F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
158
kaynaşmasından ortaya çıkan ve genel anlamda Türk-İslam kültürü olarak nitelendirilen
yaşam biçimi, birçok yönüyle divan şâirlerini de etkilemiştir. Bu etkilenmenin doğal
sonucu olarak halk kültürüne ait birçok inanış divan şairlerinin ilgisini çekmiştir.
Günümüzde halk biliminin ilgilendiği halk inanışları konusunun klasik
edebiyatımızdaki yansımalarının tespit edilmesi, klasik şiirimizin halk kültüründen uzak
olmadığını göstermesi bakımından da önemlidir.Bu bakımdan klasik Türk şiirini içinden
çıktığı toplumun kültürünü ve inanışlarını yansıtan bir anlayışla incelemek gerekir.
Hazinelerle İlgili İnanışlar
Hazine-Virâne
Klasik Türk şiirinde şâirler, duygularını aktarırken her türlü malzemeyi hiç
çekinmeden kullanmayı kendilerine düstur edinmişlerdir. Yaşadıkları coğrafyanın
binlerce yıllık bilgi ve kültür birikimine ait her türlü maddî ve manevî olguyu şiirin ve
geleneğin estetiği içinde dış dünyaya aktaran divan şâirleri, halk inanışlarına da edebî bir
hassasiyetle yaklaşmışlardır. Örneğin aşağıdaki beyitte;
Gönlümi yıkma hayâlün tahtıdur cânâ didüm
Didi olur meskeni gencînenün vîrâneler
Zâtî (Tarlan 1967: 138)
Gencsin ey pîr olası yık cefâ bünyâdını
Gönline gir ‘âşıkun gencün yiri vîrânedür
Zâtî (Tarlan 1967: 383)
diyen Zâtî, yaşadığı döneme ait bir inanıştan bahseder. Bilindiği gibi eskiden
banka, emniyet sandığı gibi kurumlar yoktu. Bu yüzden insanlar hırsızlığa ve yağmaya
karşı paralarını bir çömlek veya tencere içine koyup bir yere gömerlermiş (Onay 2000:
165). Gömdükleri yerler de genelde harâbe, virâne yerler olurmuş. Bu sûretle hazinelerini
kimsenin ele geçirmemesini sağlamaya çalışırlarmış. Zâtî de yukarıdaki beyitlerde bu
inanışa gönderme yapmaktadır.
Klasik edebiyatımızın köşe taşlarından biri olan Fuzûlî de hazinelerin harâbe
yerlere gömülmesi inanışına şiirlerinde yer vermiştir. Fuzûlî, hazinesini gömecek bir
harâbe yer bulamamaktan şikâyetçi olmaktadır:
Bulunmaz bu ma’mûrede bir harâbe
Defin olmağa genc-i dînâr ü dirhem
Fuzûlî (Akyüz vd. 2000: 94)
16. yüzyılın önemli şâirlerinden biri olan Hayretî ise, gerçek aşkı arayanlara
Klasik Türk Şiirinde Bazı…
159
“ Nasılki hazineler vîrânelerde bulunur, sen de gerçek aşkı istiyorsan bir vîrâneye
benzeyen kalbine bak.” demek sûretiyle hazinelerin vîrâneliklerde bulunduğu hatırlatır:
Var yüri ey ‘ışk-ı hâlis isteyen kalbünde bul
Gel gel ey genc-i firâvân arayan vîrâna sor
Hayretî (Çavuşoğlu, Tanyeri 1981: 203)
Aynı inanışı başka beyitlerde de tekrarlayan şâir, aşk hazinesinin vîrâne gönlünde
yer ettiğini ifade eder:
‘Işk gencînesine mesken olupdur gönlüm
Künc-i gamda görinür gerçi ki vîrân-şekil
Hayretî (Çavuşoğlu, Tanyeri 1981: 289)
Helâkî de, diğer divan şâirlerinin yaptığı gibi gönlünü bir harâbeye benzetir:
Ol tıfl gamın gönül unut kim
Bu genc bizüm harâba sığmaz
Helâkî (Çavuşoğlu 1982: 102)
Yahyâ Bey de gönlünü, aşk hazinesinin bulunduğu bir vîrâneye benzeterek bu
inanışa göndermede bulunur. Bu göndermelerde sevgili, sevgilinin hayâli ve aşk gibi
kavramlar, âşığın gönlünde yatan bir hazineye benzetilmektedir:
Bende-i ‘ışk oldugumçün hâtırum yıksan n’ola
Pâdişâhum gizlü genc oldugı yir vîrân olur
Yahyâ Bey (Çavuşoğlu 1977: 358)
Seng-i cevr ile harâb eyle saray-ı tenüni
Gizlü genc ol yüri vîrânede kıl meskenüni
Yahyâ Bey (Çavuşoğlu 1977:574)
Hazine-Tılsım
Eskiden insanlar, hazinelerinin korunması ve kimsenin çalmaya teşebbüs etmemesi
için bir tılsım yaptırırlarmış. Tılsım olarak da çoğunlukla hazinelerin bekçisi olduğuna
inanılan yılan kullanılırmış. Halk inanışlarına göre yılan definelerin bekçisi sayılmaktadır
(Boratav 1973: 75). Nev’î; sevgilinin saçlarını yılana, saçlarının dolandığı belini
hazineye, sevgilinin saçlarına meftûn gönlünü de vîrâneye benzeterek hazinelerin
vîrânelerde bulunuşunu ve tılsım olarak başında bir yılanın beklemesi inanışına telmihte
bulunmaktadır:
N’ola zülf olsa miyânunda miyânun dilde
Genc olur mâra vatan mesken olur gence harâb
Nev’î (Tulum, Tanyeri 1977: 243)
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2010-20/1
160
Cinânî ve Hayretî de hazinelerin başında yılan bulunmasına telmihte bulunurlar.
Cinânî sevgilinin belini bir hazineye, belindeki kemeri de tıpkı bir hazinenin
çevresinde kıvrılmış yatan yılana benzetir. Hayretî ise rakîbi, hazinelerin başında bekçilik
yaptığına inanılan yılana benzetmektedir. Tabî burada bahsedilen hazîne, sevgilinin
güzelliğidir:
Miyânunda degül zerrîn-kemer mâr-ı dü-serdür kim
Tılısm ile o genc-i hüsnün olmışdur nigeh-bânı
Cinânî (Okuyucu 1994: 606)
Sen ‘ayn-ı bâli hıfz ide ejder gibi rakîb
Gönlüm evi benüm ola vîrân unutma hâ
Hayretî (Çavuşoğlu, Tanyeri 1981: 141)
Yukarıda daha önce ifade ettiğimiz gibi eskiden hazinelerin kolayca bulunmaması
için tılsım yapılırmış. Boratav, tılsımı; “...define gibi gizli şeyler bulmayı, kapalı yerleri,
örneğin saray, mağara kapılarını açmayı sağlayan ve ancak ehlinin bildiği sözleri ya da
kullandığı araçları gösterir.” (1973: 148) şeklinde tanımlamaktadır. Bu bağlamda tılsım,
hazinelerin ayrılmaz bir parçasıdır:
Geldükçe tîri dilde batar nâ-bedîd olur
Gûyâ ki bir tılısm ile konmış defînedür
Helâkî (Çavuşoğlu 1982: 96)
Hazineleri koruması amacıyla tılsım olarak değişik şeyler kullanılabilir. Bunlardan
biri de definelerin gizlenmesi ve ele geçirilmesini önlemek için kılıçların tılsım olarak
kullanılmasıdır (Boratav 1973: 85). Kılıçların hazineleri korumak amacıyla tılsım olarak
kullanılışını Dede Korkut Hikâyeleri’nden “Basat Depegözi Öldürdügi Boyı Beyan eder”
başlıklı hikâyede de görürüz. Basat, Tepegöz’ün hazinelerinin bulunduğu mağaraya
girince devamlı olarak inip çıkan kılıçları görür. Bu olay hikâyede şöyle anlatılmaktadır:
“Depegöz eydür: Sana ölüm yogımış. Şol magarayı gördün mi? Basat eydür: Gördüm.
Eydür: Anda iki kılıç var, biri kınlu biri kınsuz. Ol kınsuz keser menüm başumı. Var getür
menüm başumı kes, dedi. Basat magara kapusına vardı. Gördü bir kınsuz kılıç turmaz
ener çıkar. Basat eydür: Men muna bî-tekellüf yapışmayam, deyüp gendü kılıcın çıhardı,
tutdı. İki pâre böldi. Vardı bir agaç getürdi, kılıca tutdı. Anı dahı iki pâre eyledi. Pes,
yayını eline aldı, ohıla ol kılıç asılan zencîri vurdu. Kılıç yere düşdi, gömildi.” (Özçelik
2005:781-782).
Yahyâ Bey, bir kılıca benzettiği sevgilinin iki kaşını, güzellik hazinesinin tılsımı
olarak tasavvur ederek bu inanışı dile getirmektedir:
Dostları ilə paylaş: |