134
* TAED
51
Saadet KARAKÖSE
halde konuşmalarıyla halkı yönlendirebilen kâl ehli kimselerdir. Çıkarlarını korumak için
riyakârlık yapabildikleri, yalan söyleyebildikleri için şeytana da benzetilirler.
Gele gerçeklerün eri yol içün ey vâ‟iz
Yakdun a halkı zebânunla yalanı gider (Hayretî, s. 264, G. 401).
(Ey vaiz, dilinle halkı yaktın; gerçek erlerin yolu için gel de yalanı bırak.)
O şâh-bâza tuzakdur bu halka-i tevhîd
Nedür bu hod-menişânda olan yalan tolan (Tokatlı Kânî 257, G. 139).
(Bu tevhit halkası o şahbaza tuzaktır. Bu bencilliklerdeki yalan dolan nedir?)
Kim ki bizâr olmadı „ışkında şol ma‟şûkınun
O yalancı müdde‟înün bahtı bizâr olmasun (Nesimî, s. 233, G.328).
(Kim şu sevilenin aşkıyla küskün olmadıysa o yalancı müdde‟înin bahtı küskün
olmasın.)
Vâ'iz-ı şehri işitdüm ki yalan söyler imiş
Pîr-i meyhâneye sordum didi söyler gerçek (Mesihî, s. 121, G. 138).
(Şehrin vaizinin yalan söylediğini işittim; dergâhın şeyhine sordum; doğru söylediğini
söyledi.)
Yalan ve gerçek tezadı üzerine kurulmuş bu beyitte, vaiz davalı, onun yalan söylediğini
iddia eden kişi davacı, şeyh hâkim, şair ise savcı konumundadır. Şeyhin “doğru söyler” hükmü,
vaizin yalan söylediğini iddia eden şairin sözünü desteklemektedir.
Ey perî-yüzlüm direm varma rakîbe kıl hazer
Fitnesine aldanup virme göñül mekkâr imiş (Figânî, s. 28, G. 39).
(Ey peri yüzlüm! Ben sana “rakibin yanına gitmekten sakın” diyorum. O çok
hilekârmış. Onun fitnesine aldanıp da gönül verme!)
Dediler kâmetine Sidre kemâl ehli velî
Halk anı sandı ki yalan dediler gerçek imiş (Nesimî, s. 150, G. 201).
(Olgun kimseler senin boyuna “sidre” dediler, ama halk o sözü yalan sandı. Sonuçta
“doğru olduğunu” anladılar ve onayladılar.)
Burada halk tarafından yanlış anlaşılan bir durum düzeltilmektedir.
Yalancı Şairin Gözüyle Yalana Bakış
TAED
51* 135
3.
Büyücü ve falcılar:
a.
Sevgilinin büyücü addedilen uzuvları:
Sevgilinin gönül çelen ve vadini yerine getirmeyen uzuvları da büyücü sınıfına girer.
Bunların başında göz ve bakış gelir. Zülüf, ben ve ayvatüyleri de misk kokuları sayesinde
büyüleyici etkiye sahiptir.
Senün gözüñ hayâlinden bedî„ ü sihr ü âlinden
Me„ânî vü beyân ehli harâb u mest ü şeydâdur/Behramoğlu (Mecmuatü‟n-nezair, s. 56).
(Senin gözünün hayalinden, güzelliğinden, sihir ve hilesinden mana ve söz üstadı olan
şairler harap, sarhoş ve çılgın olmuştur.)
İnanman kâküli sihrine zinhar
Ki anun bir başı var bin dili var (Yahya. s. 15 mes. 2).
(Sevgilinin bir başı ve bin dili olan kâkülünün sihrine sakın inanmayın.)
Eskiden toprağa gömülü hazineyi korumak için, yaklaşana ejderha görünen tılsım
yaparlarmış. Kâkül bin dili olan ejderhaya, yüz de kapalı istiare yoluyla hazineye benzetilmiştir.
Şair aynı zamanda seç telleriyle büyü yapma geleneğine gönderme yapmaktadır.
b.
Hokka-bâzlar:
Ne sihr iderdi „aceb âl ile her âteş-bâz
Karanulukda „ayân eyledi gülistanı (Yahya, s. 34, K. 9).
(Her ateşle oynayan hokkabaz, karanlıkta gül bahçesi gösterirken acaba hile ile nasıl
büyü yapardı?)
Burada çizilen tablo, ağzından ateş çıkaran bir sirk görevlisinin karanlık gecede yaptığı
gösteridir. Şair bu manzarayı sihirle izah etmektedir.
c.
Falcılar:
Klâsik edebiyatta fâl, bugünkü anladığımız şekliyle birtakım kimselerin gelecek
hakkında yalan vaatlerde bulunması değil; niyet edilen bir işin hayra yorulması, olumlu sonuç
vermesi anlamında, kutlu fâl, ferruh-fâl gibi terkiplerle müspet anlamda kullanılmıştır.
Kelimenin üstlendiği anlam pozitif düşünmek ve umudu yitirmemektir. Kutadgu Bilig‟de bile;
136
* TAED
51
Saadet KARAKÖSE
Yana koptı yundı tonandı tükel
Namâz kıldı özke yorup edgü fâl (s. 496) şeklinde işlenmiştir.
(Tekrar koştu, yıkandı, tamamen donandı, kendi kendine iyiye yorup namaz kıldı.)
4.
Şairler:
Şiirle ilgili benzetme ve şairle ilgili övgülere şair elinden çıkmış bütün eserlerde tesadüf
ederiz. Tezkireci Latîfî şairleri; “onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir” (Bakara-
2/112) zümresinden addetmektedir. “Şairlerin kalp hazinelerinin kinden uzak gönüllerine
“şairlerin kalpleri Allah‟ın hazineleridir” sözü gereği ilâhî ilham esintileri ve sübhânî feyz
havaları eser. Böylece içlerindeki denizlerden düşünce kabarcıkları ile kenara çıkan irfan
cevherleri ile marifet ve manâ incileri, ilâhi sır ve sonsuz varidat hazinelerinde toplanır. O
parlak ve güzel incileri gayb sarayında ve varlığından şüphe edilmeyen büyük perdede bulunan
söz gelinlerine, el değmemiş nükte kızlarına söz süsleri olarak giydirmiş, onları çok beğenilen
tezyinatlarla bezeyip bütün insanların kalplerini kendilerine çekmeyi başarmışlar ve onları
kendilerine bağlamışlardır.” (İsen, 1990, s. 3-4.) Fuzûlî de şairi nazm ülkesinin hâkimi, söz
ikliminin reisi olarak tanımlar. Ona göre şiir, Hz. İsa‟nın beşikte konuşması gibi bir mucizedir.
(Doğan, 2002, s. 41) Yine şairler yeri geldiğinde, sanatları hayal ürünü olduğu için şiirle ilgili
âyet ve hadislere telmih yapmak suretiyle yalancı olduklarını samimi bir dille beyan etmekten
geri kalmazlar. Şairin yalancılığını peşin olarak kabul etmesi, gerçekçi bir tutum olmasının
yanında şahsı ve sanatı adına büyük bir erdemdir.
Ger dirse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâ„ir sözü elbette yalandur (Fuzulî, Leyla vü Mecnun, s. 139).
(Eğer Fuzulî “güzellerde vefa var”, derse sakın inanma. Şair sözü elbette yalandır.) Bu
beyitte nâkıs iktibas var. Şair görüşünü Yâsîn Suresi‟ndeki “Biz Muhammed‟e şiir öğretmedik.
Ona yakışmaz da.” (Yâsîn-36/69) me‟âlindeki âyete dayandırıyor.
Ben şâ'irim o kâmet-i mevzunu doğrusu
Sevmem desem de belki yalan söylerim sana (Nedim s. 201, G. 4).
(Ben şairim. Doğrusu “o mevzun boylu sevgiliyi sevmem” desem de belki yalan
söylemiş olurum.)
Ahvâl-i perîşânımı söylersem o şâha
Dir ki şu„arâ sözleri billâh yalandır (Leyla Hanım, s. 49, T. 6-32).
Dostları ilə paylaş: |