5
BĠR KERE ÖLÜN MESELA
Sanırım üstesinden geleceğimize inandığımız her şeyin
gerisindeyiz. Ya kimse duymuyor sessizliğimizin uğultusunu,
ya da insanlık bilmiyor bu acının bizde bıraktığı izleri.
İkisinden de öte bir şey bu. Ben bu acıyı yakından tanıdım ve
bizzat hissettim derinlerimde. Hâlâ söylenirim kendi
kendime. Hâlbuki ne çok şey yaşanmış her birimizin
derinlerinde.
O gün her zamanki gibi örgüsünü almış, elinde bir değnek
ile, salondaki tekli yeşil kanepeye ancak oturabilmişti kadın.
Odayı boğuk bir rutubet kokusu kaplamıştı. Yerdeki soğuk
betona yarı çıplak vücuduyla uzanan, minik ayaklarını söndü
sönecek durumda olan sobanın önüne uzatmış oğlunu gördü.
İçinde yine bir şeyler cız etti. Zorca oturabildiği yerden
kalktı, oğlunun ellerine dokundu kadın. Elleri buz gibiydi, o
an ölümü hissetti kadın oğlunun ellerinde. O kadar soğuktu
ki. Oğlunu kaldırdı ve cılız bir sesle kanepeye oturmasını
istedi. Oğul kanepeye oturdu, annesine anlamsızca baktı.
Kadın oğlunun önüne eğildi, yüzünü avucunun içine aldı.
Oğlunun ellerini elleri arasına aldı ve ısıtmaya çalıştı. Öptü,
öptü, kokusunu içine çekti. Geçen ördüğü atkıyı oğlunun
ellerine sardı. Üzerine eski püskü, rengi sararmış bir
battaniye serdi. Değneğini düşürdü birden yere. Dengesi
bozuldu ve olduğu yere yığıldı. Kadın daha fazla
dayanamayarak ağlamaya başladı. Değnek kullanma sebebi
hastalık ya da yaşlılık değildi. Kolu morarmıştı. Ayağı
topallıyordu. Oğlunun baba bile diyemediği ruhsuz adamın
eseriydi bütün bunlar. Çocuk hıçkıra hıçkıra ağladı. Annesini
kaldırdı, kanepeye yatırdı. Battaniyeyi çaresizce annesinin
üzerine serdi. Ve sobanın önüne oturdu.
"İnsanlık" mütemadiyen süren bir gerilemeydi aslında.
Gözleri umut dolu bir kadından alınmış her gülümseme için,
hepimize lanet okuyorum. Kadınların gülmediği bir dünya
cehennemin ta kendisidir. Kimsesizliği hissetmesin kadınlar.
Kimsesiz bırakılmasın onlar. Daha fazla canları yanmasın.
İçindeki sızıya tohum ekilmesin annelerin. Kırılmasın
umutları. Mükemmel bir hayat değil istedikleri. Beklentileri
bu değil. Hiçbir kadının tenine zarar gelmesin, kırılsın ona
zarar vermek isteyen eller. Hepimiz sınırlı sayıda ilkbahar,
yaz ve sonbahar yaşayacağız. Hiçbir kadının ve çocuğun
ilkbaharının söndürülmesine izin vermeyin. Menfur
laflarınızı çekin bulutlarından.
Uçurtmalarını vurmayın kadınların. Susmayın, bir şey yapın.
Mesela yasalar çıkarın. Laf olsun torba dolsun diye
kınamayın mesela. Başınızı ellerinizin arasına alın ve
düşünün mesela.
Kadın cinayetleri konusunda lideriz. Bu utancı hep birlikte
bitirelim. Düşünmek önce anlamakla başlar. Bir kere kadın
olun, dayak yiyin, empati yapın. Bir kere ölün mesela.
SİDAL ŞİMŞEK
11-BİLGİSAYAR
KANADI KADINLIĞIN
olmak kaybolmak yoklukta
insan mesela bir ağaç olmalı
öyle derin öyle vakur öyle güçlü
incitir miydi toprak ya da su
ah su diye inlerken çöldeki yolcu
akmazdı oysa gizli göz yaşın
beslendin serpildin büyüdün
sığıntıda kaldın sığmadın
sen koca yürekli kadın
reçineler dayanıklıdır ulmaz*
kolayca kopmaz yakılmaz
geldi mi başına aklın
neye değdi manası hayatın
yoksa arayışlarla devamda mısın
ey kırmızı mantolu kadın
kan kırmızı al pabuçların
lime lime kanadı kadınlığın
AZĠZE KANADIKIRIK KILIÇ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
(*) ulmaz : çürümez
6
ŞAİR İHSAN TEVFİK’LE ŞİİR HASBİHALİ
Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz size. Şair ve yazar İhsan Tevfik’e dergimizde yer vermek istedik. Silivri için önemli bir isim ve
önemli bir kazanımsınız. İsterseniz söyleşimize İhsan Tevfik’in şair kimliğiyle başlayalım. Üç şiir kitabınız var. Şiire nasıl bulaştınız?
Şiiri bulaşmadım, şiire bulandım. (Bir şiirimde geçer bu ‘bulanmak’ sözcüğü, sanki şiirle iyice karıştık.) Çok küçük yaşta içinde şiirini
büyütmek, vaktini ve zamanını vermek, yaşamını adamak… Hayatımın her alanını kapsayan çok özel bir olgu şiir... İnsanın kendini var
etmesinin en güzel yolu... Kendimizi yazarak var ederiz. Şiir yazmak, hayatın içinde “Ben de varım.” demekten başka bir şey değil bence.
Aynı zamanda bir öğretmensiniz, oğlunuz var ve bir babasınız. Şairliğinizin öğretmenliğinize, öğretmenliğinizin de şairliğinize katkısı
mutlaka olmuştur. Şunu sormak istiyoruz: Hayatın koşuşturması içinde şair rolü diğer rollerden daha mı baskın? Bu roller birbirini
zorluyor mu?
Güzel soru. Hatta düşündüren bir soru. Edebiyatın içinde olmak
için edebiyatı seçtim. Yaptığım iş edebiyatın bir parçası. Birbirini
tamamlayan iki unsur. Kendi gıdamızı sağlıyoruz şiirden. Bu rol
çalma değil de, bütünleştirici olma bana kalırsa…
Edebiyatta ilham konusu tartışmalı bir konu. Sizin bu konudaki
fikrinizi merak ediyoruz. Şiir mi size geliyor, siz mi şiire
gidiyorsunuz?
Şiir her zaman önce gelir. Kapıları aralar ve siz o kapıdan
girersiniz. Sonrası kesinlikle çalışmaktır, kafa yormaktır şiir
üzerinde. İlham sadece başlangıç ve çıkış noktası. Aslolan
çalışmak… Şair, şiir dersine, ödevine çalışır. Bu konuda Fazıl
Hüsnü Dağlarca ‘’Şair, bir masa başı memuru gibi şiir dersine çalışır.’’ diyor. Has şair ilhamla kapıyı aralar, sezgiyi alır, üzerinde çalışır.
Çaba sarf eder, didinir, uğraş verir.
Bir dönem “Çıkın” adında bir edebiyat dergisi çıkardınız. Çıkın, neden sona erdi ve Çıkın dergisine yeniden hayat vermeyi düşünüyor
musunuz?
Kapanmış dergilerin yeniden çıkması pek doğru bir şey değil gibi geliyor bana. Cemal Süreya yıllarca Papirüs dergisini çıkardı. ‘’İyi niyetini
kanıtlamış her dergi bir zaman sonra batar.‘’der Cemal Süreya ve şöyle devam eder: ‘’Bir dergidir benim hayatım, onun için ben ölmem
batarım.‘’ Çıkın dergisi toplam 30 sayı ( 12 sayısı Çıkın adı ile, gerisi Şiirli Çıkın adı ile) çıktı. Ben Çıkın’ın görevini yerine getirdiğini
düşünüyorum.
Yeni bir dergi de düşünmüyorsunuz, yani artık dergicilikte yokum şeklinde mi anlayalım söylediklerinizi?
Yeni dergi her zaman mümkündür. Ama gündemimde şu an böyle konu yok, olacağını da sanmıyorum.
Yine bu konuyla ilintili merak ettiğimiz bir şey daha var. Bu şiirler ne zaman yazılıyor genelde ya da başka bir ifadeyle şiirlerinizin bir
eşref saati var mı?
Bu da güzel soru. Dersinize çalışarak gelmişsiniz. (Gülüşmeler… Bir taraftan not alıyoruz, bir taraftan da hazırladığımız bu soruları bir
türlü beğenmeyen Cengiz Hocamızı hatırlıyoruz.) Şiirin zamanı benim için yok. Sınıfta bile öğrencilere çaktırmadan yazdığım olur.
Kitaplarımı önüme bırakıp başka bir şeyle uğraşıyormuş gibi yaparım. Ama yine de şiirin insana geldiği zamanlar insanın kendiyle baş
başa kaldığı zamanlardır. Günün her saati olabilir. Kan kanseri olan bir öğrencime, bir şiir yazıp armağan etmiştim. Derste yazmıştım.
Öğrencinin mezun olduktan sonra haberi oldu bu şiirden. Şiirin zamanı ve mekanı yoktur. Kütüphanede bile şiire başladığım olur. Ama
gece daha verimli tabi. Şiir ile baş başa kaldığımız zamanlarda elbette şiir insana daha çok şey fısıldıyor. Şairin alıcıları daha açık
konumda oluyor sanırım.
Sırada klasik bir soru var ama biz biraz da sorunun çemberini daraltarak sormak istiyoruz. Mutlaka beğendiğiniz, takip ettiğiniz
şairler vardır ama sizden tek bir isim istesek kimi söylersiniz? İhsan Tevfik’in gönlündeki şair kimdir?
Tek bir isim mümkün değil. Neden mümkün değil? Değişik yaş dönemlerinde farklı farklı şairlerden etkilenmişimdir. Örneğin ortaokul,
lise yıllarında Cahit Sıtkı Tarancı, daha sonra Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday. Bir dönem Nazım Hikmet. Her birinin bendeki izi ve
yeri ayrı ayrı oldu. Şairlerim arasında açıkçası ayrım yapamıyorum.