H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi


D- TDKP’NİN TEMEL SİYASAL VE ÖRGÜTSEL TAKTİKLERİNİ KİM YÖNETTİ?



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə8/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

D- TDKP’NİN TEMEL SİYASAL VE ÖRGÜTSEL TAKTİKLERİNİ KİM YÖNETTİ?

Z. Ekrem’in broşüründe, “Temel Siyasal ve Örgütsel Taktiklerimizi, Teorimizi Geliştiren Yoldaşlar mı Yönetti?” başlığı altında ayrı bir bölüm var. Konu bu bölümde incelediğimiz taktik sorunlarla doğrudan ilişkili. Fakat teorisyenimizi izlemeyi prensip edindiğimizden, biz de bu birkaç sayfalık bölüme ayrı bir başlık ayırıyoruz.



Gündem Önerisi'nde şunlar söyleniyordu: “Marksist-leninist bir teorik kavrayış olmadan marksist-leninist taktikler izlemek olanaksızdır. Temel siyasal ve örgütsel taktiklerimizin teorimizi geliştiren yoldaşlar tarafından tespit edildiği ve hayata geçirilmesi çabasının bizzat bu yoldaşlar tarafından yönetildiği gözönüne alınırsa, ortaya tartışılması büyük önem taşıyan bir başka olgu çıkar. Lenin teoriyi, taktiği ve örgüt kavrayışını hep bir bütünlük içinde ele alır. Zaten teori ve pratiğin diyalektik birliği ve bütünlü(161)ğü de bunu şart koşar.” (Belgeler-2, s.25)

Z. Ekrem ise, bu sözleri hedef alarak şunları söylüyor: “H. Fırat yoldaş, partimizin oluşum sürecinin başlamasından bugüne kadar geçen süre içinde, herhangi bir ayrım yapmaksızın ‘tüm siyasal ve örgütsel taktiklerimizin, partimizin teorisini geliştiren yoldaşlar tarafından yönetildiği’ni yazıyor.” (s.58)

Bununla gerçeği çarpıttığımızı ve TDKP teorik temeline güvensizlik yaymayı amaçladığımızı da ekliyor Z. Ekrem.

Oysa gerçeği çarpıtan ve bununla sorumluluktan kaçmaya çalışan teorisyenimizin kendisidir. Çarpıtmaya, sözlerimizin sunuluşuyla başlıyor. Gündem Önerisi, TDKP’nin oluşum sürecini bir ayrıma tabi tutmamış olsaydı eğer, Z. Ekrem’in broşüründe ayrı bir bölüm olarak ele aldığı “oportünist uzlaşma”dan söz etmezdi. Bu ayrım, Z. Ekrem’in hedef aldığı paragrafın hemen öncesinde yer alıyor. Ama görmezlikten gelmek Z. Ekrem’in işine geliyor. Kaldı ki, aynı ayrım Gündem Önerisi’nin girişinde de var: “İlk örgütsel temelleri sağ oportünist-reformist bir ideolojik siyasal çizginin gereklerine uygun atılmış, bunun sonucu olarak, legalist bir örgüt olarak oluşmuş partimiz, sonraki dönemlerde harcanan belirli çabalara rağmen, bu örgütsel niteliğini değiştirmemiş, 12 Eylül askeri cunta dönemine bu özellikleriyle girmiştir.” (Belgeler-2, s.22)

Dahası, Z. Ekrem’in broşüründen önce yayınlanmış Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış değerlendirmesinin bir bölümü, “1978-80 farklı bir evredir” cümlesiyle başlıyor, (s. 19)

TDKP’nin oluşum sürecinin bir ayrıma tabi tutulmadığı, Z. Ekrem’in sözlerimizi sunarken yaptığı tek çarpıtma değildir. Bir İkincisi, bizzat sözlerimizin tahrif edilmesi, ama buna rağmen tırnak içinde verilmesidir. Girişte yapılan aktarma ile Z. Ekrem’in tırnak içinde verdiği sözler birbirinden farklıdır. Gündem Önerisi “temel siyasal ve örgütsel taktikler” diyor; Z. Ekrem, bunu “tüm siyasal ve örgütsel taktikler” olarak çarpıtıyor. Gündem Önerisi, tespit etmek ve yönetmekten sözediyor; Z.Ekrem, yalnızca yönetmek olarak çarpıtıyor. Z. Ekrem, siyasal dürüstlüğün gereklerine uygun davranmıyor.(162)

Onun bu tutumu, yalnızca hedef aldığı sözlerin sunuluşunda değil, çok daha önemli olarak, TDKP’nin oluşum sürecindeki yerini ve sorumluluğunu hafifletmesiyle de kendini gösteriyor. Z. Ekrem, TDKP’nin siyasal önderi olarak bilinir. Bir önder, konumunun gereklerine uygun davranabilmeli, hatasıyla sevabıyla bütün geçmişin sorumluluğunu üsüenebilmelidir. Oysa Z. Ekrem nalıncı keseri misali, bütün sevapları TDKP teorisyenlerine, bütün günahları oportünist GMK’ya sayıyor. TDKP’nin öteki teorisyeni de (Yıldırım) koltuğunu kaybedeli beri aynı şeyi yapıyor. TDKP teorisyenleri birbirlerine ne de çok benziyorlar.

Biz, kamuoyuna sunulmuş tüm yazılarımızda TDKP’nin oluşum sürecini iki ana evre olarak ele aldık. Bu sorun, burada da, özellikle üçüncü bölümün ikinci ara başlığı altında, yine böyle ele alındı. Fakat önemli olan şu ki, bizim tartışıp değerlendirdiğimiz, proletaryanın sosyalist sınıf platformu açısından eleştirip mahkum ettiğimiz dönem, genelin içinde özellikle 1978-80 dönemidir. Gerek teorik, gerekse taktik sorunlar açısından bu böyledir. Ve bu dönem bütünüyle teorisyenlerimizin sorumluluğundadır. 1978 öncesi ise, üzerinde özel bir ciddiyetle durmayı gerektirmiyor. Siyasal önderliğin esası, gündelik pratik faaliyeti yürütmek değilse eğer, 1977 sonundan itibaren TDKP’nin teorik ve taktik çizgisinin esas sorumluluğu bu çizginin teorisyenlerine aittir.

Z. Ekrem’in, biz teorik çalışma ve mücadelede yoğunlaştık, taktik ve örgütsel sorunlara yeterli ilgiyi gösteremedik demesi (s.59), broşünün 66. sayfasında bunu “zorunlu bir işbölümü” olarak nitelemesi, yalnızca onun teorik çalışmaya aydınca yaklaşımını ele verir. Teorik çalışma soyut kavramlarla aydınca gevezelikler yapmak değil, marksist dünya görüşü ışığında toplumu incelemek, proletaryanın tarihsel ve güncel görevlerini açıklığa kavuşturmak ve bu görevlerin gerçekleştirilmesinde proletarya hareketine yol göstermektir. Teorik çalışma ile pratik çalışmayı karşı karşıya koyanlarla alay eden Lenin, “teorik çalışmanın yalnızca pratik çalışmanın öne sürdüğü sorunlara yanıt sağladığı”nı vurguluyordu.

Lenin’in bütün temel eserleri, teorik sorunları taktik sorunlarla iç içe işler. Örneğin, Emperyalizm kitabı, kapitalizmin tekelci(163)aşaması üzerine yüksek bir teorik soyutlamadır ama, emperyalizm döneminde işçi aristokrasisine dayalı oportünizmin ve o günün emperyalist savaş koşullarında oportünizmin ortaya çıkış biçimi olan sosyal-şovenizmin maddi varlık koşullarının çözümlenmesi amaçlanır ve bu gerici akım karşısında, proletaryanın devrimci tutum ve taktiğinin belirlenmesi somut sorununa gider bağlanır. Oportünizme karşı mücadele edilmedikçe emperyalizme karşı gerçek bir mücadelenin verilemeyeceği temel düşüncesini ortaya çıkarır, ve böylece, teorik çalışmanın sosyal pratiğin somut sorunlarını yanıtlamasının aydınlatıcı bir örneği olur. Oysa teorisyenimiz, siyasal sorumluluktan kaçmak için, “teorik sorunlarda yoğunlaştık” bahanesine sığınır.

Bu elbette teorisyenlerimizin yürüttüğü teorik çalışmanın akademik niteliğinin bir itirafıdır. Ama yine de, onların 1978 sonrası siyasal sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. 1978 sonrasının tüm temel siyasal belgeleri teorisyenlerimize aittir. Onlar, “yepyeni ve çürütülemez çizgileriyle gelip TDKP’nin siyasal önderlik konumuna yerleşmişlerdir. Yoldaş- 12’de (Parti Bayrağı, sayı:8) 1975- 78 dönemini onlar değerlendirmiş, süreci ve dolayısıyla sağ oportünist GMK’yı onlar olumlayıp aklamışlardır. Şu sözler onlara aittir: “Şimdi önümüzde yeni bir görev var. Marksist-leninist ilkeler ışığında örgütlenmemizi sağlamlaştırmak ve devrimin kabaran dalgasının her gün daha fazla devrim saflarına ittiği milyonlarca emekçiyi yönlendirecek yeni örgütlenmeler yaratmak. Bugün kavrayacağımız halka, örgütsel inşadır. Bu faaliyeti esas olarak tamamladığımız gün, proletarya partisinin yalnız ideolojik-siyasi değil, aynı zamanda da örgütsel temellerini yaratmış olacağız.” (Parti Bayrağı, sayı:8, s.51)

Sözü edilen halkayı teorisyenlerimiz “kavradı”; 1978’den itibaren temel siyasal ve örgütsel sorunları ve görevleri onlar belirledi. Örneğin bütünüyle taktik ve örgütsel sorunlara dönük olan Ekim 1978 Konferansı Belgeleri'nin esas bölümünü Z. Ekrem kaleme aldı. Yönetmek siyasal bir kavramsa eğer, siyasal ve örgütsel faaliyeti onlar yönetti. 1979 Haziran’ından itibaren ise, bu yönetme gündelik pratik faaliyet boyutunu da kapsadı. Ama Z. Ekrem’in(164)itirazı var: “Bu 22 aylık sürenin, önemli bir bölümü kongre hazırlıklarıyla, kongrenin toplanmasıyla geçti.” (Broşür, s.61) Bu itiraz, taktik ve örgütsel sorunların neden çözülemediğine dönüktür. Oysa kongre hazırlıkları, taktik ve örgütsel sorunların çözümlenmesi görevinden başka neydi ki? Ekim 1978 Konferansı Belgeleri’nde baştan başa vurgulanan görev buydu. Dolayısıyla bunun yapılıp yapılmamasının esas sorumluluğu da teorisyenlerimize aittir.

1979 Haziran öncesinin sorumluluğunu “teoride yoğunlaştık” gerekçesiyle üzerinden atan teorisyenimiz, aynı tarihin sonrasını ise “pratikte boğulduk” diye izah ediyor (s.66-67). Bu olgu, teorik birikimleriyle övünen teorisyenimizin ve diğer TDKP teorisyenlerinin gerçek çapını veriyor. “Pratikte boğulduk” itirafıyla dile getirilen, teorik ufuksuzluktan başka nedir ki? Z. Ekrem ve benzerleri akademisyen değil de gerçek teorisyenler olsalardı, gündelik mücadelenin kuyruğuna takılıp, pratikte boğulmazlardı. Z. Ekrem’lerde eksik ve zayıf olan yalnızca “pratik örgütsel birikim” değil, daha önemli olarak, devrimci teorik-siyasal birikim ve kavrayıştır. Zira pratikte boğulmayı, daima teorik-siyasal sığlık yaratır. Teoriye akademik yaklaşım ile kör pratikçilik aynı anlayışın iki beliriş biçimidir. Bunlar teori-pratik ilişkisini marksist diyalektiğin ışığında ele alamamanın kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Teorisyenimiz teori-pratik ilişkisi üzerine bilgiçlik taslıyor: “ince espri” merakı uğruna Engels’in bilimsel önermelerini karikatürize ediyor. Ama yıllar sonra dönüp geriye baktığında, “Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir zaman, hiçbir akım ve kişi tarafından ortaya konulmamış... yepyeni ve çürütülemez bir çizgi” ortaya koyan sözde teorisyenlerimizin, nasıl olup da gündelik pratik faaliyet içinde boğuldukları somut olgusu üzerinde durup bir an bile düşünmüyor. Teori-pratik ilişisi üzerine bilgiççe laflar etmek daha cazip geliyor ona.

Teorisyenimiz sık sık teoride öngörülen örgütsel yapı ve işleyiş ile pratikte varolan yapı ve işleyiş arasındaki çelişmeden sözediyor. Bu çelişmenin esasa ilişkin olmadığı, gelip bu örgütlenmenin tepesine istekle oturmaktan belli. Bu sorun üçüncü bölümde tartışıldı. Burada yalnızca, Yakın Geçmişe Genel Bir(165)Bakış yazısında yer alan yargımızı tekrarlamakla yetiniyoruz: “TDKP-İÖ, Ekim 1978 Konferansıyla devraldığı önderliği, kadroları, örgütsel yapıyı, çalışma tarzını, sınıfsal koşulları, esasa ilişkin olmayan düzeltme ve değişiklikler dışında tutulursa, aynen korudu. Örgütün bürokratik legalist yapısı ve küçük-burjuva sınıf niteliği ve zemin değişmedi. Yeni teorik temel ve siyasi çizgi bu değişimi yaratamazdı da. Zira bu yeni teorik temel ve siyasal çizgi küçük-burjuva devrimci demokrasisinin tutarlı bir ifadesiydi yalnızca. Küçük-burjuva demokratik harekete dayalı bir örgüte kolayca oturması da bundandı. Kendiliğindencilik ve bunun ürünü küçük-burjuva reformizmi, küçük-burjuva devrimciliği doğrultusunda aşılmıştı. Ancak ideolojik-sınıfsal öz değişmediği için, Ekim Konferansı’yla devralınan örgütsel yapıda da esaslı bir değişim olamazdı.” (Eksen Yayıncılık, s.51)

Teorisyenimizin bin dereden su getirerek karartmaya çalıştığı sorunun özü işte budur.

Bu konuyu bitirmeden bir kaç şey daha söylemek gerekiyor. Bunlar Z. Ekrem’in siyasal kişiliği ve siyasal sorumluluk bilinci açısından aydınlatıcı olacaktır.

Z. Ekrem diyor ki, “biz teorisyenler merkezi yayın organının legal olarak çıkmasına başından itibaren karşı çıktık” (s.60). Olabilir! Fakat şöyle bir sorun var: Kongre Belgeleri’nin 57. sayfasında bu legal merkezi yayın organının çıkışı ve işlevi değerlendiriliyor. Bütünüyle olumlu ve yüceltici bir değerlendirme. Bu değerlendirme, örneğin şunları da içeriyor: “Kitle yayın organı sadece kollektif bir propagandacı ve ajitatör olmakla kalmadı; aynı zamanda iyi bir örgütçü de oldu. Örgütümüzün ulaşamadığı birçok yerde sempatizanlar geliştirdi, kazandı, örgütledi, seferber etti”.

Bu legal çevrelerden sözde illegal parti örgütleri yaratıldığı biliniyor. Soru şudur: Kongre Belgelerinde yer alan bu değerlendirmeye Z. Ekrem’in bir itirazı olmuş mudur, olmamış mıdır? Böyle bir itirazın olmadığı biliniyor. Bu durumda en iyimser yorumla, Z. Ekrem doğru ile yanlışı birlikte savunmuştur. Fakat bu yanlışın sorumluluğunu taşımayı ortadan kaldırmaz ki!

Sendikal siyaset konusunda söylediklerinde ise Z. Ekrem bütü(166)nüyle samimiyetsizdir. Sendikal taktiklerdeki yanlışın esası Metal-İş kolunda ayrı sendika kurup kurmamak değildir. DSM’lerde ifadesini bulan anlayışın kendisidir. Bu anlayış ve sonuçları da Kongre Belgeleri’nin üçüncü bölümünde (s.122-141) göklere çıkarılmıştır. Ve Z.Ekrem bu anlayış ve uygulamanın sorumluluğunu doğrudan taşımaktadır. Ne var ki, teorisyenimiz bütün iyi şeyleri kendinden, kötü şeyleri ise başkasından görme kibirliliği içindedir. DSM anlayışı ve uygulamasının kongre sonrasında eleştirildiği doğrudur, ama bunun onuru niye yalnızca teorisyenlerimizin tekelindedir ki? (Bu eleştirinin sınırlarına ise daha önce değinmiş bulunuyoruz.)

Son bir örnek. Sınıfa hangi perspektifle gidildiği tartışılırken, Kongre Belgeleri’nin sendikalar bölümünden kendine dayanaklar bulan Z. Ekrem, aynı bölümde yer alan “DİSK, Türk-İş ve DSM’- ye ilişkin” yanlış tespitler sözkonusu olduğunda olayı kendi dışında görüyor.

Elde nalıncı keseri oldu, mu, başka türlü davranılamıyor demek. Fakat elde nalıncı keseri tutularak da siyasal önder olunamıyor ne yazık ki!(167)

*****************************************

ALTI TASFİYECİLİK VE İNKARCILIK

Bilindiği gibi, teorisyenimiz bizleri “inkarcı-tasfiyeci eğilim” olarak niteliyor. Bu nitelemesini broşürüne başlık olarak seçerek, bu eğilimin önemini vurgulamış oluyor. Fakat bu kavramların, devrimci hareket ve TDKP koşullarında somut ideolojik-sınıfsal içeriklerini çözümleme zahmetine girişmiyor. “Yenilgi ve gericilik yılları” alışılmış ifadesiyle başlayan hamasi vaazların buna yettiğini sanarak, teorisyen şanını bir kez daha gölgeliyor.

Tasfıyecilik ve inkarcılık; bunlar bilimsel kavramlardır, ideolojik-sınıfsal bir içerik taşırlar. Hamasi nutuklar değil, somut çözümleme gerektirirler.

Proletarya hareketi içinde bir sapma olarak tasfiyecilik, proletarya üzerinde burjuva etkiyi ifade eder; proletarya hareketi saflarına katılmış küçük-burjuva unsurların şahsında ortaya çıkar; sosyalist proletarya hareketinin teorik ve taktik temellerine, örgütsel kurumlarına ve devrimci mücadelenin devrimci kazanımlarına, burjuva(168)etki doğrultusunda bir saldırı şeklinde kendini ortaya koyar. Sağ ya da sol biçimler alabilir; liberal ya da anarşist eğilimli olabilir. Fakat her halükarda, proletarya hareketi saflarına, işçilerin partisi saflarına, özellikle de devrimin yükseliş dönemlerinde ve kolay devrim hayalleriyle katılmış aydın, küçük-burjuva ya da belirgin bir sınıfa mensup olmayan, “sınıf dışı” unsurların şahsında ortaya çıkar.

Teerisyenimiz boş ve dayanıksız sözlerle başkalarını uluorta tasfiyecilikle suçlamadan önce, “Şanlı TDKP”sinin sınıf bilinçli işçilerin partisi, işçi hareketinin örgütlü öncü müfrezesi olduğunu ortaya koyabilmeli, “yepyeni ve çürütülemez” tezlerden oluşan “bütünlüklü çizgi”sinin, sosyalist proletarya hareketinin teorik ve taktik temellerinin ifadesi olduğunu gösterebilmelidir. Bununla da yetinmemeli, “yenilgi ve gericilik yıllarında”, başta önderliğin şahsında olmak üzere, TDKP saflarında yaşanan ideolojik ve moral yıkımın, sağcı, teslimiyetçi ve tasfiyeci anlayış ve davranışların, genel küçük-burjuva yozlaşma ve çürümenin nesnel sınıfsal bir tahlilini yapabilmeli, toplumsal mantığını temelini tanımlayabilmelidir. Küçük-burjuva demokratik hareketin bir kesimine dayanan ve ezici çoğunluğu ile küçük-burjuva unsurlardan oluşan TDKP’de tasfıyecilik nasıl yaşanmıştır?- teorisyenimiz sorunu işte bu temelde tartışmalı, kendi tasfıyecilik tespitinin sınıfsal dayanaklarını, toplumsal içeriğini buna göre tanımlamalıdır.

Fakat o her meselede olduğu gibi, tasfiyecilik sorununda da sınıf bakış açısından, sınıf ölçütlerinden yoksundur. Böyle olunca da, onun nazarında tasfıyecilik, ya kötü niyetli, şeytanca tasarımları olan bazı bireylerin ürünü olur. (“Böylece uzun bir süredir edindiğimiz bilgilerin ve bazı yoldaşların endişelerinin doğru olduğu kanıtlanmış olmaktadır.”, Broşür, s.5); ya da bazı bireylerin “gerekli teorik-pratik birikimden yoksunluğu” ile izah edilir. (Bkz. Broşür, s.4)

TDKP teorisyeninin bu bakış açısını Lenin’in şu sözleriyle karşılaştırınız: “Bu nedenle, proletarya üzerinde, burjuvazinin, tasfıyeciliğe (...) ve otzovizme (...) yol açan etkisi, bir rastlantı, şeytanca bir tasarım, ya da bazı bireylerin aptallığı ya da yanılgısı değildir,(169)söz konusu nesnel koşulların işleyişinden ve bugünkü Rusya’da tüm işçi hareketinin, ‘temel’den ayrılması olanaksız üstyapısının kaçınılmaz sonuçlarıdır.” (Tasfiyecilik Üzerine, s. 102)

Aynı materyalist sınıf bakış açısıyla Lenin şunları söyler: “Tasfiyecilik, kökü derinlerde olan toplumsal bir olgudur, liberal burjuvazinin karşı-devrimci ruh haliyle, demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanmayla ayrılmaz biçimde bağlıdır.(age., s.68)

Soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur. Teorisyenimiz, somut ve keyfi tanımlamaları bir yana bırakıp da devrimci hareketin ve TDKP’nin 12 Eylül sonrası somut evriminin ideolojik-sınıfsal çözümlemesini yapabilse, görecektir ki, tasfıyecilik kavramı, bu dönem için, başka örneklerin yanı sıra örneğin TDKP’nin somut evrimine de çok iyi oturmaktadır. Bu evrim, “demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanma” (Lenin) denilen olgunun somut ifadesi değil de nedir? TDKP somutunda, bu dağılma ve parçalanma öncelikle ve özellikle önderliğin şahsında yaşanmış, önderlikten örgüte yayılmıştır. Öylesine ki, başlangıçtaki mücadeleci ve dirençli tutumlarıyla TDKP’nin yüz akı durumundaki parti üyelerinin önemli bir kısmı, bir süre sonra, örgütteki genel gerileme ve dağılmanın da etkisiyle, mücadele saflarını terketmiş, kişisel gelecek, sıcak yuva, ya da “vatan borcu” ödemek kaygısına düşmüşlerdir. Bu bir sınıfsal olgudur, bir tür küçük-burjuva kaçıştır. Küçük-burjuva sınıf tutarsızlığının, ufuksuzluğunun, soluksuzluğunun çarpıcı bir yansımasıdır.

Hatırlanacağı gibi teorisyenimiz, Aralık 1986 tarihli yazısında, “Yönetimi, örgütleri, kadroları ve faaliyetiyle TDKP bir bütün olarak iyi bir sınav veremedi... Son 5-6 yılda işlevine uygun bir faaliyet ve atılım gösteremedi...”, diyordu. Z.Ekrem’in ideolojik-sınıfsal köklerine inmekten kaçındığı bu durumun kendisi, “demokratik küçük-burjuvazideki dağılma ve parçalanma”nın ifadesi tasfiyeci bir süreçti. İlk adımları, karşı-devrimin azgın saldırıları karşısında kararsızlığa ve tutarsızlığa düşülüp burjuva reformizmine el uzatılarak atılmıştı (Bkz. “Yeni Bir ‘Arayış’mı?" makalesi). Nisan darbesiyle yaşanan ideolojik, moral ve örgütsel yıkım, buna(170)büyük boyutlar kazandırdı. Ardından, mücadeleden geri durma, içe kapanma, pasifizm ve teslimiyet, bizzat üçlü MK tarafından teorileştirildi. Bu sağcı ve teslimiyetçi teorileştirme, legal olanakları faşizmin kötü niyetli tuzağı olarak görme (Küçük Broşür, s. 19), legal sendikaların reddi vb. türden “sol”cu otzovist teori ve taktiklerle iç içe oldu. 1984 sonunda yayınlanan DSP Broşürü ise, “Yeni Bir ‘Arayışmı" makalesindeki reformist eğilimin daha kapsamlı ve açık yeni bir ifadesi oldu. Böylece TDKP’nin 12 Eylül öncesinde burjuva-reformizmi karşısında kazandığı devrimci ideolojik-siyasal mevziler kaybedildi. Bu sürecin pratik-örgütsel boyutları biliniyor; TDKP örgütsel bir tasfiye yaşadı ve sınıf mücadelesi alanının kıyısına düştü. Küçük-burjuva yozlaşma ve çürüme, bir küçük-burjuva yok oluşa dönüştü.

Tasfiyecilik sorununu, bugün artık kendi sempatizan çeperi nezdinde bile önemini ve ciddiyetini yitirmiş TDKP açısından değil, Türkiye işçi sınıfının bağımsız sosyalist sınıf platformu sorunu açısından tartışmak gerekir.

Proletarya üzerinde burjuva etkinin ifadesi olarak yaşanan tasfiyeciliğin özü, proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığını zayıflatmak ve yok etmek, proletaryayı burjuva reformizminin, küçük-burjuva demokrasisinin eklentisi durumuna düşürmektir.

Proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığına kavuştuğu koşullarda, tasfiyecilik, bu bağımsızlığı kemirmeye ve yok etmeye yönelir. Fakat böyle bir bağımsızlığın henüz kazanılmamış olduğu koşullarda ise, tasfıyecilik, bizzat bu bağımsızlığı kazanma sürecinin önünü tıkar, engelleyici faktör olarak rol oynar.

Bugün Türkiye işçi sınıfı hala sınıfsal bağımsızlığından yoksundur ve böyle bir bağımsızlığın kazanılmasını engelleme anlamında, çok yönlü bir tasfiyeci baskının altındadır. Bu tasfiyeci baskı, genel burjuva baskının değişik nitelikte yansımaları olan üç ana kaynaktan gelmektedir. 1- Burjuva reformizmi. 2- Modern revizyonizm. 3- Küçük-burjuva popülizmi.

Türkiye proletaryasını siyasal sınıf bağımsızlığına kavuşturma, bugünün temel sorunudur. Bu sorunun çözümü reformizme, revizyonizme ve popülizme karşı köklü bir ideolojik mücadeleden ve(171)işçi sınıfı üzerinde bu akımların ideolojik ve örgütsel etkinliğini kırmaktan geçer. Bu da bir tasfiye süreci olacaktır; tasfiyeci akımların tasfiyesi süreci...

Bu, bütünüyle olumlu anlam yüklü bir tasfiye sürecidir. Narodnizm inkar ve tasfiye edilmeseydi, Rus marksist hareketi doğup gelişemezdi. Çürümüş ve burjuvazinin dümen suyuna girmiş II. Enternasyonal ve partileri tasfiye edilmeseydi, leninist-bolşevik tipte yeni partiler ve onların uluslararası birliği olan III. Enternasyonal doğup gelişemezdi. Uzun yıllar Türkiye sol hareketini egemenliği altına alan Kemalizm kuyrukçusu, sınıf işbirlikçisi tasfiyeci reformist çizginin tasfiyesi çabasına girilmeseydi, küçük-burjuva demokrasisinin ihtilalci çizgisi ve bunun ifadesi akımlar ve gruplar gelişip güçlenemezdi vb.

Teorisyenimizin gözden kaçırdığı da bütün bunlardır.

Devrimci küçük-burjuva popülizmi, 1968’ler Türkiye’sinden kök almaktadır. Çıkışı, pratikte işçi sınıfından uzaklaşmayı ifade etse de, burjuva reformizminden bir kopuş ve düzene karşı ihtilalci bir yöneliş olması anlamında, devrimci bir önem taşımaktadır. Bu gerçek, Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış’ta şöyle ifade edilmiştir: “Devrimci küçük-burjuva popülizmi, TİP’in burjuva liberal, Mihri Belli’nin darbeci-reformist MDD Hareketi karşısında, küçük-burjuva ihtilalciliğini temsil etmek açısından ileri ve olumlu bir hareketti kuşkusuz.” (Eksen Yayıncılık, s.29)

1968’lerden kök alan bu hareket, 12 Mart yenilgisini yaşadı; bu yenilgi onu ayrıştırdı, değişik bir evrime soktu. Hareketin THKO, THKP-C/ML Hareketi ve TKP/ML Hareketi'nden oluşan kesimi, bu evrimi değişik ve karmaşık bir süreç olarak yaşadı. Bu karmaşık süreç, devrimci küçük-burjuva popülizminin bu kesimini, 1980’e gelindiğinde, devrimci-demokrasinin en ileri, siyasal açıdan en tutarlı, Marksizme ve proletaryaya en yakın kesimi konumuna ulaştırdı.

Gerçek sonuçlarına varamamış bir Mao eleştirisiyle ulaşılmış bu konum, üç gruptan oluşan bu hareketin evriminin sınırıydı da aynı zamanda. Devrimci küçük-burjuva popülizmi ileriye doğru gelişmesinin tüm olanaklarını kullanmış, ulaşabileceği en son sınıra(172)varmış ve tıkanmıştı. 12 Eylül tam da bu koşullarda geldi. Tıkanıklık ve çözümsüzlük, karşı-devrimin azgın saldırısıyla da birleşince, kısa zamanda küçük-burjuva bir çözülme, dağılma, parçalanma, ihtilalci konumdan uzaklaşma ve teslimiyet çizgisine dönüştü. Bu bir tasfiye süreci, gerileme, küçük-burjuva yozlaşma ve yok oluş süreciydi. TDKP’nin şahsında özellikle belirgin biçimde yaşandı.

12 Eylül’de yenilen Marksizm-Leninizm ve devrim davası değil, bir kere daha küçük-burjuva devrimciliği idi. İflas eden proletaryanın değil, küçük-burjuvazinin devrim, mücadele ve örgütlenme anlayışı idi. Bunun bilince çıkması, hareketin ve özel olarak da TDKP’nin içindeki yol ayrımının temeli oldu.

“12 Eylül sonrasının karşı-devrim koşulları, hareketin küçük-burjuva siyasal sınıf yapısını ayrıştırıp farklılaştırdı. Başlangıçta bir bakıma kendiliğinden yaşanan ve kendini teslimiyet ve mücadele eğilimleri olarak ifade eden bu ayrışma, yenilginin ve yıkımın sonuçlarına oportünist ve devrimci yaklaşımlarda ilk bilinçli ifadelerini kazandı. Gelinen yerde teorik, siyasal ve sınıfsal sonuçlarına varma, her yönüyle bilinçli ifadeler kazanma sancıları yaşanmakta. Bu ayrışma ve çatışma, proleter sosyalizmi ile, popülizmin liberal ve radikal küçük-burjuva tonları arasındadır.” (Yakın Geçmişe Genel Bir Bakış, s.57)

1970’li yılların ikinci yarısı, TDKP ve benzeri devrimci küçük-burjuva gruplar için gelişip serpilme dönemi olmuştu. Genel olarak bakıldığında, bu gruplar bu dönemde, olumlu ve devrimci bir rol oynadılar. Burjuva reformizmiyle aralarına belirgin bir çizgi çektiler ve devrimci radikal bir çizgide mücadele ettiler. Burjuva reformizmine ve modern revizyonizme karşı kazanılan ideolojik siyasi mevziler, devrimci sınıf mücadelesinde proletarya hareketine yakınlaşma, devrimci mücadele içinde biriktirilen ihtilalci-moral değerler, bu dönemin temel kazançlarıydı.

1980’li yıllar, tıkanma, çözümsüzlük içinde bocalama, kitlelerden kopma, gerileme, yozlaşma ve bütün bunların bir ifadesi olarak, bir küçük-burjuva tasfiye ve yok oluş dönemi oldu. Burjuva reformizmine karşı kazanılan ideolojik-siyasi mevzilerden ve bağımsız konumdan gerileme yaşandı, teslimiyet eğilimi güçlendi. Geçmişin(173)mücadelesiyle biriktirilen devrimci moral değerler, özellikle TDKP önderliği eliyle, tahrip edildi.

Bu bir tasfiye süreci idi. Teorisyen Z. Ekrem hem böyle bir tasfiye sürecinin unsuru, hem de üçlü MK’nın şahsında savunucusu olduğu için, kendisi tasfiyeci bir konumdadır. Kişisel skandal sorunlardan tutun da bir bölgede ne kadar gazete-bildiri dağıtıldığına kadar her konuda kaynak kullanıp fikir belirten Z. Ekrem, DSP Broşürüyle ortaya konan reformist teori ve tahliller hakkında bugüne kadar tek kelime etmemiştir. Bu onun tasfiyeciliğin ideolojik boyutlarıyla çelişmediğini göstermektedir. Onun sorumluluğunda çıkmış “Yeni BirArayış’ mı?" türünden makaleler göz önüne alındığında, bu bütünüyle anlaşılır bir durum olmaktadır.

Z. Ekrem, popülizmden kopuş ve proleter sosyalizmine yöneliş eğilimi karşısında gösterdiği gerici dirençle, tasfiyeci konumuna yeni boyutlar katmış, onu pekiştirmiştir.



***

Bir de inkarcılık sorunu var.

Aslında bu sorun, I. bölümün son sayfalarında ve asıl olarak da Dühring’in anımsandığı ikinci bölümde yeterince tartışıldı. Orada da gösterildiği gibi, Z.Ekrem’in de içinde yer aldığı “THKO militanları”, Türkiye sol hareketinin en inkarcı unsurlarından olmuşlardır. Onlar, “THKO Militanları”nın eşi benzeri bulunmaz hasletleri ile Türkiye Devriminin Yolu broşürünün “kitleler”den söz eden birkaç cümlesi dışında, fazlaca bir şeye dayanmak, bir şeyin mirasçısı olmak gereğini duymamışlardır. Oysa ‘71’in THKO’suna kıskançlıkla sahip çıkıp da aynı dönemin diğer devrimci gruplarına sahip çıkmamanın, küçük-burjuva grupçuluğu ve inkarcılığı dışında, hiçbir bilimsel açıklaması ve mantığı yoktur.

“THKO Militanları” bu inkarcı tutumu hep sürdürmüşlerdir. Onlar, küçük-burjuvazinin dar, kısımcı, bireyci, bencil, kibirli ve dünyayı kendinden ibaret görme anlayışının bir ifadesi olarak, TDKP sınırlarının ötesine, çoğu kere ve çoğu durumda gözlerini kapamışlardır. Devrim mücadelesinin TDKP dışındaki kazanımları,(174)onları fazlaca ilgilendirmemiştir. Osman Yoldaşcan, M.Fatih Öktülmüş, Adil Can, Süleyman Cihan, Abdullah Meral gibi yüzlerce devrimci şehit, salt TDKP’li olmadıkları için, onlar tarafından görmezlikten gelinmiş, anma sütunlarında yalnızca TDKP üye ve sempatizanlarından söz edilmiştir. Çıkardıkları binlerce sayfalık yayınlarda, Nazım Hikmet, Enver Gökçe, Ruhi Su, Yılmaz Güney vb. gibi ilerici-devrimci sanat ve kültür adamları üzerine sahiplenici birkaç satır yazma gereği duymamışlardır. Geçmiş TKP’nin sağ oportünist ideolojik-siyasi mirası haklı olarak reddedilmiş, ama, bu partinin tabanında, bu partiden çok, Dünya Komünist Hareketinin ve sosyalist Sovyetler Birliği’nin varlığından güç alarak devrim ve sosyalizm ideali uğruna mücadele etmiş, emek vermiş, acı çekmiş insanların devrimci mirasına dönülüp bakılmamıştır bile.

Daha nicesi sayılabilir. Fakat bu kadarı bile, TDKP önderliğinin, proletaryanın kendinden önceki tüm ilerici, demokrat, devrimci maddi ve manevi kazanımlarının mirasçısı, savunucusu ve yaşatıcısı olduğu şeklindeki marksist perspektiften yoksun olduğunu göstermeye yeterlidir. Bu onun küçük-burjuva ideolojik-sınıfsal konumu ve tutumunun bir başka ifadesi ve göstergesidir.

İnkarcılık, bir küçük-burjuva sınıf tavrıdır. Nihilizm, anarşizm vb. gibi insanlığa, kültüre, insanlığın ortak kazanımı olan maddi-manevi değerlere karşı inkarcı olan akımlar, temelde küçük-buıjuva sınıf niteliğine sahiptirler. Oysa proletarya, burjuvazininki de dahil olmak üzere, tüm ilerici insanlık tarihinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür.

Küçük-burjuva inkarcılığından biz yalnızca nefret ediyoruz. O halde, gerçekte kendisi inkarcı olan teorisyenimiz, bizi neden inkarcılıkla suçluyor? TDKP’nin popülist teori ve pratiğini eleştirip “inkar ettiğimiz” için! Oysa bu tümüyle başka bir şeydir.

İnkarcılık bir küçük-burjuva sınıf eğilimidir; oysa inkar kavramı çok farklı bir içerik taşır. İnkar, hareket yasasıdır; ilerleme, gelişme koşuludur. İdeolojik ve sınıfsal özü küçük-burjuva olan bir teori ve pratik, ancak bilimsel temelde eleştirilip “inkar” edilerek aşılır. Nitelik değişimine, nitelik olarak farklı bir ideolojik-sınıfsal öze ve temele ancak böyle ulaşılır. Bu, geçmişin ideolojik-siyasi,(175)maddi, manevi her türlü olumlu ve devrimci kazanımına sahip çıkıp geleceğe aktarmayla çelişmez. Bu tür bir “inkar”ı reddetmek, diyalektik gelişmeyi inkar etmekle aynı anlama gelir.

Geçmişin ileriye dönük devrimci kazanımlarının 12 Eylül sonrasında tahribi ve terkedilişi anlamında bir küçük-burjuva inkarcılığı ise, bizzat Z. Ekrem’in de içinde yer aldığı TDKP önderliği ile Z. Ekrem’in koruyucusu kesildiği üçlü MK’nın şahsında yaşandı.

Küçük-burjuva önderler, kendi kazanımlarını bile koruyamadılar.

“Devrimci bir siyasal harekette çürüyüp çöken yana değil, gelişip ilerleyen yana bakılır. Geçmişte olumlu ve devrimci olanın gerçek mirasçısı da, çürüyüp çöken, ya da yıllar öncesine takılıp kalan yan değil, gelişip ilerleyen yandır. Bugün TDKP’de gelişip ilerleme çizgisi, proleter komünist bir hareket haline gelmek, böyle bir gelişmenin nesnel ihtiyaçlarına cevap verebilmek demektir. TDKP’de, geçmişte devrimci olanın gerçek temsilcileri, TDKP’deki bugünkü gelişme ihtiyacına cevap verebilenlerdir. Bunun gerisinde kalanların, TDKP’nin geçmiş konumu ve platformu üzerine döktükleri gözyaşları timsah gözyaşlarıdır. Yaşanan sürece ve sosyal pratiğin ortaya çıkardığı derslere rağmen yıllar öncesini bugün sürdürmeye kalkanlar, tutucu bile değil, düpedüz gericidirler. Ve zaten parti sorunlarının her açıdan tartışılmasının karşısında gösterilen tepki, bütün kişisel kaygı ve zaaflardan arındırılarak ele alındığında, devrimci proleter gelişme karşısında basbayağı bir küçük-burjuva gerici ayak diremedir .’’(Ciddiyet Bunalımı, Belgeler-2, s.39)

Temmuz 1987(176)

***********************************************

EKLER

Ayrışma Sürecinin Bazı Belgeleri(177)...(178)



***********************************************

GÜNDEM ÖNERİSİ ÜZERİNE

(TDKP Konferansı delegelerine sunulmuştur)

Ekteki “Konferans Gündem Önerisi” üzerine bir kaç kısa şey söylemek gerekiyor.

Hangi gündemle, nasıl bir konferans sorusuna doğru bir cevap, ancak, hangi gelişmelerin örgütü böyle bir konferans yapma acil göreviyle karşı karşıya getirdiği sorusunu cevaplamakla mümkündür. Aksi takdirde, yüzeysel muhakemelerle, kolayca yanılgıya düşülür, özellikle tarihten çeşitli örneklere başvurularak, “böylesine ağır gündemli bir konferans nerede görülmüştür” yersiz tartışması yapılır. Aynı şekilde, örgütün hangi koşullarında, ne durumdaki bir örgütle konferans sorusuna doğru bir cevap verilmediği takdirde, “dünyanın neresinde önce konferansın yapıldığı, sonra meselelerin tartışıldığı bir konferans yapılmıştır” şeklinde, gerçekte son beş yıllık tasfiye sürecini ve örgütün bugünkü yıkım halini niyetlerden bağımsız olarak gizleyen yersiz ve gereksiz tartışmalara girilir.

On yılı aşan bir siyasal geçmişe sahibiz. Partimiz uzun yılların(179)çabasıyla, büyük iddia ve umutlarla kuruldu. Kuruluşu için yıllarca çaba harcandığı, kurulduğunda on binlerle ifade edilen bir kitlesel etkinliğe sahip olduğu halde, Kuruluş Kongresi’ni topladığında, işçi sınıfı içinde siyasal ve örgütsel bir varlığı hemen hemen yoktu. Partimiz sınıf içinde yaratılmış örgütlerin değil, şehir ve kır küçük-burjuvazisinin değişik kesim ve katmanları içinde yaratılmış örgütlerin bir toplamı olarak kuruldu. İşçi sınıfının siyasal partisini inşa etmek iddiasıyla ve yılların çabasıyla kurulan partimizin bu özelliği çarpıcı bir olgudur.

İlk örgütsel temelleri sağ oportünist-reformist bir ideolojik-siyasal çizginin gereklerine uygun atılmış, bunun sonucu olarak, legalist bir örgüt olarak oluşmuş partimiz, sonraki dönemlerde harcanan belirli çabalara rağmen, bu örgütsel niteliğini değiştirememiş, 12 Eylül askeri cunta dönemine bu özellikleriyle girmiştir. Ve bunun doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak faşizmin saldırıları karşısında tutunamamış, kısa zamanda peşpeşe darbeler yiyerek, Nisan 1981’de MK’yı da kapsayan yaygın tutuklamalarla birlikte örgütsel yok oluşun eşiğine gelmiştir.

Partimiz gerçeği açısından tipik ve çarpıcı başka bir olgu yine bu dönemde yaşanmış, parti önderliği düşman karşısında teslimiyete ve ihanete düşmüş, parti, devrim ve komünizm davasını savunma gücü ve iradesini gösterememiştir.

‘81 Nisan’ı partimiz açısından gerçek bir yıkımdı. Karşı-devrimin saldırılarıyla örgüt kısa zamanda tasfiyeyle yüz yüze kalmış ve parti önderliği sınıf mücadelesi pratiğiyle iflas etmişti. Bu gerçekler, işçi sınıfı partisi olmak iddiasıyla kurulduğu halde, küçük-burjuva sınıf temeline dayalı ve küçük-burjuva sınıf bileşimine sahip parti gerçeğimiz ile de birleştirilmeli, geçmiş bu temelde derinlemesine ve bütün boyutlarıyla değerlendirilmeliydi.

Böyle olmadığını, bunun yapılmadığını biliyoruz. Bu yapılmadığı için, partimiz geçmişinden gelen bütün zaaflarını korudu, karşı-devrim yılları bu zaaflara yenilerini kattı, parti ileriye değil sürekli geriye giderek bugünkü yıkım ve dağılma noktasına geldi. Bu gerçek, parti önderliğinin dışarda kalan bölümünün de iflasını sergiliyor. Ki zaten bu önderliğin bir bölümü, Ağustos Kararları(180)üzerine partiden kopmuş, burjuva-liberal bir çizgide açık tasfiyeci bir faaliyete girişmiştir.

Ağustos Kararları, biçimsel görüntü ne olursa olsun, gerçekte parti örgütünün hemen hemen tasfiye olduğu bir dönemde alındı. Bugünkü bilgilerimiz, örgütün Ağustos Belgeleri’nde tanımlanandan da çok daha kötü bir durumda olduğunu gösteriyor.

Özetlersek, biz; işçi sınıfı partisi iddiasıyla ama işçi sınıfı dışında, küçük-burjuvaziye dayalı bürokratik-legalist bir örgüt olarak kurulmuş; karşı-devrimin saldmlarıyla kısa zamanda tasfiyeyle yüz yüze kalmış; yenilginin çarpıcı ve öğretici derslerine ve aradan geçen uzun yıllara rağmen kendini aşma gücü, iradesi ve dinamizmi gösterememiş; önderliğinin bir bölümü içerde, kalanı dışarda iflas etmiş, büyük ölçüde sınıf mücadelesinden elenmiş; ve Ağustos ‘86’da, en kötü durumda olup en ağır bunalımını yaşayan bir partinin konferansını topluyoruz. Bu konferans, olağan bir sürecin belirli bir evresinde, belirli bazı özel sorunları tartışmak için değil, on yılı aşmış siyasal geçmişine rağmen, bugün bütünüyle işçi sınıfı dışında ve örgütsel yıkım halinde bir partinin konferansı olarak toplanmaktadır.

Bu gerçek unutulmamalı, konferansın konumuna, misyonuna ve dolayısıyla gündemine bu gerçeğin ışığında bakılmalıdır. Konferans ve partinin bugünkü sorunları üzerine, bu gerçeği gözetmeden yapılacak her tartışma, ayakları havada, sahte ve demagojik olacaktır.

Konferans gündemi önerisi, yukarıdaki gerçekler gözetilerek hazırlanmıştır. Ana hareket noktası, bir bakıma özü şudur: Genel çizgileriyle de olsa, Türkiye Devrimci Hareketi ve TDKP gerçeği üzerine bir değerlendirme yapılmadan ve bu değerlendirme esas alınmadan, yeni dönemde hiçbir ciddi siyasal ve örgütsel adım atılamaz. Bu yapılmadan alınacak kararlar, tespit edilecek görevler ve atılacak adımlar kısa zamanda yeni sorunlar, yeni çıkmazlar yaratır. Ve yine bu yapılmadan, TDKP, değil kendi dışında, kendi tabanında bile ciddi ve inandırıcı görülemez.

Ağustos Kararları, partideki geriye gidişi durdurdu ve partili komünistleri partide etkin kılıp harekete geçirerek, yeni bir dönemin(181)ilk adımını attı. Parti saflarında belirli bir kargaşa ve moral bozukluğu yaratan ve gerçek nedenleri henüz tam olarak anlaşılamayan son gelişmeler, yukarıdaki gerçeği karartmamalıdır. Ne var ki, geçmişte köklerine işaret etse de, Ağustos Değerlendirmeleri, bir bakıma, yalnızca son beş yılı tanımlıyor.

Bugünün, dolayısıyla konferansın görevi, partinin bugünkü gerçeğini, bütün bir geçmiş sürecini, hiç olmazsa genel çizgileriyle değerlendirerek, hem partide bir iç tartışma platformu oluşturmak, hem de, yeni dönemin siyasal ve örgütsel görevlerini bu değerlendirmenin ışığında tespit etmektir.

TDKP'nin bugünkü nesnel ihtiyacı budur. Bu ihtiyaca cevap verilmediği takdirde, TDKP, yılların beklentisini boşa çıkarmış olacak, kendi içinde ve kendi dışında iddia ve inandırıcılığını hepten kaybedecektir. Partideki geriye gidişe dur denilişinin ardından, partinin üyeleri, parti sempatizanları, dışımızdaki devrimciler, büyük bir ilgiyle, parti konferansının partinin dünü, bugünü ve yarını üzerinde ne diyeceğini beklemektedir. Çok daha önemli olanı ise, partinin dünü ve bugünü üzerinde belli bir değerlendirme yapılmadan ve yapılmadığı sürece, yarına dönük hiçbir ciddi adım atılamayacağı gerçeğidir. TDKP, ya köklü bir değişimi gündemine alacak, ya da bugüne kadar lafta kalan iddiasını hepten yitirecek, yaşamını bir dönem daha sürdürse bile, sınıflar mücadelesinin gerçek alanının kıyısında kalacaktır.

Sınıfa yönelişin ve işçi sınıfın bağrında partiyi yeniden örgütlemenin genel bir eğilim olduğu bir dönemde, TDKP, kendi gerçeğini doğru tespit etmeden, ne sınıfa yöneliş doğrultusunda ciddi bir adım atabilir, ne de sınıfın ileri kesimleri tarafından ciddiye alınabilir. Sınıfa yöneliş niyeti yıllardır var, fakat bir türlü gerçekleşmiyor. TDKP, bütün bir geçmişini ve bugünkü gerçeğini doğru değerlendirip tanımlayamadan, kendisini hep küçük-burjuvazi içine hapseden ideolojik-siyasi ve örgütsel engelleri doğru tespit edip, tartışıp aşmadan, sınıfa da yönelemez. İşçi sınıfı tarafından ciddiye alınamaz. Bu, uzun yılları alan TDKP pratiğinin tartışmasız olarak gösterdiği basit bir gerçektir.(182)



***

Gündem Önerisi’nin birinci maddesi, “Türkiye Devrimci Hareketi ve TDKP Üzerine Değerlendirme”, ikinci maddesi, “Leninist Bir Sınıf Partisi Yaratmanın Sorunları” başlığını taşıyor. Ayrı ayrı ifade edilmiş olsa da, gerçekte bu iki madde iç içedir. Şöyle ki, ikinci gündem maddesi, konferans delegelerindeki eğilimlerden hareketle, birincisinin belli sonuçları varsayılarak tespit edilmiştir. Yine bu ikinci madde, Ağustos Belgeleri’nin, “TDKP Leninist bir sınıf partisi olamadı” tespitine, parti üyelerinden karşı bir düşüncenin bugüne kadar gelmemiş olmasından hareketle, bu tespitin parti saflarında yaygın bir görüşün ifadesi olduğunu da varsayarak tespit edilmiştir.

TDKP, tarihi bir dönemeçten geçiyor ve konferans böyle bir anda toplanıyor. Bugünün sorunu TDKP’nin Türkiye işçi sınıfının marksist-leninist partisi olup olmadığını tartışmak değildir. Zira, bir bakıma, sınıf mücadelesinin acımasız pratiği bu tartışmayı çözmüş, TDKP gerçeğini gözler önüne sermiştir. Bugünün sorunu, TDKP’nin, bütün iyi niyet ve çabalarına rağmen, neden leninist bir parti olamadığı ve Türkiye işçi sınıfının leninist sınıf partisinin nasıl yaratılacağıdır.

Sonuçları tespit etmek zor değildir. TDKP’nin, proletaryanın marksist-leninist partisi olamadığı gerçeği bugün yalnızca bir sonuçtur. Ve geçmişin kaba, grupçu ve sübjektif önyargılarından kurtulamamış, sınıf mücadelesinin acı ama o ölçüde öğretici pratiğinin ortaya çıkardığı çıplak gerçekler üzerine düşünme olanağını henüz bulamamış pek az insan hariç, bu basit sonucu tespit etmek, gelinen yerde hiç de zor değildir. Önemli olan, TDKP’nin bugünkü durumunu tespit etmek değil, bunun nedenlerini çözümlemektir. Bugünün cevaplanması gereken can alıcı sorusu, bütün niyet, iddia ve on yılı aşkın çabalarına rağmen, TDKP’nin neden işçi sınıfının siyasal hareketi ve siyasal örgütü olamadığıdır.

Konferans bu sorunu tartışıp, kendi düzeyi ve birikimi ölçüsünde ortaya bir değerlendirme koyup, bunu yeni dönemde partideki tartışmaların zemini haline getirmeden, TDKP, ileriye doğru tek bir ciddi adım bile atamaz. Bu perspektiften yoksun her “yeni” adım yalnızca yeni çıkmazlar ve yeni düş kırıklıkları yaratacaktır.(183)

TDKP’nin geçmişi 1971’in küçük-burjuva devrimciliğine dayanıyor. Bu geçmişi ve hatta onun öncesini, 1960’ları, genel çizgileriyle değerlendirmeden, TDKP’nin doğuşunu bu sürecin içine oturtmadan, TDKP’nin sonraki evrimini anlayıp değerlendirmek mümkün değildir. Konferans soruna bu perspektifle yaklaşmalı, tartışma ve değerlendirmelerinde açık, cesur ve sorumlu davranmalıdır. Ve sorumluluğun, yalnızca Marksizm-Leninizm’e, devrim ve sosyalizm davasına ve Türkiye işçi sınıfına karşı olduğu unutulmamalıdır.

Gündemin ikinci maddesinde “Leninist Partinin Teorik ve Taktik Temeli” olarak ifade edilmiş bir ara madde var. Konferans bugünkü hazırlık düzeyi ile bu sorunu kapsamlı biçimde tartışmada yetersiz kalabilir. Fakat en azından yeni dönemde, üzerinde özellikle inceleme ve tartışma yapması gereken ana noktaları tespit edebilir ki, bu bile çok önemlidir. Bugüne kadar, bazı zayıf noktaları belirtilse de, partimizin teorisi genel olarak doğru kabul edildi, partideki sorunlar yalnızca oportünist uzlaşmanın kötü sonuçları sayıldı. Ne var ki, oportünist uzlaşma yalnızca bir sonuçtur; her sorunda olduğu gibi, bu uzlaşma sorununda da asıl önemli olan, bu sonucu yaratan nedenleri araştırıp tartışmaktır. Bu doğrultudaki ilk çabalar, partimizin teorik temelinin sanıldığı sağlamlıkta olmadığını gösteriyor. Sorun bu yönüyle mutlaka tartışılmalıdır. Sorunu böyle tartışmamak oportünizm olacaktır.

Bu tartışmada şu olgulardan hareket edilebilinir. TDKP’nin uzun yılları bulan siyasal ve örgütsel yaşamı küçük-burjuva bir siyasal ve örgütsel pratiğin ifadesidir. Teori ve pratik arasındaki kopmaz diyalektik ilişki göz önüne alındığında, on yıllık bir süreçte, teorisi doğru, yalnızca pratiği yanlış bir siyasal hareket tasavvur bile edilemez.

Bilindiği gibi, Yoldaş’ın 12. sayısında (Parti Bayrağı, sayı:8) teorileştirilmiş ifadesini, Ekim ‘78 Konferansında (Parti Bayrağı, sayı:9) resmileştirilmiş ifadesini bulan ünlü oportünist uzlaşma, bütünüyle gönüllü bir uzlaşmadır. Tarafları bu uzlaşmaya hiçbir ciddi neden zorlamamıştır. Ve bu uzlaşmanın teorisini, sağ oportünist GMK değil, partimizin teorisini geliştiren bu yoldaşlar yapmışlardır. Gerek Parti Bayrağı'nın 8. sayısındaki yazıyı, gerekse Ekim(184)Konferansı’nın ana belgelerini, teorimizi geliştiren yoldaşlar hazırlamıştır. Bu basit bir olgu değildir. Bu yoldaşları buna yönelten, besbelli ki, ideolojik-siyasi kavrayışlarındaki çarpıklık ve zayıflıktır. Bunun ne olduğu sorunu, bugüne kadar partide tartışılmamıştır. Bu tartışılmadan, ne oportünist uzlaşma ve ne de TDKP’nin sonraki siyasal ve örgütsel evrimi anlaşılabilir. Ve bu tartışılmadan, TDKP sınıfın siyasal hareketini ve örgütünü geliştirme tarihi görevi karşısında yine aciz, yine başarısız kalacaktır.

Bir başka olgu, TDKP’nin siyasal taktikler alanında hep başarısız oluşu gerçeğidir. Teori yığınlara mâl olmadan maddi bir güç haline gelemez. Teorinin yığınlara mal edilmesi ise, doğru devrimci taktikler aracılığıyla olur. Marksist-leninist bir teorik kavrayış olmadan marksist-leninist taktikler izlemek olanaksızdır. Temel siyasal ve örgütsel taktiklerimizin, teorimizi geliştiren yoldaşlar tarafından tespit edildiği ve hayata geçirilmesi çabasının bizzat bu yoldaşlar tarafından yönetildiği göz önüne alınırsa, ortaya tartışılması büyük önem taşıyan bir başka olgu çıkar. Lenin teoriyi, taktiği ve örgüt kavrayışını hep bir bütünlük içinde ele alır. Zaten teori ve pratiğin diyalektik birliği ve bütünlüğü de bunu şart koşar. Oysa bizim teorimiz hep doğru sayılmış, ne ki, sınıf mücadelesinin acımasız pratiği taktiklerimizin, siyasal ve örgütsel pratiğimizin yanlış olduğunu göstermiştir. Oportünist uzlaşmayı tespit etmek, fakat bunun nedenleri üzerinde düşünmemek ya da düşünememek, kendi gerçeğimizi değerlendirip algılamada ufkumuzu daraltmış, ve geçmişin değerlendirilmesinde bizleri çözümsüzlüğe itmiştir.

Diğerleriyle ilişkili fakat büyük önem taşıyan bir başka olgu ise şudur: Parti yazınımızda zaman zaman sözü edilmiş olsa da, TDKP partiyi, bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin birliği olarak ele alan marksist bilimsel görüşten yoksundur. Bu kavrayış olsaydı, hiç kuşku olmasın, oportünist uzlaşma kesinlikle gerçekleşmezdi. Komünist partisi işçi sınıfının partisidir. Onun bağrında, onun ileri, sınıf bilinçli üyelerini kucaklayarak oluşup gelişir. Komünist partisinin siyasal faaliyetinin ve örgütlenmesinin merkezinde her zaman işçi sınıfı vardır. Çarlık Rusyası’nda sayısı iki milyonu ancak bulan Rus işçi sınıfının bağrında doğup gelişmiştir Bolşevik Partisi.(185)

Oysa TDKP, şehir ve kırın küçük-burjuva devrimci-demokrat hareketiyle birleşerek kuruldu. TDKP’nin siyasal ve örgütsel faaliyetinin merkezinde hep küçük-burjuvazinin değişik katmanları esas yeri tutmuştur. Lafta söylenen ne olursa olsun, işçi sınıfının yeri ve önemi tali olmuştur. Olduğu kadarıyla da, işçi sınıfına sosyalizm perspektifiyle değil, küçük-burjuva devrimci demokrat bir perspektifle gidilmiştir.

Bu ve benzeri olgulardan hareketle -ki, bunlar çok çarpıcıdır, sorunun özüyle ilgilidir- TDKP’nin geçmişi her açıdan tartışılmalı, bugünün tanımı bu temel üzerine oturtulmalı ve Türkiye işçi sınıfının devrimci sınıf partisini yaratmanın sorunları buna bağlı olarak tartışılıp tespit edilmelidir.

Gündemin üçüncü maddesi, dönemin siyasal özelliklerinin tahlili temelinde, proletaryanın devrimci taktiğinin sorunlarını tartışıp belirli ilk değerlendirmeleri yapmayı amaçlamaktadır.

TDKP gerçeğini tartışmak, küçük-burjuva siyasal ve örgütsel pratiğini aşma sürecine girmek, içe kapanarak ya da aydınca akademik inceleme ve tartışmalar yaparak gerçekleşemez. Bu kısırlaşma ve yozlaşmaya yol açar. Dönem, teoride, siyasette, örgütte ve pratik mücadelede proleter bir siyasal-sınıfsal konum kazanma, leninist-bolşevik bir siyasal akım haline gelme ve bu temelde partileşme dönemidir. Bu, işçi sınıfı hareketini izlemeden, onun sorunlarını inceleyip tartışmadan ve daha önemlisi de işçi sınıfının kendiliğinden hareketini bağımsız siyasal bir hareket haline getirmek çabasına girmeden, bu çabadan kopuk olarak gerçekleşemez.

Proleter sınıf hareketinin dışında, küçük-burjuva katmanlar arasında siyasal ve örgütsel faaliyete girişerek, sözde komünist sınıf partisinin teorik, taktik ve örgütsel sorunlarını çözme garabeti, TDKP’nin acı gerçeğidir. Bu aşılmalıdır. Leninist bir sınıf partisi yaratmanın sorunlarının tartışıldığı bir dönem, sınıfın kendiliğinden hareketiyle bağ kurmaya, onu bilinçli bir siyasal hareket düzeyine çıkarmaya çalışıldığı bir dönem olmalıdır aynı zamanda. TDKP’nin yeniden örgütlenmesi sorunu da bu temelde ele alınmalıdır.

Yeni dönemdeki yönelişimiz işçi sınıfınadır. Gençlik hariç tutulursa, diğer devrimci sınıf ve katmanları bir dönem için belki(186)de tümüyle ihmal edeceğiz. Fakat bu, toplumun bütün kesimlerindeki gelişmeleri izleyip inceleme ve siyasal açıdan değerlendirme ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Aksine, işçi sınıfının politik eğitimi bunu zorunlu kılar.

Konferans, proletaryanın devrimci taktiğinin genel çerçevesini belirleme, ve burjuva reformist harekete karşı tavır sorununa özel bir ağırlık vermelidir. Burjuva reformist harekete karşı tavır sorunu, proletaryanın bağımsız sınıf hareketini yaratma sorunuyla doğrudan ilişkilidir ve parti içinde proletaryanın devrimci teorisi ve taktiği üzerine ciddi tartışmalara yol açacak, büyük ihtimalle parti içi saflaşmada belirleyici eksenlerden biri olacaktır.

Sözü edilmişken, şu gerçeği tespit etmek gerekiyor. TDKP içinde ayrışma ve saflaşma bitmemiştir. Aksine bir yönüyle yeni başlıyor. Bugüne kadarki ayrışma, büyük ölçüde karşı-devrim baskısıyla ve kendiliğinden oldu. TDKP’nin küçük-burjuva sosyal temeli ve sınıf bileşimi ile bu temelden kaynaklanan küçük-burjuva siyasal ve örgütsel yapısı, sınıf mücadelesinin ve yenilgi yıllarının baskısıyla farklılaşma sürecine girdi. Belirli bir kesim özellikle de önderliğin bir bölümü liberal sol bir çizgiye kaydı. Açık tasfiyecilik bu kesimin bir bölümü tarafından yürütüldü. Şimdi TDKP, proleter bir siyasal akım olma çabası içinde. Büyük ihtimalle, buna partinin bütün unsurları uyum sağlamayacak, bu yeni ayrışma ve saflaşmalara yol açacaktır. Bu ayrışma ve saflaşmalar, devrimci proleter eğilim ile devrimci küçük-burjuva eğilim arasında olacaktır. Bireylerinin niyet ve iradesinden bağımsız olarak, TDKP’nin mevcut ideolojik-siyasi yapısı ve sınıfsal karakteri böyle bir saflaşma ve ayrışmaya müsaittir. Bundan korkmamalı, tersine, açık bir tartışma ve ilkeli bir mücadele ile böyle bir ayrışma süreci bilinçli hale getirilmelidir.


  1. cak 1987 H.Fırat(187)

TDKP KONFERANSINA GÜNDEM ÖNERİSİ

A- TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİ VE TDKP ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

1- Sınıf hareketi, devrimci hareket ve TDKP

2- Partileşme süreci -Ekim konferansı- 1.Kongre

3- Nisan darbesi, sonuçları ve son beş yıl

4- Partinin bugünkü durumu

B- LENİNİST BİR SINIF PARTİSİ YARATMANIN SORUNLARI

1- Leninist partinin teorik ve taktik temeli (program sorunu)

2- Leninist partinin örgütsel temelleri (örgütsel çizgi-şekilleniş)

3- Sınıfa ve sınıf hareketine yaklaşımı

4- Tüm komünistlerin tek partide birliği

C- DÖNEMİN SİYASAL ÖZELLİKLERİ, PROLETARYANIN DEVRİMCİ TAKTİĞİ VE GÖREVLER

1- Sınıf hareketi ve sendikal hareket

2- Gençlik hareketi

3- Kürt ulusal hareketi

4- Genel devrimci hareket

5- Burjuva reformist hareket

6- İllégalité-gizlilik ve legal olanaklar sorunu

D- KARAR TASLAKLARI

(...)


(...)

- MK hakkında karar

- Tasfiyecilerin ihracı

- Çözülenler hakkında

(...)

(...)(188)



**********************************************

CİDDİYET BUNALIMI (TDKP Konferansı delegelerine sunulmuştur)

Gündem Önerisi’ üzerine yapılan son tartışmalarda, bazı delegelerin takındığı tutum ve dile getirdiği görüşler, ortada bir ciddiyet bunalımı olduğunu gösteriyor.

Toplantının hemen ardından ve değişik yoldaşlar aracılığıyla talep etmeme rağmen, ve aradan iki haftayı aşkın bir süre geçtiği halde, bu tartışmanın tutanakları henüz hazırlanıp iletilmiş değil. Bu durumda, zorunlu olarak, toplantıda dile getirilen görüşlerle ilgili tutulan kişisel notlardan ve toplantı sonrası gelişmelerden hareketle, partinin yaşadığı ideolojik-siyasi ve örgütsel bunalıma ibretle seyredilen yeni bir halka olarak eklenen ciddiyet bunalımı üzerine bazı şeyler söylemek gerekiyor.

“Parti, ağır bir bunalım yaşamaktadır” cümlesiyle başlıyordu(189)Ağustos Belgeleri.(Ağustos Belgeleri, tasfiyeci bir dağılma süreci içinde bulunan TDKP’ye, 1986 Ağustos’unda, sonradan TDKP-Leninist Kanat’ı (daha sonra EKİM) oluşturan kadroların yaptığı 12 Eylül sonrası ilk devrimci müdahalenin ürünleriydi. TDKP’nin geçmiş devrimci mücadele mirası ve değerleri ile 12 Eylül öncesinde reformizme karşı kazanılan (fakat sonrasında terkedilen) ideolojik mevzileri savunan Belgeler, 1981 Nisan operasyonu sonrasında TDKP yönetimine çöreklenmiş liberal tasfiyeci öğelerin tasfiyesine de dayanak oluşturdu. 12 Eylül sonrasındaki tasfiyeci dağılmaya yapılan bir ilk müdahalenin olduğu kadar, yaşanan dağılmanın nedenlerini derinlemesine sorgulamanın devrimci bir örneği olan Belgeler, sonraki ayrışmanın ilk çıkış noktalarını içermek bakımından da ayrı bir öneme sahiptirler. H. Fırat tarafından kaleme alınan ve TDKP’nin o zamanki geçici yönetimi (GMO) tarafından onaylanan Belgeler, TDKP’nin iç yayın organı Yoldaş dergisinin 29. sayısında (Ekim 1986) Değerlendirme ve Kararlar başlığı altında yayınlandılar. Ayrışma sonrasında, yeni TDKP yönetimi bu Değerlendirme ve Kararlar’ı partiye saldırı olarak değerlendirdi ve geçersiz saydığını ilan etti.) O güne kadar binbir şaklabanlıkla üstü örtülmeye çalışılmış olsa da, bu tespit, çıplak ve yalın bir gerçeğin açık yüreklilikle dile getirilmesiydi yalnızca; ve bu nedenle de, herkes tarafından paylaşılmış, genel bir kabul görmüştü.

Devrimci bir siyasal hareket, devrimci bir parti, ağır bir bunalım yaşıyorsa, bu siyasal hareketin, bu partinin vazgeçilmez ve ertelenemez görevi, yaşadığı bunalımın gerçek nedenlerini incelemek, kavramak ve bu temel üzerinde bunalımı aşma sürecine girmektir. Siyasal yaşamını sürdürmenin ve ileriye gitmenin vazgeçilmez koşuludur bu. Dahası, siyasal ciddiyetin “en önemli ve en güvenilir ölçütlerinden biridir” bu.

Ağustos Belgeleri, yaşadığımız derin bunalımın çözümü sorununda bu leninist proleter tutuma uygun davranmış, geçmişin kapsamlı bir muhasebesini parti gündeminin odağına koymuştur. Bu yönüyle devrimci bir konumdadır ve ileriye bakmaktadır.

Fakat aynı Ağustos Belgeleri, yaşadığımız bunalımın gerçek nedenleri konusundaki değerlendirmelerinde aceleci, tutucu bir konumdadır ve geriye bakmaktadır.(190)

Bu durum, Ağustos Belgeleri'nin eklektizmi ve dolayısıyla zayıflığıdır.

Ağustos Belgeleri, partinin küçük-burjuva siyasal sınıf yapısını tespit etmekte ve saldırmaktadır: “Parti, işçi sınıfı hareketiyle birleşememenin; sınıfın içinde ve sınıfın ileri unsurlarını kazanarak örgütlenememiş olmanın; faaliyetinde ve örgütlenmesinde küçük-burjuva sosyal temeli aşamamış olmanın bunalımını yaşıyor.” (Yoldaş, sayı:29, s.42)

Bir parti, “işçi sınıfı hareketiyle birleşememiş” ise (bunun yerine, küçük-burjuva devrimci-demokrat hareketle birleşmişse); bir parti, “sınıfın içinde ve sınıfın ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmemiş” ise (“bunun yerine, küçük-burjuvazinin içinde ve küçük-burjuvazinin ileri unsurlarını kazanarak örgütlenmişse); bir parti, “faaliyetinde ve örgütlenmesinde (buna dikkat edilsin!) küçük-burjuva sosyal temeli aşamamış” ise (yani faaliyeti ve örgütlenmesi ile küçük-burjuva bir sosyal zeminde kalmışsa); bütün bunlar, bu partinin ideoiojik-siyasal-örgütsel ve sınıfsal her anlamda leninist bir parti olup olmadığını tartışmalı kılar. Zira bütün bunlar sıradan olgular değil, bir siyasal partinin siyasal sınıf konumunu ve niteliğini tespit etmede can alıcı göstergelerdir ve dönülüp bu partinin teorik temeline bakmayı gerektirir. Bu çarpıcı durumun ideolojik-teorik kaynaklarını araştırmayı, bulup tespit etmeyi gerektirir. Leninist tutum bunu şart koşar ve gerçekte Ağustos Belgeleri buna açıktır da. Bu gereklilik birçok tartışmada hep söylendi, hep vurgulandı.

Ne ki, aynı Ağustos Belgeleri, yukarıda aktarılan değerlendirmenin hemen sonrasındaki paragrafta tutarsızlığa, eklektizme düşüyor, partinin teorik temelini peşin peşin marksist-leninist ilan ediyor. Bunun öznel ve nesnel çok değişik nedenleri var. O günkü kavrayış ve hazırlık düzeyinden tutun da, parti tarihinde yaşanmış ve aslında bir sonuç olan oportünist uzlaşmayı her şeyin nedeni olarak görmeye kadar, bir dizi neden sayılabilir. Bunlar ayrıca tartışılacaktır. Şimdilik şu nokta vurgulanmalıdır ki, yukarıda tanımlanan eklektizm ve tutarsızlık, bizleri, kısa bir süre için de olsa, son beş yılda, karşı-devrimin yarattığı elverişli koşullarda gelişip(191)olgunlaşan küçük-burjuva teslimiyetçi konum karşısında, Nisan (1981) öncesinin küçük-burjuva radikal mücadeleci konumunu savunmaya itmiştir. Bu gerçek bugün görülmeseydi, 1978 Ekim Konferansı’nda yaşanan olay yeniden yaşanacak, yeni gelişme küçük-burjuva devrimci siyasal sınıf konumuyla sınırlı kalacak, Türkiye işçi sınıfının proleter komünist siyasal hareketi ve partisi haline gelmek hedefi yine havada kalacaktı. İyi niyetle harcanacak yoğun çabalar ne olursa olsun!

Ağustos Belgeleri’nin, yaşadığımız bunalımın nedenleriyle ilgili tespitleri, bugün artık aşılmıştır. Bu çok doğal, çok normal bir sonuçtur; anlaşılmaz bir yanı da yoktur. Zira asıl yönelimi geçmişin her açıdan kapsamlı bir değerlendirmesini yapmak olan bir gelişme, bu sonucu zaten yaratırdı. Nitekim can alıcı sorun olan oportünist uzlaşmanın nedenlerini araştırmaya dönük çabalar, sorunun gerçek ve derindeki asıl köklerine inme olanağını yaratmıştır.

Kaldı ki, Ağustos Belgeleri, yaşadığımız bunalımın nedenleriyle ilgili tespitlerinde zaten fazla bir iddia taşımamakta, sorunu, yani bunalımın kavranılması ve aşılması sorununu, konferansın ve konferansın başlatacağı sürecin bir sorunu olarak ele almaktadır. Sonraki tartışmalarda (TDKP Konferansı oturumlarında -Red) birçok kez altı çizilerek belirtildiği gibi, Ağustos müdahalesi ile, partideki geriye gidişe yalnızca bir dur denmiş; partideki devrimci yönelişin önünü tıkayan MK bir yana itilmiş; o güne kadar üstü örtülen, gizli tutulan parti gerçekleri ve çözüm bekleyen sorunlar, o günkü bilgi ve kavrayış ölçüsünde, tespit edilip tüm partiye açıklanmış ve bütün bunların bir ifadesi ve sonucu olarak da, sorunların gerçek çözümünün, partinin devrimci ilerlemesinin olmazsa olmaz ön koşulları yaratılmıştır.

Ağustostaki gelişmede kalıcı olan budur; Ağustos müdahalesinin devrimci anlamı da burada yatmaktadır. Ötesinin fazlaca bir önemi yoktur. Zira, partinin teorik temeli ve siyasal programı ile ilgili yapılan tanımlamalar ne olursa olsun, Ağustos Belgelerinde, sorunların üzerine cesaretle ve sorumluca gitme, partinin bütün bir geçmişini her açıdan, ideolojik-siyasal, sınıfsal ve örgütsel tüm açılardan ve tüm boyutlarıyla değerlendirme ruhu ve isteği(192)vardır. Üçlü oportünist MK’ya en ağır eleştiriler de, tam da bu noktadan, bu hayati görevin aradan geçen uzun yıllara rağmen yerine getirilmemesi açısından yöneltilmiştir. Ağustos Kararları’nın -eklektizmine rağmen- canlı özü, devrimci dinamizmi buradadır. Yıldırım'ın son toplantıdaki (konferans oturumundaki -Red) tartışmalarda, kuşkusuz bütünüyle başka bir anlamda, fakat isabetle belirttiği gibi, bu canlı öz, bu devrimci dinamizmi kaçınılmaz sonuçlarına varmıştır bugün. Partideki ağır bunalımın gerçek nedenlerine, partide kangren haline gelmiş sorunların gerçek kaynaklarına inilebilmiştir.

Bu sevinç ve umut vericidir. Partideki devrimci proleter eğilim işte şimdi gerçek gelişme ve ilerleme zeminine oturmuştur. Kör kargaşa, yapay ve kısır çekişme, sağlıklı olmayan saf tutma dönemi işte şimdi geride kalmış, partide, partinin küçük-burjuva siyasal sınıf yapısının kaçınılmaz kıldığı saflaşma ve ayrışmanın uygun koşulları doğmuştur.

Partide gelenek haline gelmiş oportünist uzlaşmaların artık son bulmasını; kör kargaşa ve kısır çekişmelerin geride kalmasını; gerçek bir arınma ve ayrışmanın yaşanmasını; TDKP’nin yaşadığı ağır bunalımın devrimci ve kalıcı bir çözümünün gerçekleşmesini isteyen, bunu yürekten arzulayan herkesin, TDKP’nin Türkiye işçi sınıfının gerçek leninist partisinin yaratılmasında üstüne düşeni yapmasını isteyen, Türkiye işçi sınıfına karşı devrimci bir sorumluluk duyan herkesin, bundan büyük bir sevinç duyması gerekirdi.

Oysa böyle olmadı. Parti konferansının ulaştığı tartışma düzeyi, bir kısım delegeyi, her birinin farklı gerekçe ve görüşleri olsa da, bir hayli rahatsız etti.

Bu yoldaşlarda ortak olan bir görüş var: Parti konferansı partinin ideolojik-siyasi çizgisini tartışamaz! Neden sorusuna her birinin verdiği cevap farklı. Kimi yoldaşlar, “konferansın buna hazırlığı yeterli değil” diyorlar. Bu kanılarını paylaşmamakla birlikte, bu yoldaşların bu kaygılarının samimiyetinden bir kuşkumuz yok. Bu gerekçe üzerinde ayrıca duracağız.

Öncelikle ve özellikle üzerinde duracağımız ve ne samimi ne de ciddi bulduğumuz diğer bir gerekçe, konferansın böyle bir(193)tartışma yapamayacağı, “bu bir TDKP Konferansı olacaksa” eğer, TDKP’nin ideolojik-siyasi temelini tartışamayacağı şeklinde olanıdır.

İlk elden belirtelim ki, burda bir kafa karışıklığı var. Zira, sanki partinin sorunlarının ideolojik-siyasi boyutlarda tartışılmasını istemek yeni bir gelişmeymiş gibi yaklaşılıyor soruna. Oysa bu yaklaşım, Ağustos’tan beri hep vardı. Yeni olan, bir kısım yoldaşın, bu yaklaşımın gereklerine uygun davranarak, belirli bir çaba göstermeleri ve belirli sonuçlara varmalarıdır yalnızca. Bu da çok normaldir.

Ağustos Belgeleri, geçmişin her açıdan ve kapsamlı bir değerlendirmesini yapmanın, parti için bir yaşam ve ilerleme şartı olduğunu defalarca vurguluyordu. İşte örnekler:

“Parti, ağır bir bunalım yaşamaktadır. Bu bunalımın kökleri ve nedenleri, partinin kuruluş öncesine dayanmaktadır. Kuruluş dönemine dayanan yanlışlar ve zaaflar, ‘81’ darbesinin uyarıcı ve öğretici sonuçlarına rağmen aşılamamış; aşılmak bir yana, ağırlaşarak partiyi bugünkü derin bunalıma sürüklemiştir.”

“Parti, 12 Eylül sonrasında yenilen ağır darbenin köklü ve ilerletici bir değerlendirmesini hala yapamamış olmanın; böyle bir değerlendirme temelinde kendini aşıp yenileyememiş olmanın bunalımını yaşıyor.” (Yoldaş, sayı:29, s.42)

“Nisan darbesinin ardından


Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə