Yeter ki kur’an susmasin iÇİndekiler böLÜM 3 BÖLÜM 5



Yüklə 159,85 Kb.
səhifə16/22
tarix16.08.2018
ölçüsü159,85 Kb.
#63546
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   22

18.BÖLÜM


Havalar yavaş yavaş ısınıyordu. Bahar yüzünü göstermeye başladığından beri, yeşil ormanlar, karanlık dehlizlerden başlarını kaldırmaya başlamışlar, ağaçlar tomurcuk tutmuş, kimi tomurcuklar çatlamış, yeşil yapraklarını yeni bir mevsime sunma hazırlığına girmişti. Yavaş yavaş çıplak ağaçlar yeşile bürünüyor, çamurlu yerler çeşitli renkte ve kokudaki çiçekler ile bezenerek adeta bir gelin gibi süslenmeye başlıyordu. Sabahları kuşların cıvıltıları başka bir ahenk ile çıkmaya ve süslenip koku sürünen dünyaya “hoş geldin” melodileri sunmaya hazırlanıyordu. Aylardır cansız yatanlar dirilmiş, yepyeni hayatlar başlamıştı.

Fatma ile Hatice’nin arkadaşlıkları ilerlemişti bu sürede. Sık sık buluşuyor ve sohbetler yaparak tatlı bir dostluğun örgülerini örüyorlardı sanki. Namaza başlamıştı Fatma. Kitap da okuyordu artık. Okulu da az kalmıştı. Okul arkadaşlarından Çiğdem ile arkadaşlıkları eskisi gibi devam ediyordu. Zozan ile tartışmış, namaza dil uzatıp alay ettiğinden arkadaşlığını kesmişti.

Çiğdem de başta biraz eğlenmek için laf atmış, Fatma’nın kararlı tavrını görünce geri adım atarak bir daha alay etmemişti. Bunun için arkadaşlıkları devam ediyordu. Hatta Fatma, onun da namaza başlaması için ona bildiği ve okuduğu İslami konuları anlatıyor, onu bu konuda ikna etmeye çalışıyordu. Ne var ki Çiğdem’in erkek arkadaşı Çiğdem’i daha çok etkiliyor, hatta Fatma ile ilişkilerini kesmesi için bazen onu zorluyordu.

Fatma’nın bu değişimi en çok annesini memnun ediyordu. Çünkü o eski aksi Fatma gitmiş, yerine yumuşak başlı, saygılı, terbiyeli, düzgün sözlü, çalışkan bir Fatma gelmişti.

Okuldan gelir gelmez, namazını kıldıktan sonra annesine ev işlerinde yardım ediyor, yemeği hazırlıyor, ev işleri bitince odasına çekilip kitap okumaya başlıyordu.

Ayşe hanımın keyfine diyecek yoktu. Bir iş yaptırıncaya kadar canı çıkan Ayşe hanımın artık eli sıcak sudan soğuk suya girmiyordu. Çünkü kızı Fatma, evin tüm işlerine koşuyor ve onları en güzel şekilde yapmaya çalışıyordu.

-Fark ediyor musun bilmiyorum, ama bizim kız çok değişti. Sanki o Fatma gitti, yerine başka bir Fatma geldi. Bazen acaba bu kız başını bir yerlere mi vurdu diye düşünmeden edemiyorum.

-İyi ya daha ne istiyorsun. Sen de böyle olmasını istemiyor muydun diye cevap verdi Şükrü bey.

-İstiyordum da… ya gelip geçici bir şeyse? Ya bir gün eski hırçınlığı, asiliği geri dönerse… diye içimde hep bir korku var.

-Merak etme hali gelip geçici bir şeye benzemiyor. O… neydi ismi?

-Hatice.

-Hah.. evet, onunla arkadaşlığı sürdüğü müddetçe eski haline dönmez. Boşuna dememişler “Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”

-Hatice’yi hiç gördün mü? Bir de bazı hasetçiler onların hakkında dedikodu yapıp ileri geri konuşuyorlar. Bu binada güvendiğim tek insan Zeynep hanım. Saatlerce bazen konuşmamıza rağmen hiç kimseden söz etmez. Bazen ben söz etmek istesem bana; “Yanımızda olmayan insanların olumsuzluklarından söz etmek gıybettir. Gıybet de haramdır. Onun için rica etsem o konulara girmesen daha çok memnun olurum” diyerek, konuşmama izin vermiyor. Hep İslam’ı anlatıyor. Peygamberin hayatından bahsediyor.

-Belli oluyor, sen de kızın da yavaş yavaş sofu oluyorsunuz. Seccade elinizden düşmüyor.

-Fena mı?

-Fena olur mu? Ben de senin isteklerinden listelerinden çoktandır kurtulmuştum. Dindarlık güzeldir. Keşke ben de Hacı Abdullah gibi kendimi dini hayata verebilseydim. Ben yapamıyorum, bari siz yapın.

-Bu gün okula gitmedi. Ona izin al olur mu?

-Tamam.


Bu gün okula gitmemişti. İçinde tarif edemediği bir sıkıntı duyduğunda abdest alıp iki rekat namaz kıldı. Hatice anlatmıştı. Sıkıntı duyduğunda abdest al ve iki rekat namaz kıl. Ferahlarsın diye. O da öyle yaptı. Biraz ferahlamıştı. Yatağına geçip kitap okumaya başladı. Kadın ilmihalini okuyordu. Bir Müslüman kadının neler yapması ya da yapmaması gereken şeyleri anlatıyordu. Bunun için çok dikkatli ve anlayarak okumaya çalışıyordu. Annesi içeriden kaç kez seslenmiş, kitaba daldığı için duymamıştı. Telefondaki ses Ayşe hanıma heyecanlı ve titrek sesle telefonu hemen Fatma’ya vermesini istemişti.

Bunun için de Ayşe hanım ne olduğunu sormayı akıl edemeden telefonu Fatma’nın odasına götürerek ona vermişti.

-Alo!

-….


-Neee! Yalan, yalan söylüyorum dee! Hayır, hayııııır!

Odadan çıkmış olan Ayşe hanım, çığlık sesi ile içeri girmişti. Aman Allah’ım olamaz!...

Fatma hiç kımıldamadan yerde yatıyordu.

19. bölüm


O menfur olaydan sonra ara sıra kızı ile camiye gidiyordu Zeynep hanım. Zeynep hanım onun dışında iki arkadaşları daha olmuştu. Sultan’ın bir çocuğu vardı. Henüz bir yaşında olduğundan camiye geldiği vakit çocuğu kaynanasına bırakmak zorunda kalıyordu. Kaynanası bundan hoşlanmıyordu. Defalarca çocuğu bırakıp da camiye gitmemesi için gelinini azarlamış hatta bu yüzden aylarca onunla konuşmamıştı. Ne var ki Sultan pek öyle bu işten vazgeçecek değildi. Kaynanasını fazla incitmeden camiye gitmenin faziletinden, getirdiği hayırlardan söz ediyor, onu ikna etmeye çalışıyordu. Kaynanasının bir keresinde kendisine; “El alemin çocukları seninkinden daha mı önemli ki çocuğunu bırakıp onlarınki ile ilgileniyorsun” demesi üzerine Sultan; “Onların hepsi bizim çocuklarımızdır ve biz onlarla ilgilenmeye mecburuz. Kendi çocuğumu onlardan üstün tutmam. Eğer çocuğum büyük olsaydı onu da götürür, camide diğer çocukların arasında onlara gösterdiğim ilginin aynısını gösterirdim. Onun hiçbir farklılığı olmazdı” diyerek yaptığı hizmetin büyüklüğünü göstermişti.

Mevlüde de evli ve çocuk sahibiydi. Dört çocuğu vardı. Üçü erkek, biri kız. İkisi hem okul okuyorlar, hem de camiye gidiyorlardı. Her sabah kız kardeşini eve çağırır küçük çocuklarını ona bırakır kendisi ve büyük kızı beraber camiye gider, biri ders alır biri de ders verirdi. Zeynep hanım, Sultan ve Mevlüde’nin de katılmasıyla hoca sayısı altıya çıkmıştı.

Mevlüde’nin eşi yaklaşık iki yıl önce bir saldırıda şehid olmuştu. Onun şehadetiyle çocuklarına hem ana hem de baba olmuştu. Mü’min kardeşlerinin yardımlarıyla geçiniyordu. Mevlüde, her türlü hizmeti yapmak için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Ne de olsa şehid hanımıydı.

-Bu gün öğrencilerimize bisküvi ve lokum dağıtacağız. Ayrıca en düzenli gelen öğrencileri seçip onların hediyelerini vereceğiz. Bunun için ders vermekte fazla oyalanmasak iyi olur. Ayrıca Zehra kardeş bize bu gün peygamber kıssalarından bir tane anlatacak. Hemen derslerimizi verelim diyerek kısaca günlük programı hatırlattı Hatice.

Her biri, öğrencilerini tek tek kontrol edip onların derslerini vermeye başladılar. Öğrenciler o menfur olaydan sonra biraz azalmıştı. Ama Hatice ve arkadaşlarının gayretli çalışmaları, yaptıkları aile ziyaretleri, yaptıkları cami komşusu ziyaretleri, öğrencilerin arkadaşlarını camiye getirmeleri konusundaki gayretleri ve bu konuda hocalarının telkin ve yol göstermeleri bu süre zarfında öğrenci sayısını arttırmıştı. Camiyi basanların hesabı tutmamıştı. Öğrenciler daha da düzenli gelmeye başlamıştı.

Nihayet dersler bitmişti, Hatice;

-Şimdi Zehra hocamız bize Hazreti Yusuf (as)’ın hayatını anlatacak, daha sonra yarışmamız var. Ondan sonra da size ikramımız var, dedi.

Öğrenciler, peygamber kıssalarını çok seviyorlardı. Çünkü hocaları onları hikayeleştirerek anlatıyordu. Onların anlayabilecekleri şekilde kolaylaştırıyorlardı.

Zehra besmele, hamd, selat ve selamdan sonra konuya başladı.

-Hazreti Yusuf daha çocukken bir rüya görür. Rüyasında 11 gezegen ve güneş ile ayın kendisine secde ettiklerini görür. Rüyasını babasına anlatır. Babası Hazreti Yakub bir peygamber olduğundan rüyasının anlamını hemen anlar ve Yusuf’a; “Bak oğlum, rüyanı ağabeylerine anlatma, yoksa kıskanıp sana zarar verebilirler” der. Hazreti Yakub, oğlu Yusuf’u çok sevdiğinden diğer kardeşleri onu hep kıskanırlar. Bu kıskançlıkları o kadar fazla olur ki kendi aralarında bir plan yaparlar. Derler ki: “Biz babamıza diyelim ki baba biz gezmeye gidiyoruz. Yusuf’u da bizimle gönder. O da gezsin biraz. Sana söz ona bir şey olmasına izin vermeyiz. Babalarına gidip bunu söylerler ve onu ikna ederler. Babaları “Ben korkuyorum. Siz oyuna dalarsınız da onu kurt yer.” Bunu deyince oğulları; “Bize güvenmiyor musun? Biz onu koruyacağız” deyip tekrar ısrar ederler. Babaları onu göndermeye razı olur.

Bunlar çölde giderler, bir kuyunun etrafında eğlenirler, eve dönecekleri zaman Yusuf’u kuyuya atarlar. Gömleğine de tavşan kanı sürüp babalarına getirerek; “Biz oyun oynuyorduk, Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Döndüğümüzde Yusuf yoktu. Sadece bu kanlı gömleği kalmıştı. Kanımızca onu kurt yedi, diyerek babalarına yalan atarlar. Bu arada Yusuf karanlık kuyuda tek başına kalmıştı.

-Hocam korkmadı mı?

-Yok çünkü Allah ona melek göndererek korkmamasını ve bir gün kardeşlerine bu kötülüğünü haber vereceğini söyleyerek onu kurtaracağını söylemişti. Ayrıca melekler de onun yanında kalmışlar. Ne kadar kaldı bilinmez. Kuyunun yanından bir kervan geçer. Daha önce arabalar olmadığından develer ve atlarla yolculuk yapardı insanlar. İşte bunlara kervan denir. Bu kervan kuyunun yanından geçerken birini su getirmesi için gönderirler. Adam gelip kuyuya kovayı atınca Yusuf kovaya tutunur. Adam kovayı çeker ve Yusuf’u görünce “Müjde, müjde! Kuyudan bir çocuk çıktı. Onu şehre götürüp satabiliriz. Bize çokça para kazandırır.” Diyerek koşar, Hz. Yusuf’u alıp şehre götürürler.

-Hocam çocukları o zaman satıyorlar mıydı?

-Evet, kimsesiz çocukları o zaman köle olarak satıyorlardı. Mısır’ın büyüklerinden biri karısı ile alış veriş yaparken Yusuf’u görürler. Vezirin karısı Yusuf’u çok sever ve onu satın alması için kocasına baskı yapar. Kocası da onu alır ve saraylarına götürerek onu büyütürler.

-Yusuf kuyudan çıktı, saraya gitti. Öyle mi hocam?

-Evet aynen öyle. Allah dilerse her şey olur. Eğer biz de Allah’tan istersek Allah bize yardım edip verir. Evet nerde kalmıştık? Hah Yusuf büyüyünce çok yakışıklı bir delikanlı olur. Öyle ki o memlekette onun gibi yakışıklı yokmuş. Onu satın alan kadın onu gönül verir. Ona karşı sevgi duyar. Yusuf onların kölesi olduğu için onlara hep hizmet etmektedir. Bir gün Züleyha isimli bu kadın onu odaya çağırır. Yusuf da hizmet etmek için gider. Kadın ona beraber olmayı teklif eder. Yusuf kabul etmez. Onu zorlar yine de kabul etmez. Yusuf kaçarken kadın gömleğini arkadan yırtar. Odadan kaçarken sahibi olan adam ve başka birkaç kişiyle kapıda karşılaşırlar. Kadının kocası ne olduğunu sorar, kadın “Yusuf senin karına saldırdı. Ondan murat almak istedi. Onu cezalandır” deyince Yusuf “Hayır ben saldırmadım, o bana saldırdı. Ben kabul etmeyince de seni zindana attırırım diye de tehdit etti” der. Bu arada orda bulunan bir adam şöyle dedi: “Bakın eğer Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa Yusuf yalan söylüyor. Yok eğer arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylüyor” bu sözü üzerine bakarlar ki gömlek arkadan yırtılmış. Kadının yalan attığı ortaya çıkar. Daha sonra dedikodu olur. Ve şehrin kadınları Züleyha’yı küçümserler. Kölesine tutulmuş derler. Züleyha kalkıp onları saraya davet eder. Önlerine de meyve koyar. Ellerine de bıçak verir. Yusuf’u yanlarına çağırır. Yusuf yanlarına çıktığında onu gören kadınlar “Aman Ya Rabbi bu insan değil melek” diyerek kendilerinden geçerler ve ellerini kestikleri halde hissetmezler. Züleyha orada yine Yusuf’a “Eğer isteğimi yapmazsa onu zindana attıracağım.” Der. Yusuf (as) da dua ederek “Ya Rabbim, zindan benim için onların istediklerinden daha iyidir.” Diyerek kadını yine red eder. Bunun üzerine onu zindana atarlar. Zindanda Allahu Teala onu rüyaların yorumunu öğretir. Ayrıca peygamber olduğundan zindandaki insanlara Allahu Teala’yı anlatır. Uzun yıllar kalır zindanda. Bir gün yanında bulunan bir tutuklu arkadaşı serbest kalır. Bu adam sarayda çalışmaya başlar. Mısır’ın kralı bir rüya görür. Ve onun ne anlama geldiğini merak eder. Bunu sihirbazlardan sorar, kimse cevap veremez. Sonunda o hizmetçi adam; “Ben size cevap getiririm” der ve Hz. Yusuf’un yanına gider. Rüyayı anlatır. Hz. Yusuf da ona rüyayı yorumlar. Adam gelip rüyayı krala anlatır. Kral kim bu yorumu yapmışsa onu buraya getirin der. Adam gider. Hz. Yusuf’a söyler. Hz. Yusuf “Gidin o kadınların halini sorun ondan sonra ben çıkarım, yoksa çıkmam.” Der. Kral, kadınları toplar durumu sorar. Hepsi Hz. Yusuf’un günahsız olduğunu, kendilerinin hile yaptıklarını anlatır.

Hz. Yusuf zindandan çıkar ve o memleketin hazinelerinin başına geçer. Memlekette kıtlık olduğundan herkes Mısır’a gelip oradan yiyecek alıyor ve memleketine dönüyordu. Hz. Yusuf’un kardeşleri de Mısır’a gittiler ve eşya aldılar. Hz. Yusuf onlara bir daha geldiğinizde küçük kardeşinizi getirin, diyerek anneleri bir olan kardeşi Bünyamin’i getirmelerini tembih eder.

Hz. Yusuf'un babası Hz. Yakub (as) da Hz. Yusuf'un derdinden ağlaya ağlaya kör olmuştu. Çocukları yiyeceklerini getirdiler. Yiyecekleri bittikten sonra tekrar hazırlık yaptılar. Tabii bu sefer Bünyamin’i de götürmeleri gerekiyordu. Babaları razı olmadı başta. Onu da Hz. Yusuf gibi kaybedeceksiniz, diyerek vermek istemedi. Israr ettiler ve zor da olsa onu götürmeyi başardılar. Mısır’a geldiklerinde Hz. Yusuf onları yanıma çağırdı. Onlara yiyecek verdi. Kardeşi Bünyamin’e kendisini tanıtarak onun yanında kalmasını istedi. Bünyamin de kabul etti. Daha sonra eşyalarının arasına altın tas koydurttu. Bu şekilde onları aradılar ve eşyaların içinde tası buldular. Onlar da (Hz. Yusuf'un kardeşleri) dediler ki “Bizim kanunlarımıza göre kim hırsızlık yapmışsa o artık köle olur. Hırsızlığı yapan Bünyamin’dir. O artık sizin kölenizdir. Yalnız eğer kabul ederseniz onu bırakın, bizden birini alın. Onun yaşlı bir babası var. Hastadır, büsbütün perişan olur.” Dedilerse de Hz. Yusuf kabul etmedi ve Bünyamin’i yanında tuttu.

Bunlar eve döndüler. Büyük kardeşleri Mısır’da kaldı ve dönmedi. Durumu Hz. Yakub’a bildirdiler. Hz. Yakub büsbütün hasta olup “Dilerim Rabbim hepsini bana verir.” Diyerek dua etti.

Eve dönen kardeşler sabredemeyip tekrar Mısır’a gideceklerini ve kardeşlerini alıp gelmeye çalışacaklarını söyleyip Mısır’a gittiler.

Mısır’a vardıklarında Hz. Yusuf onları çağırttı. Kardeşi Bünyamin de yanındaydı.

Onlara; “Yusuf'a ne yapmıştınız?” diye sorunca onu tanıdılar. “Yoksa sen Yusuf musun?” dediler. Hz. Yusuf “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir.” Dedi. Hz. Yusuf'a daha önce kötülük yapan kardeşleri ondan özür dilediler. Hz. Yusuf da onları af etti ve onlara: “Alın gömleğimi babama götürün gözlerine sürsün, gözleri Allahu Teala'nın izniyle açılacak. Sonra da hep beraber buraya gelin.” Diyerek onları gönderdi. Gömleği alıp gittiler bunlar daha yolda iken Hz. Yakub (as) “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” Diyerek gömleğin kokusunu aldığını söylüyordu. Gömleği getirip gözüne sürdüler, hemen gözleri açıldı. Hep beraber Mısır’a gittiler. Hz. Yusuf anne ve babasını kendi tahtına oturtup babasına “Baba Allah rüyamı doğruladı.” Diyerek gördüğü rüyayı babasına hatırlattı.

Hikayemiz bu kadar. Allah kullarına her zaman yardım eder. Yeter ki ona hakkıyla ibadet edelim.

Hikaye bitene kadar kimseden ses çıkmamıştı. Nasıl çıksın ki, en güzel kıssa olarak geçiyor Hz. Yusuf (as)’un kıssası. Bu güzel sohbetleri bitince Hatice:

-Şimdi de yarışmamızı yapacağız. Bu ay en düzenli gelen arkadaşları seçip onlara hediye vereceğiz. Bizim tespitimize göre 25 tane arkadaş derslerini hiç aksatmadan camiye gelmişler, diyerek birincilerin tek tek isimlerini söyleyip onları yanına çağırarak verilecek hediyeleri kendilerine vermeye başladı. Öğrenciler hallerinden memnun görünüyorlardı. Hocaların iltifatları, hediyeler onları epey sevindirmişti. Diğer öğrenciler; “Biz de gelecek ay hiç aksatmadan geleceğiz. O zaman da biz birinci geliriz” diyerek birbirlerini teşvik ediyorlardı.

Yarışma faslı da bittikten sonra günün ikramına gelinmişti. Daha önce hazırlanmış bisküvi ve lokum dolu paketler öğrencilere tek tek verildi ve çocuklar yolcu edildi. Nihayet hepsi ikramını alarak gitti. Her zaman olduğu gibi temizliklerini yapıp öğleden sonra Haticelerde buluşmak üzere ayrıldılar Hatice ve annesi eve doğru ilerlediler. Oturdukları binanın merdivenlerin çıkarlarken kapı komşuları bir bayan;

-Nerelerdesiniz, evde olmadığınız için duymamışsınız herhalde, dedi.

-Neyi duymamışız? Diye sordu Zeynep hanım.

-Bizim Ayşe hanımın kızı Fatma fenalaştı, defalarca ayılıp bayıldı. Şimdi de hep ağlıyor.

-Niye ne olmuş ki!

-Bir arkadaşı herhalde intihar etmiş. Onun haberini alınca bayılmış, o zamandan beri de kız kendinde değil. Ayşe hanım, sizin eve kaç defa geldi, siz evde değildiniz. “Geldiklerinde hemen bize gelseler iyi olur” dedi.

-İntihar mı etmiş! Nedeni nedir acaba? Durup dururken insan intihar etmez ki!

-Vallahi bilmiyorum, sadece bir arkadaşının intihar ettiğini söylediler, o kadar. Siz bir çıkın size anlatırlar herhalde.

Haber alır almaz ana-kız eve gitmeden hemen Ayşe hanımın evlerine çıktılar. Ayşe hanım ağlamaklı bir şekilde karşıladı onları. Belli ki çok korkmuş, bu korku nedeniyle de çok ağlamıştı. Bitkin bir haldeydi. Ayakta zor duruyordu.

-Nerelerdesiniz, kaç defa aşağı indim. Evde yoktunuz. Çok korktum, deyip tekrar ağlamaya başladı. Ağladığını gören Zeynep hanım onu teselli etmeye ve bu arada da Fatma’nın bulunduğu odaya doğru ilerlemeye başladı. Fatma yatakta uzanmış, gözlerini bir noktaya dikerek; “Neden, neden yaptın, seni bu kadar üzen ne oldu?” diye kendi kendine konuşuyordu. Hatice’nin selam vermesiyle dalgınlığından sıyrıldı ve bir anda tekrar ağlamaya başladı. Hatice, hemen yanına gidip boynuna sarıldı onu teselli etmeye ve boşalması için de:

-Ağla ağla açılırsın. Gerçi sabahtan beri ağladığını söylediler, ama yine de ağla içinde kalmasın. Biz kadınların gözyaşları Fırat suyundan daha fazla, bitmek bilmez, dedi.

Ağlaması geçmişti Fatma’nın. Zeynep hanımın da orada olduğun görünce:

-Teyze hoş geldiniz, kusuruma bakmayın başta sizi fark etmedim, dedi.

-Ne kusuru kızım? Sen nasılsın, sakinleştin inşallah.

-Çalışıyorum, ama aklıma geldikçe… yine ağlamaya başlamıştı.

-Yeter artık. Sabahtan beri ağlıyorsun. Ağlamakla gidenler geri gelmez. Kalk bir abdest al. Sonra konuşalım biraz, dedi. Onu yataktan çıkarıp lavaboya kadar eşlik etti.

Bu arada Ayşe hanım ile Zeynep hanım da oturma odasına geçmişti. Ayşe hanım bir yandan ağlıyor bir yandan da olayı anlatıyordu.

Sabahleyin, “anne içimde bir sıkıntı var, bugün okula gitmek istemiyorum” dedi. Ben de, peki kızım gitme babana söylerim sana izin alsın dedim. Odasına çekildi. Kitap okumaya başladı. Son kaç aydır genelde odaya çekildi mi kitap okur. Saat dokuza doğru bir telefon geldi. Ben cevapladım. Karşı taraf heyecanlı bir şekilde telefonu Fatma’ya vermemi isteyince ben de hemen götürüp verdim. Ah akılsız kafam, kim olduğunu bile sormadım. Sesi ağlamaklı olmasına rağmen sebebini sormadan kalkıp telefonu kıza verdim. Odadan dışarıya adımımı atar atmaz “hayır!” diye bir çığlık attı. Arkamı döndüğümde yerde yatıyordu. Hiç kıp… sözünü bitiremeden tekrar gözyaşlarına boğuldu Ayşe hanım.

-Yeter artık sen Fatma’dan beter ettin. Senin dayanıklı olman lazım. Büsbütün kızı perişan ediyorsun. Olmaz ki öyle, biraz dirayetli ol. Kendine hakim olmasını bil.

-Ne bileyim Zeynep kardeş yerde hareketsiz yatışını hatırladıkça kendimi tutamıyorum. Bir an ölmüş olabileceğini sandım. Çok korktum kardeş çok. Baktım kaskatı kesilmiş, ne yapacağımı bilemeden hemen sizin eve koştum. Defalarca zili çaldım. Kimse açmayınca kapıyı yumruklayıp tekmeledim. Sağ olsun yan komşu kapının sesiyle dışarı çıktı. Perişan halimi görünce ne olduğunu sordu. Ben de Fatma’ya bir şey oldu ne olur bana yardım edin dedim. O anda hatırlamıyorum koridorda “İmdat yetişin komşular!” diye çığlık atmışım. Tabi ben hatırlamıyorum. Komşular geldiler. Kolonya su falan yüzüne serptiler, meğer bayılmış. Kendine geldi. Tekrar düştü. Kaç kez bu şekilde bayılıp ayıldı. Hatice’yi sordu, onun gelmesini istedi. Bu nedenle kaç kez evinize geldim. Sizi bulamadım, camiye gittiğinizi unutmuştum.

-Peki bu duruma düşmesinin sebebi ne, anlatmadı mı?

-Kendine geldikten sonra uzun bir müddet ağladı. Hiçbir şey söylemiyor, sadece ağlıyordu. Tabi ben de onunla ağlıyordum. Yanımızdaki komşular da bir benimle bir de onunla ilgileniyorlardı. Onlar da ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Biraz açıldıktan sonra; “Anne, Çiğdem intihar etmiş” deyip tekrar ağlamaya başladı. Onu sakinleştirip belki haberin yanlış olabileceğini söyledim. “Hayır, arayan Tuba’ydı. O da perişan haldeydi, sesinden belliydi. Kesin doğrudur” dedi. Ben de hemen Tuba’yı aradım. Annesi telefona çıktı. Ondan sordum. Doğru olduğunu, bu sabah ilaç içerek intihara teşebbüs ettiğini, sebebini ise kimsenin bilmediğini söyledi.

-Fatma’nın okul arkadaşı mı bu Çiğdem?

-Evet, orta okuldan beri arkadaşlar. Birbirlerini çok seviyorlardı. Neden canına kıymak istesin aklım bir türlü almıyor. Halbuki çok neşeli, şen şakrak biriydi. Kesin çok önemli bir hadise olmalı, çok üzülmüş ki böyle bir şeye teşebbüs etmiş.

Fatma abdest almış bir de iki rekat namaz kılmıştı. Uzun uzun dua etti. Büyük bir ihtimalle arkadaşına dua ediyordu. Çok seviyordu onu. Onun da kendisi gibi namaza başlayıp dini kitap okuması için çok uğraşmıştı. Ne var ki Tarık denilen herif buna engel oluyordu. En son onun yüzünden tartışmışlar, Fatma ona; “bu çocuk senin başına bela olacak. Adamda Allah korkusu yok. Öylelerinden korkulur. Bırak peşini, eğer gerçekten ciddiyse seni istetsin. Neden buna yanaşmıyor da sadece flörtle yetiniyor?” diyerek kızmıştı. Bu yüzden biraz darılmışlardı. Çiğdem ona; “beni kıskanıyorsun, mutluluğum gözüne batıyor. Senin erkek arkadaşın yok diye benimkinin de olmasını istemiyorsun. Hasetçisin sen, hasetçi.” Demiş ve Fatma’dan küsmüştü. Son kaç gündür konuşmuyorlardı. Fatma da Çiğdem de birbirlerini çok sevdiklerinden fazla küs kalamazlardı. Daha önce de çok küsmüşler, fakat dayanamayıp barışmışlardı. Önce kaç gün küs kalırlar, sonra ya Fatma onu arayıp; “Cadı bize gelsene!” der, ya da Çiğdem arayıp; “İnatçı keçi biz gelsene!” der, bu şekilde barışırlardı.

Fatma biliyordu bu işin içinde Tarık’ın olduğunu. Çünkü onun dışında Çiğdem’i üzecek ve onu canına kıyma noktasına getirecek başka hiçbir şey yoktu. Muhakkak bu işin içinde o vardı. Buna emindi, ama nasıl öğrenecekti onu bilmiyordu işte…

Hatice’nin gelmesiyle biraz ferahlamıştı. Ona güveniyor onun yanında kendisini güvende hissediyordu.

-Biraz kendine geldin mi? Diye sordu Hatice.

-Evet abdest ve namaz iyi geldi. Zor zamanlarda insan bir başka huşuyla namaz kılıyor. İyi ki namaz var ve iyi ki seninle tanıştım.

-Anlatmak ister misin? Belki açılırsın. Gerçi eğer ağlayacaksan anlatma diyeceğim. Biliyorum ağlamam desen de yine ağlarsın. Onun için eğer istiyorsan seni dinlemeye hazırım.

-Anlatmak istiyorum. Zaten bunun için gelmeni istedim. Yanımda olmanı ve sana açılmayı istediğimden seni çağırttım.

Sabah içimde anlamsız bir sıkıntı vardı. Bunun için de okula gitmedim. Bana verdiğin “kadın ilmihali” kitabını okumaya başladım. Sıkıntım geçmeyince kalkıp iki rekat namaz kıldım. Namazdan sonra ferahlamıştım. Kitabı tekrar okumaya başladım ki annem telefonu getirip beni aradıklarını söyledi. Telefonu aldım. Arayan Tuba’ydı. Hani sana söz etmiştim, benim okul arkadaşım. Baktım sesi ağlamaklıydı ve heyecanlıydı. Ne olduğunu sordum. Ağlayarak “Çiğdem bu sabah intihar etmiş” dedi. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda başımda toplanmış komşuları gördüm. Gerçi ilk başta aklım başımda değildi. Hatta kendi kendime “ben neredeyim, bunlar kim, bu ağlayan kadın kim?” diye sorular sordum. Yavaş yavaş şuurum yerine geldikçe etrafımdakileri tanıdım. Ağlayanın da annem olduğunu fark ettim. Seni çağırmalarını söyledim. Annem kaç kez gelmiş, evde değilmişsiniz. Camiye gittiğinizi sonradan hatırladım. Meğer defalarca bayılmışım. Her ayıldığımda da ağlamışım. Hatırladıklarım bunlar.

-Gerçi sen şimdi bilmiyorsun, ama tahmin ediyor olabilirsin. Acaba niçin canına kıymış olabilir? Sahi beni onunla tanıştırmış mıydın?

-Evet hatırlamıyor musun? Burada bir ara tartışmıştınız. Örtü konusunda; “Eğer örtünürsem kesin intihar ederim. Nasıl dayanıyorsunuz? Çağımıza hiç uymuyor. Modern kadının giyim tarzı böyle değil” demişti de sen ona uzun uzun örtü ve onun faydalarından söz etmiştin. Hatta bir ara konu flörtten açıldı. Sen; “Flört kızların kullanılmasıdır. Evlilik dışı bu tür ilişkiler mutsuzluk hatta bazen ölüm getirir. Nefsin hoşuna gider fakat sonu hüsrandır” demiştin de o “Siz ne anlarsınız bu tür işlerden? Evlilik öncesi insanın birbirini tanıması lazım. Yoksa nasıl geçinsinler? Evlenmeden önce birbirlerini tanımalı ki çiftler evlendikten sonra mutlu olsunlar. Bunun için flört lazım” diyerek karşı çıkmıştı. Hatırladın mı?

-Evet, evet çok iyi hatırladım. Hatta ben ona seninle arkadaş olalım. Ara sıra Fatma’nın evinde bir araya gelip bu konuları enine boyuna konuşalım demiştim. Kendisi; “Hayır benim sizinle konuşacak bir şeyim yok. Hem ben sol görüşü daha çok benimsiyorum” diyerek reddetmişti. Demek o…

-Çok uğraşıyordum onunla. Zaten son kaç gündü küskündük.

-Neden?

-Bunun bir erkek arkadaşı vardı. Gizli gizli çay bahçelerinde buluşuyor, bazen de gezintiye çıkıyorlardı. İlk başlarda hevestir, geçer dedim. Hoş güzel kendisi de öyle diyordu ya.. gel gör ki zamanla kız tutuldu. Öyle ki her anını onula geçirmeyi istiyordu. Bunun için de buluşmaları sıklaşmıştı. Gerçi ilk başlarda maceraları hoşumuza gidiyordu. Gelip anlatırdı. Biz de merak ve neşe içinde dinlerdik. Hatta bazen kıskandığımız da olurdu. Ama seninle tanıştıktan ve dinimizi yavaş yavaş öğrendikten sonra bunun ne kadar yanlış bir şey olduğunu anlamaya başladım. Onun için de kendisini caydırmak için sık sık telkinlerde bulunuyor, bazen de ona kızıyordum. Benim namaza başlamamı da tuhaf karşılamış,”Sen bu gidişle çarşaf da giyersin” diyerek ara sıra dalga geçer olmuştu. Arkadaşlık yaptığı genç de sol görüşlüydü. Allah’a inancı yoktu. Kaç kez benimle görüşmemesi için Çiğdem’i uyarmıştı. Lakin Çiğdem onu dinlemeyip benimle arkadaşlığını sürdürüyordu. Kaç gün önce yine kendisine; “Bu çocuğu bırak, başına iş açar. Seni baştan çıkaracak” dememe kendisi; “Beni kıskanıyorsun, mutluluğumu çekemiyorsun. Hasetçisin sen, hasetçi” gibi saçma sapan şeyler söyleyerek çekip gitmiş ve o zamandan beri de aramamıştı. Kesin o Tarık denen herifin bu işte parmağı var. Çiğdem’i çok üzecek bir şeyler yapmış olacak ki kız böyle bir işe girişti. Çünkü başka bir sebebi yok, ben biliyorum.



-Belki o değildir, başka bir şeydir. Çocuğun günahını almada acele etmeyebilirsin.

-Ne günahı? Komünist adamın günahı mı olur? Kesin o bir şeyler yaptı ki o kızı çok üzdü. O da kaldıramadı, bu yola başvurdu.

-Neticede Çiğdem’den bir haber alabildiniz mi?

-Komada olduğunu, hayatı tehlikesinin devam ettiğini söylüyorlar.

Hatice duydukları üzerine Fatma’ya:

-Hastaneye gitmeyecek misin? Burada ah vahlar edip bayılacağına hastaneye git. Hatta kalk beraber gidelim, dedi.

Fatma ağlamaklı bir şekilde cevap verdi.

-Onu o halde görmeye dayanamam. Ya ölürse… hayır hayır buna dayanamam.

-Dayanırsın dayanırsın, gitmen lazım. Gitmezsen olmaz.

-Gideceğim de bu gün olmaz. Bu gün hiç gücüm yok.

-O zaman annem muhakkak telefon açsın. Ailesi ile görüş, durumunu sor. Annen de senin haberi alınca bayıldığını, çok halsiz olduğundan bugün gelemeyeceğini söylesin.

-Tamam, inşallah böyle yaparız. Hatice’nin güzel tavsiyesinden etkilendi Fatma.

-Sağ ol Hatice, Allah razı olsun. Hakkını nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.

-Yarın da hastaneye beraber onu ziyarete gideriz. Bu arada namazlarımızda onun için bol bol dua etmeyi unutmayalım. Bu tür durumlarda dua insana güç verir. Allah’ın kabul etmesiyle şifa da bulur. Ayrıca iyileştiğinde yaptığının ne kadar yanlış olduğunu, bir insanın kendini öldürmek istemesinin çok büyük bir günah ve suç olduğunu anlatır ve bir daha yapmaması için ona çokça nasihatlerde bulunursun. İnşallah beraber onu sık sık ziyaret eder yardımcı olmaya çalışırız.

Fatma rahatlamıştı. Hatice’nin yanında olması bile ona yetiyordu. “Allah’ın emrinin dışına çıkmanın sonu budur.” Diye mırıldandı.

-Kızım nasılsın, iyi oldun mu? Kendine geldin inşallah, dedi içeri giren Zeynep hanım.

-Allah razı olsun teyze, sizi görünce daha da iyi oldum.

Zeynep hanım şefkatle başından öptü.

-Eğer müsaade edersen, biz kalkalım artık. Hatice’nin misafirleri de gelecek. Daha sonra inşallah tekrar uğrarız.

-Allah sizlerden razı olsun. Müsaade sizin. Sizi de meşgul ettik. Hakkınızı helal edin.

-Rahatsızlık falan yok kızım. İstediğiniz an kapımızı çalabilirsiniz. Yapmazsanız günahınız sizin boynunuza. Diyerek ayrılmak için müsaade istediler. Allah selamet versin deyip anne-kız oradan ayrılıp eve döndüler.

Büşra eve gelmiş, yemekle uğraşıyordu. Büşra da camide ders vermeye gidiyordu. İlk başlarda kaynanası evde olduğundan çocuklarını ona bırakıyordu. Son zamanlarda onun da ara sıra camiye gitmesiyle biraz zorlanıyordu, ama yine de en iyi şekilde görevini yapmak için çocuklarını caminin yakınında oturan arkadaşının annesine bırakıyordu. Tabii ki kaynanasının camiye gittiği günlerde bu böyle idi. Bu gün de öyle olmuştu. Büşra başka camiye gittiği için eve gelmiş, evde kinse olmadığından hemen yemekle meşgul olmuştu. Kaynanası ve görümcesinin gelmesiyle;

-Hayırdır inşallah, siz hep benden önce gelirdiniz. Yoksa yine polis mi bastı camiyi? Diye merakla sordu Büşra.

-Hayır biz eve geldik. Karşı komşu, Fatma’nın fenalaştığını ve bizi çağırdığını söyleyince yukarıya Ayşe hanımlara gittik. Şimdiye kadar da oradaydık dedi, Zeynep hanım.

-Fenalaşmış mı, neden?

-Okul arkadaşlarından birisi canına kıymak istemiş, çok yakın arkadaşmışlar, dedi Hatice.

-İntihar teşebbüsü mü? Peki neden durup dururken canına kıymak istemiş, sebebi bilinmiyor mu?

-Durup dururken insan canına kıymak ister mi? Muhakkak bir sebebi vardır. Tam olarak netleşmiş değil. Yalnız Fatma’nın dediğine göre bunun bir erkek arkadaşı varmış. Olsa olsa bu çocuk onu üzecek bir şeyler yapmış, kız da dayanamamış bugün canıma kıymak istemiş. Tabi bu Fatma’nın yorumu.

-Olabilir yalnız bu tür olaylarda net bir şey ortaya çıkmayana kadar her söylenene inanmamak daha iyidir. Çünkü çok muhtelif söylentiler dolaşır. Bunun için dikkatli olmak lazım.

-Fatma’nın en yakın arkadaşlarındandır. Birbirlerinin sırlarını biliyorlar. Bu yüzden Fatma’nın şüpheleri yabana atılamaz.

-Doğrudur, lakin yine de olayın netleşmesini beklemek daha güzel ve daha olgunca bir davranış olur. Allah kimseye böylesi bir musibet vermesin. Çünkü kendine kıymak Allah’a isyandır. Çok şükür ki bu kız hayatını kaybetmedi. Allah Kur'an-ı Kerim’de; “Allah’ın kendilerine dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini düşünüp ümitlerini kesenler, hemen yukarıya bir ip asıp boyunlarını geçirerek nefeslerini kessinler. Baksınlar da başvurdukları hile öfkelerini dindirecek mi?” diye buyuruyor. İntiharın cezası ahirette sonsuza dek cehennemde kalmaktır. Allah bizleri muhafaza etsin, diye duada bulundu Büşra. Güzel bir hayat hikayesi vardı Büşra’nın.

Büşra Hatice’nin yengesi, yani Hüseyin’in eşiydi. İslami cemaatle tanıştıktan sonra İslami bir hayat yaşamayı şiar edinen Büşra, ailesi tarafından çok yoğun baskılara maruz kalmış, hicap giydiği için defalarca dövülmüş, aylanca eve hapsedilmiş, çeşitli hakaretlere maruz kalmış, kitap okuması, İslami kaset dinlemesi yasaklanmış, yıllarca bu durumda kalmıştı. “Hicret etmek istiyorum, artık dayanamıyorum.” Şeklindeki isteklerine hep, “sabret, dayan, Allah’a güven” cevapları üzerine çok itaatkar olduğundan sabretmişti. Bu sabırlı mücadelesi onu hayli olgunlaştırıp yetiştirmiş, davanın ileriki merhalelerinde onu aydınlatmıştı.

En son yine gizlice evden çıkıp arkadaşlarını ziyaret eden Büşra’nın, bu hareketini duyan erkek kardeşleri onu dövmüş ve örtüsüz bir şekilde evden dışarıya atmak suretiyle kovmuşlardı. Bu kovma hadisesi ile Büşra’ya hicret kapısı açılmış, o da hicret etmişti.

Hicretten bir süre sonra Hüseyin ile evlenmiş ve bu beş yıldır da bu evde gelin olarak kalmaktaydı. Hatice’nin ve diğer görümcelerinin İslami eğitimleriyle bizzat kendisi ilgilenmiş, onlara özel dersler vererek kültür birikimlerini sağlamıştı. İslami bir bilinç vermek suretiyle birer davetçi olmalarında büyük katkısı olmuştu. Çok halim-selim ve itaatkar olmasından dolayı kaynanası ve kayınbabası tarafından seviliyordu.



Yüklə 159,85 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   22




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə