Başbakan diyor ki mart 2018


2018 TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ PROGRAMI AÇILIŞ TÖRENİ, KASTAMONU



Yüklə 0,9 Mb.
səhifə12/19
tarix25.06.2018
ölçüsü0,9 Mb.
#51149
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   19

21.03.2018

2018 TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENTİ PROGRAMI AÇILIŞ TÖRENİ, KASTAMONU

Farklı ülkelerden gelerek coşkularını bizimle paylaşan çok değerli misa­firler; değerli dostlar, saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler, bu salonun dışında bizi izleyen değerli hemşehrile­rim, aziz vatandaşlarım, Avrasya coğrafyasında bu etkinliği takip eden değerli dostlar, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum, hayırlı akşamlar diliyorum.

Bugün Kastamonu önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Kastamonu adına Türkiye ve Türk dünya­sı adına bu büyük heyecanı birlikte yaşıyoruz. Kültür mirasımız Kastamonu muh­teşem bir törenle Türk dünya­sı kültür başkenti oluyor, hayırlı uğurlu olsun.

Bir yıl boyunca gururla taşı­yacağımız, her türlü zengin etkinliklerle hakkını vereceği­miz bu payeyi bize kazandıran bütün dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Türkiye sevdalılarına teşekkür ediyorum. Emeği geçenle­re, katkı verenlere şükranlarımı sunuyorum.

Değerli misafirler; şehir ve mimari, hayati öneme sahip iki konudur. Şehir sadece bir yerle­şim yeri değildir, her şehrin bir de ruhu vardır. Medeniyetler tarihi bir yandan da şehirlerin tari­hini ifade eder. Tarih yazmak isteyenler şehirleri gezerler, tarihe konu pek çok şeyi şehirler tarihçi­lere sunar. Büyük medeniyetler kendilerini özgün şehirleriyle dünyaya anlatır. İnsan şehri inşa eder­ken, şehir de insanı inşa eder. Birbirlerinin karak­terlerini, kültürlerini şekillendirirler.

Türk ve İslam dünyasının medeniyet merkezi olan önemli şehirleri vardır. İstanbul, Bursa, Konya, Kastamonu, Şanlıurfa, Diyarbakır, Taşkent, Buhara, Semerkant, Kazan, Bağdat, Şam, Kahire, Kudüs, Medine gibi sembol şehirle­rimize uğradığınızda sizlere derin bir medeniyet anlatısı yapılır. Camiler, medreseler, bedesten­ler, hanlar, şadırvanlar, sokaklar ve evler birer tarih öğretmeni olur sizlere geçmişinizi anlatır­lar. Yalnızca aklınıza değil bu mekânlar aynı zamanda ruhumuza, kalbimi­ze de seslenir. Şairlere ilham kaynağı olur şehirler, her şeh­rin sahibi vardır. Allah dostları İslam şehirlerinin manevi sahipleridir. Kastamonu da Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerine zimmetlidir. Şehirler maneviyatlarını bu yüce şahsiyetlerden alır.

Şehirlerin düşmanları da vardır, bunlardan birisi savaş­lardır. İşte Bağdat, Şam, Kudüs, maalesef savaş­ların yıkıcı yüzünü gösteren şehirlerdir. Taşıdıkları değerleri, hatıraları, tarihi, kültürü, maalesef içlerinden sökülüp alındı. Şehirlerin bir başka düşmanı da betonlaşmadır. Adeta zehirli bir sarmaşık gibi bir anda şehirlerin her yanını sarar ve bütün güzellikleri gölgeler, adeta yok eder. Şehirlerimize sahip çıkacağız, gelecek kuşaklar için sahip çıkacağız. Şehirlerimizi betonlaşmaya teslim etmeyeceğiz.

Türk ev mimarisinin en güzel örnekleri Kastamonu’da yaşıyor. Kastamonu kimliğini, dokusunu, karakterini yaşatmaya devam ederek bize ilham veren şehirlerimizden birisi olmayı sürdürecek. Mimarisi, tarihi eserleri, dokumacı­lığı, yemek kültürüyle Kastamonu’yu her daim yaşatıyoruz, yaşatacağız.

Değerli misafirler; bugün aynı zamanda Anadolu kültürüne şiirleri ve türküleriyle büyük katkılar vermiş halk ozanımız Aşık Veysel’in ölüm yıl dönümü. Kendisini de bu vesileyle rah­metle anıyorum. O yürek kokulu türküleriyle bizlere sevgiyi, kardeşliği, dayanışmayı ve vatan sevgisini anlattı. Çalışmanın, üretmenin, helal lokmanın kıymetini hep anlattı. Bakın Aşık Veysel ne güzel söylüyor:

“Dost dost diye nicelerine sarıldım,

Benim sadık yârim kara topraktır.

Beyhude dolandım boşa yoruldum,

Benim sadık yârim kara topraktır.

Dileğin var ise Allah'tan,

Almak için uzak gitme topraktan.

Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan,

Benim sadık yârim kara topraktır.”

Anadolu’yu Anadolu yapan gönül erlerinin cümlesini rah­metle anıyorum, mekânları cennet olsun. 21 Mart sadece Kastamonu’nun Türk dünyası kültür başşehri ilan edildiği gün değil. 21 Mart’ın birçok özelliği var. Bugün Nevruz, baharın gelişini temsil eden Nevruz’da binlerce sanatsever ve misafirimizle birlikte Kastamonu’dayız. Sizlerin de bildiği gibi 21 Mart Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan kültür coğrafyamız için çok önemli bir gün. Sadece bu coğrafyada değil neredeyse Kuzey yarımkürenin tamamında bu bayram kutlanır. Doğu Türkistan’dan Orta Asya’ya, Mezopotamya’dan Sibirya’ya, Moğolistan’dan Amerika kıtasına kadar yeni bir uyanışı ifade eder Nevruz. Bizler için Nevruz sadece bir mevsim değişimi değil. Bu topraklarda binlerce yıldır dirilişi, bereketi, birli­ği, beraberliği, kardeşliği temsil eder Nevruz. Toprağın dirilişini simgeleyen Nevruz, aynı zamanda bir bayramdır. Zira biz, toprağı ana gibi sahiplenen, ona toprak ana diye hitap eden, top­raktan yaratıldığımıza inanıyor, bu yüzden top­rağın dirilişini tabiatın dirilişi olarak görüyoruz. Nevruz’u yüreklerimizin yeniden yeşermesi, insani değerlerimizin yeniden dirilişi olarak görürüz. Bu vesileyle Nevruz’un bütün insanlığa barış, huzur ve bereket getirmesini de Cenabı Mevla’mdan niyaz ediyorum. Tabiatın bütün farklılıklarıyla, renkleriyle, bir bütün oluşu gibi bizlerin de bütün farklılıklarımızla bir ve beraber olmamızı diliyorum. Bütün insanlığın, Türk dün­yasının baharı müjdeleyen bu güzel bayramını en kalbi duygularımla tebrik ediyorum.

Değerli misafirler; ülkemizde İstanbul’dan Şanlıurfa’ya, Edirne’den Kars’a kadar bütün şehirlerimizin farklı kültürleri, farklı kültür mirasları vardır. 2010’da İstanbul Avrupa kültür başşehri oldu, 2013’te Eskişehir Türk dünyası kültür başkenti oldu, 2016’da Konya İslam dünyası turizm başşehri oldu. Bu yıl da İstiklal Savaşımızın kahraman şehri Kastamonu, Türk dünyası kültür başşehri olarak bu şehirlerimiz arasında hak etti­ği yeri aldı. İnanıyorum ki önümüzdeki yıllar içinde daha birçok ilimiz turizmin, kültü­rün ortak medeniyet mirasımızın başşehri olarak yer alacaktır. Hep birlikte ortak tarihimize, kül­tür değerlerimize sahip çıkmaya devam edece­ğiz.

Tabii bizim çalışmalarımız sadece kültür baş­şehri etkinlikleriyle sınırlı değil. Türk dünyası için özellikle Hükümetlerimiz döneminde bir­çok hizmeti ifa ettik. TİKA eliyle coğrafyamız ve ötesindeki tarihi eserleri ihya ediyoruz. Örneğin, Moğolistan’da Türk tarihi için çok önemli olan Bilge Tonyukuk Anıtlarını koruma altına aldık. Ahmet Yesevi, Sultan Sencer gibi Türk dünyası­nın önemli şahsiyetlerinin türbelerini ihya ettik ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağladık. Türk tarihinin bilinen en eski yazılı kaynaklarının ser­gilenmesi için Orhun ve Bilge Kağan Müzesi'ni kurduk, hizmete açtık. TRT Avaz bugün de, bu etkinliği de Türk coğrafyasında canlı olarak veri­yor, Türk dünyasının sesi oldu, sesi olmaya devam ediyor. Ayrıca, Türk dünyasında gelenek­sel spor dallarının yaşatılmasına da önem veriyo­ruz, katkı koyuyoruz. Yunus Emre Enstitüsü ile Türkçe öğrenimini yaygınlaştırmaya devam edi­yor ve binlerce Türk coğrafyasından kardeşimizi Türkiye’de misafir ediyoruz. Türkiye olarak sınırlarımızın ötesine hizmette sınır tanımıyo­rum. Ecdadın mirasına sahip çıkıyoruz. Dost ve kardeş ülkelerin değerlerini değerlerimiz bilerek korumaya devam ediyoruz.

KASTAMONU DEYİNCE İSTİKLÂL MÜCADELESİ’Nİ, ŞEHİTLERİMİZİ, BU MÜBAREK TOPRAKLARI HATIRLARIZ.

Kastamonu’nun Türk tarihinde çok önemli yeri var. Milattan Önce dört yüz yıl öncesine uza­nan tarihi var. Ama Kastamonu en büyük kahra­manlığını İstiklal Mücadelesi’nde vermiş bir şehirdir. İnebolu’dan, Kastamonu üzerinden İstiklal Mücadelesi yapan kahramanlarımızın bütün mühimmatları bu güzergâhtan taşınmış­tır. Kastamonu deyince Şerife Bacı akla gelir. Kastamonu deyince Orhan Şaik Gökyay akla gelir. Ne diyor Orhan Şaik Gökyay:

“Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıradağlar gibi duranlarındır,

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir.”

İşte aslanlarımız Afrin’de, yurt içinde, yurt dışın­da alçak terör örgütlerine göğüslerini siper ederek milletimizi, ülkemizi her türlü terör belasından korumak için amansız mücadele veriyorlar.

Bu vesileyle gerek 15 Temmuz’da, gerek İstiklal mücadelemizde, gerekse Fırat Kalkanı’nda, Zeytin Dalı Harekâtı’nda ülke­nin bağımsızlığı için, milletin huzur ve güvenliği için canını seve seve veren bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, mekânları cennet olsun. Gazilerimize hayırlı, güzel ömürler diliyorum.

İşte Kastamonu deyince İstiklal Mücadelesi’ni, şehitlerimizi, bu mübarek toprakları hatırlarız. Ne zaman Kastamonu’ya gelsek huzur buluruz. Kastamonulu kardeşlerimizin tabiriyle; buraya geldik, gözüm gönlüm açıldı. Bu vesileyle uzak­tan yakından gelen bütün misafirlerimizin Kastamonu’da huzur bulacağına ve Kastamonu’nun güzel insanlarının güzel ev sahipliğiyle karşılaşacağına hiç şüphem yoktur.

KASTAMONU’YA BU KÜLTÜR BAŞŞEHRİ OLMASI VESİLESİYLE BİR KÜLTÜR MERKEZİNİ DE İNŞALLAH KAZANDIRMIŞ OLACAĞIZ.

Sevgili Kastamonulular; biliyorsunuz ben aynı zamanda sizin hısmınızım, dünürünüzüm. Dolayısıyla Kastamonu’ya karşı özel bir sorumlu­luğumuz da var, Başbakan olmanın ötesinde. Kastamonu’ya son on beş yılda neler yapıldığını burada anlatacak değilim. Herhalde anlatsam bu program çok uzun sürer. Ama Kastamonu’dan çıkıp Ankara’ya giderken kışın ortasında Ilgaz Dağı’nın ortasında yolda kaldığınızda Kastamonu’nun zorluğunu hep beraber yaşamı­şınızdır. Bu sıkıntıyı ben de yaşadım ve o gün kararı verdik, Kastamonu mutlaka Ilgaz’a tünel yapılacak ve Kastamonu artık yaz, kış erişilir, ula­şılır hale gelecek. Elhamdülillah 15 Temmuz tünellerimiz yapıldı, hizmet veriyor. Şimdi baraj yapılacak, o yolu da yeni bir tünelle, Kınık Tünelleriyle yeni bir yol haline getiriyoruz, böyle­ce Kastamonu, Ankara çok daha kısalmış olacak.

Kültür başşehri olan Kastamonu güzel bir kül­tür hanı hak ediyor değil mi Kastamonu? Kültür ve Turizm Bakanımız gerekli hazırlıkları yapı­yor, Kastamonu’ya bu kültür başşehri olması vesilesiyle bir kültür merkezini de inşallah kazandırmış olacağız, hayırlı uğurlu olsun.

Bugün bu coşkuyu, bu sevgiyi büyükelçiler, misafirler, vekillerimiz, valilerimiz ve bütün misafirlerimizle birlikte, belediye başkanlarımız­la birlikte, bakanlarımızla birlikte paylaşırken size “milletin adamı”, adam gibi adam Cumhurbaşkanımızın selamını da getirdim sev­gili Kastamonulular.

Bu coşkuyu, bu heyecanı bizimle paylaşan bütün dostlarımızı selamlıyor, TÜRKSOY başta olmak üzere emeği geçen bütün herkese huzur­larınızda teşekkür ediyorum.

Az önce Belediye Başkanımız gerçi söyledi de, güzel bir söz, ben de tekrar edeceğim. Hani derler ki, et tekraru ahsen velev kâne yüz seksen, yüz sek­sen kere de olsa tekrar güzeldir diyoruz. Gelişiniz güle güle, gidişiniz güle güle, her işiniz güle güle olsun diyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyo­rum, Allah’a emanet olun, sağ olun, var olun.

22.03.2018

ENDÜSTRİYEL YETKİNLİK DEĞERLENDİRME VE DESTEKLEME PROGRAMI TANITIM TOPLANTISI, ANKARA

Savunma sanayimizin çok değerli paydaşları, değerli katılımcılar, hanımefendiler, beyefendiler, değerli basın mensupları, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Endüstriyel Yetkinlik Değerlendirme ve Destekleme Programı, konuşmanın başlığı bu. Yeni Türkçe… Önce mevzunun ne olduğunu anlamak lazım. Herhalde “yetkinlik”, bu işi yapabilir mi yapa­maz mı, kabiliyeti var mı yok mu, önce firmaları bir incelemeden geçirip, “Sen şu işi yaparsın, şöyle kenara gel bakalım, sen yapamazsın, işine bak.” Daha sonra bu envanter tespiti bitince bunlara görev verilecek. Kim ne iş yapacak, hangi alanda uzmanlaşacak, bir nevi bunlara hocalık yapılacak. Hani futbol takımlarının çalıştırıcıları olur ya, onun gibi Savunma Sanayii Müsteşarlığımız da bunlara hocalık yapacak, ağa­beylik yapacak ve onların hangi alanlarda ilerleme­leri gerektiğine karar verecek, destek olacak. Benim anladığım bu mevzudan.

Şimdi savunma sanayisi esasında bölgemizde yaşanan olaylara da baktığımızda gittikçe daha önemli hale geliyor. Bunu terörle mücadele harekâtlarında, Fırat Kalkanı’nda, Zeytin Dalı Operasyonu’nda gördük. Ama bunu yakın tarihi­mizde biz ilk olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda gördük. Ben de o zamanlar gemi inşa tahsili yapan mühendis adayı biriydim. Daha sonra çalıştığım ter­sanelerde bu Kıbrıs Harekâtı’nda, bizim savunma sanayisi konusunda ne kadar yetkinliğimizin, yeter­liliğimizin olmadığını o zaman acı tecrübelerle yaşa­dık. En ufak, hiçbir teknolojik üstünlüğü olmayan ufak çıkarma tekneleri bile maalesef ambargo kapsa­mına alındı ve Türkiye o Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ciddi bir savunma sanayisinde yerli ve millî imkânlardan yoksun olduğunu gördü. Esasen orada yaşanan olumsuz tecrübe üzerine rahmetli Özal, Savunma Sanayii Müsteşarlığının kuruluşunu ger­çekleştirdi ve burada ilk adımları attı. Fakat 2002 yılına kadar, yani AK Parti iktidarına gelinceye kadar savunma sanayisi alanında tabii çalışmalar oldu, bunu yok sayamayız, fakat zaman odaklı, zaman ekonomisini esas alan, zamanı etkin kullanan çalış­ma pek yapılamadı. Ben hatırlı­yorum 1985 yılından beri savunma sanayisinin gündemin­de olan mesela çıkarma gemileri vardır, sahil güvenlik botları var­dır, muhripler vardır, en az on sene, on beş sene hep gündemde olmaya devam etti, bir türlü bun­lar hayata geçmedi. Ancak 2002’de AK Parti iktidarı, Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde savun­ma sanayisine özel bir önem verdi. Ve biriken bu projeleri hızlı bir şekilde hayata geçirme­ye başladık. Hayata geçirirken aynı zamanda da yer­lilik oranını artırdık. Yüzde 24’lerdeydi, şimdi yüzde 65’in üzerinde hesap ediliyor.

Tabii her şeyi yüzde 100 yerli de yapabilirsiniz, bir problem yok, ama bu işin bir de ekonomisi önemli. Dünyada hiçbir ülke her şeyi kendim yapa­cağım hevesinde değil. O kapalı ekonomilerde mümkün, yani ticari, iktisadi, ekonomik hayatın tamamen devletin elinde olduğu 1950’den önceki, devlet eliyle kalkınma modelinde her şeyi yapmaya çalışıyorduk. Mesela fabrikalarımız vardı, ihtiyacı olan cıvatayı bile kendileri yapıyordu. Nasıl yapıyor? Piyasada daha 70’li yıllara kadar devam etti. Piyasada 10 kuruş, bizde maliyet 10 lira. Ama ne var? Biz yapıyoruz. Bu alışkanlıklar artık gitti.

Şimdi burada esas olan, savunma sanayisinde bizim dünya ölçeğinde şirketlerimiz var. Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Savunma Sanayii Güçlendirme Vakfı altında şirketlerimiz var. Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı fabrikalarımız var, tersanelerimiz var. Esasında geçmişten gelen bir altyapımız var. Ama bu altyapıyı değişen dünya şartlarına göre, değişen teknolojik geliş­melere göre uyumlu hale getirmek, bu dönüşümü ger­çekleştirmek şu anda bu şirketlerin geleceğini, kaderini belirleyecek. Acaba bunlar yine o kamu anla­yışıyla zaman odaklı olmayan, maliyet odaklı olmayan, rekabetçi anlayışı yerleştirmeyen şekilde çalışmaya devam mı edecekler, yoksa dünyadaki emsalleriyle yarış halinde hem teknolojik gelişmelerini tamamla­mış, hem zaman bakımından, fiyat bakımından rekabetçi hale gelecekler mi? Kamu tersanele­rinde gemi yapılıyordu, bir müd­det kamu tersanelerinde çalıştım, orada yapılan sözleşmelerin ne zaman bakımından, ne fiyat bakı­mından tutturulduğuna hiç şahit olmadım. En sonunda bu sözleş­meleri yapanlara dedik ki; ya niye bu kadar birbirimizi yoruyoruz, kavga, niza, sonuçta hiçbir şey olmuyor. Bir cümle yazalım; kaça mal olursa, ne zaman biterse. En doğrusu bu, evet şaka değil, böyle gitti uzun süre. Niye? Çünkü karşılarında onu zorlaya­cak kimse yok, başka kuruluş yok. Ama şu anda tersa­necilikte, gemi inşaatında Türkiye çok büyük mesafe aldı. Türkiye belirli alanlarda marka konumuna geldi. Mesela büyük ölçekli yat yapımında, küçük ve orta ölçekli kimyasal tanker yapımında, servis botları dedi­ğimiz özel amaçlı tekneler konusunda Türkiye ihracat ağırlıklı çalışıyordu. Ciddi ilerlemeler katettik, hele tamir bakımından müthiş bir kapasiteye ulaştık.

Dolayısıyla şimdi önümüzde yeni bir dönem var. Bu dönem sanayi 4.0 ve sanal gerçeklik. İnsan faktö­rünün devreden çıktığı, daha fazla bilişimin, tekno­lojinin, yazılımın, alın teri yerine akıl terinin daha fazla kullanılacağı bir döneme giriyoruz.

Şimdi yüz büyük şirket içerisinde Türkiye’nin üç tane savunma sanayisi şirketi ön plana çıkıyor. Şimdi bu şirketler önemli, ama tek başına bunlar bir şey yapamaz, burada bir ekosisteme ihtiyaç var. İşte bu projenin amacı bu ekosistemi tamamlamak. Biz bunu bakan olduğum dönemde demir yolları sektö­ründe yaptık. Demir yollarında ne yeni demir yolu yapılıyor, ne mevcut hatlar yenileniyor dolayısıyla, herkes rahat, iş yok. İş olmayınca da iş yapacak, kafa yoracak firmalar da oluşmuyor. Geldik dedik ki biz, bu böyle olmaz artık demir yolları kendini taşımakta bile acze düşmüş. Bırakın milleti taşıyacak, milletin yükünü taşıyacak, kendi kendini taşıyamıyor. Ne yapalım? Önce hızlı tren işini başlatalım, mevcut hat­ları yenileyelim. Sinyalli olmayanları sinyalli hale getirelim, elektrikli olmayanları elektrikli hale getirelim. Ve tabii Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Osmanlı’nın son zamanında yapılan çok keskin kulplar var. Bunları mümkün mertebe düzeltelim. Böyle olunca ne oldu? Sektörde bir talep oluşma­ya başladı ve bu taleple birlikte bizim o atıl duran TÜVASAŞ, TÜLOMSAŞ, efendim TÜDEMSAŞ gibi fabrikalar tek­rar heyecanlandılar, bir şeyler yapma gayreti içine girdiler. Yetmedi İstanbul’da, Sakarya’da, Ankara’da, Eskişehir’de dört yüzün üzerinde firma oluştu. Ne yapıyor? Demir yollarına bir şeyler yapı­yor, yani yapılan o lokomotiflerden, vagonlardan alt­yapı, ray döşeme vesaire elektrifikasyon, sinyal işinin her bir parçasının bir yerinden tutan firmalar oluştu. Eğer iş olmasaydı, proje olmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. Şimdi de savunma sanayimize bakıyo­ruz önümüzde 60 milyar dolarlık bir iş hacmimiz var, altı yüzden fazla projemiz var. Bu ne kadar süre? En fazla on yıl, on yıl içerisinde bu projeler gerçekle­şecek. Bunların zaten 12-13 milyarlık kısmı sözleş­meye bağlanmış durumda, diğerleri de peyderpey devreye giriyor. Hele mesela bu NATO diğer ülke­lerle geliştirdiğimiz efendim bu yeni nesil uçak pro­jeleri onlar da ortak yapım, bunlar da ayrıca başlı başına 100 milyar dolarlık bir iş. Orada da Türkiye hem ortak hem tedarikçi konumunda. 2023’e kadar ciddi miktarda hava filomuzu yenilemeyi düşünüyo­ruz. Bunun dışında TF-X projesini İngiltere’yle beraber yürütüyoruz, dolayısıyla önümüzde bolca proje var.

Bu projeleri yaparken yetkinliğe sahip firmaları­mızı da mutlaka oluşturmamız gerekiyor, yani savunma sanayisi ekosistemini oluşturmamız gere­kiyor. Sadece savunma sanayisinin kamuya ait fir­malarıyla bu işi yapamayız. Bu artık eski model, bu geçti, yeni model herkesin işin içine dâhil olması. Belirli uzmanlıkların görev taksimi yapılarak belirli firmalara verilmesi. Demir yollarında ray bile yapa­mıyorduk, şimdi ray da yapıyo­ruz, lokomotif de yapıyoruz, boji de yapıyoruz, birçok şeyi artık yapar hale geldik. Niye? Çünkü şartlar bizi zorladı. Savunma sanayisinde de önümüzde böyle bir fırsat var, böyle bir imkân var. Mutlaka kendi kendimize yeterli hale gelmemiz gerekiyor, yani yerli ve millî, aklı, fikri, fikri mülkiyet hakları kendimize ait olan, yazılımları kendimize ait olan, teknolojisini alıp kullandı­ğımız değil, sahip olduğumuz bir alt yapı. Bunu yapamazsak savunma sanayisinde biz bağımsız hale geldik diye­meyiz. Bu yönde attığımız adımlar var, önemli adımlar var, gerçekleşenler var. İşte helikopter pro­jesi silahlı, silahsız İHA’lar. Bakın Afrin Harekâtı’nın kaderini değiştiren budur. Bu silahlı İHA’lar, silah­sız İHA’lar orada bir üstünlük oluşturdu. Karşı tara­fa verilen mühimmatlar, silahlar bizim bu mukayeseli üstünlüğümüzün altında kaldı. Olunca da böyle istediğiniz gibi alanda, nasıl sonuç almak istiyorsanız o sonucu elde ettiniz.

Tabii Türkiye’nin amacı hiçbir ülkeyi işgal etmek değil, saldırgan bir politikamız yok. Dostlukları artırma, düşmanlıkları azaltma politi­kamız var. Ancak şunu da unutmayacağız: Hazır ol harbe, istiyorsan sulhu sükûn. Elinde imkân ve kabiliyetlerinin olduğunu bilirse hasımlık yapmaya kimse cesaret edemez. Caydırıcı kabiliyeti Türkiye’nin mutlaka geliştirilmelidir. Savunma zaten şart, ama caydırıcı kabiliyetimizi de geliştirir­sek o zaman bölgesel krizlerin, bölgesel sorunların üstesinden daha kolay geliriz. O yüzden özellikle küçük ve orta ölçekli firmaların tespiti, bunların desteklendirilmesi, yönlendirilmesi ve belirli konu­larda uzmanlaşmalarının sağlanması olmazsa olmaz. Savunma Sanayii Müsteşarlığımızın başlat­tığı proje de tam bu amaca hizmet ediyor. Yalnız burada ayrılan kaynak miktarını çok düşük gör­düm, 50 milyon lira bir şey değil. 50 milyon lira bir başlangıç için, mutlaka bu kaynağın çok daha fazla artırılması gerekir.

Eski alışkanlıkları artık bırakalım. Bizim iş adamlarımız, iş âlemimiz, patronlar akla para ver­meyi asla düşünmezler. Ben gençliğimde hatırlıyo­rum, adam gemi yaptıracak, 10 milyon dolarlık gemi yaptıracak, projeyi nereden bedava temin ederim, onun derdine düşüyor armatör. Tersanedeki ressamları ayarlıyor, oradaki arşivden mevcut projelerden kesip biçip proje bir günde, kumcu demir kızağa koyacak, proje istiyor bir günde. Ya bir günde proje olmaz, bunun hesabı var, kitabı var, çalışması var, endazesi var, tülanisi var, en kesiti var, boy kesiti var, falanı filanı. Hiç anla­mam diyor, yarın projeyi al, gel. Ne yapsın, orada ressam ne buluyorsa kesiyor, biçiyor, götürüyor. Böyle bir projeyi götürmüş, Balat’ta koymuşlar kızağa, gemi de yapılmış bitmiş, kapatmışlar. Ondan sonra kontrole geliyor klas kuruluşu, bakı­yor ki geminin makine dairesi yok, aceleden unut­muşlar. Tabii saçını başını yoluyor, hemen ressamı arıyor, ne yaptın, diyor. Ne oldu patron, diyor. Ya diyor daha ne olacak diyor, gemi bitti, makine dai­resini koymamışsın. Ne kızıyorsun patron diyor, adamlar fark etmeseydi daha çok yük taşıyacaktın. Ressamı da aynı, patronu da aynı kafadan.

Dolayısıyla şimdi bugünler geride kaldı, artık bil­gisayar var, bir günde on tane farklı endaze yapıyor­sun üç boyutlu, önden, arkadan, alttan, üstten, en ufak aletin bile nereye nasıl yerleştirileceğini… Şimdi yapılıyor, bir tane ev istiyorsun, geliyor, bakıyor, şurayı kes, burayı biç, hop bakıyorsun 5 dakika sonra önüne geliyor. Teknoloji çok gelişti.

Eskiden üç ayda biz o planın bir tanesini zor çizerdik, o hesaplar, kitaplar. Küp değil, kare değil, küre değil, birtakım işte diferansiyel denk­lemlerle o eğrinin zarfını çıkarıyorsun, ondan sonra onun hesabını yapıyorsun falan, zor işlerdi. Şimdi bunların hepsi kolaylaştı, çünkü teknoloji, bilgisayar, yazılımlar çok gelişti. O halde bu altya­pı, bu birikim elimizde mevcut, bunu en iyi şekil­de kullanacağız. Bazı firmaları, türbin mi yapacağız, sen bu türbin sisteminin alt bileşenle­rinde şu şu şu konularda kafa yor, uzmanlaş. Efendim, bir yerde silah sistemi mi yapılacak, onlarla ilgili görev verilecek. Aviyonikler mi yapı­lacak, seyir aletleri, edevatları vesaire, bunlarla ilgili görev verilecek veya konstrüksiyon işi mi yapılacak, her neyse bütün bunların görev taksi­mi yapılacak, uzman olmaları sağlanacak. Ve bu sadece bizim ihtiyacımızı da karşılamayacak, aynı zamanda küresel anlamda da iş yapacak.

Bir uçakta otuz bin tane parça var, bunu hep bir firmanın yapması mümkün değil. Nitekim ne yapı­yorlar? Dünyanın her tarafına dağıtıyorlar, işte kanatları sen yap diyorlar, gövdenin birini sen yap, kapıyı sen yap, koltukları sen yap diyor, veriyor. Bir tane entegratör firma var, o da bütün bunları derli­yor, topluyor, birleştiriyor, al sana uçak. Ama bir de bu işin aklı var. Aklı nedir? O işin planı, projesi, IP’leri elinde olacak, başkasının hacetiyle iş yapamazsınız, darda olduğu zaman gelir ister. Onun için kendi işi­mizi kendimiz yapacağız ve bu yöndeki yetkinliği­mizi, etkinliğimizi böylece geliştirmiş olacağız. Bu yönde Allah’a şükür iyi bir mesafe aldık, ama yeterli görmüyoruz, daha yolun başındayız.

Şunu söyleyeyim: İnsan kaynak kapasitesi olarak bir sorunumuz yok, tecrübe birikimi olarak da bir sorunumuz yok, ancak organizasyon ihtiyacımız var, yani nerede hangi değerimiz var, kim nerede hangi işi yapıyor? Bizim hiç duymadığımız, bilmedi­ğimiz firmalar var, dünyanın bir numaralı şirketleri­ne alt yüklenici olarak görev yapıyor. Siemens, Bombardier, Aston gibi şirketlerin lokomotiflerini, tren çekerlerini yapan Türkiye’de firmalar var. Yapıyor, oradan gidiyor adam markasını vuruyor, kendi adını koyuyor satıyor. Nereye satıyor? Uzak Doğu’ya satıyor, Afrika’ya satıyor, satarken de aldığı­nı üçle çarpıyor, fiyatı da koyup öyle satıyor. Tıpkı tekstilde olduğu gibi, geçmişte de tekstilde Türkiye alt yüklenici, hâlâ da öyle, marka üretemeyince olu­şan katma değere de maalesef siz sahip olmuyorsu­nuz, sizin elinizde kalmıyor, başkaları ondan daha fazla istifade ediyor.

O bakımdan bu çok hayırlı, güzel bir girişim, des­tekliyoruz, sonuna kadar da desteğimiz devam ede­cek. Yeter ki savunma sanayisinde yetkinliğe, ehliyete sahip, kapasitesi gelişmiş şirketlerimiz olsun, bunun için elimizden gelen desteği de veriyoruz.

VATANDAŞIN CAN VE MAL EMNİYETİ YÜZDE 100 SAĞLANINCAYA KADAR BU MÜCADELEYİ MİLLET OLARAK SÜRDÜRMEYE KARARLIYIZ.

Zeytin Dalı başarıyla tamamlandı, şu anda temiz­lik yapılıyor. Maalesef terör unsurları giderken sağı solu EYP’lerle her tarafı tuzaklamışlar. Bunların temizliğiyle uğraşırken kayıplarımız da oluyor, maalesef bugün üç şehidimiz var, el yapımı patlayıcı temizliği yaparken şehit oldular. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.

Bir yandan tabii terörden bölgeyi temizledik, şimdi de orada tıpkı Cerablus’taki gibi, El Bab’daki gibi, Azez’deki gibi, El Rai’deki gibi bölgeye hayatı normale döndürecek, sağlığıyla, eğitimiyle, sosyal hayatıyla, ticaret hayatıyla tekrar insanların dönüp, oraya yerleşip hayatını sürdüreceği altya­pıyı da oluşturuyoruz. Yani Suriye görev gücü diye ÖSO birimlerinin koordinasyonunda, daha doğrusu onların icraatın içinde olacağı, Türkiye’nin de dışarıdan destek vereceği bir modeli Afrin’e de uygulayacağız. Bunun çalışma­larına da başladık, her geçen gün bu uygulama hayata giriyor. Şu anda insanlar sıcak yemeğe eriştiler, fırınlar yanıyor, altyapıdaki tahribatlar birer birer giderilmeye çalışılıyor. Terör örgütü­nün verdiği tahribat ve acının yavaş yavaş izleri siliniyor. Bu mücadele bitti mi? Yok, bitmedi. Orada bitti, Fırat’ın batısı aşağı yukarı şu anda kontrol altına alındı. Ama Fırat’ın doğusunda, Kuzey Irak’ta daha tehdit devam ediyor, dolayı­sıyla batıda olur, doğuda olur, tehdit neredeyse biz oradayız. İster içeride ister dışarıda terör örgütü Türkiye’nin hedefidir, millî güvenlik meselesidir. Vatandaşın can ve mal emniyeti yüzde 100 sağlanıncaya kadar, bu terör unsurları bir daha ortaya çıkmamak üzere tamamen yok edilinceye kadar bu mücadeleyi millet olarak sür­dürmeye kararlıyız. Bu konuda da hiç kimsenin icazetine, inayetine ihtiyacımız yok. Eğer dostla­rımız bizi düşünüyorsa gölge etmesinler. Önümüzde terör örgütünün arkasına geçip onla­rın arkasından namlularını bize çevirmesinler, onlara silah vermesinler, terör örgütleriyle iş tut­masınlar; stratejik ortak olduklarını, dost oldukla­rını Türkiye’ye göstersinler, biz bunu istiyoruz. İnşallah bu konuda da milletimiz bizimle beraber. Bu hareketin başarıya ulaşmasının en önemli sebeplerinden biri, tabii askerimizin, jandarma­mızın, polisimizin, güvenlik korucularımızın ve ÖSO mensuplarının kararlılığı, donanımı, yetkin­liği. Ama ondan daha önemlisi siyasi irade, yani Cumhurbaşkanımızın ve Hükûmetimizin bu konudaki duruşunun dik olması, tavizsiz olması ve şüphesiz hepsinin ötesinde milletin desteğini arka­mızda hissetmemiz. Bugün seksen bir milyon vatandaşımızın terörle mücadele konusunda zerre kadar kafasında tereddüt yok, devletiyle, hükûme­tiyle, Türk Silahlı Kuvvetleriyle beraber. Onların arkasından duasını, desteğini esirgemiyor.

Ben sözlerimi burada tamamlarken, böylesine güzel, hayırlı bir hizmetin savunma sanayimize ve ülkemizin güvenliğine, bu alandaki sektörün geliş­mesine, özel sektörün gelişmesine çok büyük katkı­lar sağlayacağına yürekten inanıyorum.

Savunma Sanayii Müsteşarımız, Savunma Bakanımız başta olmak üzere bütün emeği geçen arkadaşları tebrik ediyorum, kutluyorum.

Hepinize hayırlı günler diliyorum, sağ olun.


Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə