İki şairin hikayesi
Emrah Şahin © Canada Türk, Haziran 2012
2007 yazı. Formula 1 yarışının Montreal şehrine paralı turist akıttığı günler.
Müteşebbis esnaf arkadaş, “Mavi Gözlü Dev” filmini tavsiye ediyor.
Ben aydın adayı, o kulağı kesik solcu! Bu filmi izleyince onu anlayacağım,
memleketi çözeceğim zannediyor. Dediğini yap ama gittiği yoldan gitme. Filmin
merkezinde şairimiz Nazım Hikmet. İz bırakan bir değerimiz Nazım, ne var ki
komünist.
Öbür kefeye Nakşi şairimiz Necip Fazıl’ı koysak dengeler mi?
Lisan-ı haliyle ve lisanıyla vatana gönüllü hizmet edip üstüne kötek yiyen iki
şairin hikayesidir asıl mevzu. Nereye müracaat edelim, nasıl görelim?
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl elit ailelerden geliyor. Ailede yöneticiler ve
yazarlar var. Nazım’ın dedesi Vali Nazım Paşa, babası Hariciyeci Hikmet Bey.
Necip’in büyük dedeleri Maraş Müftüsü Necip Bey ve Hariciye Nazırı Salim
Paşa. Bunlar rahatlığa delalet eder, ikisi de refah içinde büyümüş demek.
Serpildikçe çalışan, çalıştıkça hırslanan talebeler olup çıkıyorlar. Nazım
Galatasaray’a sonra Bahriye Mektebi’ne gidiyor. Ama Necip sorunlu, okul
beğenmiyor. Fransız okulu, mahalle mektebi derken, Nazım’dan iki sene sonra
Bahriye Mektebi’ne geliyor. Burası ortak mekanları oluyor. İlginçtir ve hâlâ
öyledir; okul, kitap ve öğretmen genç nesil için en büyük ilham ve tesir kaynağı.
Hem Bahriyelilerin prestiji yanında, zengin kütüphaneleri, Yahya Kemal ve
Hamdullah Suphi gibi profesörleri var. Öyle olunca bizimkiler çoşuyor; okuyor,
yazıyor, yarışıyor.
1920’lerde ayrılan yollar, Nazım Hikmet’i Moskova’ya Necip Fazıl’ı Paris’e
götürür. Rusya’daki siyaset okur, Fransa’daki felsefe yapar. Tarihe ve coğrafyaya
dikkat! Zira insanın nerede kaç zaman kaldığı ve kimle muhatap olduğu önemli.
Böylece Nazım “solcu,” Necip “sağcı” olur.
Değişerek olgunlaşan, Nazım’ın tabiriyle “rüzgara karşı yürüyen” adamlar bunlar,
şairler.
Zaman içinde kutuplaşan, siyaset çemberinde kamplaşan Türkiye’yi resmederler.
Bugün, Mavi Gözlü Dev’i izle diyen Nazım’a, sağcı geçinen Necip’e sahip çıkar.
Bunu şiddetle yaparlar ve ısrarla yek diğerlerini kale almazlar. Devran dönüyor
halbuki. Herkesin bu şairleri tanıması lazım. Dünya görüşlerini arka plana itersek
onların sevgi, aşk, ayrılık, cehalet (vb.) efkarına varabiliriz; ki bu temalar bizi
millet yapan, mümkünse birleştirecek unsurlardır.
Bakın “Tahirle Zühre Meselesi”ne dair ne demiş Nazım:
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
Yani yürekte
...
Seversin dünyayı doludizgin
Ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Sevmekten korkma diyor, can u gönülden sev. Seni sevmedi mi? Dert etme, bu
şart değil. Bu biraz platonik olmuş, züğürt tesellisi türünden tavsiye! Meşk
olmadan aşkı ne yapayım ben? Doğru, lakin şiirin hakkı var, onu teslim etmek
gerek. Her zaman ve mekanda böyle sevgiliye kavuşamayan aşıklar olmuştur,
bunu güzel anlatıyor. Ayrıca okuyunca düşüneceğin ve konuşacağın bir şiir, ne
güzel işte.
Tahir Zühre’yi bekliyor orada. Necip de beklemiş, şöyle serzeniyor “Beklenen”
adlı şiirinde:
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Yılmış bir aşık; anlamış sevgili gelmeyecek (nasıl anlamasın; hastadan, mezardan,
şeytandan çok beklemiş adamcağız). Tahir gibi, meşkten geçmiş, aşka aşk
makamına nazil olmuş. Nazım Hikmet ve Necip Fazıl hemfikir bu durumda:
sevgiliyle veya onsuz, aşk manasını koruyan hissiyattır.
Mevzuyu uzatmaya hacet yok. Siyaseti vurgulamadan, kadim ve yeni şairlerimize
kulak verelim isterim. Bir eseri, içeriğine ve etkisine göre değerlendirelim,
siyaseten değil. Nazım ve Necip ziyadesiyle duygulu ve çileli (aşkın yanında
melankoli, şöhretin yanında hapislik); bize verecekleri büyük dersler var. Ancak
Sağ dedik Sol dedik; şimdilerdeki meşhur dizimiz Kuzey Güney kadar takip
etmedik bu adamları. Keşke...