ısrarla durmak lâzımdır: doğruluk bir nesne değil bir devi
nimdir, ve ancak bu devinim gerçekten benim tarafımdan ya-
pılıyorsa
var olabilir.
Dolayısıyla, bir yargıyı doğrulamak, yani doğruluk
anlamım ortaya çıkarmak için, geriye doğru giden ve kate-
gori-öncesi (yüklem-öncesi, ante-predicative) bir “deneyi
me” varan bir analiz yapmak gerekir ki, bu [deneyim] de
genel olarak mantığın temel bir ön-sayıl tısını oluşturur
(Aron Gurvvitsch).6 Bu ön-sayıltı bir mantıksal aksiyom
değil, olabilirliğin felsefi koşuludur, her yüklemlemenin
köklerini saldığı toprağı (zemin, Boden) oluşturur. Her tür
lü bilimden önce, söz konusu olan şey bize edilgin bir “inanç”
içinde verilir, ve “tüm yargılayıcı etkinliğin evrensel edil
gin önverisi” de “dünya” adını taşır: “mutlak bağımsızlık
anlamında bağımsız, mutlak altyapı” (Deneyim ve yargı, 26
ve 157). Doğruluğun radikal temeli, yönelişsel analizle, için
de kurucu öznenin her türlü kesin bilgiden önce gelen edil
gin sentezler olarak “şeyleri aldığı” Lebenswelt’e dönüşün
sonunda örtüsünden sıyrılır. “Bu edilgin alış [yeteneği],
etkinliğin alt aşaması olarak görülmelidir” (a.g.e. 83), bu da
şu anlama gelir: o nesnelerin anlamını kuran aşkınsal ego,
örtülü olarak, nesnenin edilgin bir kavranışına, nesneyle
sürdürdüğü kökensel bir “suçortaklığı” ilişkisine gönder
me yapar. Bu pek kısa değinip geçme, son olarak şu noktayı
açıklığa kavuşturmamıza imkân versin: burada sözü edilen
“dünya”, açıkça bellidir ki, doğa bilimlerinin dünyası değil,
bilincine varılmış ve vanlabilir olan her şeyin bütünü ya
da Kantçı anlamda idesidir.
6) Mantığın felsefi ön-sayıltıları, RMM, XLVI, 1951.
Böylece, kurucu ego’ya anlam verici otantikliğini geri
vermek üzere, kurulmuş biçimi altında dünyayı kenara itmiş
olan indirgemeden sonra, Husserlci yaklaşım, bizzat bu öz
nel Sinngebung’un anlamını kurcalamak suretiyle, dünyayı,
kurucunun realitesinin ta kendisi olarak, yeniden bulur.
Tabiî bu aynı dünya değildir: doğal dünya, insanın kendini
doğal varolan olarak içine bıraktığı, ve naiflikle nesnelerin
anlamını “nesnelleştirdiği”, fetişleşmiş bir dünyadır. İndir-
gemeyse bu yabancılaşmayı silmeye çalışır ve sürüp gittikçe
örtüsünü açtığı ilk-öncel (primordial) dünya yaşanmış de
neyimlerin taban toprağıdır ki, kuramsal bilginin doğru
luğu bunun üstünde yükselir. Bilimin doğruluğu artık ne
Descartes’ta olduğu gibi Tanrı’da, ne Kant’ta olduğu gibi
olabilirliğin a priori koşullarındadır, insanla dünyanın kö
kensel olarak uyumluluğunu sağlayan bir apaçıklığın do
laysız yaşanmışlığında temellenmektedir.
Husserl ve Hegel üstüne not
Fenomenoloji terimi tam ve kendine özgü anlamını,
1807’de Die Phânomenologie des Geıstes’in yayımlanmasıyla,
Hegel’den almıştır. Fenomenoloji, “bilincin genel olarak
ya içerdeki ya da dışardaki bir nesnenin bilgisi olması anla
mında”, “bilincin bilimi”dir. Hegel Fenomenoloji’ye On-
söz’de şöyle yazar: “Tinin dolaysız “orada-oluşu”nun, yani
bilincin,
iki anı vardır: bilgi anı ve bilgiye göre negatif olan
nesnellik anı. Tin bu bilinç ortamı içinde gelişir ve anla
rını sergilerken, bu karşıtlık her özel ana yansır ve o zaman
bunlar hep birden bilincin figürleri olarak ortaya çıkarlar.
Bu yolun bilimi, bilincin yaptığı deneyimin bilimidir” (çev.:
J. Hyppolite, s. 32-32).7 Dolayısıyla, felsefede nesneden mi
(realizm) yoksa ben’den mi (idealizm) yola çıkmak gerek
tiği sorusunun yanıtı yoktur. Fenomenoloji ise daha kav
ram olarak bu soruyu gündemden düşürür: bilinç her za
man “...nin bilinci”dir ve “... için nesne” olmayan nesne
yoktur. Nesneye, korelatif olarak, rasyonel bir anlam atfe
dilmedikçe, nesnenin bilinçte içkinliği söz konusu değil
dir, zira o zaman nesne bir “... için nesne” olamaz. Kavram
ya da anlam varlığa göre dışsal değildir, varlık dolaysız ola
rak kendinde-kavram, ve kavram da kendi-için-varlıktır.
Varlığın düşüncesi kendini düşünen varlıktır ve dolayısıy
la bu düşüncenin kullandığı “yöntem”, yani felsefe, düşün
düğünden, içeriğinden, bağımsız bir kategoriler bütünün
den oluşmaz. Düşüncenin biçimi içeriğinden ancak formel
olarak ayrılır; somut olaraksa o kendini kavrayan içerik
tir, “kendi-için” haline gelen “kendinde”dir. “Düşüncenin
biçimlerini “kendinde” ve “kendi-için” olarak tasarlamak
lâzımdır, zira onlar hem nesne hem de nesnenin etkinliği
dir” (Encyclopedie) .8 Buna göre, Kant’ın hatası -am a bu,
Tin’in “hakikat-oluş”u içinde bir an olmasıyla, pozitif bir
hataydı- form ve kategorileri nesnenin düşüncesinin ve
düşünce için nesnenin mutlak temeli olarak keşfetmek ol
muştu: hata, aşkınsak kökensel kabul etmekti.
Varlıkla kavramın diyalektik özdeşliği fikrine göre, kö-
kensellik probleminin gerçekten “üstünden atlanmış” olur:
dolayımsız ve mutlak bir başlangıç, yani bilinçsiz bir şey ya
7) Buradaki çeviri Fransızcası’ndan yapılmıştır, (ç.n.)
8) Hegel’in Felsefi Bilimler A nsikbpedisi adlı eseri (1817). (ç.n.)
da bir şeysiz bilinç yoktur, en azından şu sebepten dolayı:
başlangıç ya da dolayımsızlık kavramı, kendi diyalektik yadsı-
nışı olarak, kendi ardından bir ilerleme, bir dolayım perspek
tifini içerir. “İlerleme fazlalık değildir; ama başlangıç mut
lak olsaydı öyle olurdu” (Mantık Bilimi). Hiçbir şey mutlak
olarak dolayımsız değildir, her şey türemedir; ille de “türe
memiş” bir realite aranırsa, o türeme sistemlerinin bütünü,
yani Mantık’ta betimlenen mutlak İde ve Fenomenoloji’de
geçen mutlak Bilgi’dir: diyalektik dolayımlanmanın sonu
cu kendine biricik dolayımsız Mutlak olarak görünür. Mut
lak bilgi, der Hyppolite, “bir kökenden değil bizzat çıkış
hareketinden, Varlık-Yokluk-Oluş üçlüsü olan minimum ra-
tionale’
den, yani henüz dolayımsız biçimi, oluş biçimi, altın
da dolayım olarak Mutlak’tan yola çıkar” (Logique et exis-
tence, 85).
Hegel’in bu çifte önermesi: “varlık daha işin başında
anlam veya kavramdır” ve “bilgiye temel olan bir ‘köken
se!’ yoktur”, Hegel’le Husserl’in ortak Kantizm eleştirisinde,
ikisi arasındaki sınırı oldukça açık biçimde çizmeye imkân
verir. Nitekim önermenin birinci kısmına Husserl feno-
menolojisi onay verir: nesne, [verilen] anlamların çökelti
sinden “oluşur” ve bunlar da Kantçı anlamda her türlü de
neyimin a priori koşulları değildir, çünkü bu koşulları genel
anlamda deneyimin kurucuları olarak koyan anlama yeti
sinin kendisi de zaten deneyim üzerine kuruludur. Katego
rilerin, hatta formların bile, bir aşkın öznenin kendine nes
neler vermekte kullanacağı herhangi bir mantıksal öncelik
leri yoktur; tam tersine, Erfahrungund Urteil’m [Deneyim ve
Yargı] gösterdiği gibi, birincil bir kesinliği -varlığın, yani bir
realiteye inancın var olduğu kesinliğini- varsayan, [nesnele
Dostları ilə paylaş: |