Istanbul Üniversitesi Matbaası


Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin önemli sağlık sorunları nelerdi



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə13/29
tarix02.06.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#47135
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   29

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin önemli sağlık sorunları nelerdi


Cumhuriyet Hükümeti, birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da örgüt, yetişmiş kadro, teknoloji ve alt yapıdan yoksundu. Bütün bunları diğer bir olumsuzluk, maddi yetersizlik tamamlıyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarının sağlık sorunlarının çözümünde uygulanan sağlık siyaseti de toplum sağlığına yönelikti. Millî Sağlık Politikası; "Vatandaşların sağlığını korumak, takviye etmek, ölüm oranını azaltmak, nüfusu arttırmak, bulaşıcı hastalıklardan korunmak ve bu yolla da millet fertlerinin sıhhatli vücutlar hâlinde yetişmesini temin etmek" olarak tespit ediliyordu. Şartlar ağırdı ama imkansızlıklara rağmen bu siyaset kararlılıkla uygulanarak çok büyük olan sağlık sorunlarının çözümü için kararlı adımlar atıldı ve olağanüstü başarılar elde edildi.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarının toplumsal sağlık sorunlarının başlıcalarını şu başlıklar altında toplayabiliriz:



  1. Bazı bölgelerde daha yoğun olup, bütün ülke sathına yayılmış ve insan gücünü sınırlayan ve kısıtlayan sıtma,

  2. Çocuk ölüm hızının yüksekliği,

  3. Verem,

  4. Frengi,

  5. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da Trahom,

  6. Hekim, meslek eğitimi almış hemşire ve ebe ve diğer sağlık üyelerinin sayıca yetersizliği,

  7. Hastane ve benzeri kuruluşların yetersizliği,

  8. Bütün bunların sonucu çoğu hasta ve az sayıda nüfus.

O günkü şartları bildirmesi bakımından Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mart 1923’de T.B.M.M.’ni açarken yaptığı konuşma önemlidir: “Sağlık çalışmalarımızın önemli bir kısmı salgın hastalıkların durdurulmasına ve bulaşmayı önlemeye sarf edildi. Bu türlü hastalıklardan yalnız çiçek ile lekeli humma bazı bölgelerde sınırlı bir şekilde salgın yapma eğilimi göstermişse de, zamanında alınan ve devam edilen durdurucu ve koruyucu tedbirlerle önlerine geçilmiştir. Memleketin büyük bir kısmının düşman tarafından bir harabe şekline ve mazlum ahalisinin derin bir sefalet içerisinde bırakıldığı, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye sürekli göç akımının sürüp gitmekte olduğu şimdiki durum karşısında bu gibi hastalıkların görülmesi şaşırtıcı olmayıp, belki bunların yerlerinde çabucak söndürülmesinde gösterilen başarının kıvanç vermesi gerekir. Bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı insanların korunması hususunda büyük hizmetleri görülen aşıları hazırlamakta olan Hıfzısıhha Müesseseleri tam başarıyla çalışmalarına devam etmekte ve bulaşıcı hastalıklarla ilgili savaşta yararlı hizmetler vermektedir. Kapitülasyonların kaldırılması işinin meyvesi olarak milletlerarası bir idare durumundan çıkarılıp, doğrudan doğruya Vekâlet’in idare kollarından biri haline gelen eski Karantina Sağlık İşleri de en zor şartlar içerisinde teslim alınmış olmasına rağmen, tam başarı ile sürdürülmekte ve yönetilmektedir. Sıtma hastalığının kökünden koparılması için tek çare olan bataklıkların kurutulması ve ıslahı, şehir ve köylerin sağlık şartlarının düzeltilmesi ve noksanların bitirilmesi ise normal şartlar gelir gelmez başlanacak bayındırlık ve sağlık işlerimizin en kaçınılmaz ve önemlilerinden biri olacaktır. Frengi savaşı her yerde ve her zamanki çalışmalarla sürdürülmektedir. Yıkıcı endemik hastalıklarımızdan şüphesiz bulaşıcı olan verem hastalığına karşı şimdiye kadarki durum ve şartların maa-t-teessüf müsaadeye imkân vermediği tedbirlere başlangıç olmak üzere, İstanbul’da veremliler dispanseri açmak ve bu suretle yeni ve pek lûzumlu bir savaşın ilk temel taşını koymak düşünülmektedir”. Atatürk’ün Savaş kazanıldıktan hemen sonra yaptığı bu konuşmasından, o günlerin koşullarını iyice değerlendirmek gerekir. İşgal güçleri ile savaş sürüyor, ülke harabe halinde ve fakir, ülkenin düşman istilasına, hastalıkların istilası da eşlik ediyor. Bu koşullarda bulaşıcı hastalıklarla mücadele ediliyor.

Cumhuriyet Dönemi ilk çalışmaları ve sağlık organizasyonları

Cumhuriyet idaresi, halkın sağlığını korumak için en gelişmiş ülkeler ne yapmışsa, bütçenin darlığına bakmadan aynen yapmıştır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra ordu hariç, ülkenin tüm sağlık işleri Sağlık Bakanlığı’na verildi. Sağlık örgütünün kurulmasında 1923-1937 yılları arasında Sağlık Bakanlığı yapan Dr. Refik Saydam (22.11.1924-3.3.1925 yılları arası Dr. Mazhar Germen) ve ekibi savaşlar boyunca salgın hastalıklarla mücadele etmişlerdi. Atatürk döneminin ilk temel yasalarını çıkartan, ilk sağlık programını hazırlayan Dr. Refik Saydam çok iyi bir teşkilâtçı idi. Sağlık Bakanlığı’nın 1925 yılında hazırladığı ilk çalışma programında şunlar yer alıyordu:


  1. Devlet sağlık örgütünü genişletmek, köylere kadar götürmek,

  2. Sağlık personeli yetiştirmek,

  3. Nümûne hastaneleri açmak, doğumevleri ve çocuk bakımevleri kurmak,

  4. Sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz gibi hastalıklarla savaşmak,

  5. Sağlıkla ilgili kanunları çıkarmak,

  6. Merkez hıfzısıhha (koruyucu hekimlik) enstitüsü ve hıfzısıhha okulu kurmak.


Sağlık Örgütlenmesi

Sağlık hizmetlerinin merkezileşmesi 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da benimsenmiş, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Fransa’dakine benzer organizasyonun adımları atılmış, Cumhuriyet döneminde de bu yöntem devam etmiştir. 3017 sayılı “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Teşkilat ve Memurin Kanunu” 1936’da çıktı. Bu kanunda sağlık işlerinin yürütülmesinde görevli birimler ve görevler belirtiliyordu.

Dr. R. Saydam’ın planladığı bu hedefler öncelikle o yılların birinci derecedeki gereksinimi olan halk sağlığı hizmetleriydi. Sağlık hizmeti sunumu illerden ilçelere, ilçelerden köylere kadar personel ve kurumsal olarak düşünülmüştü. Sıtma, trahom ve frengi ile mücadele için merkezi ve taşra birimleri bulunan özel hizmet örgütleri kuruluyordu. 1925 yılında Türkiye’deki resmi sağlık kurumlarındaki hekim sayısı toplamı 1631’di. Hükümet tabibinin görevi ilçelerden nahiyelere kadar genişletildi. Ayrıca seyyar hekimler bütün ulaşım güçlüklerine rağmen, hayvan sırtında köylere giderek muayene ve ilaç ücreti alınmaksızın halka sağlık hizmeti sunuyorlardı.

Ülkenin küçük ve büyük bütün yerleşim merkezlerine hastane hizmetinin götürülmesinin mümkün olmadığı Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilçe merkezlerinde ve daha sora il merkezlerinde “Muayene ve Tedavi Evleri” kuruldu. Az sayıda yatağı olan bu birimlerin esas amacı ayaktan tedavi ve muayeneydi. Sağlık Bakanlığından sonra belediyeler de aynı hizmete katıldılar. 1950 yılına gelindiğinde bu birimlerin sayısı 300 civarındaydı ve yenilerinin yapılmasına bu tarihte son verildi.



Atatürk’ün ve devletin sağlık politikası o yılların gereksinimi olan halk sağlığına odaklıydı. Örnek bir halk sağlığı kuruluşu Atatürk’ün isteği ve yardımları ile Ankara’da Etimesgut İçtimai Hıfzısıhha Numune Dispanseri adıyla 1930 yılında hizmete girdi. Az sayıda yatağı olan dispanser bucak merkezi ve köylerine koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini bir arada sunmak üzere planlanan bu çalışma daha sonra taşra sağlık hizmet ünitelerinin oluşturulmasında tek örnek oldu. Bu merkez ayrıca hekimlerin kurs ve eğitim gördüğü örnek bir kuruluşu temsil ediyordu. 1950 yılında sayısı 16 olan sağlık merkezlerinin sayısı 1960’da 283’e ulaştı.

1960 yılında yeni bir görüşle hazırlanan 09.07.1961 tarih ve 334 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” sağlık hizmetini bir anayasa gereği görerek “Sosyal Güvenlik” ve “Sağlık Hakkı” ile ilgili 48 ve 49. maddelere yer verdi:

Madde 48. Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için Sosyal Sigortalar ve Sosyal Yardım teşkilatı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.

Madde 49. Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesi ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla görevlidir.

Yürürlükte olan 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun” ve yasaya dayandırılarak uygulanan Sosyalleştirilme; 1961’den bugüne kadar gelen başta taşra-kırsal kesim olmak üzere ülke sağlık hizmetlerini biçimlendirdi. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinde önemli isim, 1960 yılında Sağlık Bakanlığı olan müsteşarı Dr. Nusret Fişek’tir. Yasa metinlerine göre sosyalleştirilme “ Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı her çeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafların bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmasıdır. Başka bir ifade ile sosyalleştirilme zorunlu sağlık sigortası yöntemi ile taşra-kırsal kesime sağlık alt yapısı hizmetlerinin götürülmesi ve sürdürülmesidir. Finansman yönünden tanımlanması ise ülkemizde zorunlu sağlık sigortası uygulamasının başlaması demektir”. Ancak sağlık sigortası yasa görüşmeleri sırasında tasarıdan çıkarıldı. Sosyalleştirilme yasası ile taşra-kırsal kesimdeki koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetlerinin sürdürüleceği sağlık ünitelerine “sağlık ocakları” denmesi benimsendi. Ülkemizin tümünde 1995 yılına göre en az bir hekim ve yeter sayıda sağlık personelinden oluşan 4927 sağlık ocağı, köylerde yardımcı sağlık personelinin görev yaptığı 11888 sağlık evi bulunmaktaydı. Bugün tüm ülke sosyalleştirilme programı kapsamı içerisindedir.

Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’a göre sosyalleştirme örgütü sağlık evleri, sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneler, çeşitli koruyucu sağlık hizmeti kurumları, sağlık hizmeti özelliği gösteren yerler için kurulmuş sağlık kurumları, sağlık müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık Bakanlığının merkez örgütü ve diğer bakanlık ve kurumlarda Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden meydana gelecekti. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi çalışmalarına 1963 yılında başlanmış ve halen de devam etmektedir.

Türkiye’de sağlık örgütlenmesi hakkında geniş bilgi için bakınız: Erdem Aydın: Cumhuriyet Dönemi Sağlık Örgütlenmesi. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, (5): 141-172, 1999. Erdem Aydın: Atatürk ve Türkiye’de Sağlık Hizmeti Anlayışı. V. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, Ankara, 1999, s. 117-122. Erdem Aydın: Türkiye’de Sağlık Teşkilatlanması Tarihi. Naturel Yay. Ankara, 2002.

Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü

Cumhuriyet dönemi sağlık çalışmalarından biri de Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’nün kurulmasıydı. 1925 yılında Bakanlık çalışma programında “Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü” kurulması kararlaştırılmış, 27.5.1928 tarih ve 1267 sayılı kanunla Sağlık Bakanlığına bağlı olarak; İstanbul ve Sivas’taki bakteriyolojihanelerle, Ankara’da bulunan kimyahanenin bir araya getirilmesiyle Ankara’da Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü kurulmuş ve 04 Ocak 1941 tarih ve 3959 sayılı kanunla görev, yetki ve sorumlulukları tespit edilmişti. Mikrobiyolojik, serolojik, parazitolojik, hematolojik, toksikolojik ve kimyasal muayene ve analizler, gıda ve suların kontrolleri, formasötik tahliller yapmak, aşı hazırlamak gibi önemli görevleri yürütmektedir.



Hudut ve Sahiller Sağlık İdaresi

19. yüzyıl ortalarında salgın yapan hastalıklara önlem amacıyla kurulan Karantina İdaresi’nin Anadolu sahillerinde bulunan idareleri Kurtuluş Savaşı sırasında Milli Meclisin idaresine geçti ve Lozan Antlaşması ile tek bir merkezden idare edilmesi amacıyla “İstanbul Limanı ve Boğazlar Umur-ı Sıhhiye Müdüriyeti’ne bağlandı. 1925 yılında “Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü” adını alan kuruluş, deniz, hava ve kara yolu ile ülkeye girebilecek olası hastalıklara karşı gerekli kontrolleri bağlı taşra örgütleri ile birlikte yürütmektedir.



Milli Tıp Kongrelerinin Sağlık hayatına yansımaları

İlki 1-3 Eylül 1925 tarihlerinde Ankara gerçekleştirilen ve iki yılda bir toplanan Milli Tıp Kongrelerinde ülkenin sağlık sorunları ile ilgili bildiriler sunulurken, çözüm için öneriler getiriliyor, özellikle Atatürk döneminde sağlık politikalarına yön veriliyordu.



I. Milli Türk Tıp Kongresi (1-3 Eylül 1925 Ankara): Çocuk ölümleri ve Sıtma

Çocuk ölümleri ve nüfus azlığı sorunu, Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfus siyaseti

İlk oluşu yanında, savaştan çıktıktan sonra, bulaşıcı hastalıklarla boğuşulduğu bir sırada gerçekleştirilmiş olması bu tıp kongresinin önemini arttırmaktadır.

Savaşlar, göçler ve hastalıklar ülkenin nüfusunun azalmasına sebep olmuştu. Bu sebeple Cumhuriyetin ilk yıllarının nüfus siyaseti, nüfusun arttırılması yönündeydi. Kongrede anne sağlığı ve çocuk ölümleri sorunu çeşitli yönleriyle ele alındı, Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılmalar yapıldı.

Bu oturumun tartışma kısmında katılımcılardan Dr. Mithat’ın konuşması, halkın o yıllardaki değerlerini ortaya koyması bakımından önemlidir: “ Ben yıllardır Anadolu’da çalışıyorum. Maalesef Anadolu’da evlenme yaşı kızlarda 11, erkeklerde 13’dür. Kongre bu konuda fikir birliğine varıp karar alsın. Ayrıca evlenmeden önce yalnız erkekler muayeneye tabi tutuluyor. Sıhhiye Vekâleti kızların muayene edilmemesi için emir veriyor. Neden? Muayenede yalnız ağzına bakılsın deniliyor. Bir tabibin gözü dürbün değildir ki ağza bakıp evlenmeye engel bir hastalık olup olmadığını anlasın. Cumhuriyet hükümeti birçok taassubu yıktı. Kızların muayene edilmemesi taassubunu da yıkmalı. Onbeş yıldır Anadolu’nun muhtelif yerlerinde bu sorunla mücadele ettim. Köylülerle konuştum. Hayvanların için uğraşıyorsun da çocukların iyi döl versin diye neden uğraşmıyorsun diye sordum. Gazetelere yazı yazdım. Ama ne yazık ki başarılı olamadım. Kadı Efendi diyor ki, nasıl olur da dokuz yaşında kız muayene edilir? Kongrenin bu sorunu halledeceğine inanıyorum”.

Ülkemizde ilk güvenilir nüfus sayımı 1927’de yapılmış ve bu ilk sayımda ülkemiz nüfusu 13 648 270, 1935’de yapılan ikinci sayımda ise 16 158 000 olarak bulunmuştu. Atatürk’ün “Nüfusumuzun 20 milyon olduğunu bir görebilsem” dediği söylenir.

Ölümlerin azaltılması, doğumların çoğaltılması, toplum sağlığına önem verilmesi Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu sorunlardandı. O şöyle diyor: “Nüfusumuzun korunması amacına önemle dikkatlerinizi çekerim. Toplumun sağlığı için öngörülen köklü önlemler durmaksızın geliştirilmeli ve genişletilmelidir”. Milletin sağlığının korunması ve hastalandığında tedavi edilmesinin Devletin görevi olduğunu da söylüyordu: “Memleketin sıhhatini korumak ve takviye etmek, ölümü azaltmak, nüfusu çoğaltmak, bulaşıcı ve salgın hastalıkların tahribine karşı koymak ve bu suretle MİLLET fertlerinin dinç ve çalışmaya kabiliyetli sıhhatli vücutlar halinde yetişmesini temin etmeliyiz”. “ULUSUN, Ulus gençlerinin, çocuklarının sağlıkları, sağlamlıkları, gürbüzlükleri Devlet’in üzerine düşmesi gereken çok önemli bir sağlık işidir.”

Görüldüğü gibi anne ve çocuk sağlığı Cumhuriyet idaresinin en önemli sorunlarındandı. 1940 yılında doğum ve çocuk bakımevi olmayıp, genel hastaneler içinde yatak sayısı 265 idi. 1947’de doğum ve çocuk bakımevi sayısı 14, yatak sayısı 355’di. 1991’de ise doğum ve çocuk bakımevi sayısı 38, yatak sayısı 6926’dıydı. Bugün yalnız İstanbul’un 28 ilçesinde 35 Ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezi çalışmalarını sürdürmektedir.

1927 ile 1933 yılları arasındaki nüfus artış oranı % 2.13’dü. 2. Dünya Savaşı’na girmememize rağmen ilâç yokluğu ve tıbbî bakım yetersizliğinden dolayı artış oranı bu dönemde %1.1’e düşmüştü. Savaş sonrası politik ve ekonomik durumun düzelmesi, sıtma ile savaşta başarı kazanılması ve tıbbî bakımın daha yeterli hale gelmesi sebebi ile nüfus artış oranı zamanla yükselmeye başladı. Nüfusun hızla arttığını düşünen politikacılar 1965 yılında, o zamana kadar yasak olan gebeliği önleyici ilâçların satışını serbest bıraktılar.



Sıtma ve bulaşıcı hastalıklarla savaş

Atatürk TBMM’nin ikinci dönem ikinci yasama yılını (1 Kasım 1924) açış konuşmasında, ülkenin en önemli sağlık sorunun sıtma olduğunu belirtmiştir: “Efendiler, geçen yıl içinde bütün ülkede yaygın bir sağlık kuruluşunun kurulması çalışmalarına başlanmıştır. Günümüze kadar genel sağlık durumuna önem vermenin derecesi, bu yolda uğraşı verdikçe daha belirgin olarak görülmektedir. Önümüzdeki yılda da genel sağlık çalışmaları için önlemler almak özellikle gerekmektedir. Hele sıtmaya karşı başlı başına bir uğraş dönemine girilmesi, yüce Meclisin öngöreceği büyük işler arasında sayılmalıdır. Doğrusu bizim için nüfusun korunması ve sağlık içinde bulundurulması ve çalışanların sağlıklı ve canlı olmasını sağlayıcı önlemlerin en başında sıtma mücadelesi bulunmalıdır”.

Kongrenin sıtma oturumunda Türkiye’nin sıtma coğrafyası ele alınarak, sıtmanın en sık olarak Trabzon, Ordu, Samsun, İzmir, Çanakkale, İzmit, Aydın, Menteş, Denizli, Antalya, Silifke, Mersin, Adana, Maraş, Diyarbakır, Mardin’de bulunduğu belirtildi. Bu ilk Kongrede, sıtmanın yayılmasında rol oynayan coğrafi özellikler, nehir ve kolları, göller, bataklıklar sorunu çok geniş olarak anlatıldı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında 12 milyon civarında olan Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası, savaşanların %40’ı sıtmalıydı. Sıtma insanların çalışma gücünü kısıtlıyor, buna bağlı olarak ekonomi kötüleşiyordu.

Umumî Hıfzısıhha Kanunu çıkmadan önce sıtma mücadelesine başlanmış ve 1924 yılında İstanbul’da “Sıtma Mücadele Komisyonu” kurulmuştu. Sıtmaya sebep olan sivrisineklerin tanınmasında yardımcı olmak üzere Almanya’dan çağırılan iki uzman ve Türk hekimlerinin ortak çalışmalarıyla 1928’de Adana’da “Sıtma Enstitüsü” kuruldu. Bu merkez mezun hekimlerin staj yeri oldu. Türkiye’de sıtma ile mücadele esasları ilk defa 1926’da kabul edilen 839 sayılı yasayla kondu. Daha sonraki yıllarda da sıtma ile mücadele ile ilgili olarak önemli yasalar çıkarıldı. 1926-1938 yılları arasında Bursa, Samsun, İstanbul, İzmit, Konya, Balıkesir, Diyarbakır, Eskişehir, İçel, Kayseri, Maraş ve Trakya bölgesinde 16 sıtma savaş ekibi kuruldu. Küçük sıhhat memurlarının bulunduğu ekibi uzman bir hekim yönetiyordu ve bir laboratuarı bulunmaktaydı. Gezici ekipler Adana’da açılan sıtma hastanesi mücadelede görev aldılar. Türkiye Cumhuriyeti sıtma savaşında dünya çapında bir başarı kazandı. Sıtmalı yörelere, 1925-1931 arasında 6500 kilogram kinin dağıtıldı. Günümüzde sıtmanın kökten yok edilemeyeceği, bu sebeple sıtmaya karşı her zaman uyanık olunması gerektiği anlaşıldı.



Atatürk döneminde bulaşıcı hastalıklara karşı savaşla ilgili birçok yasa, tüzük ve yönetmelikler çıkarıldı. Bu yasalar içinde en önemlisi 1930 yılında kabul edilen 1593 sayılı Umumî Hıfzısıhha Kanunu ile ülkemizde görülen bulaşıcı hastalıklarla yapılacak mücadele yollarını saptayan yasadır (Bu yasanın, Bakanlığın görevlerini belirleyen 18 maddesinden 15'i, koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgiliydi ve o dönemin, uluslararası düzeyde en ileri sağlık yasalarından biriydi).

1993 yılında Türkiye’nin tüm sathında tespit edilen sıtmalı sayısı 47 210’dur.

Birinci tıp kongresi, sıtma mücadelesi ve çocuk ölümlerinin önlenmesinde hükümetin sağlık programı ve sağlık teşkilatının belirlenmesinde önemli rol oynadı. Bu ilk tıp kongresinde ülkenin ileri gelen tıp adamları yanında, köylere kadar giderek hizmet veren hekimler, genç Cumhuriyet’in sağlık alanında alınması gereken önlemleri dile getirdiler. Bu önlem önerilerini çok kısa olarak; daha sonraki yıllarda hepsi gerçekleşmiş olan kadın hastalıkları ve doğum hastaneleri, doğumhaneler, çocuk hastaneleri, ana-çocuk sağlığı merkezleri kurulması, sıtma mücadelesinde gerekli şartların temini, verem dispanserleri ve hastanelerinin açılması, istatistik merkezi kurulması, ebe eğitiminin ele alınması olarak belirtebiliriz. Konuşmacıların hemen hepsi hemşireye ve özellikle halk sağlığı hemşiresine ihtiyaç olduğunu ve hemşire okullarının açılmasının şart olduğunu belirtiyorlardı.

II. Milli Türk Tıp Kongresi (11-13 Ekim 1927 Ankara): Trahom ve Verem

İkinci Milli Türk Tıp Kongresinde Atatürk, kongreyi düzenleyenleri kabul ederek şunları söylüyordu: “Tıp kongrelerinin devam etmesi memleketimizde yararlı sonuçlar vermektedir. Doktorların her taraftaki çalışmaları son derece memnuniyet vericidir. Bu ikinci kongre ile ve gelecekte toplanacak kongreler ile memlekete faydalı kararlar alınacağından ümitliyim”.



Trahomla mücadele

1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı. 1925 yılında 981 numaralı “Trahomla Savaş Kanunu” ile birlikte özellikle önce “Körler Beldesi” denilen Adıyaman ve Malatya’da olmak üzere doğu illerimizde trahom savaşına başlandı. 1927 kongresinden sonra savaş hız kazandı. Trahomlu çocuklar için okullar açıldı. Halkın eğitimi için büyük gayret sarf edildi. Sabit ve gezici ekiplerin yanı sıra yataklı kurumlar da devreye sokuldu ve daha sonraki yıllarda çıkarılan ek kanun ve çalışmalarla trahomun kökü kazındı.



Veremle mücadele

Spesifik tedavisinin henüz bulunmadığı, suni pnomotoraks, torakoplasti, güneş banyoları ve istirahatla tedavi edilmeye çalışılan, insan gücü kaybı ve çok sayıda ölüme sebep olan verem, Kongrede çeşitli yönleriyle ele alındı.

Cumhuriyet döneminde verem savaşına gerekli önem verilmesine rağmen maddî zorluklar sebebi ile geniş ölçüde bir savaş sistemi oluşturmak uzun yılları aldı. Tedavisi uzun süren bu sosyal hastalıkla mücadeleye çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığı ile halkın da katılması gerekiyordu. 1923’te Dr. Behçet Uz’un girişimi ile “İzmir Veremle Mücadele Cemiyet-i Hayriyesi”, ardından “Balıkesir Veremle Mücadele Cemiyeti” kuruldu. 1923’de Bakanlığın isteği ile İstanbul Özel İdaresince bir dispanser ve 1924’te Heybeliada Sanatoryumu açıldı. 1927’de İstanbul Verem Mücadele Cemiyeti kuruldu. Haydarpaşa ve İzmir’deki bulaşıcı hastalıklar hastanelerini takiben diğer devlet hastanelerinde de veremliler için yataklar açıldı.

1930 Hıfzısıhha Kanunu’nun verem savaşını zorunlu kılması ile çalışmalar genişletildi. Verem savaşı derneklerinin açılmasıyla, kanunlarla belediyelerce eğlence yerlerinden alınan hissenin % 10’unun verem savaşı derneklerine verilmesi sağlandı. Veremle mücadele başarısında; Ocak 1948’de kurulan “Türkiye Ulusal Verem Savaş Derneği”nin ilk başkanlığına getirilen ve vefatına kadar 15 yıl bu görevde kalmış olan Tevfik Sağlam Paşa’nın büyük rolü oldu.

Cumhuriyetten önce de yaygın olan veremden ölümlerin sayısı dünyada ve ülkemizde İkinci Dünya Savaşı sırasında daha da arttı. Sağlık Bakanlığının 1943-1947 yılları arasında Ankara, Bursa, Eskişehir, İstanbul ve İzmir kentlerinde yapmış oldukları ölüm tespitlerinde, veremden ölümler daima ilk üç sıra içinde görülüyor ve genel ölümlere oranı da ortalama %13.5 olarak saptanıyordu. 1980’de 100 000’de 9, 1992’de 100 000’de 2.5 olmuştur. Bu azalmada sağlık koşullarının düzelmesi yanında vereme karşı ilaçların bulunması da şüphesiz etkili oldu.

1993 yılı istatistiğine göre, Sağlık Bakanlığına bağlı verem dispanseri sayısı 255, Verem Savaşı Derneği’ne bağlı olanların sayısı 30’du. Sağlık Bakanlığı’na bağlı Verem Savaş Komitesi ve Verem Savaş Genel Müdürlüğü, verem savaşı dernekleri, hastaneleri, gezici tarama istasyonları, BCG kampanyaları ile hastalığa karşı çok iyi sonuçlar alındı.

Günümüzde sadece İstanbul’un 24 ilçesinde 25 Verem Savaş Dispanseri bulunmaktadır.

III. Milli Türk Tıp Kongresi (17-19 Eylül 1929 Ankara): Frengi, Kızıl ve Kanser

Üçüncü Kongrenin frengiye ayrılmasının sebebi, hastalığın özellikle, Bolu, Kastamonu, İstanbul’da yaygın olmasıydı. Kongrede frenginin teşhis ve tedavisi ele alındı ve öneriler getirildi. Ankara’da Milli Meclis’te 1921 yılında çıkarılan “Frenginin Men ve Tahdid-i Sirayet ve İntişarına (frenginin durdurulması ve bulaşmasının sınırlandırılması, önlenmesi) Ait Kanun”’dan sonra 1925 yılında “Frengi Tedavi Talimatnamesi” çıkarıldı ve tedavinin Devlet tarafından parasız yapılması kabul edildi. Aynı yıl frengi özel tarama ekipleri ve savaş kurulları ile hastalığın yoğun bulunduğu bölgelerde savaş kampanyasına girildi. Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile de taramalara halkın gelmesi ve her frengili şahsın kendisini ve çocuklarını tedavi ettirmesi zorunluluğu kabul edildi. Hastalığın evlilik yoluyla bulaşmasını önlemek için 1931 yılında “Evlenmelerde Muayene Nizamnamesi” çıkarıldı.

1927 yılında Ankara ve İzmir’de “Deri ve Tenasül Hastalıkları Tedavi Evi” adıyla açılan dispanserlerin sayıları arttırıldı. Sağlık Bakanlığından ayrı olarak Belediyeler de frengi çalışmalarına katkıda bulundular. 1945 yılından itibaren yaz aylarında köylerinden ayrılan frengili hastaların tedavilerinin devamlılığı için “Geçici Frengi Tedavi İstasyonları” kuruldu. 1957 yılında çıkarılan Tedavi Yönetmeliği, 1964 yılında tekrar gözden geçirildi ve yeni yönetmelik çıkarıldı.

Kongrenin kanserle ilgili oturumunda özellikle meme ve rahim kanseri üzerinde duruldu. 1936 yılında İstanbul Üniversitesi içinde “Kanser Enstitüsü”, 1947’de Ankara’da “Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu” kuruldu.

Ciddi yan etkiler yapması sebebiyle kongrede tartışılan kızıl hastalığı ile ilgili teşhis, tedavi ve korunması (aşı, serum) üzerinde duruldu. Kızıla karşı 1928 yılından itibaren Merkez Hıfzısıhha Müessesesi tarafından hazırlanan aşı uygulandı.

Diğer Enfeksiyöz hastalıklarla mücadele

Yüzyıllar boyunca salgınlar yaparak büyük kırım yapan çiçek hastalığına karşı aşının yasal olarak zorunlu olması ve bu aşı uygulamasının sistemli bir şekilde yapılması, halkın eğitilmesi sonucu bu hastalık yurdumuzda kökünden kazındı ve 1957 yılından beri tek vaka görülmedi.

Cumhuriyetle birlikte lepra, kuduz, tifüs, veba gibi enfeksiyöz hastalıklarla mücadele de sistemli bir şekilde yürütüldü. Difteri vakalarının çoğaldığı yerlerde 1895 yılından beri ülkemizde üretilen difteri serumu uygulandı. Bulaşıcı menenjite karşı aşı yapıldı.

Paraziter hastalıklarla da 1929 yılından itibaren sistemli bir şekilde mücadele edildi. Daha önce nekatoryazın bulunduğu saptanmış olan Hopa civarındaki köylerde inceleme yapıldıktan sonra, Hopa’dan başlayarak Kemalpaşa, Arhavi, Vice ve Pazar’ın Ardeşen ve Hemşin nahiyelerinde çalışmak üzere bir bakteriyolog ve altı sağlık memurundan oluşan bir ekip gönderildi ve bir de laboratuvar kuruldu. Beşinci Milli Tıp Kongresinin (1933) ana konularından olan Paraziter hastalıklar hakkında Kongrede raporlar okundu ve alınan önlemler rapor edildi. İlaç tedavisinin yanı sıra, sıhhi helaların yapımına önem verildi ve halkın insan dışkısını tarlalarda kullanılmasının yasaklanması karı alındı. 1930'da özellikle Doğu Karadeniz'de yaygın olan ölümcül ankilostom parazitine karşı mücadele başlatıldı, üç yıl içinde 43 865 hasta tedavi edildi.

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sağlık Müdürlükleri, Hükümet ve Belediye tabiplikleri ile yürütülen ve 1930 yılından itibaren Bulaşıcı Hastalıklarla Gezici Mücadele Ekipleri ve ekiplerde bulunan bakteriyolog ve sağlık memurlarının çalıştığı gezici bakteriyoloji laboratuvarları ile bulaşıcı hastalıklara karşı dünyaca takdir edilen başarılı savaş verildi. Tebhirhanelerde (sterilizasyon için buhar makinalarının bulunduğu yerler) çamaşır ve istenen malzemenin sterilizasyonu yapılıyordu. 1925 yılında 54 sabit etüv ve 102 seyyar etüv ve formol cihazı vardı.

"Da’ül kelp Tedavihanesi" (Da: hastalık, kelp: köpek, kuduz tedavihanesi) adıyla yalnızca İstanbul'da bulunan, bu nedenle Anadolu'da birçok acılı ölüme neden olan Kuduz'u önlemek için, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum'da Kuduz Tedavi Müessesi açıldı; yerli kuduz aşısı üretildi.

Sağlık Bakanlığı halkı bulaşıcı hastalıklar hakkında aydınlatmak amacıyla birçok broşür yayınladı, sergiler açtı.

Kongrelere Konu Olan Diğer Sağlık Sorunları

İki yılda bir yapılan Milli Türk Tıp Kongrelerinin konuları; o yılların sağlık sorunlarını yansıtması bakımından da önemlidir. Beslenme ve raşitizm (1931), kaplıcalar, maden suları, içmeler, barsak parazitleri (1933), toksikomani ve romatizma (1935), grip ve öjeni (1937’de yapılması gereken kongre Cumhuriyet’in 15. yılı onuruna 1938’de yapılmış), safra kesesi hastalıkları ve spor hekimliği (1943, 2. Dünya Savaşı sebebi ile), köy sağlığı ve vitaminler (1946), iş hekimliği ve tiroit hastalıkları (1948), tıbbi ve sosyal yönüyle verem (1950), romatizma ve çocuk sağlığı (1952), alerji ve hekim-devlet, hekim-cemiyet ilişkileri (1954), ateroskleroz ve Türk hekiminin sosyal durumu (1956), akciğer kanseri, kalp cerrahisi, milli sağlık planımız (1958), su ve elektrolit bozuklukları ve rehabilitasyon (1960), psikosomatik hekimlik, lepra, halk sağlığı ve tıpta ihtisas (1962), polimyelit, hipertansiyon, trafik kazaları, tıp eğitimi ve ihtisası (1964), nüfus ve aile planlaması, kanser, ihtiyarlık (1966), şok, fertilite ve sterilite, Türkiye’de hekimlik mevzuatı (1968). Daha sonra adı Türkiye Tıp Akademisi olan Türkiye Tıp Encümeninin düzenlediği Milli Türk Tıp Kongreleri bazı yıllarda aksamalar göstererek kongre niteliğini koruyarak 1996’ya kadar devam etti. 1996 ve 2000 kongreleri daha çok toplantı gibi gerçekleşti. Tıbbın her alanının dernekleri vardı ve kendi kongrelerini düzenliyorlardı. 2004’de kadar Osteoporoz, tıbbi etik ve diyabet konularında yılda birer günlük toplantılar düzenlendi.

Milli tıp kongrelerinin ülkenin sağlık sorunlarına dikkat çekilmesi ve çözümünde büyük katkıları oldu. Görüldüğü gibi kongrelerde sıtma, verem, trahom, çocuk ölümleri gibi öncelikli sosyal konulardan, fertilite ve sterilite gibi özel konulara geçilmiştir. Genç Cumhuriyetin temel sağlık sorunları olan kolera, sıtma, verem, trahom, frengi hastalıkları Cumhuriyet'in 75. yılında temel sağlık sorunu olmaktan çıkarıldı. Bu hastalıklarla savaşta, dünyaya örnek oluşturan kampanyalara ve başarılı sonuçlara imza atıldı.

Cumhuriyet, tıptaki gelişmelere paralel olarak ülkemize ihtisas hastaneleri kazandırdı, yeni ihtisas dallarında çok daha isabetli tedavi olanaklarına kavuşuldu. Ekonomi ve sağlık hizmetlerindeki gelişmeler, Cumhuriyetin sağlık politikalarına yansıdı.Türkiye, sağlık alanında başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) olmak üzere birçok uluslararası sağlık kuruluşuna üye ve onlarla sıkı bir işbirliği içinde çalışıyor.



Tıp Eğitimi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında hekim gereksiniminin karşılanması

14 Mart 1827’de kurulan ve modern tıp eğitimini amaçlayan Tıphane’yi, bugünkü tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediyoruz. Tıphane geçirdiği çeşitli aşamalardan sonra 1933 Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi adını aldı. 1933'te uygulanan rejimden dolayı Almanya'dan ayrılmak zorunda kalıp Türkiye’ye gelen Musevi asıllı seçkin hocaların İstanbul Üniversitesi ve özellikle tıp fakültesine önemli katkıları oldu. İstanbul Üniversitesi içindeki tek tıp fakültesi 1967 yılında ikiye ayrılarak İstanbul ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri adlarını aldılar.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 1945 yılına kadar Türkiye’nin tek tıp fakültesi olarak hizmet verirken, 1937 yılında Atatürk'ün emriyle Ankara’da bir Tıp Fakültesi kurulması kararlaştırıldı ve çalışmalara başlandı. Ancak ikinci Dünya Savaşı bu girişimin gecikmesine neden oldu. Konu 1945 yılında tekrar ele alındı ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ilk olarak 1945-1946 ders yılında 308 öğrenci ile eğitime başladı. Bunu takiben 1955 yılında İzmir’de Ege Üniversitesi bünyesinde yeni bir tıp fakültesi açıldı. Diğer tıp fakültelerimizin kurulması ise 1960’lı yıllarda başladı.

Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi 1966, Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 1967, Kayseri’de Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi 1968, Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Osman Gazi Tıp Fakültesi ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 1970, Samsun’da Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi 1973 yıllarında kuruldular. Ülkemizde şu anda vakıf üniversitelerine bağlı olanlar da dahil 52 tıp fakültesi bulunmaktadır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında gelir düzeyi düşük olan başarılı öğrencilerin de tıp eğitimi alması için özendirici kararlar alındı. Ücretsiz öğrenci pansiyonları, burs olanakları sağlandı. Hekimliğe isteklileri arttırmak amacıyla liseyi en az iyi dereceyle bitiren gençlerin tüm ihtiyaçları devletçe karşılanıp Tıp Fakültesinde okutulması için 1924 yılında İstanbul’da yatılı Tıp Talebe Yurdu açıldı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin olanakları, ayrıcalıklı desteklerle arttırıldı. Üniversite'deki öğrenci sayısı 1000'e çıkarıldı.

Bulaşıcı hastalıklardan kırılan ülkemizde sahada çalışacak hekimlere gereksinim vardı. Bu gereksinim 1923 yılında hekimlere iki yıllık zorunlu hizmet yasası ile karşılandı. Anadolu'da hizmet yapan hekimlerin aylıkları yükseltildi. O yıllarda koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan bir hekim, zorunlu hizmet yaparken, başbakandan daha fazla ücret alıyordu. İlk hekim açığı kapatıldıktan sonra kendi hesabına okuyanların mecburi hizmeti kaldırıldı.

Cumhuriyet'ten sonra, hekimlerin görev ve çalışma koşullarını belirleyen yeni yasalar çıkarıldı. 1928 yılında 1219 numaralı “Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarz-ı İcrasına (tıp ve şubeleri sanatlarının uygulama usulüne) Dair Kanun” hekim, diş hekimi, ebe, sünnetçi ve hemşirelerin uyması gereken usulleri kapsıyordu.

Eczacılık Eğitimi ve Eczacılık

Türkiye’de eczacılık eğitimi Tıp Mektebi içinde 1839 yılında başladı. Mektepten yetişen eczacı sayısı az olduğundan çıraklıktan yetişenlerden yararlanılıyordu. 1933 Üniversite Reformu ile Türkiye’ye gelen Alman hocaların eczacılık eğitimine önemli katkıları oldu. Başlangıçta iki yıl olan eğitim 1850’de üç yıla, 1938’de dört yıla çıkarıldı. İlk eczacılık fakültesi Ankara’da 1960 yılında kuruldu. İstanbul’da Tıp Fakültesi içinde öğretim veren Eczacılık Okulu 1963 yılında fakülte oldu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında üretilen yerli hazır ve kozmetik preparat sayısı 90 civarındaydı. Ayrıca 50 çeşit kadar ampul şeklinde preparat bulunuyordu. Tıbbi müstahzar üreten tesis sayısı 15 civarındaydı. Bu 15 tesisten Beşir Kemal, Ethem Pertev ve Hasan Rauf laboratuvarları fabrikasyon yöntemi ile ilaç üretebilecek tesislere sahipti. Diğerleri eczane laboratuvarları ve han odalarında üretim yapabiliyorlardı. Türk müstahzaratçılığının gelişimi ve ilaç sanayiinin kurulması Cumhuriyet’ten sonra gerçekleşebilmiştir. 1950 yılında kurulan “Eczacıbaşı” ilk Türk ilaç fabrikasıdır. 1952’de Abdi İbrahim ve Mustafa Nevzat Pisak, 1956’da İbrahim Ethem ilaç fabrikaları açılmıştır.

Türkiye’de müstahzar ilaç yapımındaki esas gelişmeler 1926-1928 yılları arasında çıkartılan üç kanun desteği ile gerçekleşti. Bu kanunlar: Türk Kodeksi Hakkında Kanun (No: 77, 1926), Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun (No: 964, 1927), İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu (No: 1262, 1928).

Çıkarılan kanun, yönetmelik ve kararnameler ve Cumhuriyet hükümetlerinin desteği ve ilaç üreten firmaların olağanüstü gayretleri ile Türk ilaç sanayi devamlı gelişme gösterdi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türk halkının ilaç gereksinimi karşılandı ve 1950 yılından sonra başlayan fabrika dönemi ile Türkiye’nin ilaç gereksinimi %90 oranında karşılanır duruma geldi.

Çıkarılan yabancı sermaye kanunuyla 1954 yılından sonra Amerikan, Alman, İsviçre ve İtalya firmaları Türkiye’de ilaç fabrikaları açmaya başladılar.



Ebelik

Ülkemizde ebelik eğitimi 1842 yılında Tıp Mektebi içinde başladı. Kurslarla başlatılan eğitim, Türk tıbbının çok önemli bir ismi olan Dr. Besim Ömer Paşa’nın çalışmaları ile 1895 yılında düzenli bir okul eğitimi şeklini aldı. Eğitimini devamlı olarak İÜ Tıp Fakültesi içinde sürdüren Okulun adaylarından beş yıllık ilkokul diploması istenirken, 1933’den sonra ortaokul diploması istendi ve eğitim süresi iki yıla çıkarıldı. 1967 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesine bağlanan Okul’un eğitim süresi 1969’da dört yıla çıkarıldı ve lise dengi sağlık lisesi oldu. Yükseköğretim, 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile akademik, kurumsal ve idari yönden yeniden yapılanma sürecine girmesiyle ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumları Yükseköğretim Kurulu (YÖK) çatısı altında toplandı. Fakülteler içindeki lise düzeyindeki okulların kapatılması ile Cerrahpaşa içindeki Ebe Okulu da yeni yasaya göre İstanbul Üniversitesine bağlandı ve 1985 yılından sonra iki yıllık önlisans ve 1997 yılında lisans düzeyinde yüksek okul haline getirildi.

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın1924 yılında Şişli Çocuk Hastanesi içinde açtığı ebe okulunu, ülke ihtiyacını karşılamak için 1937 yılında ilkokul mezunlarının alındığı köy ebe okullarının açılması izledi. Ayrıca 1940 yılında açılan köy öğretmen okullarının kız öğrencilerinin bir kısmı üç yıl köy öğretmen okullarında okuduktan sonra köy ebe okullarına gönderildi. Köy ebesi olarak mezun olunan bu okulların, köy enstitülerinin 1954’de kapatılması ile eğitimi sona erdi. Köy ebe okulları da daha sonraki yıllarda kapatıldı. 1959 yılında Ankara’da, 1961 yılında Zeynep Kâmil Doğumevinde, 1963’de Gaziantep’te sağlık liseleri niteliğinde ebe liseleri açıldı. Bu okulların sayıları ileri yıllarda çoğaldı.

Hemşirelik

Hemşirelik eğitimi Birinci Dünya Savaşı yıllarında kurslarla başladı. Cumhuriyet döneminin ilk hemşire okulu 1925 yılında açılan Kızılay Hemşire Okuludur. Eğitim süresi iki yıl üç ay olan bu okula başlangıçta kabul şartları, okur-yazar olmak, iyi ahlak sahibi olmak ve vücutça sağlam olmaktı. 1936 yılında bu okula, ortaokul mezunları alınmaya başlandı, eğitim süresi üç yıla, 1958'de dört yıla çıkarıldı. 1946 yılında Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı, bünyesindeki yataklı tedavi kurumlarının ihtiyacını karşılamak üzere hemşire okulları açılmaya başlandı. Ortaokul mezunlarını alan bu okulların eğitim süresi 1958 yılına kadar 3 yıl, 1958'den sonra 4 yıla çıkarıldı. 1988-1991 yılları arasında Sağlık Meslek Liselerinin sayısı büyük bir patlama göstererek 90'li yıllarda 300'lü sayılara ulaştı.

Ülkemizde üniversite düzeyinde ilk Hemşirelik Yüksekokulu 1955 yılında Ege Üniversitesi’nde açıldı. Bu aynı zamanda Avrupa'da üniversite düzeyinde açılan ilk hemşirelik okuludur. Ege Üniversitesi’nde açılan Hemşirelik Yüksekokulu'nu 1961 yılında Ankara'da Hacettepe, İstanbul'da Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulları izledi. Bu okulların mezunları hemşirelik eğitiminin ve hemşirelik mesleğinin gelişmesine önemli katkılarda bulundular. 1982 yılında Atatürk ve Cumhuriyet Üniversiteleri Hemşirelik Yüksekokulları açıldı. 

1996 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla 79 Sağlık Yüksekokulu açılmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı ile YOK arasında yapılan protokol ile sağlık meslek liselerinin hemşirelik, ebelik ve sağlık memurluğu bölümlerine, sağlık hizmetleri meslek yüksekokullarının; hemşirelik ve ebelik programlarına, Anadolu Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi hemşirelik programına öğrenci alınmasına son verildi. Üniversitelere dolayısıyla YÖK’e bağlı bu okullara lise ve sağlık meslek liselerinin mezunları, üniversite giriş sınavıyla (sayısal puanla) kabul edilir, eğitim süresi dört yıldır. Bu okulların hemşirelik, ebelik ve sağlık memurluğu bölümleri vardır.



Çıkarılan diğer bazı kanunlar

Türk Tabipleri Birliği Kanunu 1953’te, Tıbbi deontoloji nizamnamesi 1960’ta çıktı. Bir hukuk devleti olan ülkemizde ilerleyen tıp teknolojsine paralel olarak yasalar çıkarıldı.

Devlet hastanelerinden sağlık ocaklarına dek değişik kamu kurumlarıyla, toplumun her kesimine ücretsiz sağlık hizmeti götürülürken, memur ve işçilerin sosyal ve sağlık gereksinimlerini karşılayacak yeni yapılanmalara gidildi. 1937 yılında "3008 sayılı İş Yasası" çıkarıldı. İşçilerin sosyal güvenlik haklarını güvence altına alan bu yasanın yanı sıra memurların yararlanacağı "Emekli Sandığı" kuruldu.

Uluslararası bildirge ve sözleşmeler de göz önüne alınarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin çıkarılması çalışmaları devam etti.

Sağlıkla ilgili çıkarılan, yasa, tüzük ve yönetmelikler “Sağlık Mevzuatı” adlı kitaplarda toplu olarak bulunmaktadır.

Hastaneler

Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok az sayıda bulunan hastane sayısı giderek arttı. Bir hekim, hemşire, ebe ve eczacıya düşen hasta sayısı azaldı. Yeni doğan ölümleri yavaşlamaya başladı. Aşağıdaki istatistikler ülkemizin 83 yılda geldiği yeri göstermektedir.



Kuruluşlara Göre Hastane ve Yatak Sayıları




2003




2004 (1)

Kuruluşlar

Hastane Sayısı

Yatak Sayısı




Hastane Sayısı

Yatak Sayısı

Sağlık Bakanlığı

668

91 202




708

93 702




Milli Savunma Bakanlığı

42

15 900




42

15 900




SSK

121

29 157




148

33 897




KİT

8

1 474




8

1 474




Diğer Bakanlıklar

10

1 045




10

680




Tıp Fakülteleri

50

26 162




50

27 200

 

Belediyeler

9

1 389




9

1 389

 

Yabancılar

3

338




3

338

 

Azınlıklar

5

934




5

934




Dernekler

18

1 372




18

1 577




Özel

246

11 824




248

12 500




TOPLAM

1 172

180 797




1 249

189 591




Kaynak: Sağlık Bakanlığı, DPT

Türkiye'deki Hastanelerin Kurumlara Göre Dağılımı, 2005
Sağlık Bakanlığı 795

Özel (Dernek, yabancı, azınlık, şahıs) 293

Üniversite 53

MSB 42


Diğer Kamu (KİT ve Belediyeler) 15

Toplam 11 9 8

Bazı Sağlık Göstergelerindeki Gelişmeler

Göstergeler

2003

2004 (1)

Yatak Sayısı

180 797

189 591

Yatak Başına Düşen Nüfus

389

376

Yatak Kullanım Oranı (Yüzde)

61

62

Sağlık Ocağı Sayısı

5 893

5 920

Hekim Sayısı

93 200

96 950

Bir Hekime Düşen Nüfus Sayısı

765

735

Diş Hekimi Sayısı

16 482

17 282

Bir Diş Hekimine Düşen Nüfus Sayısı

4 323

4 130

Eczacı Sayısı

24 015

25 017

Bir Eczacıya Düşen Nüfus Sayısı

2 967

2 850

Hemşire Sayısı

80 900

84 400

Bir Hemşireye Düşen Nüfus Sayısı

881

850

Doğuşta Hayatta Kalma Ümidi (Yıl)

70,5

70,7

Bebek Ölüm Hızı (Binde)

27,7

26,9

Kaynak : Sağlık Bakanlığı, DPT

Sayılarla 1923 yılı

Hekim (Bakanlığa bağlı) 554

Eczacı 60

Hemşire 40

Ebe 136

Sıhhiye memuru 560



Bir hekime düşen hasta 20 000

Devlet hastanesi 3

Belediye hastanesi 6

Özel idare 45

Özel, yabancı ve azınlık 32

Toplam yatak sayısı 6437



Sonuç

Cumhuriyet dönemi sağlık çalışmalarına bütün imkansızlıklara rağmen Kurtuluş Savaşı yıllarında başlanmış ve öncelikle Sağlık Bakanlığı kurulmuştur. Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet idaresi ile ülke tüm kurumları ile yeniden inşa edilirken, sağlık politikası sağlığın korunması, bulaşıcı hastalıklarla mücadele, nüfusun arttırılması gibi sosyal sorunların çözümüne yönelik olmuştur. Devletin esas görevlerinden birinin halkın sağlığının korunması ve geliştirilmesi ilkesi benimsenmiştir. Cumhuriyet’in öncüleri uzun savaş yıllarının ardından sağlık örgütünü kurarken sıtma, trahom, frengi gibi yaygın hastalıklarla savaşmışlar ve bu hastalıkların önünü büyük bir başarı ile almışlardır. Bu zor yıllarda hekimler büyük özveri ile görevlerini yapmışlardır.Sağlıkla ilgili yasalar çıkarılmış, tıp fakültesi sayısı arttırılmış, ebe, hemşire okulları açılmıştır. Resmi ve sivil örgütler verem ile mücadelede birlikte çalışmışlardır. Milli tıp kongrelerinde özellikle Cumhuriyet’in ilk on yılında sıtma, trahom, frengi, verem, çocuk ölümleri, barsak parazitleri gibi yaygın sağlık sorunları ele alınmış ve getirilen öneriler uygulamaya konulmuştur. Cumhuriyetin ilk 15 yılında sağlık konusunda yapılanlar incelendiğinde, uluslararası ölçekte başarılı bir sağlık devrimiyle karşı karşıya olunduğu görülecektir. Toplum sağlığını hedef alan, her kesime ulaşan, parasız, eşit ve nitelikli bir sağlık düzeni kurulmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hekim başına düşen hasta sayısı 20 000 iken öğretime açılan tıp fakülteleri ile bu rakam günümüzde 700’lü sayılara düşmüştür. Bu rakamlar sağlıkla ilgili diğer alanlarda da benzerdir. Eczacılık eğitimi tıp fakültesinden ayrılarak bağımsız fakülteler şekline dönüştürülmüştür. İlaç üretimi hızla fabrikalaşmıştır. Hemşirelik ve ebelik eğitimi ilk ve ilköğretime dayalı iken geçen yıllar içinde lise eğitimine dayandırılmış ve üniversitelere bağlanmıştır. Sağlıkla ilgili her uygulama alanı için yasa, tüzük ve yönetmelikler çıkarılmıştır.



İnsan sağlığının ve buna bağlı olarak toplum sağlığının korunması ve hastalıkta tedavi edilmesi büyük bütçeli ve büyük organizasyonlarla mümkündür. Günümüzde ekonomik olarak en gelişmiş olanı da dahil tüm dünya ülkeleri sağlık sorunlarına daha iyi çözüm getirme çabası içindedirler. Başka bir ifade ile sağlık hizmetlerinin daha iyi sunumunun arayışı devam etmektedir. Bugün ülkemizde de daha iyi sağlık hizmetleri verilmesi için yapılan çalışmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarının savaş niteliğinde olan sağlık çalışmaları arasında önemli farklar vardır. Bugün büyük teknolojik imkanlara, tıp fakültelerine, yetişmiş sağlık personeline, sağlık merkezlerine, resmi ve özel hastanelere, ileri teknolojiye sahip laboratuvarlara, eczane ve daha birçok sağlık birimlerine sahibiz. Ülkemiz sağlıkla ilgili birçok gereksinimini üretir duruma gelmiştir. Sağlıkla ilgili çok önemli yasalar uluslararası sözleşmeler de dikkate alınarak düzenlenmiş ve yürürlüğe girmiştir. Cumhuriyetin özellikle ilk on yılında hastalıklar ve diğer birçok sorunla mücadelelerin başarıyla sonuçlanması, sağlık çalışmalarına başka bir yön vermiş, gereksinime göre değişikliğe uğramıştır. Sağlıkla ilgili alınan önlemler ve sorun çözme süreci ihtiyaca göre değişiklik göstererek devam etmektedir.

KAYNAKÇA


  1. Akalın B. Ö. Doğum tarihi. Ahmet İhsan Matbaası limitet Şirketi, İst. 1932.

  2. Altıntaş A. Sağlık müzesinin yağlıboya resimleri. Tombak (18): 36-44, 1988.

  3. Altıntaş A. Eczacı sınıfından eczacı mektebine. Ed. E. Dölen, IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri, İst.: Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yay. 657/15, 2000, s. 1-22.

  4. Arıkan A. Milli Türk Tıp Kongreleri (1923-1968) ve Türkiye Sağlık Politikalarına Etkileri. İÜ Sağlık Bilimleri Enstitüsü Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalında Prof. Dr. Rengin Dramur yönetiminde hazırlanmış ve yayınlanmamış doktora tezi. İstanbul, 2005.

  5. Aydın E. Atatürk’ün sağlık kavramı ve anlayışı. Ankara Tıp Fakültesi dergisi, 48: 43-54, 1995.

  6. Aydın E. Cumhuriyet dönemi sağlık örgütlenmesi. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, (5): 141-172, 1999.

  7. Aydın E. Türkiye’de sıtma mücadelesi. III. Türk Tıp Tarihi Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara, TTK Yay. No: VII. Dizi – Sa.131b, 1999, s. 301-308

  8. Aydın E. Atatürk ve Türkiye’de sağlık hizmeti anlayışı. Ed.: E. Kâhya, S. Şar, A. Ataç, N. Y. Oğuz, B. Arda,V. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, Ankara, AÜ Basımevi, 1999, s. 117-122.

  9. Aydın E. Sıtma Savaş Örgütüne ne oldu? Sendrom 12 (10): 107-110, 2000.

  10. Aydın E. Türkiye’de sağlık teşkilatlanması tarihi. Naturel Yay. Ankara, 2002.

  11. Aydoğan M. http://www.1001kitap.com/Guncel/Metin_Aydogan/turkiye_uzerine_notlar/turkiye47neredennereye.html

  12. Başkan S.-Atakurt Y. Türkiye’de tıp fakültelerinin tarihsel gelişimi ve Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze hekim sayılarındaki artışlar. Ed.: E. Kâhya, S. Şar, A. Ataç, N. Y. Oğuz, B. Arda,V. Türk tıp tarihi kongresi bildirileri, Ankara, AÜ Basımevi, 1999, s. 107-116.

  13. Baytop T. Cumhuriyet döneminin başlangıcında Türkiye’de ilaç sanayiinin gelişmesi. Türk tıp tarihi yıllığı (IV): 114-116, 1997.

  14. Baytop T. Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’de eczacılık öğretiminin başlaması. Yayınlayanlar: A. Terzioğlu-E. Lucius, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ve bizde modern tıp eğitiminin gelişmesine katkıları, İst.: Arkeoloji ve Sanat Yay., 1993, s. 64-66.

  15. Cihan E. Atatürk döneminde sağlık politikası. Türk Tıp Tarihi Yıllığı, (IV): 40-45, 1997.

  16. Dirican R. 1973 Türkiye’de ebeliğin kısa tarihçesi. Dirim (2): 97-100.

  17. Dramur R. Cumhuriyet döneminde memleketimizde kurulan bazı ilaç fabrikalarının kuruluş tarihçeleri ve ilaç üretimleri ile ilgili yanıtlar. Ed. A. Mat, Eczacılık Tarihi Araştırmaları, İstanbul, İÜ Eczacılık Fakültesi Yay. No. 4390/80, 293-304, 2003.

  18. Erdil F. Cumhuriyet döneminde hemşirelik. Atatürk'ün ölümünün 62.yılında Cumhuriyet Türkiye'sinde Bilimsel Gelişmeler Sempozyumu 8-10 Kasım 2000, Ankara, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., 2001

  19. Erginöz H. Türkiye’de sağlık idaresi. Ed.: E. K. Unat, Dünya’da ve Türkiye’de 1850 yılından sonra tıp dallarındaki İlerlemelerin Tarihi, İst.; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı yay. No: 4, s. 174-190, 1988.

  20. Hatemi H. Cumhuriyetin ilk 15 yılında sağlık hizmetleri. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yay. Özel Seri: 4, İst. 1998.

  21. Karakuzu İ. Türk sağlık mevzuatı. Yasa Yay. İst. 1996.

  22. Özaydın Z. Büyük önder Atatürk’ün himayelerinde yapılan I. Milli Türk Tıp Kongresi. Tıp Tarihi Araştırmaları, (7): 220-240, 1998.

  23. Özaydın Z.-Hot İ. Dr. Besim Ömer Paşa’nın Ülkemiz nüfus siyaseti hakkındaki görüşleri. Tıp Tarihi Araştırmaları, (9): 215-220, 1999.

  24. Özçelikay, G.-Asil, E. Türkiye’de başlangıçtan günümüze kadar eczacılık tarihi. Ed. E. Kahya-S. Şar- A. Ataç-N. Y. Oğuz-B. Arda, Ankara, V. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, s. 553-558, 1998.

  25. Özpekcan M. Büyük Millet Meclisi tutanaklarına göre Türkiye Cumhuriyeti’nde sağlık politikası (1923-1933). Yeni Tıp tarihi Araştırmaları (7): 105-160, 2001.

  26. Özsarı H. http://66.102.9.104/search?q=cache:WopBkHMobXUJ:www.spgk.saglik.gov.tr/ss/sayilar/9812/3.htm+verem+hastaneleri+say%C4%B1s%C4%B1&hl=tr&gl=tr&ct=clnk&cd=81

  27. Taşkıran N. Türkiye’de ebelik eğitimi. Haseki Tıp Dergisi, II(3): 229-240, 1973.

  28. Unat E. K. Türkiye Cumhuriyetinde Atatürk döneminde bulaşıcı hastalıklarla savaş. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi dergisi, 12 (Özel Ek Sayı): 383-397, 1981.

  29. Unat E. K. Osmanlı İmparatorluğunda bakteriyoloji ve viroloji. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi yay. 1568/4, s. 90-92, 1970.

  30. Ünver, S. Tarihte ebeler ve doğum Tarihimiz. İst. 1966.

  31. Üstünel B.-Bayırlı E. Ebelik ve tarihi gelişimi. Zeynep Kâmil Tıp Bülteni, 3(4): 313-319, 1971.

  32. __________I. Milli Türk tıp kongresi, Türkiye reis-i cumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin taht-ı himâye-i fehimânelerinde 1-3 Eylül 1925 müzakeratı. Kongre heyet-i idaresi tarafından telfik ve neşredilmiştir, Kader Mtb. İst. 1926.

  33. __________ Dr Refik Saydam (1881-1942). Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Sağlık Propagandası ve Tıbbi İstatistik Genel Müdürlüğü Yay. No: 495, Ankara, 1982.

  34. __________Nüfus ve sağlık Araştırmaları 1993. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Aile Plânlaması Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara, 1994.

  35. __________Sağlık hizmetlerinde 50 yıl. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Sağlık Propagandası ve Tıbbi İstatistik Genel Müdürlüğü Yay. No: 422, Ankara, 1973.

  36. __________Türkiye istatistik yıllığı 1994. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü yayınları.

  37. __________Türkiye sağlık istatistik yıllığı 1982- 1986. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı

yay. No: 526.

40. http://www.yok.gov.tr/hakkinda/fak_yuk_ens_2006.xls

41. ___________2007 Türkiye Tıp Akademi’sinin kongreleri hakkında Prof. Dr. Hüsrev Hatemi ile yapılan görüşme.

CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ TARİHÇESİ



Prof. Dr. Ayten Altıntaş
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi , İstanbul’da Cerrahpaşa semtinde bulunmaktadır. Bu semt adını 16. yüzyılda yaşayan Cerrah Mehmet Paşa’dan almıştır. Cerrah Mehmet Paşa , Sultan III. Murat devrinde bir 1582-1589 yılları arasında vezirlik ve 1598-1599 yılları arasında sadrazamlık yapmış önemli bir devlet adamıdır. Bu semtte 1593 yılında tamamlanan bir cami, türbe, sebil, çeşme, şadırvan, çifte hamam ve medrese yaptırmıştır. Bu sebepten o semt 16. yüzyıldan itibaren Cerrahpaşa diye anılmaktadır.
Cerrahpaşa’da Geçici Hastane 1893

Cerrahpaşa Hastanesi’nin nüvesini teşkil eden ilk hastane 1893 yılında kolera salgınında halka hizmet vermek amacıyla kurulmuştur. İstanbul’da Ağustos 1893 tarihinde çıkan ve hızla yayılma gösteren kolera hastalığı için Belediye önlem almaya başladı. İstanbul’da bulunan hastaneler yetersiz kalınca hastalığın çok görüldüğü bir çok yerde geçici hastaneler açılması kararı alındı. Cerrahpaşa semti için de şimdiki hastanenin olduğu yerde bulunan Takiyeddin Paşa Konağı geçici hastane için uygun görüldü. Konak kısa zamanda bir hastane olarak döşendi ve hasta kabul etmeye başladı. Nisan 1894 tarihine kadar bu görevle çalışan geçici hastane, kolera salgınının sönmesi üzerine kapatıldı. Sahibinde kiralanmış olan bu bina hastane görevini tamamladıktan sonra Belediye binası olarak kullanılmaya devam etti.


Cerrahpaşa’da Daimi Hastane 1910
Kolera hastalığının geçmesine rağmen açılan bu hastanelere ihtiyaç olduğu fark edilmişti. 1896 yılında Sultan II. Abdülhamid kolera salgınında kullanılan “geçici” hastanelerin “daimi” hastaneye çevrilmesine karar verir. Bu emir üzerine Cerrahpaşa’daki Takiyeddin Paşa Konağı da hastane olarak kullanıma elverişli olduğundan hastane yapılması kararı çıkar. 28 Ağustos 1896 tarihli Padişah İradesi ile Takiyeddin Paşa Konağı “Daimi Hastane” olmak üzere Hasan Rüştü ve İhsan Efendilerden 1300 Osmanlı lirasına satın alınmıştı. Satın alınan bu bina hemen hastaneye dönüştürülemedi. Ancak II. Meşrutiyetin 1908 yılında ilanından sonra hastanelerin tekrardan ele alınmasıyla konu tekrar gündeme geldi. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’daki bütün hastanelerin tek elde toplanmasına karar verildi ve “Müessesat-ı Hayriyeyi Sıhhıye” kuruldu, hastaneler de buraya devredildi. Bu müessese Cerrahpaşa hastanesini tekrar ele aldı. İstanbul Belediye’sinin hekimlerinden Doktor Muhyiddin ve Dr Ahmed Nureddin Beylerin büyük gayret ve çalışmaları ile 1910 senesinde bu konağın mümkün olduğu kadar tamir edilip yenilenerek yeniden bir hastane halinde açılması mümkün oldu.

Resim 1: Cerrahpaşa Hastanesinin ilk kagir binası

Cerrahpaşa Hastanesinin Resmi Açılışı 23 Temmuz 1910

Cerrahpaşa semtindeki Takiyyeddin Paşa Konağı’nın 80 yataklı bir hastane olarak düzenlenmesine 23 Ocak 1908 tarihinde karar verildi ve Müessesatta görevli hekimler Dr. Muhyiddin Bey Dr. Ahmed Nureddin Beylerin çalışmalarıyla hem erkek hem kadın hastalar için hazırlandı. II. Meşrutiyet ilanının ikinci senesine rastlayan tarihte 23 Temmuz 1910 günü Belediye Başkanı Subhi Efendi ve Müessese meclis-i idaresi heyeti hazır olduğu halde kurbanlar kesilerek ve dualar, konuşmalar yapılarak daimi Cerrahpaşa Hastanesi’nin resmi açılışı yapıldı ve hasta kabulüne başlanıldı.

Takiyeddin Paşa Konağı’nda idare, eczane, doktor odaları için yerler ayrılmış dahiliye, kulak-burun-boğaz, verem, frengi hastaları yatırılmıştı. Cerrahi hastalıklar ve ameliyathane için deniz tarafında ayrı, ahşap bir bina kullanılıyordu. Hastanenin göreve başlamasından kısa bir süre sonra “1912 kolerası” salgını patlak verdi. Kolera salgını İstanbul’u sarınca bahçeye erkek hastalar için 24 yataklı ahşap pavyon, kadın hastalar için 12 yataklı bir monte edilebilen pavyon yaptırılmış, koleralı hastalar burada tedaviye alınmışlardı. Hastanenin kapasitesi 110 sayısına ulaştı.
Cerrahpaşa Belediye Hastanesinin Gelişme Dönemi 1910-1923

Takiyeddin Paşa Konağının eski olması sebebiyle istenildiği gibi hizmet verilemiyordu. Hastane işleriyle görevli “Müessesat” buraya yeni bir hastane inşa ettirilmesini gündeme getirmişti. Cerrahpaşa Hastanesi, etrafında fazla mesken bulunmayan, geniş yeşillikler içinde Marmara denizine bakan, havası güzel bir mevkide olduğundan hastaneye çok elverişli olduğu dikkati çekiyordu. Bu sebepten Belediye burada medenî ve gelişen tıbba hizmet edecek pavyon sisteminde yeni bir hastane inşasına karar verir.

Yeni hastane binasının projeleri yapılır, hastanenin etrafındaki arsa ve bazı binaların buraya ilavesine karar verilir. Etraftaki arsalar satın alınır veya bağışlanır. Şeyhülislam Cemalettin Efendi’de kendi arsasını hastaneye bağışlayanlardandır. Plan, proje ve hazırlıklar yapılınca 1911 yılında inşaata başlanır. 1913 yılında iki kagir bina biri “merkez dairesi” diğeri “cerrahi pavyonu” tamamlanır. Bu sürede hastane ahşap pavyonlarda ve istimlak edilen evlerde hizmete devam eder. Yeni binaların açılışı 1915 yılında yapılır. Artık Hastane 150 yataklıdır.

Yeni yaptırılan kagir binanın birincisi “Merkez dairesi”; zemin katında Poliklinik, üstünde Başhekimlik, Laboratuar, Eczane . İkinci bina “Cerrahi pavyon”; İlk katında Dahiliye, Göz, Kulak. İkinci katında Cerrahi servisi ve Ameliyathane yer alıyordu. Barakalarda da bulaşıcı hastalıklar, Deri hastalıkları, Karantina ve verem hastaları yerleştirilmiştir. Takiyyüddin Paşa konağından kalan küçük bir parça, mutfak ve çamaşırhane olarak kullanılıyordu.

Cerrahpaşa Hastanesinin ilk idare heyeti; Eczacıbaşı Saim, Op. Dr. Teze Papadoplu, Sıhhıye müfettişi Dr. Ahmet Nurettin, Baştabib Dr. Rıza Servet, Op. Dr. Fethi, İdare memuru Rıza. Eczacı Hulusi, Dr. Yako(fahri asistan) Eczacı Feridun, Dr. Neşet, Dişci Basri, Dr. İsmail, Dr. Şerafettin Mustafa, Katip Hikmet, Dr. Fazıl Şükrü. Op. Dr. Sabri Osman, Mubassır (düzenden mesul) Mehmet, Katip Muzaffer, Depo memuru İbrahim, Mübayaa memuru Mehmet Ali, Başkatip Tevfik, Başmubassır Hasan.

Cerrahpaşa Hastanesi’nin önem kazanması ve aranılan bir hastane olmasında en büyük görevi Dr. Burhaneddin Toker yapmıştır. Kendisi Almanya’da cerrahi ve röntgen ihtisası yaptıktan sonra 1921 yılında Cerrahpaşa Hastanesine operatör olarak atanmıştı. Dr. Burhaneddin Toker kısa sürede cerrahi servisi ve röntgen laboratuarını kurdu. Hastanede yatıp kalkarak gece gündüz özveriyle çalışmalarını sürdürdü ve bu hastaneyi çevre halkının güvendiği, tercih ettiği bir hastane haline getirdi.



Resim 2: Cerrahpaşa Hastanesinin ilk kadrosu

Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə