İlkellerde Din Bölüm: Giriş



Yüklə 211,49 Kb.
səhifə2/3
tarix27.10.2017
ölçüsü211,49 Kb.
#6902
1   2   3

Espri-ruh ile Tanrının kökenleri birbirinden tümüyle ayrıydı ve tektanncıhk bile animizmden önce gelmiş olabilirdi;

  • Dinsel düşüncenin bu iki kavramı sonunda Hıristiyanlıkta bir araya gelmişti; bunlardan birisi  ibrani kaynağından geliyordu, öteki Hellen kaynaklanndan.




  • Marett şöyle bir sonuca varmıştı: Animizm öncesi en eski çağda, din büyüden ayırt edilemezdi,,tıpkı daha sonra örgütlü dinin mahkûm ettiği ve bayağı bir anlam kazanan büyünün dinden ayırt edilmemesi gibi. 

  • Marett'egöre ilkel insanlar, kimi kişilerin ve nesnelerin gizil bir güce sahip olduğunu sanıyorlar; kutsalı  kutsal olmayandan, görkemli dünyayı, bayağı dünyadan ayıran şey bu duygunun varlığı ya dayokluğu.  Tabunun2 işlevi ise, bu iki dünyayı birbirinden ayırmak. Ve bu duygu, hayranlıkla, görkemle, çıkarla, saygıyla ve belki de aşkla karışık bir korku ve gizem duygusudur. Bu duyguyu çağrıştıran ve gizemli sayılan ne varsa, hepsi de dindir (sayfa 41)

Peki niçin kimi şeyler bu davranışı çağrıştırıyor, diğerleri

çağrıştırmıyor ve niçin kimileri buna duyarlı, diğerleri değil? (Bu konu hakkında Marett’in bir cevabı yok)


  • Marett'e göre bu evrede her ne kadar büyü dinden ayrılmıyorsa da, yine de o büyüyü ayrı bir şekilde sunuyor ve ona aynı heyecan karakterini veriyor. 

  • Büyü, bir heyecan geriliminin ürünüdür

  • Aşk ya da öfke gibi şiddetli bir heyecanın etkisi altında, ihanete uğramış bir âşığın, sevdiği kadının resmini ateşe atması gibi, rahatlama olanağı bulamayan insan, kendi gerilimini azaltmak için düşsel dünyaya koşar„ Marett'in gelişmenin başında dediği büyü budur

  • Bu durum sık sık ortaya çıktığında, tepki kendi dengesini buluyor ve gelişmiş büyü adı verilen şeye dönüşüyor, yani toplumun kabul ettiği ve alış-kanlık haline gelmiş bir davranış modeli. Bu dummda büyücü, simge ile gerçekleşme arasındaki ayrımın bilincine varıyor 

  • Düşmanına karşı büyülü sözler söylerken, mızrağın ucunu ona doğra çevirmenin gerçekten etkili olmadığını, bu hareketin onu  mızrakla yaralamakla aynı şey olmayacağını biliyor

  • Tylor'm inandığı gibi büyücü düşsel olan ilişkiyi, gerçek olanla karıştırmıyor; bunun sonucu olarak büyü ile bilim arasında gerçek bir benzerlik yoktur –Frazer de bunu destekliyor

Vardığı sonuç şuydu: "Kısaca, ilkel dinin amacı ve sonucu, kendi kutsallığını yaşama aktarmak, yaşam istemini harekete geçirmek ve bir iş görmektir."


Erast Crawley:

  • Onun yapıtları da, Marett ile aynı zamanda yayınlanmıştı

  • O dönemde hâlâ geçerlilikte olan kimi yanlış kuramları yıkmak gibi bir sağduyu gösterdi: Örneğin egzogami (grup evlenmesi), ilkel komünizm ve kaçırarak evlenme kuramları gibi, ama olumlu katkılannm değeri az oldu. 

  • The Idea of îhe Soul (Ruh Kavramı) adlı din üzerine incelemesinde, Tylor'dan sonra o da espri kavramının, ruh kavramından doğduğunu varsaydı ve bu kavramlar daha ileri bir kültür içinde, Tanrı kavramını doğurdu

  • ruh kavramının düşlerin kökeninde bulunmasma olanak yoktur; ruh kaynağı daha çok duyumlardır.

  • İlkel insan, var olmayan (hazır bulunmayan) insanların imgesini gözlerinin önüne getirebilir; ruh ve espri kavramları  bu ikilemden, bu birlikte varoluştan gelmiştir

  • Buradan çıkan sonuca göre, her ne kadar hareket yeteneğine sahip nesneler bir ruhu temsil etmeseler bile, zihinde canlanan her şey, bir ruha sahip olabilir

  • tıpkı Tylor'ın düşündüğü gibi: "Ruhsal varoluş, öyleyse bir zihinsel varoluştur ve espriler dünyası, zihinsel bir dünyadır”

  • Tanrıya ya da Tanrılara gelince, Spencer'in dediği gibi, bunlar sadece ruhların ya da yüce bireylerin ruhlarının bir araya gelmesidir

  • Buna göre din bir yanılsamadır.

  • "Tüm dinsel kavramlar, az çok sabit fizyolojik ve psikolojik işlevlerden kaynaklanıyorlar. "Fizyolojik düşünceden" bile söz ediyor, çünkü ona göre işlevsel süreçler, bu işlevlere ilişkin kavramları az çok organik reflekslerle üretiyorlar. 

  • Bu kurama göre ilkel din, korkuların ürünü olan tabulara kısa yoldan indirgeniyor. İlkel insanların inandığı  espriler, tehlike ve korku kavramlarından başka bir şey değildir



Sonuç olarak din korkunun, kuşkunun, girişim yokluğunun, bilisizliğin ve ilkel insanın deneyim eksikliğinin bir  ürünüdür. Demek ki din, kendi başına bir şey, toplumsal yaşamın bir yönü değildir, ama yaşamın tüm bölümlerine sızan bir eğilimdir ve organik yaşamın temel süreçleriyle ve iklim koşullanyla ilişkilidir. Yaşamsal güdü ve yaşam istemi dinsel  duyguyla karışı Yaşamın, sağlığın ve gücün verdiği her şeye, din kutsal bir ni telik verir. 

Crawley'iîi kurammdan çıkan sonuca göre, korku ne

kadar çoksa, din de o kadar vardır; bu nedenle, külttimn ilk basamaklarında bumnao insanlar, daha ileri kültür içinde yaşayanlara göre daha dindardır ve kadınlar da erkeklerden yine daha

dindardır. Yine buradan, Tanrının psıko-biyolojık süreçlerin bir



ürünü olduğu sonucu çıkıyor.

Wilhelm Wundt:

  •  Seçmeci bir yazar oldnğondan onu bir yere yerieştirnrıek kolay değil.

  • Völkerpsychologie yapıtı  Durkheim'i etkiledi

  • açıklamaları psikolojik olduğu kadar, aynı zamanda evrimci, spekülatif ve çoğu zaman da can sıkıcı olduğu söylenebilir

  • Onun kendisinin de dediği gibi, algıdan, mitolojik  kavramlardan doğrudan doğruya çıkmayan kavramların kaynağı, heyecan süreçleri (özellikle korku -Scheu) içindedir ve 

"dışarıya, çevreye yansıtılır






  • Önce büyüye ve şeytanlara inançta ve peşinden yalnız bunun evrimi aşamasında -totem çağında- sözün tam anlamıyla dini ve hayvanlar kültünü buluruz

  • Daha sonra totemizm zayıflıyor, kabilenin ata-toteminin yerini, insanın atası alıyor ve bu kült nesnesi oluyor

  • Bundan sonra atalar kültü, kahramanlar kültüne ve daha sonra da Tanrılar kültünü dönüşüyor

  • Büyü heyecanla birleştiği zaman, o bir dindir

  • Aksi halde psikolojik görüş açısından, Frazer'in dediği gibi, bizim bilime eşdeğerdir




  • İlkel insanlar düşüncelerinin temeli olan çelişkileri anlamıyorlar, çünkü "kaçınılmaz duygusal gereksinimler, gerçeği görmelerine engel oluyor." Neyi görmeyi arzuluyorlarsa, özellikle de büyü durumunda, onu görüyorlar

  • Bir çıkmaza girdiklerinde, bireyin önünde seçenekler var: Ya bundan kendi öz becerisiyle çıkıyor, ya da kendini geri çekiyor ve düşgücünün kaprislerine kapılarak engeli aşıyor



  • Bunların hepsi de, aynı psikolojik düzenekle gerçekliğe yanaşıyorlar. Düşünceye tanınan bu özelliği, gerçekliğin katı duvarını parçalamak ya da ortadan kaldırmak için esprinin bu olanağını, Freud kendi hastalarında kanıtladığını söylüyor --- "düşüncenin salt erki”

  • İlkel insanın büyü ritleri ve sihirleri, psikolojik açıdan saplantılı edimlere ve nevrozlu hastaların koruma formüllerine denk düşüyor

  • Nevrozlu insan da, ilkel insan gibi "düşüncesiyle dış dünyayı değiştireceğine inanıyor."

  • Birey libidonun (cinsel enerjinin) üç evresinden geçiyor




  • Bu üç evre, psikolojik açıdan insanın akılca gelişiminin üç evresine denk düşüyor

  • Bu ikinci üç evre: 

  1. Animist evre (ötekilerin büyü evresi dediklerini, Freud böyle adlandınyor)

  2. din evresi

  3. bilimsel evre




  • Narsik evrede, çocuk kendi hareketleriyle arzularını doyurma yeteneğinde değildir. 

Bu evre büyü evresine karşılıktır ve çocuk eylemin yerine düşüncesini koyarak imgelem gücüyle güçlüklerinin üstesinden gelir. Bu evrede çocuk, büyücününkine benzer psikolojik koşullar içindedir ve nevrozlu da büyücü gibidir, o da

düşüncenin gücünü olduğundan çok değerlendirir. Başka türlü

söylenecek olursa, şiddetli yoksunluk durumundaki gerilim, büyü ritlerinin doğmasma yol açar; büyünün işlevi, bu gerilimi

azaltmaktadır. Buna göre büyü, sanrı yoluyla doyuma varan bireyin arzularını gerçekleştirmiş  olur.

Benzer şekilde din de bir yanılsamadır.Onu doğuran ve sürekliliğini sağlayan suçluluk duygusudur.  Freud, yalnız bir dâhinin anlatabileceği bir öykü anlatıyor bize, çünkü bu öyküyü

destekleyecek hiçbir kanıt yok ama bunun psikolojik bir öykü

olduğu söylenebilir ve tarih açısından olduğu gibi kabul edilecek

gibi olmasa da, bir mit ne kadar gerçekse, bu da gerçektir. Bir

varmış, bir yokmuş -öykü bir peri masalı gibi başlıyor- insanların az çok maymunlara benzediği bir çağ varmış; bir erkek tüm sürü üzerinde egemenlik kuruyormuş ve tüm dişileri kendine

saklıyormuş.Zamanla kadınlar ve çocuklar da ilerleme göstermişler,bu tekele ve tiranlığa karşıayaklanmışlar, onu öldürmüşler ve bir insan yeme şenliği sırasında, zorbayı yemişler; Freud bu düşünceyi Robertson Smith'den almıştır. Oğullar

daha sonra buna pişman olmuşlar ve kendi babalarıyla özdeşleştikleri totemleri yemek konusunda tabular geliştirmişler.

Arada bir anma törenleri yaparak ve suçluluk duygulannı yenileyerek bu törenlere girişmişler; bunun peşinden zina yasağını getirmişler. Bu yasak kültürün kökenidir, çünkü kültür vazgeçmeden doğar. Freud'ün din kuramı, bu alegorik öyküde yatar,

çünkü yutulan baba da Tanrı'dır. 


  • Freud örneği bir mesele. Viyanalı aile: Çocuklar aynı zamanda ana babalarını hem seviyorlar hem de onlardan nefret ediyorlar. 

  • Erkek çocuğun bilinçdışmda babasını öldürmek ve annesine sahip olmak yatıyor 

(Oedipus kompleksi)

Kız ise bilinçdışmda annesini öldürmek ve babasına sahip olmak arzusunu taşıyor (Electra kompleksi)

Yüzeyde sevgi, saygı korunuyor ve güven duygusuyla bağımlılık gün ışığına çıkıyor; 

idealleştirilen baba tasarlanıyor ve süblimasyon yoluyla Tanrı'nm ataerkil imgesi yaratılıyor. Sonuç olarak din bir yanılsamadır -Freud 


  • Eğer din korkuya dayalı bir duyguyla nitelendirilirse, o zaman bir yaban sığırının saldırısına uğrayan bir bireyin, onun önünden kaçarken dinsel bir edimi yerine getirdiğini de söylenebilir

  • Eğer büyü yatıştırıcı işleviyle nitelendiriliyorsa, o zaman bir doktorun klasik yollarla bir hastasını iyileştirmesi, sıkıntılarını azaltması da, bir büyü edimi gibi sınıflandırılabilir.


Örneğin kurban kesmede olduğu gibi, herkesin dinsel bir nitelik verdiği çok sayıdaki ritler,

heyecanlı çalkantıların, gizemli duygulann ve korkunun hiç de

söz konusu olmadığı durumlarda yerine getiriliyor
eğer heyecan anlatımlan

ayinlere eşlik ediyorsa, ayinlerin yapılmasına yol açan heyecanın kendisi değildir, tersine, ayinler  heyecanları hareke geçirir.


  • Şu eski soruyla karşı karşıyayız: Mutlu olduğumuz için mi gülüyoruz, yoksa güldüğümüz için mi mutluyuz? Yoğun bir heyecan içinde olduğumuz için kiliseye gitmiyoruz elbette ama ayinlere katılmak, bizi bu duruma atabilir.

  • Büyünün yatıştırıcı denilen işlevine gelince, bir birey ava gitmek, balığa çıkmak ve toprağı sürmek için büyüye niçin başvuruyor? Çünkü kendini yoksun durumda buluyor ve eğer bir gerilim durumundaysa, ayinlerin yapılması, onun kaygısını yatıştırıyor 

  • Ayinler, bireyin içinde doğduğu kültürün bir parçasıdır, ona dışarıdan benimsetilir, tıpkı kültürün geri kalan tüm parçalan gibi. Kültür toplumun bir ürünüdür, yoksa bireyin düşünmesi ve heyecanını doyurmak için değildir


  1. Sosyolojik Kuramlar




  • ilkel inançlar ve ayinler ne denli saçma görünürse

görünsün, bunlar yoksul ve yeteneksiz insanların kendi sorunlarıyla yüz yüze gelmesine, mutsuzluklarına  katlanmasına, hareketlerini felç eden umutsuzluklarını dağıtmaya yardım ediyor;

yaşamın yenilenmesine ve tüm etkinliklerine yeni bir anlam vererek bireyin rahatlığına uygun düşen inanca katkıda bulunuyor



  • Totem danslan için bize

şunları söylüyor: "Çok güzel bir bedensel alıştırma oluyor, ortak çalışma anlayışını geliştiriyor ve bir  çeşit uygulama oluşturuyor."

  • Din toplumun birliğine ve sürekliliğine yardımcı oluyor; onun değeri işte buradan ileri geliyor Pragmacılık bunu felsefi bir öğreti olarak oluşturmadan çok önce, din böyle pragmatik bir şekilde değerlendiriliyordu. Örneğin toplumsal antropolojinin  babası Montesquieu, dinin aynı zamanda bir yalan işleve sahip olabileceğini söylüyor; din bağlı olduğu hükümetin tipine uyar ve halkın dini olarak genelde yaşam biçimiyle uyuşur

  • “En gerçek ve en kutsal öğretiler, toplumun ilkeleriyle ilişki içinde olmayınca, en kötü sonuçlara varabilirler; bunun aksine, en uydurma öğretiler, bu ilkelere yanıt verdikleri zaman, çok iyi sonuç verebilirler."

  • Din uygarlığın gelişmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Aristoteles Politika'sında açıkladığına göre "tüm insanlar Tanrıların da bir krala sahip olduğunu söylüyor, çünkü onlann kendilerinin de bir kralı oldu, çünkü insanlar Tannlan kendi imgelerine (görüşlerine) göre yaratıyorlar, bunu yalnız dış görünüşlerine göre değil, kendi yaşam biçimlerine göre de yaratıyorlar."

  • Hume de aşağı yukarı benzer şeyleri söylüyor ve birçok antropoloji inelemesinde,politik gelişim ile din arasındaki yakın ilişkide bu görüşe  var

  • Herbert Spencer'e göre, "bir kral şefi olduğu aristokratlara göre nasıl salt bir yere sahipse, Zeus da tamı tamına diğer Tannlara göre öyle bir yere sahip.

  • Max Müller'e göre "henoteism (her Tanrmın, yüce varlığın tüm sıfatlarını paylaştığı bir dini betimlemek için bu terimi icat etmişti), bağımsız kabilelerin bir ulus oluşturduğu dönemlerde ortaya çıktı, çünkü bu, bir imparatorluk dininden ayn olarak or- taklaşmacı bir dindi.

  • " King'e göre politik sistemler geliştikçe, onu oluşturan bölümleri koruyucu Tanrılar temsil ettiler ve ulusları oluşturmak için bölümler birleştiği, kabileler bir araya geldiği zaman, yüce bir varlık kavramı da ortaya çıkıyor.

  • Dağınık öğelerin tümüne egemen olan, grubun koruyucu Tanrısı oluyor. Sonuçta sınırsız güç (kadiri mutlak), ölümsüz olan evrensel durumun yansıtıcısı göksel tektanncılık geliyor

  • Robertson Smith, eski çağın klasik çoktanrıcılığını, Asya'nın tektanrıcılığma karşıt olmakla,  Roma'da  ve Yunanistan'da monarşinin aristokratlarca devrilmesiyle,oysa bu durumun Asya'da sürmesiyle açıklıyor:"Politik yazgınınçeşitliliği, dinsel hareketin çeşitliliğinde yansıyor."

  • Eski klasik toplum, sözün geniş anlamıyla aile üzerine kurulmuştu ve yasalarla

bağlı olan bu grubu bir korporasyonda tutan ve ona süreklilik kazandıran atalann kültüydü. 

Aile başkanı, din adamı görevini yapıyordu. Bu merkez kavrama göre ölüler ailenin Tanrılarıydı ve

o dönemin tüm törelerini anlamaya izin veren tek şey de budur


  • Örnek:  evlenme kurallan ve törenleri, tekeşlilik, boşanma yasağı, bekâr kalma yasağı, ölen  erkek kardeşin eşiyle evlenme, evlat edinle hakkı, ataerkil yetki, soy ve miras kuralı, yasalar, özel

mülkiyet, adlandırma sistemi, takvim, kölelik ve başka âdetler

Kentdevletler, en eski toplumsal koşullar içindeki dinlerin oluşturduğu yapısal modellere göre gelişmiştir



  • Smith'e gore klanın üyeleri ve totemleri aynı kana sahipti. Klanın Tanrısı da aynı kandandı, çünkü o etiyle, kemiğiyle klanın kurucu babası sayılıyordu

  • Toplumbilim diliyle söylenecek olursak, Tanrı, idealleştirilmiş ve Tanrılaştırılmış klandı. Bu yansıtma, totemik yaratık içinde maddi bir temsile sahipti; klan ise, düzenli aralıklarla kendi üyelerinin birliğini dile getiriyordu

  • Klan totemik yaratığı öldürerek, onun etini kutsal bir şölende çiğ çiğ yiyerek bir kutsal ayinde "kutsal bir kurbanın eti ve kanı paylaşılarak Tann ve ona bağlı olanlar bir araya gelir

  • Tanrı, klanın üyeleri ve totem aynı kandan olduklarına göre, klanın üyeleri yalnız Tannlannın eşliğinde değil, ayrıca kutsal bir ayinde kendi öz yaşamlarını katıştırdıkları kutsal bir yaşamın bir parçasını da, kutsal yoldan emerler. Yahudilerin kurban oluşumu, kendi kaynağını böyle bir kutsal şenlikten almıştır

  • Robertson Smith'e gore ilkel din "sadece kurumlardan ve uygulamalardan oluşuyordu." Gerçekten de ayinler mitlere bağlıydı arna bizim mitler ayinleri açıklamıyor

  • En tipik biçimleriyle var olan animizm, ilkel toplumlarda değil, Çin, Mısır ve eski Akdeniz gibi daha ileri toplumlarda bulunuyor


Durkheim:

Durkheim din analizinde daha uzağa gidiyor Din sosyal bir olaydır



  • Toplumsal yaşamın kendi doğasından doğar ve en basit toplumlarda hukuk, ekonomi, sanat, vd. gibi toplumsal olaylara bağlıdır

  • Daha sonra bu toplumsal olaylar kendi bağımsız varlıklarını sürdürmek için dinden aynlırlar

  • Özellikle din, toplumu basit bir bireyler toplamından başka bir şey yapan bir duygunun yansımasıdır 

  • dayanışmayı bu duygu sağlar, sürekliliği bu güvence altına alır

  • Marksistlerin ileri sürdüğü gibi, din toplumun sadece ikincil bir olgusu değildir

  • Din ortaklaşa bir etkinlik sayesinde  kendi varlığını kazanır, belli bir bağımsızlığa kavuşur ve her şekilde çoğalarak yayılır ve bu toplumun yapısıyla 

değil, başka dinsel olaylarla ve kendine özgü bir sisteme sahip olan başka toplumsal olaylarla açıklanır

  • ilkel din, kabile kültüdür ve kült totemiktir (totemizmle bölümlü klan sisteminin birbirinden ayrılamayacağını düşünüyor) ve klanın Tanrısı, kutsallaşmış Tanrının kendisidir; totemizm, en basit ve en ilkel din 

biçimidir; bu anlamda bizim tanıdığımızdan da özgündür. Şunu demek istiyor: Toplumlarda çok  basit maddi ve sosyal yapı bulunur ve daha önceki bir dinden hiçbir öğe alınmadan din açıklanabilir

  • Din her zaman grubun, ortak yaşamın işidir; kilise (tapmak) olmadan din olmaz. Büyünün tapınağı değil, yandaşlan vardır; büyücüyle ona gidenin ilişkisi, doktorla hastası arasındaki ilişkiye benzer. Dine son bir tanımını veriyoruz: 

"Bir din, inançlarla, kutsal şeylere ilişkin uygulamaları (tapınmaları) birleştiren bir sistemdir; burada kutsal şeyler, ayrı yeri olan ve yasak şeylerdir -bir tek manevi cemaat içinde birleşen inançlara ve tapınmalara tapınak denir ve herkes oraya katılır."

  • onun ölçüsüne göre totemizm, bir din gibi sayılabilir; çünkü tabularla çevrilidir ve bir topluluğun gösterisidir

  • bir toplum, kutsal duyumsamanın ruhlarına aktarılması gereken ne varsa, onu sunar

  • İnsanlar üzerinde salt bir erke sahiptir ve onlara her zaman kendisinin bağımlılığının altında oldukları duygusunu verir




  • din, gerçek ya da ideal kutsal olan çok daha geniş her şeye aittir, kutsal ile kutsal olmayan iki sınıftan birisine aittir. Yasaklar kutsal olmayana da uygulanırken, kutsal olan yalıtılmış olmasıyla ve yasakların korunmasıyla açıkça belirtilebilir

  • Totemizm, dünyada kendiliğinden var olan ve kişilik dışı bir tür Tanrıyı öngörüyor ve çok sayıda şeye yayılmıştır; ilkel toplumlarda mana ve diğer benzer kavramlara denk düşer, örneğin  Kuzey  Amerika yerlilerinin Wakan ve Orenda's3ı gibi.

  • Totem aynı zamanda Tanrının simgesi ya da yaşam ilkesi ve toplumun simgesi, çünkü Tanrı ve toplum tek ve aynı şeydir. "Kabilenin Tanrısı, totemik yasa, sonuç olarak totem diye hizmet eden hayvan ya da bitkinin görünür biçimi altında kişileşmiş ve düşgücünde temsil edilen kabilenin kendisinden başkası değildir." Kabilenin üyeleri, totemik simgeler aracılığıyla ahlaksal kimliklerini, birbirlerine ve grubun tümüne olan bağlılık duygularını dile getiriyor. İnsanlar ancak bir işaret aracılığıyla iletişim kurarlar ve bu dayanışma duygusunu iletmek için, bir simgeye, bir bayrağa gereksinim vardır

  • Bu yerliler için kendi totemleri bu işlevi yerine getirir; her kabile kendi totemik amblemiyle aynı zamanda hem birliğini, hem de kendine özgü niteliğini dile getirir

  • Somut simgeler gereklidir, çünkü kabile, bu denli ükel zekâsıyla kendi tüm karmaşık birliği içinde açıkça temsil edilmek için çok karmaşık bir gerçekliktir

  • Basit ve saf kafalar, toplumsal bir grup olarak ancak somut simgeler aracılığıyla kavrarlar

  • Kabile üyeleri üzerinde

  • bu yolla etkili olurken, onlar da egemen olan dış güçlerin kavramını uyandırır ve bu dış güçler, dış şeylerle, totemik biçimlerle temsil edilirler. Kutsal, kendi üyelerini simgelerle temsil eden toplumun kendisinden ne biraz fazla, ne de biraz az şeydir totemik ilkede, her bireyin içinde canlanmış mana'dan başka bir şey değildir

  • Her üyesinin içinde toplumun kendisi temsil edilir, toplumun kültürü ve toplumsal çevre, basit bir hayvan yerine üyesini toplumsal bir varlık olan kişi yapar

  • Toplumsal kişilik, bireysel organizmadan ayırt edilir, insan düşünen ve spiritüel bir hayvandır ama bu düşünen ve spiritüel parçayı toplum olarak organik bölümün üstüne koyar

  • Toplum bizde kalıcı bir şekilde yerleşmiştir

Biz, birbirinden ayrı yönlere bakan ve neredeyse çelişkili gerçekten iki ayn varlıktan yapılmışız ve biri diğeri üzerine gerçek bir üstünlük uyguluyor

Herkes kendisinde birlikte var olan bedenle ruh, maddi varlıkla ruhsal varlık arasındaki antitezin derin anlamını aşağı yukarı açıkça böyle kavrıyor...

Bizim doğamız iki yanlıdır; bizde gerçekten Tanrısal bir parçacık vardır, çünkü bizde grubun ruhu olan bu büyük idelerden bir parçacık vardır





DINSEL YAŞAMA EGEMEN OLAN EYLEMDIR. Bu konuda Durkheim'in yazdıkları:




Daha önce gördüğümüz gibi gerçekte yaşam,belli bir yoğunluk derecesine varırsa,dinsel düşünceyi uyandırıyor, 

çünkü fiziksel etkinlik koşullarım değiştiren bir kaynaşma durumunu

belirliyor. Dirimsel enerjiler aşın uyarılmıştır, tutkular daha

canlıdır, heyecanlar daha güçlüdür. Bu durum sadece bu (dinsel) anda ortaya çıkar, İnsan kendini tanımaz; kendini dönüşmüş sanır ve bunun peşinden kendisini çevreleyen ortamı değiştirir, Duyumsadığı çok özel izlenimleri anlamak için, nitelikleriyle en çok doğrudan doğruya ilişkide olduğu, ama onların

ilişkili olmadığı şeylere yol açar: Bayağı deneyim nesnelerine

sahip olmayan olağanüstü güçler ve erdemler. 

Bir tek sözcükle,

kutsal dışı yaşamının doğduğu gerçek dünyanın üstüne, bir anlamda yalnız düşüncesinde var olan, ama birinci dünyasına göre

daha büyük bir saygınlık duyduğu bir başka dünyayı koyar. Buna göre ideal bir dünya, bu çift  niteliktedir





Ayinler tüm bireysel duygulann ortadan kalktığı ve insanların kutsal şeyler aracılığıyla ortaklaşa bir

yaşam oluşturduğu zihinsel bir uyarıya yol açıyor


  • Bununla birlikte, kabilenin üyeleri birbirinden ayrıldığı zaman, dayanışma duygusu yavaş yavaş azalıyor, bu nedenle yeni toplantılar yaparak, törenleri yenileyerek toplumu canlandırmak gerekiyor ve toplum böylece kendini sağlamlaştırıyor. İnsanlar ayinlerin şeyler üzerine bir etkisi olduğuna inansa bile, gerçekte söz konusu insanın aklını etkilemektir

  • Heyecan durumuna yol açan ayinlerdir. Bu bakımdan bunlar günah ödeme ayinleriyle karşılaştınlabilir: Örneğin ölü gömme törenlerinde insanlar kendi inançlarını onaylamak ve topluma karşı olan görevlerini yerine getirmek için dua ediyorlar; yoksa hiç taşımadıklan heyecanlan yüzünden değil

  • İşte Durkheim'in kuramı böyleydi. Freud'e göre Tanrı babadır, Durkheim'e göre Tann toplumdur. 


Pritchard’ın bu ko nu başlığı için sonucu: (şahsî görüşü)
Sonuç olarak herhangi bir şiddetli heyecan ve özel bir heyecan durumu ayinlere eşlik

ederse, bu ayinler için önemli bir öğe olabilir ve birey için derin bir anlam taşıyabilir ama bu onun toplumsal bir olgu olduğunu açıklamaz. Böyle bir düşünüş biçimi, birçok sosyolojik düşünüş gibi boşunadır yumurta ve tavukta olduğu  gibi. 

Ayinler uyanlara ve "coşkulara" yol açıyor; bunlar da ayinleri gerçekleştirecek inançları yaratıyor. 

Yoksa sadece bir araya toplanma

olayı mı bunlara yol açıyor? Yığın halindeki insanların psikolojik bir olgusundan Durkheim toplumsal olgu sonucuna vanyor.” (…)

Din, toplumsal üstyapının bir biçimidir, toplumsal ilişkilerin "aynası" ya da "yansımasıdır" ve kendisi toplumun ekonomik yapısı üzerine kumludur. ''Espri" ve "ruh" kavramlan, kabile şeflerinin, patriklerin var olduğu bir dönemin tarihini taşır, "başka türlü söylenecek olursa, işbölümünün, yönetimin bölünmesine yol açtığı dönemlere" aittir.Din, atalann kültüyle, klanın yaşlılarıyîa başlar: Kökeninde "üretim ilişkilerinin

(özellikle effendi köle) ve bu ilişkilerin koşullandırdığı toplumun politik düzeninin bir yansımasıdır.

"Demek ki din, her zaman toplumun politik-ekonomik yapısının biçim alma yapısı¬ dır ve burada birinin diğerine uyumu arasında tarihsel bir açıklık olabilir. 

Birbirlerine pek akraba olmayan klanların toplumunda, din çoğulcu bir biçim alıyor. 
Pritchard’ın görüşü: toplumsal yapılar değiştiği gibi, toplumun temsil ettikleri ve bireyin düşüncesi de değişiyor. Buna göre her  tip toplumun özel bir anlayışı vardır, çünkü herkes ortaklaşa temsilin belli bir gö¬

rünümünden başka bir şey olmayan alışkanlıklara ve kurumlara



sahiptir. Kısaca bunlar, nesnel olarak göz önüne alınmış temsillerdir.


  1. Levy Bruhl’un Eleştirisi




  • ilkel anlayış deyimi, onun kitaplarından biri olan La Mentalite  Primitive'in adından geliyor. İlkel düşüncenin doğası üzerine vardığı sonuçlar uzun yıllar boyunca ateşli konuşmalara konu oldu ve o dönemin antropologlarından çoğu,ona saldırmanınzorunlu olduğuna inandılar

  • Bruhl mantıkcıdır, sistemini, görüşlerini de buna gore şekillendirir

  • Aşağı Toplumlarda Zihinsel İşlevler ve ilkel Anlayış adlı ilkel insanlar  üzerine yazdığı ilk iki kitabında, ilkel anlayışın genel kuramını açıklıyor

  • başlıca iki tip vardır: 

  1. Yüklə 211,49 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə