her nasılsa olduğu gibi algılayabilmiş olmayı içten içe
yaşıyorum. O şey canlanıveriyor beni de canlandırıyor.
Satori, gördüğü dünyanın ne kadar zihinsel ve bozul
muş, çarpıtılmış olduğunun ayırdmda olmayanlara çok
gizemli, akıl almaz bir şey gibi görünebilir. İnsan bir
kere bu durumun farkına varabildi mi, birincisine tam
anlamıyla ayırdmda olmak diyebileceğimiz, çeşitli ayır-
dmda olma dereceleri olduğunu da farkedebilecektir.
İnsan böyle bir durumu şöyle bir göz açıp kapayıncaya
kadar görüp gözden kaçırmış olabilir. Ama gene de
böyle bir şeyin nasıl bir şey olabileceğini kafasında can
landırabilir. Elbette yeni piyano çalmasını öğrenen kü
çük bir çocuk bir piyano ustası gibi çalamaz; gene de
ustanın piyano çalışında, gizemli, akıl almayacak bir
şey yoktur, yalnız çocuğun başladığı yoldan ve aynı te
mel ilkeler üzerinden mükemmelliğe erişmiştir.
Gerçeğin bozulup çarpıtılmadan ve düşünselliğe, zi-
hinselliğe kaçmadan algılanışı Zen yaşantısının en te
mel öğelerinden biridir ve şu iki Zen öyküsünde çok
açık bir dille anlatılmıştır. Birincisinde bir keşiş Zen
ustasıyla konuşurken soruyor :
«Gerçek yoluna girmek için bir yöntemin var mı?»
«Evet var.»
«Yöntemini anlatır mısın?»
«Acıkınca yiyorum, yorgun düşünce de uyuyorum.»
«Herkesin de yaptığı bu değil mi? Onların da se
nin yaptığın gibi gerçek yoluna girmek için bir yöntem
uyguladıklarını söyleyebilir misin?»
«Hayır.»
«Öyleyse neden hayır?»
«Çünkü onlar yedikleri zaman yemiyorlar, çeşitli
başka şeyler düşünüyorlar, böylece de kendi zihinlerini
75
karmakarışık ediyorlar. Uyudukları zaman da uyumu
yorlar bin bir türlü şeyin düşünü görüyorlar. Bundan
ötürü onlar bana benzemezler (29) .»
Öykü açıklamayı gerektirmeyecek kadar açık. Or
talama sıradan insan kendisi ayırdmda olmasa da, gü
vensizliğin, tutkuların kendisini sürüklediği ve ger
çekte var olmayıp da sırf kendisinin yansıttığı nitelik
lerle giydirip kuşattığı bir dünyada buluyor kendini.
Bu öykünün geçtiği dönem için bu böyle olunca bugün
hemen hepsi içlerindeki görme, işitme, hissetme ve tat
alma güçlerini kullanacak yerde, düşünceleriyle görüp
işiten, hisseden ve tat alan günümüz insanları için bu
sözler çok daha geçerli.
Hemen birincisi kadar aydınlatıcı olan ikinci öykü
bir Zen ustasının şu sözleri... «Ben aydınlanmadan ön
ce dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibiydi. Aydınlanma
ya başlayınca artık dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibi
değildi. Şimdi tam aydınlandığımdan beri gene dağlar
dağ gibi, nehirler nehir gibi.» Burada gerçeğe yeni bir
yaklaşım yöntemi izliyoruz. Ortalama sıradan insan
Plato’nun mağarasındaki adam gibidir. Gölgeyi görüp
gerçeğini gördüğünü sanır. Bir kere bu yanlışı farket-
ti mi, gölgenin gerçeğin kendisi olmadığını gerçeğinin
gölgesi olduğunu anlayabilecektir. Bir kere aydınlandı
mı mağaradan dışarıya, karanlıktan aydınlığa çıkacak
tır. Orada da gerçeğin kendisini görecektir, gölgesini
değil... Artık uyanmıştır, elbette karanlıkta kaldığı sü
rece aydınlığı tanıyamazdı (Kutsal Kitapta yazdığı
gibi karanlıkta bir ışık ışıldıyor ama karanlık onu an
lamıyor). Bir kere karanlıktan aydınlığa çıktı mı in
san aradaki farkı anlıyor, nasıl eskiden dünyayı gölge
(29) D. T. Suzuki, Introduction to Zen Buddhism, S. 86.
76
olarak gördüğünü şimdi onu gerçekçiliği içinde gördü
ğünü ayırt edebiliyor.
Zen’in amacı insanın kendi öz yaradılışını tanıma
sıdır. Kendi kendini tanımanın «bir araştırısıdır. Ama
burada amaçlanan bilgi ileri çağdaş ruhbilimcinin bi
limsel bilgisi değildir. Anlıksal (intellect) bilişin kendini
bir nesne sayarak gözlemesi türünden bir bilgi de değil
dir; kendini bilme Zen’de anlıksal hiç bir yanı olmayan,
kendi kendinden yabancılaşmayan, bilenle bilinenin bir
oldukları, insanın bütünlüğüyle gerçekleştirdiği bir ya
şantıdır. Suzuki’nin dediği gibi «Zen’in temel ilkesi in
sanın derin varlığının çalışma düzeniyle tanışmasıdır.
Bunu da dışardan katılan hiç bir şeyden destek arama
dan, en doğrudan, en doğal yoldan yapmasıdır (30).»
Bir kimsenin kendi yaratılışını tanımasına yara
yan bu içgörü anlıksal (intellectual) bir yetenek gibi
dışarda kalan bir şey değil, ama yaşantısal, insanın
içinde, derininde olan bir şey... Bu anlıksal (intellectu
al) bilgiyle yaşantısal bilgi arasındaki fark Zen’deki
en önemli nokta... Bir yandan da bu nokta Batılı öğ-
rençinin Zen’i anlamasındaki en büyük güçlüğün de
nedeni... Batı, (gizemciler gibi bir kaç ayrı düşen tu
tum bir yana bırakılırsa) ikibin yıldan beri varoluş
sorununa verilebilecek en son ve kesin yanıtın akılla
varılabilecek, düşünce yoluyla bulunabileceğine ina
nıyor; gerek dinlerde olsun, gerek felsefelerde olsun bu
yolla varılmış olan «doğru yanıt» en önemli şey ola
rak değerlendiriliyor. Batının bu konudaki değişmez
tutumu doğa bilimlerinin hızla gelişmesine olanak sağ
ladı. Bu bilimlerde «doğru düşünce» varoluş sorununa
doğrudan kesin bir yanıt getirmek konusunda bir ya
(30) Aynı yapıt, S. 44.
77
Dostları ilə paylaş: |