30
olduğu görülecektir. ’’Milli görüş’’ kavramı tüm
aksi iddialara rağmen Türkçü İslamcılığın mot-
tosudur. Özellikle Bosna savaşı sırasında Türk-
lük Müslümanlık vurgusu sıkça kullanılarak
Osmanlı’nın eski hakimiyet alanlarında yayıl-
macılığı dinsel argümanlarla yeniden hatırlama
ve bu yolla tabanını Türkçü İslamcılık etrafında
konsolide etme politikası yürütülmüştür. Tıpkı
ittihatçılarda olduğu gibi bu Neo-Osmanlıcılık
da emperyal bir güdüye sahiptir.
Ancak bunu
İslam’ı araçsallaştırarak gerçekleştirmeye çalış-
mıştır.
Bu hareketin içinden çıkan AKP’nin
Neo-Osmanlıcığı temelde bundan farklı olma-
makla birlikte, modernitenin tüm kurum ve
kurallarıyla şekil aldığından İttihatçıların mü-
esses nizam oluşturma politikalarına hem yön-
tem hem de anlayış olarak daha yakın bir yerde
durmaktadır. AKP, ılımlı İslam projesinin ken-
disine sağladığı avantajlardan da yararlanarak
bir dönem için demokrasiyi araçsallaştırıp ik-
tidarlaşma sürecini kamulaştırmış; bunu sağla-
dıktan sonra Neo-Osmanlıcılığın yayılmacı, alt
emperyal olma ülküsünü ve otoriterizmini iç ve
dış politikasının merkezine oturtmuştur. Daha
geniş bir okumayla AKP’nin Neo-Osmanlıcı-
lık, devletçilik, tekçilik, iktidarcılık, totaliterlik
ve anti demokratiklik kapsamında cumhuriyet
tarihi boyunca çatışıyor
gibi görünen iki ana
eğilimin sahip olduğu ne varsa hepsini kendi
bünyesinde toplamış ve Kemalizm’in siyasal İs-
lamcı rengine dönüşmüştür. Dış politikada da
söylemde çokça karşısında durduğunu iddia et-
tiği küresel hegemonik güçlerin “rutin dışı” bü-
tün metotlarını taklit ederek etkinlik elde etme
ve bölgesel bir güç olma macerasına atılmıştır.
Bunun için de Sünniliği nirengi noktası yapa-
rak, tıpkı selefleri gibi Osmanlı’nın eski haki-
miyet alanlarında (örneğin Afrika’da) etkinlik
oluşturma politikası yürütmüştür. İçte ise farklı
etnik ve dini kimliklere, mezheplere, toplum-
sal muhalefete karşı iktidarını sağlamlaştırdığı
andan itibaren tekçi, baskıcı ve otoriter bir po-
litika izlemiş, bu politikayı söylem ve eyleminin
merkezine oturtmuştur. Bu çerçevede elindeki
iktidar gücünü kullanarak toplumsal yaşamın
neredeyse bütün alanlarına müdahalede bulun-
muş ve bu şekilde “yeni otorite” (nam-ı diğer
“YENİ TÜRKİYE”) etrafında kenetlenmiş ve
ancak biat ettiği ölçüde yaşam hakkı bulabile-
cek olan bir sosyolojik yapı
oluşturmaya yönel-
miştir.
AKP’nin Neo-Osmanlıcığının kimi noktala-
rında seleflerinden farklılık içerdiğini belirtmek
gerekiyor. Öncelikle Neo-liberalizmin en ateşli
destekleyicisi ve uygulayıcısı, ikinci olarak da
kurumsallaştırmaya çalıştığı post-sultanlık dü-
zeni, geleneksel Osmanlı sisteminden çok kapi-
talist modernitenin otorite ve iktidarla-devletle
ilgili tüm geleneksel paradigmalarının (ki ja-
kobenlerden başlayıp Bismarckçılığa oradan da
Hitlere uzanan geniş bir otoriterlik paradigma-
sıdır bu) Osmanlının patriyarkal otoriterliğiyle
ve toplumu bile mülk olarak gören zihniyetiyle
sentezlenmesinden başka bir şey değildir. “Türk
tipi model” den kast edilen tüm bunların top-
lamının hayata geçirilmesinden başka bir şey
değildir aslında.
Post-Sultanlık
Projesi Olarak
Neo-Osmanlıcılık
Klasik “yeni Osmanlılar” hareketinin temel
paradokslarından birisi, kendi hükümetlerine
karşı yıkıcı eleştiri ve Avrupa’ya kıyasla “İslam
imparatorluğu” Osmanlı’nın içinde bulundu-
ğu sefalete öfkeyle yola çıkıp bir müddet sonra
karşısında durduklarını iddia ettikleri şeye dö-
nüşmeleri ve devletle barışıp yüksek makam-
larla ödüllendirildikten sonra İstibdadın ateşli
uygulayıcıları olmalarıdır. Devleti ve iktidarı
ele geçirmeye odaklanmış olduklarından oto-
rite içinde yer edinmeyi bir var oluş problemi
olarak görüyorlardı. Öyle ki bizzat kendilerinin
desteğiyle gerçekleştirilen reformlarda sultanin
imparatorluğunu yarı modern bir kisve altında
tekrar güçlendirmesine katkıda bulunmuşlar-
dır. Mesela sultan-halife 2.Mahmut (1808-1830)
bunlar tarafından tanrının inayetiyle “dünyanın
efendisi” Allah tarafından
gönderilmiş bir irade
olarak sayılıyor, padişah adalet ve kurtuluş kay-
nağı, reform ve kanunları ise “imparatorluğun
zayıf düşmüş gövdesine” uygulanan bir tedavi
olarak görülüyordu. 60 yıl sonra yine sultan-pa-
dişah merkezli bir bakış açısıyla 2.Abdulhamit’e
karşı tavır aldıklarında da onun yerine arzula-
dıkları şey, artık klinik bir vaka haline gelmiş
olan ve imparatorluğu tekrar ayağa kaldıracak
yeni bir sultanı iktidara getirmekten başka bir
şey değildir. Nostalji ile gelecek arasında fena
halde sıkışmış olan ‘’Yeni Osmanlılar’’ kendile-
rini eski zamanlara, yani ‘’Muhteşem Yüzyıla’’
götürecek olan otoritenin biçiminin sultanlık
31
olup olmaması ile ilgili değildiler. Daha çok
sultanlığın restore edilmesinden yanaydılar. Bu
açıdan ne ‘’yeni Osmanlılar’’ ne jön-Türkler ne
de ikisinin toplamı olan ittihatçılar hiçbir bi-
çimde demokrasi arayışında olmadılar ve bunu
öncelikli bir problem olarak görmediler. ’’De-
mokrasi’’, ’’Modernleşme’’, ’’Batıcılık’’ dedikle-
ri şey, batının
ulus-devletçi, milliyetçi kurum ve
fikri yapılarını kendi saltanatçı ve otoriter elit
düzen tahayyüllerinin bir aracı olarak kullan-
dıkları araçlardan başka değildi. Demokrasi-
nin, reformculuğun araçsallaştırılması bugüne
kadar devam eden bir hastalıktır.
AKP’nin neo-Osmanlıcılığı tüm bu süre-
cin ve karakterin izdüşümüdür. Kemalizm’in
anti demokratik laikliği ve tekçi-otoriter yöne-
tim anlayışının müteddeyinleri iktidardan ve
siyasal alandan dışlayarak baskı altına alması
sonucu ortaya çıkan mağduriyetleri kullanıp
değişim vaat ederek iktidar olmuştur. Başlarda
mazlumu oynayan bu yapı, iktidarı ele geçirip
devletleştikten sonra karşısında olduğunu id-
dia ettiği tüm şeylerin aynısını yapmış ve bir-
çok noktada bir adım öne geçmiştir. AKP ‘’Tek
adam’’,’’milli şef’’ anlayışını
yerden yere vurur-
ken benzer bir biçimde ‘’tek adam’’ yönetimini
kutsallaştırmakta beis görmemiştir. Aynı şekil-
de Kemalist devlet anlayışını ve bürokratik dü-
zenini eleştirirken kendisi de yargıya, bürokra-
siye, eğitim kurumlarına vb. kendi kadrolarını
yerleştirip adım adım ‘’post-sultanlık’’ düzeni
temellerini oluşturmaya girişmiştir. Bu döne-
min ya da sultanlık arayışının ‘’3.Abdülhamit
Dönemi’’ olarak nitelendirmek abartılı bir de-
ğerlendirme olmayacaktır. Gerçekten de 2. Ab-
dülhamit döneminin 21.yüzyılın ekonomik, si-
yasal yapıları ile yeniden formatlanarak vücuda
gelmiş haliyle karşı karşıyayız. Ayrışan yönleri
olmak ile birlikte iç politikada da dış politika-
larda da yığınca benzerlikler vardır. Özellikle iç
politikada da Abdülhamit istibdadının bir ben-
zeri oturtulmaya çalışılıyor. Bu istibdat “saray”
la sembolik bir ifadeye kavuşmuş durumdadır.
Bizzat Erdoğan tarafından demokrasinin bir
amaç değil, bir araç olduğunun söylenmesi bu
sultanlığın karakterinin nasıl olduğunu/olaca-
ğını göstermesi bakımından önemlidir. Gerek
Osmanlı’nın
son dönemlerinde kendilerine
‘’reformcu’’ diyen ‘’yeni Osmanlılar’’ gerekse de
sonrasında ortaya çıkan tüm iktidar elitlerinin
amaçlarının devleti demokratikleştirmek de-
ğil; onu ele geçirip kendi ideolojik-politik pers-
pektifleri doğrultusunda müesses nizamlarını
oluşturmak olduğunu belirtmiştik. Bu amaçla
iktidarı ele geçirme savaşında bütün hukuk dışı
yöntemleri meşru saymışlarıdır. Türkçülük he-
men hepsinin ortak özelliği olduğundan asimi-
lasyoncu ve iktidarcıdırlar. Bu konuda söylem
farklılığı olsa da AKP de bunlarla yarış halinde-
dir. Çünkü kaynak aynıdır.
Nizam oluşturma arayışlarının hepsinde en
belirgin yan iktidarın nasıl olacağı hususudur.
Neo-Osmanlıcılık yeni iktidar biçiminin tesis
edilmesinde biricik çözüm formülü olarak top-
luma sunulurken, iktidarın
şekli konusunda da
tüm bu elitlerin yarattığı tarihsel ve güncel bi-
rikimi dayanak olarak kullanmaktadır. Ancak
bu dayanak her halükarda yönetimin tekçi ve
devletin bekasını önceleyen nitelikte olmasını
gerektirmektedir. Bu bağlamda Post-Sultanlık
formu patriyarkal zihniyetle somutlaşan sul-
tanlık pratiği ile modernitenin otoriter-despo-
tik yönetim anlayışının sentezlenmesinden
ibarettir. Söylem düzeyinde elbette ki padişah-
lık-sultanlık kavramları kullanılmamaktadır
ancak uygulamada varılmak istenen nokta ile
bu hedefin düşünsel yapısını motive eden tarih-
sel kaynaklara bakıldığında amacın bu olduğu
açıkça görülecektir.
Devleti ve iktidarı kutsayan bütün ideolojik
anlayışlarda olduğu gibi Neo-Osmanlıcılığın
iktidar tasavvurunda da sınırsız yetki de yönet-
me gücüne sahip ‘’tek adam’’ ve onu tamamla-
yacak bir idari düzen arzusu temel bir yakla-
şımdır. Aksi durumda tek elden kontrol edilen
müesses nizamın kurulamayacağı düşünülür.
Güç ve yetki merkezde ve tek adamda toplandı-
ğında, hayali kurulan müesses nizamın
gerçek-
leştirilmesinin daha kolay olacağı iddia edilir.
Tüm iktidarı elinde bulundurmalarına rağmen
Erdoğan’ın “elimiz kolumuz bağlı” söylemiyle
gündeme soktuğu “Türk tipi başkanlık modeli”
de tam olarak bu arayıştan kaynağını almakta-
dır. Bu amaca ulaşmak yolunda pragmatizm,
ilkesizlik, komplocu siyasi tarzı amentü gibidir.
Söz gelimi AB üyeliği talebi toplumda yükselen
bir değerse bunun ateşli bir savunucusu görün-
tüsü verilir ancak bu amaçlanan otoriter düze-
ne ulaşma sürecinde toplumsal desteği sağla-
mak için kullanılan bir araç olur sadece. Aynı
şeyi Kürt sorununa yaklaşım için de söylemek
mümkündür. Politik bir getirisi olduğu sürece