384
seem to indicate that these factors are of importance in determining people’s stance regarding
gender egalitarianism. Sex and gender roles have been examined and theoretical approaches
regarding gender roles have been focused on for this. The impact of religion on gender
attitudes is largely argued to be the outcome of religion’s role in legitimating inequalities
within societies, so that religious individuals tend to hold less egalitarian values based on the
belief that these inequalities are justified and based on a ‘natural’ order. This paper
investigates the role of religion in shaping gender role attitudes. Secondly, within the overall
institutional setting, social institutions and cultural practices laws, norms, traditions and are
the main sources of persisting discrimination against women in all countries.
Keywords: Family,
Identity,
Socialization, Sex, Gender,
Social Change
385
POSTMODERN KÜLTÜRDE KİMLİK: BİR ELEŞTİRİ
Cenan KUVANCI
En genel ve yaygın biçimiyle, postmodern düşünce, farklı entelektüel ve
kültürel akımların teşekkül etmesine imkân veren temel karşıtı açık-uçlu bir tavırdır.
Postmodernizm, kuşatıcı üst anlatılara yönelik bir tür güvensizlik ya da şüphecilik
olarak ortaya çıkmıştır. Temel karşıtı tavır, “temel ya da hareket noktamızın doğ-
ruluğunu garanti eden şey nedir?” sorusunu sorarak bir söylemin temellerinin
geçerliliğini tartışır.
1
Postmodern anlayışa göre, dilin tarih-dışı, bağımsız bir gerçeklikle “doğru-
dan” hiçbir teması yoktur. Bu nedenle, insan bilgisi, belli bir epistemik cemaatin
dilsel ve toplumsal kategori ve pratiklerine gömülüdür. Dolayısıyla, küllî öz ya da
kendinde şeylere nüfuz etmek imkânsızdır. Gerçeklik ve bilginin plastisitesinin ve
sürekli değişim halinde olduğunun kabulü, somut tecrübenin sabit ve soyut ilkelere
nispetle öncelikli olduğuna yapılan vurgu ve hiçbir apriori düşünce sisteminin tek
başına inancı ya da araştırmayı yönlendirmemesi gerektiği fikri, bu çerçevede kabul
gören ilkelerden bazılarıdır.
Açıkça anlaşılacağı üzere, bu anlayışta, dil ilahî ya da nesnel temelden yoksun
görüldüğü için, hakikatle imtiyazlı bir ilişkiye de sahip değildir. Bu bağlamda, insan
bilincini nitelemek için en uygun ifade, onun göçebe oluşudur. İnsan düşüncesinin
tarihi, farklı metaforik şemalar ya da halihazırda kendi metaforik ve yorumlayıcı
kategorileri tarafından doyuma ulaşma noktasının ötesinde hiçbir temeli olmayan
belirsiz yorumlayıcı lügatçeler tarihidir. Friedrich Nietzsche`ye göre, “hakikat me-
cazlar, düz değiştirmeceler ve antropomorfizmlerden oluşan seyyar bir ordudur.
Kısaca, o şiir ve belagat yoluyla yoğunlaştırılmış, dönüştürülmüş, süslenmiş ve uzun
süre kullanıldıktan sonra, kural koyucu ve bağlayıcı görünen insan ilişkilerinin bir
toplamıdır. Hakikatler, yanılsama olduğu unutulan yanılsamalar ve duyuları etkile-
me gücünü yitirmiş mecazlardır.”
2
Sözgelimi, “kendinde şey” ve “özne” yani, “ben
bilinci” pre-linguistik gerçekler değildir; zira, dilin nesnel olarak tasvir ettiği önce-
den mevcut olgular yoktur. Her tasvir bir yorumdur. Yorum, dil içinde birbiriyle
karşılıklı ilişki, fonksiyon ve etkileri bulunan özne ve nesnenin özgür bir oyunudur.
Özne ile nesne de konuşma figürleridir.
3
Ayrıca, insan bilgisi özünde estetik bir statüye sahiptir, çünkü o, estetik
anlamda yaratıcı insanî bir yeti sayesinde ortaya çıkar. Dil gerçeklikle temas kurmaz,
1
Stuart Sim, “Postmodernism and Philosophy,” The Routledge Companion to Post modernism, (Stuart
Sim), London, 2001, s. 3.
2
Friedrich Nietzsche, “On Truth and Falsity in their Ultramoral Sense,” The Complete Works of
Friedrich Nietzsche, (Trans. Maximillian A. Mugges), The Macmillan Company, New York,
1911, s. 180.
3
Kathleen M. Wheeler, Romantizm, Pragmatizm ve Dekonstrüksiyon, (Hüsamettin Arslan), Paradigma
Yayıncılık, İstanbul, 2011, ss. 194-195.
386
yalnızca kendi kendine yeterli bir dünya uydurarak, böyle bir temas varmış yanıl-
samasını verir.
1
Bu nedenle, postmodern filozoflar, hangi perspektifin “Hakikat”i
geçerli bir şekilde temsil edip etmediğine karar verebilecekleri tarih-üstü Arşimet-
vâri bir noktaya, yani durulacak ya da tutunulacak bir dayanağa sahip olduklarını
artık iddia edemezler. Varlık, bilgi ve değer için tartışılmaz temeller bulunamadığı
için, herhangi bir perspektifin değeri, onun, geçici olarak faydalı ya da öğretici,
özgürleştirici ya da yaratıcı olabilme kapasitesine bağlıdır. Bu değerlendirmeler son
kertede şahsî ve kültürel beğeninin ötesinde herhangi bir şeyle meşrulaştırılamaz,
çünkü meşrulaştırmanın bizatihi kendisi, sosyal pratiğin dışında temeli olmayan bir
başka sosyal pratiktir.
2
Bu bakış açısına göre, geleneksel olarak, bizim “dış gerçeklik” olarak adlan-
dırdığımız bizi çevreleyen dünyanın sınırlayıcı ve belirleyici bir işlevi bulunma-
maktadır. Böyle bir işlev varsa bile, son derece sınırlıdır. Dünya artık geleneksel
sınırlara bağlı değildir, tersine etkinleştirici ve canlandırıcı bir yaşantı niteliğine ve
eğlence değerine sahiptir. Bu yüzden, günümüzde hâkim duygu, bir tür yeni belir-
sizlik duygusudur. Postmodern anlayışın belirsizlik yorumu, bunun artık yeterli bir
çabayla hafifletilecek ya da bütünüyle üstesinden gelinebilecek geçici bir durum
olmadığıdır. Postmodern dünya kendisini kelimenin en geniş anlamıyla belirsizliğin
hakim olduğu bir hayata hazırlamaktadır.
Açıkça, böyle bir bağlamda, gerçeklik`i bilmek istiyorsak, bunun yolu onu
kurmak ve yapılandırmaktan geçer. Bunun için, önceden belli olan her şeyin şifre-
sinin çözülmesi ve yapıbozuma uğratılması gerekir. Bu, insanın nelik`ine ilişkin her
düşünce ve anlayış için geçerlidir. Akıl bile çoğullaşmıştır. Postmodern yaklaşım
önceden var olan gerçeklik fikrine kuşkuyla baktığı için “doğal,” “mantıklı,” “duru-
ma uygun” ve “sağlıklı insan aklı” gibi kavramların maskesinin düşürülmesi ve
göreceleştirilmesi gerektiğini vurgular. Postmodern düşünüş çoğunlukla daha derin
başka bir gerçeklikle yüzleşmeyi istemez.
3
Bu yaklaşımın insanın kimlik ve kişiliğiyle ilgili önemli içerim ve uzantı-
larının olduğu açıktır. Nitekim, postmodern düşünme biçiminin yükselişiyle, insanın
kozmostaki yeri ve anlam arayışı, kafa karıştırıcı ve şaşırtıcı olacak şekilde gelişi-
güzel ve başıboş hermenötik bir çabaya terk edilmiştir. Postmodern insan, içinde
kalıcı herhangi bir anlam ve önem barındırmayan bir âlemde yaşar. Bilindiği üzere,
gerçeklikle onun simülasyonu, hakikatle onun temsili arasındaki karşıtlığın çökme-
siyle normal ile anormal, beklenen ile beklenmeyen, sıradan ile garip . . . vs. arası
belirsizleşmiştir. En önemlisi de kimlik ve kişilikleri birbirinden ayıran farklılıklar
artık yukarıdan ya da tarihdışı bir kaynaktan belirlenir olmaktan çıkmıştır. Kimlikler
daima yeniden inşâ edilmek durumundadır. Hiçbir tarafın kendi inşâsının diğerinden
daha uzun ömürlü ve Tanrı vergisi olduğuyla övünmesi sözkonusu değildir. Çünkü
1
Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri, (Çev. Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara,
1998, s. 91.
2
Richard Tarnas, Batı Düşüncesi Tarihi: Modernite`den Günümüze Kadar II, (Çev. Yusuf Kaplan),
Külliyat Yayınları, İstanbul, 2011, ss. 253-254.
3
Rainer Funk, Ben ve Biz: Postmodern İnsanın Psikanalizi, (Çev. Çağlar Tanyeri), Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 14.