EJDER OKUMUŞ
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 2
158
| db
zaman kategorisi doğal değil, sosyaldir. O halde Durkheim’e göre
zaman denilince akla, toplumsal zaman gelir. Zaman daima top-
lumsal zamandır; çünkü sadece insanlar hayatlarının zamanla dü-
zenler ve organize ederler. Sadece insanlar zamanı kavramsallaştı-
rırlar. Sadece insanlar zamanlarını kullanır, kontrol eder, bölüştü-
rür ve satarlar. Durkheim’in yaklaşımında zaman toplum içinde
üretilmiş olan ve bu nedenle toplumlar arasında değişiklik gösteren,
nesnel olarak verili bir sosyal düşünce kategorisidir.
121
Durkheim, zaman ve mekânla ilgili olarak dine önemli bir yer
verir. Durkheim'in sosyolojik düşüncesinde düşüncemizin muhteva-
sı gibi biçimi de sosyal ve dolayısıyla dinîdir. Eşyayı idrak etmek
üzere düşüncemizin kullandığı kategoriler olan, filozofların idrak
kategorileri dedikleri zaman, mekan, cins, cevher, sayı, şahsiyet ve
illiyet gibi mefhumların oluşumunda din temel bir rol oynamakta-
dır. Bunlar, din içinde ve dinden doğmuşlardır ve dinî düşüncenin
bir ürünüdürler.
122
Durkheim’a göre insanlar, ilk bilgilerinin büyük bir kısmını dine
borçlu olmakla kalmazlar, bu bilgilerin tanzim edilip işlendikleri
şekli de onlara din vermiştir. Yargılarımızın kökeninde bütün dü-
şünce hayatımıza egemen olan bir takım temel mefhumlar vardır.
Aristo’dan beri filozoflar, bunlara idrak kategorileri der: Zaman,
uzay, cins, sayı, sebep, cevher, şahsiyet vs. gibi kavramlar işte bu
idrak kategorilerini teşkil ederler. Bunlar eşyanın en genel özellikle-
rine tekabül etmektedir. Bunlar, düşünceyi içlerine alan katı ve
sağlam birer çerçevedir. Düşünce kendi kendini yok etmeden bu
çerçevelerin içinden çıkamaz. Çünkü zaman veya mekan içinde
bulunmayan, sayılamayan vs. bir takım şeyler düşünemeyiz. Diğer
kavramlar değişkendirler, olsalar da olur, olmasalar da. Sair kav-
ramların bir insanda, bir sosyal durumda, bir devirde bulunmaya-
bilmesini zihnimiz alır. Halbuki idrak kategorileri dediğimiz mef-
humlar, düşünme yetisinin tabii bir biçimde görev yapmasından
ayırt edilemezler. Bunlar zekânın iskeleti gibidirler. İlkel dinî inanç-
lar, usulüne uygun tahlil edildiği zaman tabiatıyla yol üzerinde bu
kategorilerin en başlıcalarına tesadüf olunur. Bunlar din içinde ve
dinden doğmuşlardır. Dinî düşüncenin bir ürünüdürler. Gerçekte
din sosyal bir öz üzeredir. Dinî izahlar, bir heyet-i ictimâiyede
121
John Urry, Mekânları Tüketmek, Çev. Rahmi G. Öğdül, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1999,
s. 14
122
Emile Durkheim,
Din Hayatının İbtidâî Şekilleri, Çev. Hüseyin Câhid, c. 1, Tanin
Matbaası, İstanbul 1923, ss. 23-26
ZAMAN SOSYOLOJİSİ: BİR GİRİŞ DENEMESİ
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 10 SAYI 2
db |
159
umum katında kollektif olarak kabul edilmiş bir takım açıklamalar-
dır, topluca ortak gerçeklikleri ortaya koyarlar. Ritüeller, ancak bir
yere toplanmış bir takım gruplar arasında doğan ve bu gruplarda
bazı zihinsel durumlar meydana getirip idame ettirmeye veya can-
landırmaya yarayan birer hareket tarzlarıdır.
123
Durkheim’in anlayışında,
Eğer idrak kategorileri dinî bir
kaynağa sahip iseler, bütün di-
nî olgularda müşterek olan tabiat ve mahiyetten de pay sahibi
olmaları icap eder: Bunlar da birer sosyal şey, cemaatça,
kollektif düşüncenin birer ürünü olsa gerektir. Bu hususlar
hakkındaki vukufiyetimizin mevcut derecesine göre kesin bir
fikir ızhar etmekten kaçınmak lazım olmakla beraber herhal-
de bunların içinde pek çok sosyal unsurun olduğunu farz et-
mek meşru bir haktır. Bunlardan bazıları için böyle olduğu
şimdiden dahi az çok kestirilebilir. Sözgelimi zaman kavramı,
kendisini taksim etmek, ölçmek için kullandığımız süreçler-
den, ifade etmek için kullandığımız nesnel işaretlerden ba-
ğımsız olarak tek tek tasavvur edilmek istensin. Öyle bir za-
man ki yıllar, aylar, haftalar, günler, saatler birbirini izleme-
yecek. Bu adeta tasavvuru imkansız bir şeydir. Zaman kavra-
mını, ancak ondan çeşitli anlar tefrik etmek şartıyla zihnimiz
alabilir. Bu farklı anlar tefrik etmenin menşei acaba nedir?
Şüphesiz evvelce hissetmiş olduğumuz bilinç durumları bizde
ilkönce hangi sıra ile cereyan etmişlerse yine o sıraya göre
içimizde tekrar vücut bulabilir. Bu suretle geçmişimizin bir
kısmı şimdiden kendiliğinden ayrılmakla beraber yine şimdiki
zamana çevrilebilir. Fakat kendi kişisel tecrübemiz için bu
fark ne kadra önemli olursa olsun zaman kavramını veya ka-
tegorisini teşkile yeterli değildir. Çünkü zaman kavramı yal-
nızca geçmiş hayatımızı kısmen veya tamamen hatırlamaktan
ibaret değildir. O, yalnız bireysel varlığımızı değil, insanlığın
varlığını da ihata eden gayr-i şahsî, soyut bir çerçevedir. Bu,
bütün devamın, sürenin müfekkirenin gözlerinin önüne seril-
diği sonsuz bir levha gibidir; orada mümkün olan bütün sabit
ve muayyen olaylar işaret noktalarına nispetle birer pozisyon
alabilirler. Böylece teşkilata tabi tutulup düzenlenen şey, be-
nim zamanım değildir. Aynı bir medeniyetin bütün insanları
tarafından objektif bir surette düşünülen zamandır. İşte yalnız
bu mülahaza bile böyle bir teşkilatın cemaatça müşterek ol-
ması lüzumunu anlatmağa kafidir. Hakikatte inceleme ve göz-
123
A.e., ss. 23-24