Moğollar (1206-1294)



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə2/3
tarix12.10.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#73903
1   2   3

Diğer Maddeler

  1. Vazifesini ihmal eden asker, sürgün avı esnasında avı kaçıran avcı dayak cezası ile bazen da ölümle cezalandırılır.

  2. Ölüm cezasına lâyık olan diyet vererek ölüm cezasından kurtulabilir.

  3. Bir kimsenin elinde çalınmış at bulunduğu takdirde bu kimse atı sahibine iade etmeğe ve bundan başka, at sahibine ceza olarak dokuz at vermeye mecburdur. Eğer çalan bu malî cezayı ödeyecek durumda değilse, bunun yerine çocuklarını vermeğe mecbur edilir. Çocukları da yoksa kendisi idam cezası ile cezalandırılır.

  4. Ayağı ile bir askerî kumandanın ikametgâhının eşiğine basan ölüm cezası ile cezalandırılır.

  5. Cengiz Yasası yalan söylemeyi, hırsızlığı, zinayı, gayri meşru münasebeti menediyordu.

  6. Yasaya göre kimse kimseyi tahkir etmemelidir. Tahkir edilen tahkiri unutmalıdır.

  7. İhtiyarı ile teslim olan ülke ve şehirlere ve bu şehirlerin ahalisine zarar iras edilmemelidir.

  8. Her türlü mabedlere hürmet etmelidir. Bütün dinlerin ruhanî reisleri her türlü vergi ve mükellefiyetlerden muaf tutulmalıdır.

  9. İçkiden büsbütün vazgeçemeyen ayda üç defa sarhoş olabilir. Üç defadan fazla sarhoş olan suçludur. Ayda ancak iki defa sarhoş olmak daha iyidir. Ayda ancak bir defa sarhoş olan övülmeye lâyıktır. Hiç içmemek hepsinden iyidir. Amma bu gibi bir adamı nerede bulacaksın? Eğer bulunursa o adam hürmete şayandır.

Cengiz Yasası’nın medenî hukuka dair ahkâmı hakkında kaynaklarda fazla malûmat yoktur, Ancak şu esaslara işaretler vardır:

  1. Cariyelerden doğan çocuklar meşru çocuk addolunurlar ve nikâhlı zevceden doğan çocuklar gibi babalarının mirasından hisse alırlar.

  2. Miras şu şekilde taksim olunur: Yaşları büyük olanlar daha genç olanlardan fazla hisse alırlar en küçük oğul babası evinde kalır. Çocukların derecesi analarının derecesi ile tayin olunur. Kadınlardan biri, başkalarından evvel nikâhlanmış olanı, bazen babasının soyu çok ünlü bir soy olanı «baş kadın» telâkki olunur.

Yasanın ihtiva ettiği hukukî esaslar bu maddelere münhasır değildi. Kaynaklarda Cengiz Yasası’nın esaslarından olarak gösterilmiş bu maddeler büyük yasanın ancak bize vasıl olmuş olan parçalarından, kırıntılarından ibarettir. Cengiz Yasası’nın mükemmel bir hukuk mecmuası olmuş olduğunu tahmin etmek doğru olmaz. Bununla beraber yasanın bir büyük devletin idaresi için lâzım olan en mühim esasları ihtiva etmiş olduğu da muhakkak sayılabilir.

Altın Taçlı Bakire Bir Kızın Cengiz Ülkesinde Rahatça Gezebilmesi Yahut Cengiz Han Yasası

33 defterden oluştuğu, çok hacimli olduğu için bir deve üzerinde taşındığı ve devlet hazinesinde muhafaza edildiği kabul edilen yasalar, 1206’da Cengiz Han’ın Moğolları teşkilatlandırmasıyla birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. İlerleyen dönemlerde de geliştirilmiştir. Daha çok askerî ve hukukî içerikli olan bu yasalara göre ülke genelinde uygulanmıştır. Bu yasalar öylesine sert uygulanıyordu ki, “Cengiz ülkesinde bakire bir kız başında altından bir tac ile ülkenin bir ucundan diğer ucuna en ufak bir tacize uğramadan giderdi.” denilirdi.



CENGİZ’ÎN BİLGİLERİ:

Cengiz’in Yasası’na ait olduğu ileri sürülmüş ve yukarıda gösterilmiş maddelerden başka bize Cengiz’in Devlet idaresi ile ilgili bazı mühim vecizeleri de vasıl olmuştur. Cengiz’in Devlet idaresine dair vecizelerine “Menbalar Bilig” ismini veriyorlar. Cengiz bilgilerinin mühimleri şunlardır:



  1. Ancak, her yılın başında ve sonunda, bizim fikirlerimizi dinlemeye gelen, dinledikten sonra evlerine dönen Tümen başı, Binbaşı, yüzbaşı ve onbaşıları askere kumanda edebilirler. Gelmedikleri için bizim fikirlerimizi dinlememiş olanlar suya düşmüş taş, yahut kamış araşma atılmış ve kaybolmuş ok gibidirler. Bu gibi adamlar askere riyaset edemezler.

  2. Evini idare etmesini bilen, bir eyaleti de iyi idare eder. On kişiyi gereği gibi teşkil eden, bin kişiye, hatta tümene kumanda edebilir, onları da teşkil edebilir.

  3. Kendi evini temiz tutmasını bilen, bir eyaleti de hırsızlardan temizleyebilir.

  4. On kişiyi idare edemeyen bey ailesi ile beraber suçlu telâkki olunur. Onun yerine onun on eri arasından biri on başı seçilir. Beceriksiz yüzbaşılar, binbaşılar ve tümen başıları hakkında da aynı suretle hareket olunur.

  5. Kendinden yüksek olanın yanına giden, mafevki bir şey sormadıkça hiç bir şey söylememelidir. Ancak mafevki bir şey sorduğu zaman suale göre cevap vermelidir.

  6. Kumanda edecek yüksek beyler ve bütün askerler av zamanında olduğu gibi harp zamanında da hepsi isim ve şöhretlerini bilmelidirler, harp de hepsi Tanrıya dua ederek, sadakatle (harp ederek) kendi isimlerini süslesinler, tâ ki ebedî Tanrı sayesinde dünyanın dört cihetini fetih mümkün olsun.

  7. Nefer halk içinde iken buzağı gibi uslu ve sakin olmalıdır. Savaş zamanında ise avda bağırarak işe başlayan aç doğan (şahin) gibi olmalıdır.

  8. Her işte ihtiyatlı olmak gerektir.

  9. Askere kumanda eden kendisi açlık ve susuzluğu tatmış tecrübeli adam olmadılar. Askerlerinin yolda açlık ve susuzluktan ıstırap çekmesine, hayvanlarında zayıflamasına müsaade etmemelidir.

  10. Asker reisi olan beyler, erkek çocuklarına ok atmayı, ata binmeği öğretmeli, bu sanatlara alıştırmalı ve onları cesur olarak yetiştirmeğe çalışmalıdır.

  11. Bizim sülâleden her hangi birisi yasa esaslarına mugayir hareket ederse, birinci defasında onu sözle öğütlemelidir. İkinci defa yasayı ihlâl ederse, uzun nutukla onu iknaa çalışmalı. Üçüncü defa olarak yasayı ihlâl eden sülâleme mensup şahsı Balcıyun Kulcur denilen mahalle sürmelidir. Orada bir müddet kalıp döndükten sonra, o aklını başına toplar; şayet bundan sonra dahi o kendisini ıslah edemez ise, onu zincire vurarak hapse atmalıdır. Eğer hapisten çıktıktan sonra uslanmış olursa, ne âlâ. Aksi takdirde bütün akrabaları toplanarak bir meclis kursunlar ve danıştıktan sonra bu suçluya karşı ne gibi tedbir almak icabedeceğine karar versinler.

  12. Tümen başı, binbaşı, yüzbaşıların hepsi askerlerini her zaman savaşa hazır halde bulundurmalıdırlar. Seferberlik fermanı gelir gelmez, gece ise gündüzü beklemeksizin ata binmelidirler.

  13. Benden sonra gelen hanlar ve onların büyük beyleri ve asker reisleri yasaya mutlak surette riayet etmezlerse, devlet sarsılır, sonra büsbütün mahvolur. O zaman Çengiz’i ararlar, (fakat) bulamazlar.



Moğollar milyonlarca kişiyi katletmiş midir? Dünya Uluslarında Moğol Algısı

Yaklaşık 100 yıl süren bu istila sonucunda, pek çok şehir tahrib olmuş ve milyonlarca insan da katledilmiştir. Nişabur’da 1 milyon 747 bin, Merv’de 1 milyon 300 bin, Herat’ta 1 milyon 600 bin ve Bağdat’ta 800 bin kişi katledilmiştir. Otrar, Buhara ve Semerkant’ta önemli katliamlar yapılıyor. Belh şehri kuşatması esnasında Cengiz Han’ın öldürülünce bunun intikamı olarak, 12.000 mescidi ateşe verdiği, mescitlerde bulunan 14.000 Kur’an metnini yaktırdığı, 50.000’e yakın alim, talebe ve hafızı katlettirdiği, 200.000 insanı yere gömerek Belh şehrini tahrib ettiği bilinmektedir. (1221) Hülâgû’nun Suriye seferinden (1260) sonra bir Moğol şehzadesi Silvan (Meyyâfârikin)’ı kuşatır. Eyyûbî meliki Kâmil şehri büyük bir cesaretle savunur fakat baş gösteren kıtlık sebebiyle teslim olmak zorunda kalır ve askerleriyle birlikte işkenceyle öldürülür. Anadolu’da da Erzurum, Erzincan ve Kayseri şehirleri savaşılarak ele geçirildiği için halkının çoğu katledilmiş, Süryani tarihçi Ebu’l-Farac’a göre sadece Kayseri’de 10.000’e yakın kişi katledilmiştir.

Arap tarihçisi İbn Esir’de dönem halklarının Moğol korkusuyla ilgili şu rivayet geçer. Bir Moğol, bir adama bekle geleceğim diyor. Adam korkusundan bir yere ayrılamıyor. Moğol bir kılıç bulup geliyor ve adamı oracıkta öldürüyor. Bu hadise, insanların zihnindeki Moğol korkusunu ifade etmesi açısından çarpıcı bir örnektir. Batı dünyasında Moğollara bakışı da Ligeti’nin Bilinmeyen İç Asya’sından takip edebiliriz: “Tatar geliyor! Bunlar insan da değil, kana susamış, merhamet nedir bilmez ve sade öldürmekten, yok etmekten zevk duyan köpek başlı canavarlardı!” Yine İngiliz edebiyatının ilk yazılı eserlerinden olan ve Ortaçağ toplum yapısını anlamamızı sağlayan Canterbury Hikayeleri’nde geçen en uzun hikaye, ünü tüm dünyaya yayılan Cengiz Han’la ilgilidir.



http://www.adaarmada.net/rsmlr/urundetay_buyuk/resim132.jpg

ÖGEDAY HAN (1229-1241)

Muhtemelen 1186 yılında doğdu. Reşidüddin Fazlullah-ı Hemedanı onun asıl isminin Ögeday (Ögödey, Ogaday, Oktay) olmadığını, “Yükseliş" anlamına gelen bu ismi sonradan aldığını söyler. Cengiz Han'ın üçüncü oğlu olup Cuci ve Çağatay’ın küçük kardeşi. Tuluy'un ağabeyidir. Gençlik yıllarından itibaren Cengiz Han’ın çeşitli seferlerine katıldı. 1220 yılı başlarında Otrar kuşatmasını yürüttü ve yaklaşık beş ay sonra Kayır Han'ın mukavemetini kırarak şehri ele geçirdi. Maveraünnehir'in kontrol altına alınmasının ardından Çağatay'la birlikte Harizm üzerine gönderildi, daha sonra Herat ve çevresindeki harekâtı yönetti. 1221 'de Gazne'yi zaptetti.

Babasının sağlığında ülkenin iç işlerinden de sorumlu idi. Cengiz Han, ölümünden önce imparatorluğu Moğol veraset kurallarına göre oğulları arasında paylaştırırken Balkaş'ın doğu ve kuzeydoğusunu, lmıl ve Tarbagatay dağlarını, Kara İrtiş nehrini ve Urungu bölgesini Ögeday'e bıraktı ve mülayim karakteri, şefkatli tutumuyla ön plana çıkan bu oğlunu veliaht tayin etti. Cengiz Han’ın ölümünün ( 1227) ardından töre gereği bu tayinin kurultayca onaylanmasına kadar devleti Tuluy yönetti. Ögeday ancak 1229 yılı ilkbaharında, Kelüren (Kerülen) nehrindeki Kodege adasında toplanan büyük kurultaydan sonra ağabeyi Çağatay ile amcası Otçigin Noyan tarafından görkemli bir cülûs töreninin ardından "büyük han" unvanıyla tahta oturtuldu. Genel af ilan eden Ögeday pek çok ihsanda bulundu. İç yönetimi yeniden düzenledikten sonra uzun zamandır duraklayan seferleri tekrar başlattı.

Cengiz Han zamanında planlanan Yakındoğu seferi için 1231 yılında Curmagun Noyan'ı İran'a gönderirken kendisi Çin'e yürüdü. Curmagun Noyan, Yassıçimen'de I. Alaeddin Keykubad’ın karşısında hezimete uğrayıp eski gücünü kaybeden Celaleddin Harizmşah’ı yendi, böylece Yakındoğu da Moğol hâkimiyetinin önünü açtı. Mugan ve Arran'a yerleşen Curmagun, Diyarbekir ve Mardin'i, 1232'de Gürcistan 'ı, 1235'te Gence'yi ve ardından ikinci defa Gürcistan'ı ele geçirdi. Aynı yıl Ögeday de Kuzey Çin'de bulunan Kin Devleti'nin başşehri Kai-fong-fu'-yu uzun bir kuşatmadan sonra zaptetti, ardından Song Devleti'ne karşı üç ayrı ordudan oluşan yeni kuvvetler gönderdi. Bu kuvvetlerin önemli başarılar elde etmesine rağmen Çin'in istilası onun zamanında tamamlanamadı. Diğer bir ordu Kore'nin tamamını Moğol hâkimiyeti altına aldı. Ögeday, doğuda ve batıda kazanılan bu başarıların ardından 1236'da Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubad'a bir yarlık (ferman) göndererek kendisine tabi olmasını istedi ve İbnü’l Esir’in görünüşe göre bu teklif kabul edildi. Aynı yıl Ögeday üçüncü cepheyi Deştikıpçak'ta açtı. Kendi oğulları Güyük ve Kadaan başta olmak üzere pek çok Moğol şehzadesinin katıldığı ve Cuci'nin oğlu Batu kumandasında yolladığı güçlü ordu hiçbir ciddi direnişle karşılaşmadan buradan Avrupa'ya girip Viyana önlerine kadar Avrupa’nın önemli bir kısmını istila etti. Dördüncü cephe ise Tair Sahadır'ın görev aldığı Gûr, Gazne ve Afganistan'dı; Herat, Sistan ve Lahor dahil bütün bölge ele geçirildi ( 1241- 1242).

Ögeday, kılıçla fethedilen ve harabeye çevrilen geniş ülkelerde iç yönetimin düzenlenmesini Çin ve Türkistan'da Mahmud Yalavaç ve oğlu Mesud, İran’da Cintimur ve Körköz gibi bürokratlar vasıtasıyla yaptı. Mahmud Tarabi'nin Buhara'daki tehlikeli isyanı bir tarafa bırakılırsa bu geniş topraklarda Moğol hâkimiyetini tehdit edebilecek ciddi bir muhalefet hareketi ortaya çıkmadı. Bu durum, Cengiz Han zamanında başlayan ve nispeten azalmakla birlikte Ögeday döneminde de yaşanan katliam ve tahribatın yaralarının bir dereceye kadar sarılmasını sağladı. İçeride ve dışarıda ciddi bir problemle karşılaşmayan Ögeday'in dâhili siyasetteki en önemli icraatı maliye, haberleşme ve posta işlerinin teşkilatlandırılmasıdır. O da Cengiz Han gibi imparatorlukta iç istikrarın kurulmasının vergi işlerinin düzenlenmesine ve merkezle taşra arasında sıkı bir irtibatın tesisine bağlı olduğunu biliyordu. Ayrıca göçebe hayat tarzının rahatlıkla devam ettirilebilmesi için tedbirler aldı.

Yaklaşık on iki yıllık icraatının genel bir değerlendirmesini yaptığı 1240 yılının yedinci ayındaki kurultayın ardından Ögeday Han 11 Aralık 1241 tarihinde alkol komasına girerek öldü. Cesedi Yukarı İrtiş'teki karlı Buldak-Kasir dağına gömüldü. Ögeday önce üçüncü oğlu Küçü'yü (Koşi), Küçü'nün genç yaşta ölümünden sonra onun büyük oğlu Şiremün'ü veliaht tayin etmişti. Fakat ölümünün ardından birinci eşi Töregene (Turakina) Hatun kurultayın toplanarak yeni han seçmesine kadar yaklaşık beş yıl idareye hakim oldu ve Şiremün’ün yerine kendi oğlu Güyük'ü seçtirmeyi başardı ( 1246).



Ögeday Han çağdaş İslam kaynaklarında da ifade edildiği gibi mutedil, cömert ve şefkatli bir hükümdardı. İmara önem vermiştir. Eski Ordubalık yakınlarında Karakorum'un kurulması ve çeşitli yerlerde su kuyularının açılması onun dönemine rastlar. Ögeday aile üyelerinin idareye aktif katılımına dayanan bir siyaset takip etmiş, ortak yönetim geleneklerine sadık kaldığı gibi önemli kararlarda özellikle ağabeyi Çağatay'a başvurmuş, zaman zaman düzenlediği büyük kurultaylarda icraatı hakkında açıklamalar yapmıştır. Kaynaklarda onun İslam’a ilgisinden ve Müslümanlara karşı yakınlığından bahsedilmektedir. Ancak Moğol hükümdarlarının pek çoğu gibi o da içkiye aşırı düşkündü. Dört hanımı, altmış kadar cariyesi ve beşi Töregene Hatun'dan olmak üzere yedi oğlu vardı. Güyük'ün ölümünden sonra büyük hanlık her ne kadar Batu'nun nüfuzu ile Tuluy soyuna geçmişse de Ögeday'in neslinden gelen hanlar Kabil ve Kuzey Hindistan'da bir süre hükümdarlık yapmışlardır.

TÖREGENE HATUN (1241-1246)

XIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Moğol İmparatorluğu artık tek bir merkezden yönetilemeyecek kadar büyümüştü. Cuci’nin oğlu Batu, Cengiz Han tarafından yapılan taksimata dayanarak babasının hissesine düşen Deştikıpçak’a hâkim oldu. Ögedey’den sonra idareyi “NAİBE” sıfatıyla karısı Töregene Hatun ele aldı (1241-1246).

Töregene hatun, nayman yahut merkit asıllıdır. Ögeday öldükten sonra 1241 ile 1246 tarihleri arasında, cengiz yasasının koruyucusu Çağatay’ın da desteğiyle 5 yıl naip sıfatıyla Moğol imparatoriçesi olmuştur.

Ögeday, kendisinden sonra han olarak oğlu küçü’yü arzu ediyordu ancak küçü 1226 yılında Çin’de savaşta ölmüştü. Bunun üzerine büyük han veliaht olarak torunu Şiremonu seçmişti. Töregene hatun ise oğlu Güyük’ü han olarak görmek istiyordu ve bunun için Moğol aristokratları arasında da büyük saygı gören Çağatay’ı kendi tarafına çekti. Çağatay, Şiremon’u yetiştiren kişi olmasına rağmen Töregene hatunun isteğine karşı çıkmadı ve Güyük’ü destekledi. 1241 yılında Çağatay zamansız bir şekilde ölse de Töregene dirayetli bir şekilde durarak devleti yönetmeye devam etti.

Devlet kademelerinde radikal değişiklikler yapmaktan çekinmedi. Mütevefva (Ögeday’ın mühürlerini taşıyan kişi) imparatorun mühürdarı kereyit asıllı çinkay’ı azletti. Maliye bakanı olan Kıtay asıllı ye-liü c’utsai de görevden el çektirildi ve yerine Müslüman asıllı Abdurrahman atandı. Doğu İran valisi Uygur türkü Körgöz de Töregene’nin gazabından kurtulamadı ve görevden alınıp idam ettirildi. Maveraünnehir valisi Mahmud yalvaç da yağlı ilmekten kurtulamadı. Cengiz Han’ın dahi büyük saygı gösterdiği bu kurum ve kişilere Töregene’nin cüretkârca savaş açması devlet içinde huzursuzluğa yol açtı. Olayları duyan Mançurya sınırındaki haslığında yaşayan ve 80’li yaşlarında olan cengiz’in hayattaki son kardeşi Temüge ordusuyla beraber Karakurum’a doğru yola çıktı, ancak yolda Moğol beyleri tarafından ikna edilip geri çevrildi.

Töregene dış politikada da etkili adımlar atmıştır. Töregene, Çin'deki ölen eşi Ögeday'nın komutanlarıyla dostane ilişkiler içerisindeydi. Moğollar ve Song birlikleri arasındaki çatışmalar Çengdu bölgelerinde gerçekleşti. Töregene barışı müzakere etmek için elçilerini yolladı, ama Song onları hapsetti. Bunun üzerine hareke geçen Moğollar birlikleri Song bölgesini yağmaladılar. Song mahkemesi ateşkes için bir heyet gönderdi. Moğollar ateşkesi kabul etti ve yapılan ateşkes ile taraflar eski sınırlarına geri çekildiler.

Kösedağ Savaşı (1243)

Bu dönemde yaklaşan Moğol tehlikesinin farkında olan Alaaddin Keykubad, Erzurum ve çevre şehirlerin surlarını tahkim etmiştir. 1232 ve 1235’te Moğollarla Selçuklular arasında elçilik heyetleri gidip gelmiş ve Alaaddin Keykubad Moğollara tabi olmayı kabul etmiştir. Yerine veliaht olarak Rükneddin Kılıçarslan’ı tayin eden Alaaddin Keykubad, bu atamadan kısa bir süre sonra yediği av etinden zehirlenerek 31 Mayıs 1237’de vefat etmiştir. Bunun üzerine devlet adamları II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkarmışlardır. Bu da sultana bir suikast tertiplendiğini ortaya koymaktadır.

1240’da Baba İshak tarafından çıkarılan, yaklaşık bir buçuk yıl süren ve Erzurum’da Moğollara karşı tutulan doğu ordusunun geri çağrılması ile Selçuklu ordusundaki Frenk askerleri tarafından bastırılabilen Babai isyanı Selçukluların zayıflamasına ve Moğolların da bu zayıflığı görmesine sebep olmuştur. Cesaret edip Anadolu’ya saldıramayan Azerbaycan’daki Moğollar, devletin dışarıdan göründüğü kadar güçlü olmadığını görmüşlerdir.

1241’de Moğolların İran istilasını yürütmek için Baycu Noyan tayin edilmiştir. Noyan, Anadolu’yu Moğollara bağlayarak büyük Han’ın nazarında itibar kazanmak istemiştir. Bu amaçla 1242’de Erzurum’u kuşatarak ele geçirmiş ve şehir halkını kılıçtan geçirmiştir. Bu olay üzerine 1243 ilkbaharında Kayseri’de toplanan Türkiye Selçuklu ordusu önce Sivas’a ardından Sivas-Erzincan arasındaki Kösedağ mevkiine intikal etmiştir. Özellikle tecrübesiz komutanların Moğollar üzerine hücum edilmesi yönündeki telkinleri üzerine savaş Selçuklu kuvvetlerinin saldırısıyla başlamıştır. Hatta bu komutanların: “Bugün Tanrı Moğolların yanında olsa bile onları yeneriz.” diyerek kibirlendiklerini yazmaktadırlar. Fakat 30 veya 40 bin kişilik Moğol ordusuna karşı 80 bin kişilik Selçuklu ordusu bu ilk taarruzda 20 bine yakın kayıp vererek dağılmıştır. Ordu dağılınca Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev geri çekilmiştir.(1 Temmuz 1243)

Savaşı kazanan Baycu Noyan önce Sivas şehrini fidye karşılığında ele geçirmiş ardından Moğollara karşı uzun bir süre direnen Kayseri şehri büyük katliamlarla ele geçirilmiştir. Hatta bu savunmada Ahiliğin Anadolu’daki temsilcisi olarak kabul edilen ve bu sırada tutuklu olan Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı da kahramanca mücadele etmiştir. Fakat Kayseri kalesi düşünce Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı da Moğollar tarafından esir alınanlar arasındadır.

Bu istilalar sonrasında Selçuklu devlet adamlarından Mühezzibuddin Ali’nin girişimleriyle Moğollarla tabilik anlaşması yapılmıştır. Yani Türkiye Selçuklu Devleti Moğollara bağlanmıştır. Antlaşmaya göre kıymetli armağanların yanında Selçuklular Moğollar’a her yıl 3.600.000 dirhem (gümüş para, akçe), 10.000 koyun, 1000 sığır, 1000 deve vereceklerdi. Bu anlaşma gereği ödenen yıllık vergi ile 1256’ya kadar ciddi bir Moğol istilası yaşanmamıştır. Fakat 1255’te Hülagu’nun İran bölgesine gelmesiyle birlikte, buradaki karargâhından ayrılarak tekrar Anadolu’ya giren Noyan Anadolu’da ikinci bir Moğol istilası devri başlatmıştır. Fakat Noyan kısa süre sonra Anadolu fetihlerini kendi başarısı olarak gösterdiği gerekçesiyle Hülagu tarafından öldürülmüştür.

Bu savaştan sonra 1243'te yılında, Anadolu Selçuklu Devleti, Trabzon İmparatorluğu ve Küçük Ermenistan hızla Töregene tarafından yönetilen Moğol İmparatorluğu’na teker teker bağlılıklarını bir ilan ettiler.

Nihayet 1246 ilkbaharında kurultay Orhon nehri yakınlarında toplandı. Batu hastalığını mazaret göstererek kurultaya katılmadı. 24 ağustos 1246 yılında Güyük 40 yaşında büyük han oldu. Güyük'ün Han olarak seçilmesindeki rolüne rağmen, Töregene ile oğlu arasındaki ilişki sonunda bozuldu. Güyük’ün kardeşi Koden, Fatima’yı (Güyük’ün kız kardeşi) sağlığına zarar vermek için cadılık kullanmakla suçladı; Koden birkaç ay sonra öldüğünde Güyük, Fatima'nın infaz edilmesini istedi. Güyük'un adamları, Fatima'yı ele geçirdiler ve onu öldürdüler; Töregene'nin emperyalist hane içindeki destekçileri aynı anda tasfiye edildi. Fatima'nın ölümünden 18 ay sonra Töregene, henüz açıklanamayan koşullar altında öldü.

GÜYÜK HAN (1246-1248)

Tarihi kaynaklara göre Ögeday Han'ın Güyük Han, Huden, Hoçu, Horaçar, Haşi, Kadan, Melig, Sürkhakha adlı 8 çocuğu vardır. Bu oğullardan büyük olan Güyük Han babasının ölümü üzerine Moğolların başına geçmiştir. Güyük Han, “Göyük” ya da “Küyük” olarak da bilinmektedir. Eşi Oghul Qaimish'dir. 2 kardeşi vardır ve isimleri Kadan, Godan Khan olarak bilinir. 24 Ağustos 1246 – 20 Nisan 1248 tarihleri arasında hüküm sürmüştür.

Annesi idari, dini ve hukuki konularda yetki sahibi olan kişilerin yetki ve vazifelerini vekil olarak yürütmekteydi. Aynı zamanda naiplik görevi yapan annesi Töregene'nin siyasî manevraları sayesinde 1246'da toplanan kurultayda büyük kağan seçildi. Batı Hıristiyanlığınca heretiklik olarak kabul edilen Nasturilikten büyük ölçüde etkilendi ve çevresine Hıristiyan danışmanlar topladı. Hanlığa seçilişi Cengiz'in öteki torunu, Rusya fatihi ve Altın Orda Devleti'nin kurucusu Batu'nun tepkisini çektiyse de, erken ölümü Moğol İmparatorluğu'nun tümüyle parçalanmasını önledi. 1248 tarihinde hayatını kaybetti.

OĞUL KEYMİŞ (1249-1251)

Moğolları 1249-1251 yılları arasında Oğul Keymiş naib sıfatı ile yönetmiştir.

MENGÜ HAN (1251-1259)

1255 kurultayında büyük han olan Tuluy’un oğlu Mengü, merkez Karakurum’da büyük han olarak kendisi kalırken kardeşlerinden Kubilay’ı Çin’in tamamının fethi için, Hülâgu’yu ise tam bir kontrol sağlanamayan İran’a “İl-Han” yani bölgesel han olarak gönderdi. Hülagü, Tebriz'i başkent yaparak Azerbaycan'a yerleşti (1256 yılında İlhanlıların idarecisi olarak zikredilmeye başlandı). 1258’de İran’da Alamut Kalesi’ni fethedip yerle bir ederek yaklaşık 150 yıldır dehşet saçan Hasan Sabbah’ın İsmailîleri’nin sonunu getirmesinin yanı sıra Bağdat’ı fethederek Abbâsî Hilafeti’ne son verdi.



Aynicalût Savaşı (1260)

Aynicalût Filistin'de Nablus ile Beysan arasında yer alan küçük bir mevki olup rivayete göre adını Hz. Davud tarafından bir savaş sırasında öldürülen Calüt'tan almıştır. Selahaddin-i Eyyübi’nin (1182-1183) Haçlılardan aldığı bu küçük kasabayı, Hittin Savaşı ve Kudüs'ün fethinden önce bölgedeki Haçlı kontlukları üzerine düzenlediği seferlerde bir üs olarak kullanmıştır. Aynicalüt'un asıl şöhreti Memlükler'le Moğollar arasında vuku bulan Aynicalüt Savaşı’ndan kaynaklanmaktadır. Moğol İlhanlı hükümdarı Hülagü kumandasındaki Moğol orduları 1258 yılında Bağdat'a yöneldi. Alamut’tan iki yıl sonra 1258’de Bağdat kuşatılmış ve şehir ele geçirilince Abbasi halifesi Mustasım önce aç bırakılmış ardından da hunharca katledilmiştir. Öldürülenlerin sayısıyla ilgili rivayetler, 800.000 ile 2 milyon arasında değişmektedir. Şehirdeki cesetlerden yayılan kokular Hülâgû’yu birkaç gün içinde gitmeye mecbur etmiştir. Kütüphanelerdeki kitapların bir kısmı yakılmış, bir bölümü de Dicle nehrine atılmıştır, nehir günlerce mürekkep renginde aktığı bilinmektedir.



Moğollar, Bağdat’ı işgal edip Abbasi Halifeliği'ne son verdikten sonra Suriye'ye yönelmiş ve birkaç günlük muhasaradan sonra Halep ve Dımaşk’ı da zapt etmişlerdir. Bunun üzerine Eyyübiler'in Halep ve Dımaşk hükümdarı el-Melikün-Nasır Selahaddin Yusuf, Mısır’a bir elçi gönderip acil yardım istedi. O sırada Memlük tahtın da bulunan el-Melikü'l-Mansür Ali, Moğol kuvvetlerine karşı koyacak durumda değildi. Emir Kutuz, ulemanın ve bazı kumandanların da desteğiyle onu azledip el- Melikü'l- Muzaffer unvanıyla tahta çıktı (1259). Suriye'deki şehirleri birer birer istila eden Hülagü, Kutuz'a elçiler gönderip onu tehdit etti ve mukavemet etmeden teslim olmasını istedi. Bunun üzerine Kutuz kumandanlarını toplayıp bir durum değerlendirmesi yaptı. Çeşitli ihtimaller üzerinde duruldu ve neticede savaşa karar verildi, Moğol elçileri de öldürüldü. Kutuz daha sonra bütün Müslümanları, Moğollar'a karşı cihada davet etti ve kumandanlarından Baybars el-Bundukdari'yi (Baybars I) öncü birliğinin başında Gazze'ye sevketti (26 Temmuz 1260). Gazze'de bulunan Moğol kuvvetleri kumandanı Baydarâ, durumu o sırada Baalbek'te olan başkumandan Ketboğa Noyan'a bildirdi. Ketboğa ona şehri savunmasını ve kendisi yetişinceye kadar direnmesini emretti. Fakat Ketboğa Dımaşk’ta patlak veren bir isyan yüzünden geç kalınca Baybars Moğollar'ı mağlup ederek oradan uzaklaştırdı. Hülağü, Moğol büyük hanı Mengü Han’ın ölümü münasebetiyle Karakorum'a gittiği için Suriye'deki ordularının başında Ketboğa’yı bırakmıştı. Baybars'tan kısa bir müddet sonra Sultan Kutuz da Hama hakimi el-Melikü'l-Mansür Muhammed ile kardeşi el Melikü'l-Efdal Ali ve Suriyeli diğer bazı emirlerle beraber Kahire’den Gazze'ye hareket etti. 14 Ağustos 1260) Yolda Moğollar'la karşılaşmaktan korkan bazı emirlerin geri dönmek istemeleri üzerine sultan çok tesirli bir konuşma yaptı ve yıllardır beytülmalin ekmeğini yiyen insanların şimdi Allah yolunda cihattan geri kalmalarının kendilerini büyük bir vebal altında bırakacağını söyledi. Bunun üzerine bütün emirler büyük bir şevk ve heyecanla yollarına devam ettiler. Sultan Kutuz Gazze'ye varınca Akka'daki Haçlı kontlarına elçi gönderip topraklarından geçiş izni istedi ve Haçlılar'la bu konuda anlaştıktan sonra Akka'ya hareket etti. Bundan bir süre önce Sayda'nın Moğollar tarafından yağmalanmasına kızan Haçlılar. Sultanı büyük bir törenle karşılayıp hediyeler takdim ettiler ve asker vererek yardıma hazır olduklarını bildirdiler. Sultan onlardan tarafsız kalmalarını ve Müslümanları arkadan vurmamalarını istedi. Böylece iki ateş arasında kalmaktan kurtuldu ve sahil yolunu takip ederek emniyet içinde Aynicalût'a ulaştı. Kutuz'un Aynicalût'a geldiğini duyan Ketboğa öfkesinden "bir alev denizi gibi" köpürdü. Hıms hakimi el-Melikü'l Eşref ve Kadılkudat Muhyiddin ile görüştükten sonra bazı adamlarının Hülagü'nün dönüşüne kadar beklemesine dair tavsiyelerini dinlemeden el-Melikü's-Said ile beraber Aynicalüt'a hareket etti. Sultan Kutuz ise Aynicalût'ta kumandanlarını toplayıp Moğolların İslam dünyasında yaptıkları zulüm, yağma ve tahribatı anlatarak onları galeyana getirdi. Onun sözlerinden çok etkilenen kumandanlar canla başla savaşacaklarına ant içtiler. Kutuz ordusunu ikiye ayırıp bir bölümünü ormanlık sahada pusuya yatırdı, geri kalanını da yine Baybars kumandasında ileri sevk etti. Aralarında Ermeni ve Gürcülerin de bulunduğu Moğol ordusu ertesi gün Aynicalût'a geldi. Baybars'ın emrindeki Memlük kuvvetlerini gören Ketboğa bütün Memlük ordusunun bundan ibaret olduğunu zannederek hücuma geçti. Sabah güneşin doğuşunu takiben başlayan savaş sırasında Baybars sahte bir ricat hareketiyle pusu kurulan yere kadar geri çekildi. Pusuda bekleyen Memlük kuvvetlerinden habersiz olarak ilerleyen Moğollar her taraftan kuşatıldılar. Bazı birlikler çemberi yarıp kaçmayı başardılar, fakat Ketboğa savaşmaya devam etti. Savaşın bu safhasında kumandayı ele alan Sultan Kutuz da başından miğferi çıkarıp yere attı ve yalın kılıç düşman üzerine saldırdı. Öğleye kadar devam eden savaş sonunda Moğollar sayıca üstün İslam ordusu karşısında ağır bir mağlubiyete uğradı. Adamlarının kaçma teklifini reddeden Ketboğa ile oğlu esir alındılar ve sultanın emriyle öldürüldüler. Savaşa Moğol saflarında katılan el-Melikü's-Said de öldürüldü (3 Eylül 1260) Baybars, sultanın emriyle Moğol birliklerini Beysan'a kadar takip etti. Burada yeniden toparlanıp savaşa giren Moğol ordusu tekrar mağlup oldu ve bozgun halinde Fırat kıyılarına kadar kaçtı. Zafer haberi İslam dünyasında büyük sevinç yarattı. Savaştan sonra Sultan Kutuz maiyetindekilerle Dımaşk’a gitti ve iki gün kaldıktan sonra Mısır’a hareket etti. Dönüşte, Aynicalût Savaşı’nda büyük yararlıklar gösteren ve kendisine söz verdiği halde Halep naibliğine tayin etmediği kumandanı Baybars el-Bundukdârî tarafından Salihiye yakınlarında öldürüldü. (23 Ekim 1260) Aynicalût Savaşı tarihin akışını değiştiren en kesin sonuçlu savaşlardan biridir. Kutuz, cesareti, akıl ve dirayetiyle kazandığı bu zafer sayesinde Müslümanları o güne kadar maruz kaldıkları en büyük tehditten kurtarmış oldu. Aynicalût mahalli bir zafer değil, bütün İslam dünyasının büyük bir başarısıdır. Bu zaferle Suriye ve Mısır’dan başka Mağrib hatta bütün Batı Avrupa Moğol istilasından kurtarılmıştır. Zira Moğollar Müslümanların doğudaki son kalesi Mısır'ı ele geçirmiş olsalardı Mağrib'i de kolaylıkla zapt edebilir ve oradan İspanya'ya geçerek bütün Batı Avrupa'yı istila edebilirlerdi. Fırsat kollayan Haçlılar da onlarla iş birliği yaparak İslam dünyasını korkunç bir akıbete sürükleyebilirlerdi. Aynicalût Savaşı sayesinde Memlükler Suriye ve Mısır’daki hâkimiyetlerini sağlamlaştırarak Eyyübi nüfuzuna son verdiler. Moğol istilası karşısında o güne kadar daima pasif kalan ve savunmaya çekilen İslam âlemi bu savaşla ilk defa müdafaa siyasetini bırakıp hücuma geçti ve Moğollar'ın yenilmezliği imajını sildi. Bu zaferle Memlükler büyük itibar kazandılar. Osmanlıların yükselme devrine kadar İslam âleminin hamisi ve en büyük devleti olarak kabul edildiler. Savaştan sonra Müslümanlar, Moğolların tanıdığı imtiyazlardan faydalanarak kendilerine zulüm ve haksızlık eden Hristiyan ve Yahudilere karşı harekete geçerek onlardan intikam aldılar. Aynicalüt Zaferi aynı zamanda bölgedeki Haçlı devletlerinin inkırazını da çabuklaştırdı. Bu zaferle müslümanların itibarı arttığı için Moğollar Hıristiyanlığa karşı duyduklarİ sempatiden vazgeçerek İslamiyet e ilgi duydular ve kısa bir müddet sonra da Müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Moğollar Aynicalût bozgunundan sonra bir daha Suriye'yi istila amacıyla ciddi bir harekete teşebbüs edemediler. Hülagü'nün Ketboğa'nın intikamını almak üzere gönderdiği ordu Aralık 1260'ta Halep civarında çok sayıda Müslümanı öldürdüyse de kısa sürede geri çekilmek zorunda kaldı. Aynicalût Savaşı aynı zamanda Baybars'a hükümdarlık yolunu açmış ve Kutuz'u öldürerek Memlük tahtına geçmesine vesile olmuştur. Baybars sultan olduktan sonra kendisinin de büyük emeği geçmiş olan bu zaferin hatırasını ebedileştirmek için savaş meydanına “Meşhedü'n-nasr" adlı bir abide diktirmiştir ki rivayete göre İslam tarihindeki ilk abide budur.

Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə