile dut, kiraz, kaysı, vişne, elma, armut, ayva 
gibi meyvelerin lezzetini unutmak mümkün değil.  
*** 
Ankara’dan İstanbul’a: 
1948  yılının  ortalarında  babam  Şevki  Bey’in  tayini  İstanbul  Anadolu  Hisarı 
Emniyet Amirliğine çıktı. Biz de Ankara-Haydarpaşa treninin bir kompartımanına 
sığışarak yolculuğa başlamıştık. Bu defa en küçük kız kardeşim Günay da aramıza 
katılmıştı. Onun için de kompartımanın içine bir ip salıncak kurmuşlardı. Sanırım 
yirmi saate yakın bir zaman sonra, yüzümüz gözümüz kapkara, Haydarpaşa Garı-
na girmiştik. Bir at arabasına eşyaları yüklediler; biz de yatak denklerinin üzerinde 
Küçüksu’ya  geldik.  Babamın  meslektaşları,  Küçüksu  Deresinin  sağ  yamacında, 
Anadolu Hisarı kalesinin karşı tarafında bir ev tutmuşlar. İki küçük odalı, bahçeli 
bir yer. Beni de Anadolu Hisarı İlkokulu’na yazdırdılar. Okul denize nâzır güzel ve 
tarihi bir bina. Sanırım bir ay kadar bu okula gittim. Hayatımda ilk defa “deniz”i 
görmüştüm. Küçüksu Kasrı’nın yanından ayağımı denize sokmuş, Boğaziçi vapu-
runa da ilk defa buradan, Küçüksu vapur iskelesinden binmiştim. O gün deniz çok 
güzeldi,  dalga  yoktu;  üst  güvertede  oturmuş  Boğaziçi’nin  güzelliklerini  seyredi-
yordum.  Kolumu  güvertenin  demirlerine dayamış,  mutlulukla etrafıma bakınıyor-
dum. Sanki Boğaziçi’nin sahibi bendim…  
Beykoz’a: 
Babamı  bu  defa  Beykoz  Emniyet  Âmirliğine  “başkomiser”  olarak  atamışlar; 
haydi yine bir at arabası ile Beykoz’a doğru yola düştük. Beykoz’daki evimiz, Ya-
lıköy’de sahilde yer alan, altı kayıkhaneli, yanında bahçesi ve iskelesi bulunan ka-
rakolun tam karşısındaki tarihî mezarlığın üstündeydi. Mezarlığın yanından tırma-
nan merdivenlerden dolayı buraya “Kırk Merdivenler” de deniyordu. Mezarlık çok 
büyük olmamakla birlikte Osmanlı döneminin özelliklerini taşıyordu. Pek çok taşın 
üzerindeki yazılar henüz kırılıp bozulmamıştı. [Karakolun denize uzanan iskelesin-
den izmarit, istavrit ve kaya balığı gibi balıklardan tutar, bazen eve 1-2 kilo götü-
rürdüm. Şimdi o karakol ve iskele yok, yıkılmış; yazık olmuş…]  
Beykoz’daki 2 odalı bu eve de nasıl sığıştığımızı bilemiyorum. Bir hafta sonra 
Taşocakları semtinde, ahşap ve üzeri çinko kaplı, iki katlı bir eve taşınmıştık. Ev 
çok  tepede bir  yerdeydi, “Terkos”  dedikleri suyu  yoktu.  Evin  içinde  “sarnıç” adı 
verilen, içinde kar ve yağmur sularının toplandığı, üzeri kapaklı bir havuz vardı. Bu 
su  içilmiyordu  ama  temizlikte  ve  banyoda  kullanılıyordu.  Bu  evde  otururken  an-
nem, Saadet adlı, evlere kendi yetiştirdiği soğan, patates, domates, biber, turp gibi 
sebzeleri satan bir kadınla tanışmış. Kendisi Erzurumlu, kocası Kütahya’nın Dum-


Yüklə 4,84 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə