* Hıristiyan ve Musevilerde gelinin güveye getirdiği mal,
para
Bay Bingley'e, bir malikâne satın almak isteyen, ama
ömrü buna yetmeyen babasından yüz bin sterline yakın bir
servet kalmıştı. Bay Bingley'nin de zaten böyle bir niyeti
vardı ve bazen hangi bölgeye yerleşeceğini bile seçtiği
olurdu, ama Bingley'nin ne kadar avare olduğunu, onun şu
sırada geniş, güzel bir eve yerleştiğini bilenler ^artık ömrünü
Netherfield'de geçirip, mülk edinme işini kendinden
sonrakilere bırakmasını daha akla yakın buluyorlardı. Kız
kardeşleri Bingley'nin bir malikâne sahibi olması için can
atıyorlardı. Gene de şu sırada yalnızca kiracı olmalarına
rağmen Bayan Bingley, ağabeyinin evinin hanımı olmaya hiç
de gönülsüz değildi. Paradan çok, gösterişi olan bir adamla
evli olan Bayan Hurst de, işine geldiği zaman ağabeyinin
evini kendi evi sayma konusunda hiç nazlanmazdı. Bay
Bingley rüştünü kanıtlayalı daha iki yıl bile olmadan adını
duyduğu Netherfield Köşkü'nü görmeye gitti. Yarım saat
kadar içini gezdi, yerini ve belli başlı odalarını beğendi; ev
sahibinin övgü dolu sözlerinden hoşnut kaldı ve köşkü hemen
kiraladı. Bingley ile Darcy'nin karakterleri birbirine çok zıt
olmasına rağmen, gene de aralarında çok güçlü bir arkadaşlık
vardı. Kendi huyundan hiç şikâyetçi olmadığı ve kendisiyle
taban tabana zıt olduğu halde Darcy, Bingley'yi, doğallığı,
içtenliği ve uysallığı yüzünden seviyordu. Bingley, Darcy'nin
görüşlerine çok büyük bir güven duyar; yargılarına da büyük
değer verirdi. Anlayış açısından Darcy daha üstündü; Bingley
de anlayışsız biri değildi, ama Darcy daha zekiydi. Aynı
zamanda kibirli, duygularını açığa vurmayan, titiz bir adamdı;
iyi eğitim görmüş olmasına rağmen insanlara sokulmazdı. Bu
açıdan da arkadaşı ondan çok üstündü. Bingley gittiği her
yerde kendini sevdirir; Darcy ise çevresindekileri her zaman
gücendirirdi. Meryton'daki balo hakkındaki konuşmaları bu
iki arkadaşın karakterlerini ortaya koyuyordu: Bingley,
hayatında bu kadar güzel insanlara, bu kadar hoş kızlara
rastlamamıştı; herkes kendisine çok iyi, çok kibar davranmış;
herhangi bir resmiyet, soğukluk olmamış, kısa sürede
salondaki herkesle kaynaşmıştı. Bennet'ların kızına gelince;
Bingley ondan daha güzel bir melek düşünemiyordu. Darcy
ise, arkadaşının tersine, güzellikten, kibarlıktan nasipsiz bir
insan kalabalığı görmüş, hiçbirine karşı en ufak bir ilgi
duymamış, hiçbirinden de en ufak bir yakınlık görmemişti.
Evet, Bennet'ların kızı hoştu, ama fazla sırıtıyordu. Bayan
Hurst ile kız kardeşi, Darcy'ye hatır için hak vermekle
beraber, Bennet'ların kızını beğenmiş ve hoşlanmışlar, tatlı bir
kız olduğunu, onu daha yakından tanımakta sakınca
görmediklerini söylemişlerdi. Böylece Bayan Jane Bennet'ın
tatlı bir kız olduğu kabul edildi; kız kardeşlerinin bu övgüsü
üzerine Bingley bu kızı istediği kadar düşünebileceğini
anlamış oldu.
Longbourn'a yakın bir mesafede Bennet'ların içli dışlı
olduğu bir aile oturuyordu. Sir William Lucas geçmişte
Meryton'da tüccarlık yaparak, hatırı sayılır bir servet sahibi
olmuş, belediye başkanlığı yaptığı sırada krala hitaben verdiği
bir nutuk üzerine şövalyelik unvanı almıştı. Galiba bu
ayrıcalığı biraz aşın ciddiye almıştı. Sir William işinden ve
küçük bir ticaret kasabasındaki evinden tiksinmiş; her ikisini
de bırakarak ailesiyle birlikte Meryton'dan bir mil uzaklıkta
bir eve taşınmış ve içinde kendisinin çok önemli bir kimse
olduğunu keyifle düşünebildiği, iş güçle bağı bulunmadığı
için herkese kibar davranmayı iş edindiği bu eve Lucas köşkü
adını vermişti. Çünkü unvanı onu iyice sevindirmiş olmakla
birlikte burnu büyümemişti; aksine herkese karşı yakınlık
gösteriyordu. Doğuştan uysal, dost canlısı ve kibar bir insan
olan Sir Lucas, St. James'de kralın huzuruna kabul edildikten
sonra tam anlamıyla "soylu" olup çıkmıştı.
Leydi Lucas, Bayan Bennet için değerli bir komşu olacak
kadar zeki olmasa da, iyi bir kadındı. Lucas'ların birkaç
çocuğu vardı. En büyükleri Charlotte, yirmi yedi yaşlarında,
aklı başında, zeki bir kızdı ve Elizabeth'in yakın arkadaşıydı.
Lucas'larla Bennet'ların her balodan sonra bir araya
gelerek konuşmaları kesinlikle kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim
balonun ertesi sabahı Lucas'lar haber alıp haber vermek
amacıyla Longbourn'a geldiler.
Bayan Bennet bütün terbiyesini takınarak, "Başlangıçta
sizin işiniz işti Charlotte. Bay Bingley ilk önce sizi seçti,"
dedi. "Ama ikinci olarak seçtiği kızı daha çok beğenmişe
benziyordu." "Sanırım, onunla iki kez dans etti diye Jane'i
kastediyorsunuz. Gerçekten de buna bakılırsa, Jane'i
beğenmişe benziyordu, beğenmiştir de. Bununla ilgili
kulağıma bir şeyler çalındı, ama neydi unuttum. Bay
Robinson'la ilgili bir şey."
Elizabeth, "Herhalde Bay Bingley'le Bay Robinson
arasında
benim
kulağıma
çalınan
konuşmadan
bahsediyorsunuz. Size bundan söz etmedim mi? Bay
Robinson, Bay Bingley'ye Meryton balolarını nasıl
bulduğunu, salondaki kızları beğenip beğenmediğini, en çok
kimden hoşlandığını sordu. Bay Bingley bu son soruya
hemen, 'Kuşkusuz Bennet'ların en büyük kızı. Bu konuda
hiçbir görüş ayrılığı olamaz,'" diye cevap verdi.
"Tanrı aşkına! Gerçekten de kesin konuşmuş, sanki
gözüne kestir... ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey
çıkmaz."
"Görüyorsun ya Eliza, benim kulak misafiri olduğum
konuşma seninkinden çok daha farklı," dedi Charlotte. "Bay
Darcy'nin dili arkadaşınınki kadar tatlı sayılmaz değil mi?
Zavallı Eliza...
"Kötü sayılmazmışsın!"
"Rica ederim, bu adamın kaba davranışını hatırlatarak
Lizzy'nin canını sıkmayın. Çünkü o kadar sevimsiz bir
mahlûk ki, onun tarafından beğenilmek bir talihsizlik. Bayan
Long dün bana adamın yarım saat yanında oturmuş olduğu
halde bir defa bile ağzını açmadığını söyledi."
"Bundan emin misiniz, anne? Sakın bir yanlışlık
olmasın?" diye sordu Jane. "Bay Darcy'nin Bayan Long'la
konuştuğunu ben gördüm."
"Evet, çünkü sonunda kadın, 'Netherfield'i beğendiniz mi'
diye sormuş. Ve adam ona cevap vermemezlik edememiş,
ama Bayan Long'un söylediğine göre adam kendisiyle
konuşuldu diye çok öfkelenmiş."
"Bayan Bingley," dedi Jane, "bana Bay Darcy'nin yakın
dostları arasında olmadıkça fazla konuşmadığını söyledi.
Ama yakınlarının arasındayken çok hoşsohbetmiş." "Tek
kelimesine bile inanmam yavrum. O kadar hoşsohbet olsaydı,
Bayan Long ile iki çift söz ederdi. Ama nasıl olduğunu
tahmin edebiliyorum; çok kibirli olduğunu herkes söylüyor.
Bayan Long'un arabası olmadığını, baloya kiralık arabayla
geldiğini öğrenmiş olsa gerek." "Onun Bayan Long ile
konuşmamasına aldırmıyorum," dedi Charlotte, "ama Eliza ile
dans etmeliydi."
"Senin yerinde olsam," dedi Bayan Bennet, "bir dahaki
sefere onunla dans etmezdim, Lizzy."
"Onunla asta dans etmeyeceğime size söz verebilirim
anne." "Bu adamın gururu," dedi Charlotte Lucas, "beni çoğu
kimselerin gururunu rahatsız ettiği kadar rahatsız etmiyor.
Çünkü bir özrü var: Bu kadar yakışıklı, asil, zengin ve her
bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan
şaşmamalı. Bana kalırsa, gururlanmaya hakkı var bile
diyebilirim."
"Çok doğru," dedi Elizabeth, "Benim gururumu
çiğnemeseydi onun gururunu kolaylıkla bağışlardım."
Eşsiz görüşlere sahip olmakla övünen Mary, "Benim
düşünceme göre gurur zayıflıktır," diye fikir yürüttü. "Bütün
okuduklarımdan bunun çok yaygın olduğuna karar kıldım.
İnsan doğası gurura özellikle yatkın. Aramızda, gerçek ya da
değil, meziyetlerinden dolayı kibir duygusu beslemeyen pek
az kimse bulunur. Gurur ve kibir kelimeleri çok kere birbirine
karıştırılırsa da, gerçekte başka şeylerdir. Bir insan kibirli
olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendi nefsimize
karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir; kibirse başkalarının bize
duymasını istediğimiz saygıyla ilgilidir."
Kız kardeşleriyle birlikte gelen genç Lucas, "Ben Bay
Darcy kadar zengin olsaydım, ne kadar gururlu olduğuma hiç
aldırmazdım," dedi. "Bir sürü tazı besler, her gün de bir şişe
şarap içerdim."
"O zaman gereğinden çok içmiş olurdun," dedi Bayan
Bennet. "Ben de seni öyle görseydim şişeyi hemen elinden
alırdım."
Çocuk, Bayan Bennet'ın şişeyi alması fikrine karşı çıktı;
Bayan Bennet da alacağını söylemeye devam etti ve bu
çekişme Lucas'lar gidinceye kadar sürdü.
VI
Longbourn'lu hanımlar çok geçmeden Netherfield'li
hanımları ziyaret ettiler. Bu ziyarete de usulünce karşılık
verildi. Jane'in hoş tavırları, Bayan Hurst ile Bayan Bingley'in
gitgide daha hoşlarına gitmekteydi, annelerini çekilmez,
küçük kardeşlerini de konuşmaya değmez bulmuş olsalar da
Jane ve Elizabeth'le arkadaşlık etmeyi arzu ettiklerini
söylediler. Jane gösterileri "bu ilgiden büyük sevinç duydu;
ama Elizabeth, herkese karşı, hatta Jane'e karşı bile
davranışlarında hâlâ kibirlilik sezdiği için bu kadınlara bir
türlü
ısmamıyordu.
Gerçi
Jane'den
hoşlanmalarının
başlıbaşına bir değeri vardı; çünkü bunda Bay Bingley'nin
hayranlığının büyük etkisi olması mümkündü. Bingley'nin
Jane'i beğendiği, her karşılaşmalarında açıkça görülüyordu.
Elizabeth için aynı derecede belli olan bir şey varsa, o da,
Jane'de de Bay Bingley'yi ilk gördüğü zaman duyduğu
hoşlanma hissinin gitgide arttığı ve aşk yolunu tuttuğuydu.
Neyse ki Jane güçlü duygularına rağmen ölçülü davranmayı
bilen bir kızdı; ayrıca her zaman da neşeliydi.Elizabeth'e göre
bunlar, Jane'i meraklı insanların kuşkularından koruyabilirdi.
Elizabeth, arkadaşı Charlotte'a bu konudan bahsetti.
Charlotte, "Böyle durumlarda herkesi aldatabilmek hoş bir
şey olabilir," dedi. "Ama duygularını bu kadar saklamak
bazen insanın zarannadır. Bir kadın duygularını hoşlandığı
adamdan da aynı beceriyle gizlerse onu kendine bağlama
fırsatını kaçırabilir; o zaman hiç kimsenin bir şey sezmediğini
düşünmek pek acıklı bir avuntu olur. Her sevgide minnetin
veya kibirin o kadar büyük rolü vardır ki, yeni doğmuş bir
sevgiyi başıboş bırakmaya gelmez. Başta hepimiz özgürüzdür.
Ufak bir gönül kayması kadar doğal ne olabilir ki? Ancak,
karşısındakinden cesaret almadan gerçekten âşık olabilecek
kadar pişkinlik gösterebilen azdır. Bingley, kardeşinden
kuşkusuz hoşlanıyor, ama Jane ona cesaret vermezse
duygulan hoşlanmadan ileri gidemez."
"Ama Jane, doğasının izin verdiği kadar cesaret veriyor
ona. Bingley'ye ilgi duyduğunu ben bile hissettikten sonra,
Bingley'nin bunun farkına varmaması için aptal olması
gerekir." "Şunu unutma Eliza, Bingley, Jane'in huyunu senin
kadar bilmiyor." "Ama bir kadının bir erkeğe eğilimi varsa ve
bunu gizlemeye çalışmazsa, o adamın bunu anlaması gerekir."
"Kızı yeterince görürse, belki bu dediğin doğru olabilir.
Ama Bingley ile Jane oldukça sık karşılaştıkları halde, bir
arada uzun süre vakit geçirmiyorlar. Ayrıca birbirlerini sürekli
büyük, kalabalık toplantılarda görüyorlar, her anı baş başa
konuşarak geçiremezler ya. İşte bunun için Jane onun ilgisini
çekebildiği her süreden olabildiğince yararlanmalıdır.
Onu elde ettiğinden emin olduktan sonra âşık olmak için
yeterince vakti olacaktır." "Söz konusu olan sadece iyi bir
evlilik yapmaksa," yanıtını verdi Elizabeth, "sen haklı
sayılırsın. Zengin bir koca bulmak, daha doğrusu bir koca
bulma kaygısında olsaydım, diyebilirim ki, senin dediğin gibi
yapardım. Ama Jane'in düşüncesi ve duyguları böyle değil;
Jane peşin hesapla hareket etmiyor. Bırak akılcı olup
olmamasını, henüz Bingley'ye karşı duyduğu ilginin
derecesini bile kestiremiyor. Tanışalı sadece on beş gün oldu.
Meryton balosunda iki defa dans ettiler. Bir sabah onu kendi
evinde gördü, daha sonra dört defa onunla aynı sofrada
bulundular. Adamın karakterini anlaması için yeterli değil."
"Senin deyişine göre değil elbette. Jane sadece onunla yemek
yemekle kalsaydı ancak Bingley'nin iştahının yerinde olup
olmadığını anlamış olurdu; ama unutma ki, dört akşam
yemeği demek, birlikte geçirilen dört akşam demektir. Dört
akşam da az bir şey değil." "Evet, birlikte geçen bu dört
akşam, her ikisinin de aynı kâğıt oyunlarından hoşlandıklarını
göstermiş olabilir. Ama diğer başlıca huylarına gelince, pek
bir şeyi ortaya çıkardığını sanmam."
"Her neyse, Jane'e bütün kalbimle basanlar dilerim. Bence
ha yann evlenmişler, ha Jane adamın karakterini bir yıl
incelemiş de ondan sonra evlenmişler hepsi bir. Mutlu olma
şansı her iki durumda da yüksek. Evlilikte mutluluk
tamamıyla şans işidir. Taraflar birbirlerinin huyunu suyunu ne
kadar iyi bilirlerse bilsinler, ya da ne kadar benzer olurlarsa
olsunlar, bunun mutluluklarına zerre kadar katkısı yoktur.
Sonraları huylan birbirinden nasıl olsa ayrılır, nasıl olsa
birbirlerinin sinirine dokunurlar. Ömrünü beraber geçireceğin
insanın kusurlarını ne kadar az bilirsen o kadar iyi," dedi
Charlotte. "Beni güldürüyorsun Charlotte, ama düşündüklerin
mantıklı değil. Mantıklı olmadığını ve senin başına gelse
kendin de bu şekilde hareket etmeyeceğini biliyorsun." Kafası
Bay Bingley'nin Jane'e duyduğu ilgi ile meşgul olan
Elizabeth, kendisinin Bay Darcy'nin ilgisini çekmeye
başladığının farkında bile değildi.
Bay Darcy başta Elizabeth'i sevimli bile bulmamıştı; onu
baloda beğenmemiş ve bir sonraki karşılaşmalarında kıza
kusur bulmak için dikkatle bakmıştı. Ancak çok geçmeden
Elizabeth'in yüzünün güzelliğinden çok, siyah gözlerinin
güzel ifadesinin, onun yüzüne eşsiz bir zekâ kattığını, kendi
kendine ve arkadaşlarına itiraf etti. Bunu aynı derecede sarsıcı
başka keşifler izledi. Gerçi eleştirel bir gözle bakınca
Elizabeth'in vücudundaki kusursuz simetriye ters düşen
birkaç hata bulduğu halde, bu vücudun kıvrak ve hoş
olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Genç kızın tavrı
sosyete dünyasındakilere uymamakla beraber bu tavırlardaki
rahatlık ve alaycılık genç adamı çekiyordu. Elizabeth ise
bütün bunların farkında değildi: Ona göre Darcy kendini her
yerde istenmeyen biri haline getirmiş ve kendisini dansa
kaldıracak kadar güzel bulmamış olan bir adamdı.
Darcy, Elizabeth'i daha yakından tanıma isteği duymaya
başladı. Onunla baş başa konuşmaya doğru bir adım atmak
için Elizabeth başkaları ile konuşurken kulak kabartmaya
başladı. Onun bu tutumu da genç kızın dikkatini çekti. Bu
olay Lucas'larda düzenlenen kalabalık bir partide oldu.
Elizabeth bir ara, "Bay Darcy ne diye gelip Albay
Foster'la konuştuklarımı dinliyor?" diye sordu Charlotte'a.
"Bu ancak Bay Darcy'nin cevap verebileceği bir soru."
"Ama bunu bir daha yaparsa ona yapmaya çalıştığı şeyin
gözümden kaçmadığını söyleyeceğim. Alay eder gibi bir
bakışı var ve ben küstahlığı ele almazsam, çok geçmeden
ondan korkmaya başlayacağım."
Biraz sonra Bay Darcy'nin, konuşma niyetinde değilmiş
gibi bir edayla onlara doğru gelmesi üzerine Charlotte,
arkadaşına bu konudan adama söz açmaya cesaret
edemeyeceğini söyledi. Bu sözler Elizabeth'i adeta kamçıladı
ve genç kız Darcy'ye dönerek: "Biraz önce Albay Foster'a,
Meryton'da bize bir balo vermesi için takılırken kendimi çok
güzel ifade ettim, değil mi Bay Darcy?" dedi.
"Büyük bir heyecanla konuşuyordunuz; ama bu kadınları
her zaman heyecanlandıran bir konudur."
"Bizlere karşı çok acımasızsınız!"
"Şimdi alay edilme sırası ElizabetKte. Piyanoyu
açıyorum, Eliza; bunun ardından ne gelir biliyorsun," dedi
Charlotte. "Sen de ne tuhaf arkadaşsın! Her zaman, herkesin
önünde piyano çalıp şarkı söylememi istiyorsun! Müzik
yeteneğimle övünen bir insan olsaydım benim için paha
biçilmez biri olurdun; ama doğrusu ülkenin en iyi
sanatçılarını dinlemeye alışık olanların karşısına çıkmamayı
tercih ederim."
Ama Charlotte'un ısrarlarına dayanamayarak, "Pekâlâ,
boyun eğmekten başka çare yok," diye ekledi. Sonra ciddi
Darcy'ye baktı. "Elbette buradaki herkesin bildiği güzel bir
atasözü vardır: 'Nefesini çorbanı üflemeye sakla.' Ben de
nefesimi şarkıma saklayacağım." Elizabeth, mükemmel
olmasa da çok hoş söyledi. Bir iki şarkıdan sonra yeniden
söylemesi için yapılan tezahüratlara cevap vermeye zaman
bulamadan ailenin tek çirkin kızı olduğundan bilgi ve hüner
edinmeye çalışan ve kendini göstermek için her zaman
sabırsızlanan kız kardeşi Mary hevesle piyanonun başına
geçti.
Mary'nin müzik alanında ne büyük bir yeteneği, ne de
zevki vardı. Gösteriş kaygısı kendine sadece gayret değil aynı
zamanda ukalalık ve kibirli bir hava da verdiğinden bu kibri,
daha üstün olabilecek herhangi bir yeteneğe hep zarar verirdi.
Rahat ve doğal olan Elizabeth, Mary kadar iyi çalmadığı
halde, onu daha büyük bir zevkle dinlemişlerdi. Mary ise
uzun bir konçertodan sonra küçük kardeşlerinin isteği üzerine
çaldığı İskoç ve İrlanda havalanyla övgü ve teşekkür
topladığına seviniyordu. O çalarken, küçük kardeşleri de
odanın bir ucunda Lucas'lardan birkaç kişi ve bir iki subayla
hevesli dans etmeye koyulmuşlardı.
Onlara yakın bir köşede duran Bay Darcy gecenin bu
şekilde geçmesini sessiz bir öfke içinde seyrediyor, hiçbir
konuşmaya karışmıyordu. Kendi düşüncelerine o kadar
gömülmüştü ki; Sir William Lucas kendisiyle konuşuncaya
kadar yanında olduğunun farkına varmamıştı: "Gençler için
ne hoş bir eğlence, değil mi Bay Darcy? Dans etmek gibisi
var mı? Bence dans kibar sosyetelerin birinci inceliğidir."
"Kesinlikle efendim, dünyanın alt sınıflarında da geçerli
olmak gibi bir ayrıcalığı vardır; vahşiler de dans edebilir."
Sir William yalnızca gülümsedi. Bir süre sustuktan sonra
Bingley'nin de dans edenlerin arasına katıldığını görünce,
"Arkadaşınız çok hoş dans ediyor," dedi. "Bu sanata sizin de
yabancı olmadığınıza kuşkum yok Bay Darcy."
"Herhalde beni Meryton'da dans ederken gördünüz
beyefendi." "Evet, öyle, hem de büyük bir zevkle seyrettim.
St. James'de sık dans eder misiniz?" "Asla efendim. Ben
zorda kalmadıkça dans etmem."
"Dans etmekle oraya büyük bir şeref vereceğinizi
düşünmüyor musunuz?" "Bu şerefi mümkün olduğu kadar
hiçbir yere vermemeye çalışırım."
"Sanırım Londra'da bir eviniz vardır."
Bay Darcy evet dercesine başını eğdi.
"Yüksek sosyeteye düşkün olduğumdan ben de bir
zamanlar büyük kente yerleşmeye karar vermiştim. Ama
Londra'nın havasının Leydi Lucas'a yaramayacağından
korktum." Bu sözleri söyledikten sonra Sir William Lucas
cevap bekleyerek sustu, ama diğeri hiç de oralı değildi; bu
sırada Elizabeth'in onlara doğru geldiğini görünce aklına
incelik yapmak geldi ve Elizabeth'e seslendi:
"Sevgili Bayan Eliza, niye dans etmiyorsunuz? Bay
Darcy, izin verin de sizi bu genç bayanla tanıştırayım. Böyle
bir güzellik karşısında, eminim dans etmeyi reddetmezsiniz."
Sir Lucas, Elizabeth'in elini alıp, çok şaşırmış olmasına
rağmen bu eli kabule isteksiz olmayan Darcy'ye uzatmak
istedi; ama genç kız geriledi ve Sir William'a biraz sinirli bir
tavırla, "Dans etmeye hiç niyetim yok efendim," dedi. "Rica
ederim, bu tarafa bir eş dilenmek için geldiğimi sanmayın."
Bay Darcy, büyük bir nezaketle genç kızdan kendisi ile
dans etme şerefini bahşetmesini rica etti; ama boşuna.
Elizabeth kararlıydı: Sir William'ın ikna çabaları da kararım
değiştirmedi. "O kadar olağanüstü güzel dans ediyorsunuz ki
Bayan Eliza, sizi seyretme zevkini bana çok görmeniz bir
zulümdür. Bu bay da genelde dans etmekten hoşlanmazmış,
ama eminim, yarım saatini bizi minnettar etmeye harcamakta
bir sakınca görmez." "Bay Darcy tepeden tırnağa inceliktir!"
dedi Elizabeth gülümseyerek, "Gerçekten de öyle. Ama
nedenini düşününce, inceliğine şaşmamak gerekir sevgili
Bayan Eliza, çünkü senin gibi bir eşe kim hayır diyebilir ki."
Elizabeth alaycı bir bakışla uzaklaştı. Genç kızın olumsuz
yanıtı Bay Darcy'yi gücendirmemişti; aksine onunla ilgili çok
tatlı düşüncelere dalmıştı. Bu sırada Bay Bingley'nin kız
kardeşi yanına gelerek:
"Aklınızdan neler geçtiğini tahmin edebiliyorum," diye
gülümsedi. "Pek sanmıyorum."
"Her geceyi bu şekilde, bu insanlar arasında geçirmenin
ne kadar çekilmez olacağını düşünüyorsunuz. Hakkiniz var,
ben de sizinle aynı fikirdeyim. Ömrümde bu kadar sıkıldığımı
hiç hatırlamıyorum. Bu yavanlık ve bu gürültü; bu insanların
bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanmaları! Onlar
hakkındaki fikirlerinizi duymak için neler vermezdim!"
"İnanın bana, tahmininizde tamamıyla yanılıyorsunuz.
Zihnim, daha hoş şeylerle meşguldü. Güzel bir kadının
yüzündeki bir çift güzel gözün insana ne kadar büyük bir zevk
verebileceğini düşünüyordum."
Bay Bingley'nin kız kardeşi, genç adamdan bu
düşüncelerin esin kaynağı olma şerefini hangi kadının
kazandığını söylemesini isteyerek gözlerini hemen onun
gözlerine dikti. Bay Darcy büyük bir pervasızlıkla cevap
verdi:
"Bayan Elizabeth Bennet."
"Bayan Elizabeth Bennet!" diye tekrar etti Bayan Bingley.
"Buna çok şaştım doğrusu.
Ne zamandan beri gözdenizmiş bakayım! Tanrı aşkına
söyleyin, sizlere ne zaman mutluluk dileyebileceğiz?"
"Ben de sizden tam bu soruyu bekliyordum. Kadınların
düş gücü pek hızlı işler; bir anda beğenmekten aşka, aşktan
evliliğe sıçrar. Bana hemen mutluluk dileyeceğinizi
biliyordum zaten."
"Hayır, eğer ciddiyseniz bu konuya oldu bitti gözüyle
bakacağım. Doğrusu pek sevimli bir kaynananız olacak. Onun
iki günde bir Pemberley'e, yanınıza geleceğinden hiç kuşkum
yok." Genç adam Bay Bingley'nin kız kardeşinin her
istediğini söyleyerek eğlenmesine izin verdi, ancak sözlerini
tam bir aldırmazlıkla dinliyordu. Genç kız Bay Darcy'nin
serinkanlı tavırları karşısında korkulacak bir şey olmadığını
düşünerek iğneli şakalarını uzattıkça uzattı.
VII
Bay Bennet'ın yılda iki bin sterlin getiren bir mülkten
başka hiçbir serveti yoktu. Kızlarının talihsizliğine bakın ki,
bu mülk de erkek vâris olmadığından uzak bir akrabaya
kalacaktı. Annelerinin serveti ise hayattaki konumu için
yeterli olmakla birlikte, babalannınkinden yoksun kalmanın
doğuracağı boşluğu dolduramayacaktı. Meryton'da noter olan
babası, Bayan Bennet'a dört bin sterlin miras bırakmıştı.
Bayan Bennet'ın babalarının yazmanlığını yapmış, daha
sonra da onun yerine geç olan Bay Philips'le evli bir kız
kardeşi, bir de Londra'da ticaretle uğraşan bir erkek kardeşi
vardı.
Longbourn köyü ile Meryton'un arası ancak bir mildi.
Yolun kısalığı, haftada üç dört defa hem teyzelerini ziyaret
etmek hem de yol üstündeki bir şapkacıya uğrama ihtiyacını
duyan genç kızların işine geliyordu. Ailenin en küçükleri olan
Catherine ile Lydia, teyzelerini daha sık ziyaret ediyorlardı.
Kafaları kız kardeşlerininkinden daha boş olduğu için,
yapacak daha iyi bir şey bulamayınca sabah saatlerini boş
geçirmemek ve akşama konuşacak bir konu bulmak üzere
Meryton'a kadar bir yürüyüş yaparlardı' Genellikle buralarda
haberler ne kadar kıt olursa olsun, genç kızlar her seferinde
teyzelerinden ilginç haberler toplamayı başanyorlardı.
Gerçekten de bugünlerde bu civara askeri bir alayın
yerleşeceğini haber aldıklarından mutlulukla doluydular. Alay
bütün kış burada kalacak ve karargâhı da Meryton olacaktı.
Artık teyzeleri Bayan Philips'e yaptıkları ziyaretler ilginç
dedikodular edinmeleri açısından oldukça verimli geçiyordu.
Her geçen gün subayların adlan ve aileleri konusundaki
bilgilerini artınyorlardı. Askerlerin nerelerde oturduklarını
öğrenmekte gecikmedikleri gibi, en sonunda subaylarla
şahsen tanışmaya da başladılar. Enişteleri Bay Philips
subayların hepsiyle dosttu. Bu yüzden kızların önünde
şimdiye kadar bilmedikleri bir mutluluk dünyası açılmıştı.
Artık subaylardan başka bir şey konuşmaz olmuşlardı ve
Bay Bingley'nin, lafı bile annelerini heyecanlandırmaya yeten
serveti, bir asteğmenin kırmızı ceketli üniforması ile
kıyaslandığında kızların gözünde değersiz kalıyordu. Bir
sabah Bay Bennet kızlarının bu konu hakkındaki keyifli
konuşmalarını dinledikten sonra soğuk bir tavırla,
"Konuşmalarınızdan anladığım kadarıyla siz ülkenin en kaz
kafalı kızlarısınız. Zaten bundan epeydir şüpheleniyordum,
ama artık eminim," dedi. Catherine alınmıştı ve cevap
vermedi, gelgelelim Lydia hiç aldırış etmeyerek Yüzbaşı
Carter'a duyduğu hayranlığı anlatmayı sürdürdü ve ertesi
sabah Londra'ya gidecek olan yüzbaşıyla o gün görüşmeyi
umduğunu ekledi.
"Kendi çocuklarınızın birer aptal olduğunu düşünmeye bu
kadar hazır oluşunuza şaşıyorum," dedi Bayan Bennet. "Ben
birinin çocuklarını küçük görmek istesem, bunun için
herhalde kendi çocuklarımı seçmem."
"Çocuklarım aptalsa, bunun her zaman farkında olmayı
isterim." "Evet, ama aslında hepsi de çok akıllı."
"Anlaşamadığımız için kendimi kutladığım tek nokta
budur. Duygularımızın her bakımdan birbirine benzemesini
dilemiştim, ama iki küçük kızımın görülmemiş aptallardan
olduklan noktasında görüşlerimiz kesin olarak ayrılıyor."
"Sevgili Bay Bennet, bu yaştaki kızlardan anne babalan
kadar mantıklı olmalannı beklememelisiniz. Bizim yaşımıza
geldikleri zaman eminim ki onlar da bizim gibi, subaylan
zerre kadar düşünmeyecekler. Bir kırmızı ceketliyi çok şık
bulduğum günleri unutmuş değilim. Doğrusu hâlâ da
beğenirim. Yılda beş altı bin sterlin geliri olan zeki, genç bir
albay, kızlanmdan birisini istese ret cevabı vermem ve
doğrusu Albay Foster geçen akşam üniformasıyla Sir
William'larda pek hoştu." "Anne!" diye bağırdı Lydia,
"Teyzem diyor ki Albay Foster ile Yüzbaşı Carter, Bayan
Watson'lara artık ilk geldikleri zamanki kadar sık
gitmiyorlarmış. Teyzem şimdilerde onları daha çok Clarke'ın
kitapçı dükkânında görüyormuş."
Elinde Bayan Jane Bennet'a bir mektupla içeri giren uşak,
Bayan Bennet'ın karşılık vermesine engel oldu. Mektup
Netherfield'den geliyordu ve uşak bir cevap bekliyordu.
Bayan Bennet'ın gözleri sevinçle parladı. Kızı mektubu
okurken de, heyecanla soruyordu: "Evet Jane, kimden? Ne
yazıyor, ne diyor? Hadi Jane, acele et de söyle. Çabuk ol
güzelim." Jane, "Caroline Bingley'den," dedikten sonra
mektubu yüksek sesle okudu: "Sevgili arkadaşım,
Eğer bize acıyıp bu akşam yemeği bizimle yemezseniz,
ömrümüz oldukça Louisa ile birbirimizden nefret etme
tehlikesi baş gösterecek; çünkü iki kızın baş başa geçirdiği
bütün bir gün kavgasız sona ermez. Bu mektubu alınca
elinizden geldiğince çabuk geliniz. Kardeşim ve diğer baylar
yemeği subaylarla yiyecekler. Her zaman sizin... Caroline
Bingley."
"Subaylarla ha!" diye bağırdı Lydia. "Acaba teyzem bize
bundan niye bahsetmedi?" "Demek yemeği dışarda yiyecek,
çok yazık," dedi Bayan Bennet. "Arabayı alabilir miyim?"
diye sordu Jane.
"Hayır şekerim, atla gitsen daha iyi. Yağmur boşandığı
zaman araban olmazsa, bütün geceyi orada geçirmek zorunda
kalırsın."
"Parlak bir buluş! Ama ya Bingley'ler Jane'i kendi
arabalarıyla göndermeye kalkışırlarsa?" dedi Elizabeth.
"Olacak iş değil! Çünkü sanırım baylar Meryton'a Bay
Bingley'nin arabasıyla giderler; Hurst'lerin de arabaları var
ama atlan yok."
"Araba ile gitmeyi tercih ederdim."
"Ama şekerim, eminim ki baban atlan arabaya koşamaz.
Onlara çiftlikte ihtiyaç var, öyle değil mi Bay Bennet?"
"Atlara çiftlikte her zaman ihtiyaç var, ama sizden fırsat
kalmıyor ki." "Ama eğer bugün atlar size gerekiyorsa
annemin istediği olacak," dedi Elizabeth. Genç kız en
sonunda atlara çiftlikte ihtiyaç olduğunu bizzat babasının
ağzından duydu ve binek atının sırtında gitmek zorunda kaldı.
Annesi havanın bozacağını gösteren birçok belirtiyi sevinçle
sayarak onu kapıya kadar geçirdi. Gerçekten de duası kabul
oldu ve Jane yola çıktıktan biraz sonra bardaktan
boşalırcasma yağmur yağmaya başladı. Kız kardeşleri Jane
ıslanacak diye endişeliydiler; ama annesinin sevincine
diyecek yoktu. Yağmur bütün gece hiç durmadan yağdı.
Jane'in o gece eve dönemeyeceği kesin gibiydi.
Bayan Bennet yağmuru sanki kendi yağdırmış gibi durup
durup, "Gerçekten ne iyi düşünmüşüm!" diyordu.
Yine de hilesinin mutlu sonuçlarından ertesi sabaha kadar
haberi olmadı. Kahvaltı henüz bitmemişti ki Netherfield'den
bir uşak Elizabeth'e şu pusulayı getirdi. "Çok sevgili
Lizzy'ciğim;
Dün yağmurda sırılsıklam ıslandığım için olacak, bu
sabah kendimi çok rahatsız hissediyorum. Nazik dostlarım,
iyileşmeden eve dönmenin sözünü bile ettirmiyorlar. Eczacı
Bay Jones'a görünmemde de ısrar ediyorlar. Onun beni
muayene ettiğini duyarsanız telaşlanmayın. Biraz boğazım,
biraz da başım ağrıyor, başka bir şeyim yok, sevgiler."
Elizabeth pusulayı yüksek sesle okuduktan sonra Bay Bennet,
"Eh, şekerim," dedi, "eğer kızım tehlikeli bir hastalığa
yakalanırsa,
eğer
ölürse,
bunun,
senin
emirlerin
doğrultusunda Bay Bingley'nin peşinden koşarken olduğunu
bilmek, benim için bir teselli olacak." "Ah, ölecek diye bir
korkum yok. İnsan ufak önemsiz soğuk algınlıklarından
ölmez. Ona iyi bakacaklardır. Orada kaldığı sürece her şey
yolunda. Arabayı alabilirsem, gidip kendisini görürüm."
Ablasını gerçekten merak eden Elizabeth arabayı almak
mümkün olmadığı halde kardeşine gitmeye karar verdi; ata
binmeyi bilmediği için çaresiz yürüyecekti. Kararını
bildirince annesi:
"Aptallık etme!" diye bağırdı. "Bu pis havada böyle bir
şeyi nasıl aklından geçiliyorsun? Oraya gittiğin zaman insan
içine çıkacak halin kalmaz; üstün başın rezil olur." "Jane'in
yanına girecek halim kalır ya. Benim istediğim de bu." "Bu
sözlerle bana mı taş atıyorsun yoksa, Lizzy?" dedi babası.
"Atlan isteteyim diye?" "Hayır, hayır, yürümekten
çekinmiyorum. İnsanın bir amacı olduktan sonra yol
yürümenin hiçbir önemi yok. Zaten topu topu üç millik yol...
Akşam yemeğine dönerim." "Özverinin gücüne hayranım,"
diye görüşünü bildirdi Mary. "Ama duyguya, akıl rehberlik
etmelidir ve bence katlanılan güçlükle amaç her zaman
orantılı olmalıdır." Catherine ile Lydia, "Biz de Meryton'a
kadar seninle gelelim," dediler. Elizabeth onların yol
arkadaşlığını kabul etti. Üç kız kardeş birlikte yola çıktılar.
Yola koyulduklarında Lydia, "Biraz acele edersek belki
Yüzbaşı Carter'ı Londra'ya gitmeden bir daha görebiliriz,"
dedi.
Meryton'da ayrıldılar. İki küçük kardeş subaylardan
birinin eşini görmeye gittiler. Elizabeth de yoluna yalnız
başına devam etti. Tarlaları aşarak, çitlerden sabırsızlıkla
atlayarak ve su birikintilerinin üzerinden sıçrayarak hızlı
yürüyordu. Nihayet karşıda Bingley'lerin evi göründüğünde,
Elizabeth'in ayak bilekleri ağrıyordu; çorapları da kir
içindeydi; yüzü hızlı yürüyüşün etkisiyle alev alev yanıyordu.
Onu kahvaltı salonuna aldılar. Jane'den başka herkesin
toplanmış olduğu salonda Elizabeth'in kılığı bir hayli hayret
uyandırdı. Günün bu kadar erken bir saatinde, bu kadar kötü
bir havada tek başına yürüyerek üç millik yolu gelmesine
Bayan Hurst ile Caroline Bingley inanamıyorlardı. Elizabeth,
bu yüzden bayanların gözünde küçülmesine rağmen büyük bir
nezaketle karşılandı; erkek kardeşlerinin tavrında nezaketten
fazlası, tatlılık ve şefkat vardı. Bay Darcy pek az konuştu.
Bay Hurst ise neredeyse hiç. Darcy bir yandan bu hızlı
yürüyüşün genç kızın cildine verdiği parlaklığa hayran
bakıyor, bir yandan da bu kadar uzak bir yoldan yalnız başına
gelmesinin doğru olup olmadığını düşünüyordu. Bay Hurst
ise sadece kahvaltısını düşünmekteydi. Elizabeth, kardeşinin
sağlığıyla ilgili sorularına pek de olumlu cevaplar alamadı.
Bayan Jane Bennet geceyi kötü geçirmiş, şimdi uyandığı
halde ateşi olduğundan, odasından çıkacak durumda değilmiş.
Elizabeth hemen ablasının yanına götürüldüğüne sevindi.
Böyle bir ziyareti ne kadar istediğini sırf ailesini telaşa ve
sıkıntıya sokmak istemediği için mektupta belirtmemiş olan
Jane de, Elizabeth içeri girince sevinçle gülümsedi. Ama uzun
uzadıya konuşacak halde değildi. Caroline Bingley iki kardeşi
yalnız bıraktığında, kendisine bu kadar iyi baktıkları için
duyduğu minneti dile getirmekten başka bir şeye kalkışmadı.
Elizabeth de sessizce onu dinledi.
Kahvaltıdan sonra Bayan Caroline Bingley ile ablası da
onlara katıldı. Jane'e karşı ne kadar şefkat ve ilgi
gösterdiklerini görünce Elizabeth de onlara biraz ısınmaya
başladı.
Eczacı geldi; hastasını muayene ettikten sonra, beklendiği
gibi, şiddetli bir soğuk algınlığı geçirdiğini, bunu
olabildiğince hafif atlatması için ellerinden ne gelirse
yapmalannı söyledi ve Jane'e de yatmasını önererek ona bazı
ilaçlar göndereceğine söz verdi. Öneriler hemen yerine
getirildi, çünkü Jane'in ateşi yükselmiş, başının ağrısı da çok
şiddetlenmişti. Elizabeth, Jane'in odasından bir dakika bile
çıkmadı. Ev sahibi bayanlar da odadan ayrılmıyorlardı.
Aslında baylar dışarda olduğu için yapacak başka bir işleri de
yoktu. Saat üçü vurduğu zaman Elizabeth, istemeye de olsa,
artık eve dönme zamanının geldiğini anladı. Bayan Caroline
Bingley arabasını teklif etti. Elizabeth biraz ısrar ederlerse bu
teklifi kabul etmeye hazırdı, ama bu sırada Jane, kardeşinden
ayrılacağı için çok mahzunlaştığından Bayan Caroline
Bingley araba teklifini, Elizabeth'i birkaç gün için
Netherfîeld'de konuk etme davetine çevirmek zorunda kaldı.
Elizabeth büyük bir minnettarlıkla kabul etti. Orada
kalacağını ailesine bildirmek ve kendisine elbise getirtmek
üzere Longbourn'a hemen bir uşak gönderildi.
VIII
Saat beşte evin iki ev sahibesi elbiselerini değiştirmek
üzere odalarına çekildiler ve saat altı buçukta Elizabeth
yemeğe çağrıldı. Kendisine yağdırılan, özellikle Bay
Bingley'nin yönelttiği ve çok daha fazla ilgi gösterdiğini
sezmekten mutluluk duyduğu sorulara çok da tatmin edici
cevaplar veremedi. Ama Jane hiç de iyi değildi. Bunu duyan
Louise ve Caroline kardeşler ne kadar üzüldüklerini, soğuk
algınlığının ne kötü bir şey olduğunu, hastalanmaktan ne
kadar nefret ettiklerini üç dört defa tekrarladıktan sonra bu
konuyu unutuverdiler; Jane yanlarında olmadığı zaman bu
kadınların ona gösterdikleri ilgisizlik Elizabeth'in başlangıçta
onlara duyduğu nefreti yeniden canlandırmıştı.
Kısacası, salondakilerin arasında Elizabeth'in tek
hoşlanabildiği kimse Bay Bingley'di. Onun, Jane'in
hastalığından endişe duyduğu açıkça görülüyor ve kendisiyle
ilgilenmesi de Elizabeth'in çok hoşuna gidiyordu. Diğerlerinin
gözünde istenmeyen bir konuk olduğunu sezen Elizabeth, bu
ilgi de olmasa bu fikre inanacaktı. Başka kimsenin ona aldırış
ettiği yoktu. Bayan Caroline Bingley hep Bay Darcy ile
ilgileniyordu. Ablası Louisa da öyle. Elizabeth'in yanında
oturan Bay Hurst'e gelince sadece yiyip içmek ve kâğıt
oynamak için yaşayan uyuşuk bir adamdı ve Elizabeth'in sade
et yahnisini baharatlı yahniye tercih ettiğini görünce onunla
konuşma zahmetine katlanmadı.
Yemekten kalkınca Elizabeth hemen Jane'in yanına gitti
ve genç kız odadan çıkar çıkmaz Bayan Caroline Bingley onu
çekiştirmeye başladı. Tavır ve hareketleri için verilen hüküm
gerçekten çok kötüydü. Küstahlıkla karışık bir gururu vardı;
sohbetten, stilden, zevkten ve güzellikten yoksundu. Bayan
Hurst de kız kardeşiyle aynı fikirde olduğunu söyleyerek:
"Sözün kısası mükemmel bir yürüyüşçü olmaktan başka
övülecek bir tarafı yok," dedi. "Bu sabahki görünüşünü
ömrüm oldukça unutamayacağım. Doğrusu tam bir yabani
gibiydi." "Gerçekten de öyle, Louisa. Gülmemek için kendimi
zor tuttum. Aslında buraya gelmesi çok saçma! Ablası soğuk
aldı diye o kılıkta sokaklara düşmesi mi gerekirdi? Saçları da
ne perişan, ne karmakarışıktı!"
"Evet. Ya iç eteğine ne demeli! İç eteğini gördün umarım,
ucu en az bir karış çamura batmıştı. Elbisesiyle örtmeye
çalışmış, ama becerememiş."
"Dediklerin baştan aşağı doğru olabilir Louisa," dedi
Bingley, "ama bunların hepsi şimdi gözümden silindi. Bence
Elizabeth Bennet bu sabah odaya girdiği zaman şaşılacak
kadar güzel görünüyordu. İç eteğinin çamuruna hiç dikkat
etmemiştim." Bayan Caroline Bingley, Darcy'ye dönerek,
"Bay Darcy, eminim siz dikkat etmişsinizdir. Kendi kız
kardeşinizin bu şekilde kendini sergilemesini herhalde
istemezsiniz," dedi. "Kuşkusuz hayır."
"Üç mil, dört mil, beş mil veya ne kadarsa ayak
bileklerine kadar çamur içinde yürümek, hem de yapayalnız!
Ne demeye çalışıyor bu kız? Bana öyle geliyor ki; mağrur bir
bağımsızlık taslama ve görgü kurallarına karşı tam bir taşralı
kayıtsızlığı göstermek!" "Kız kardeşini çok sevdiğinin
göstergesi ki, bu da çok beğenilecek bir şey," dedi Bingley.
"Korkarım, Bay Darcy," dedi Bayan Caroline Bingley
neredeyse fısıltıyla, "Elizabeth'in güzel gözlerine karşı
duyduğunuz hayranlık bu maceradan sonra biraz sarsılmıştır."
"Hiç de değil!" diye yanıtladı Darcy. "Sabahki yürüyüşün
etkisi ile gözleri daha da parlaklaşmıştı."
Bu sözleri kısa bir sessizlik izledi. Derken Bayan Hurst
tekrar söze başladı: "Jane Bennet'ı çok takdir ediyorum,
gerçekten çok tatlı bir kız ve iyi bif kısmeti çıkmasını bütün
kalbimle isterim. Ama öyle bir ana baba ve öyle bayağı
akrabaları oldukça korkarım ki bu mümkün değil."
"Galiba eniştelerinin Meryton'da noterlik yaptığını
söylemiştin." "Evet, Cheapside'a yakın bir yerde oturan bir de
dayıları var." "İşte bu mükemmel," diye ekledi kız ve iki
kardeş içten kahkahalar attılar. Bingley, "Bütün Cheapside'ı
dolduracak kadar çok dayıları olsa da bu, onların
sevimliliklerinden hiçbir şey eksiltmez," dedi.
Darcy, "Ama seçkin birileriyle evlenme şanslarını bir
hayli azaltır," yanıtını verdi. Bingley'nin cevapsız bıraktığı bu
sözleri, kız kardeşleri yürekten onayladılar ve sevgili
arkadaşlarının kaba akrabaları onları bir süre daha eğlendirdi.
Yemek salonundan çıkınca, kız kardeşler, şefkat duygulan
uyanarak Jane'in odasına gittiler, kahve içmek için aşağıya
çağnlıncaya kadar orada kaldılar. Jane hâlâ çok halsizdi ve
Elizabeth gece geç vakte kadar ablasının yanından ayrılmadı.
O uyuduktan sonra içi rahatladı ve hiç istemediği halde ayıp
olmasın diye aşağı indi. Salonda herkesi kâğıt oyununa
oturmuş buldu. Hemen oyuna katılmaya davet edildi. Ama
Elizabeth, yüksek parayla oynamalarından kuşkulandığı için,
kız kardeşini bahane ederek bu daveti reddetti, aşağıda çok
kalamayacağını ve bu süre içinde kitap okuyarak
oyalanacağını söyledi. Bay Hurst ona hayretle baktı.
"Okumayı oyuna tercih mi ediyorsunuz?" diye sordu.
"Çok tuhaf bir şey." "Bayan Eliza Bennet kâğıt oyununu
küçümser," dedi Caroline Bingley. "Kendisi okumaya çok
meraklıdır ve başka hiçbir şeyden zevk almaz."
Elizabeth, "Ne bu kadar övgüyü ne de eleştiriyi hak
ediyorum. Ben okumaya çok meraklı değilim. Zevk aldığım
başka şeyler de vardır," yanıtını verdi. Bingley, "Kardeşinize
bakmaktan büyük bir zevk duyduğunuzdan eminim," dedi.
"Umarım bu zevk onun tamamen iyileştiğini görmekle artar."
Elizabeth ona yürekten teşekkür ederek üzerinde birkaç
kitap bulunan masaya doğru yürüdü. Bingley, ona hemen
başka kitaplar getirmeyi önerdi kütüphanesinde ne var ne
yoksa getirecekti.
"Keşke daha geniş bir kitap koleksiyonum olsaydı, hem
siz yararlanırdınız hem de benim saygınlığım artardı," dedi,
"ama ne yazık ki ben tembel bir adamım. Çok kitabım
olmadığı halde içlerinde hâlâ okumadıklarım var."
Elizabeth oradaki kitaplarla pekâlâ oyalanabileceğim
söyledi. Bayan Caroline Bingley, "Babamın bu kadar az kitap
bırakmış olmasına şaşıyorum," dedi. "Oysa Pemberley'de ne
kadar olağanüstü bir kütüphaneniz var, Bay Darcy!" Darcy,
"Öyle olması gerekir," yanıtını verdi. "Çünkü birçok neslin
ürünü." "Sonra siz de buna bir o kadar yenilerini kattınız...
Durmadan yeni kitaplar satın alıyorsunuz."
"Böyle bir çağda insanın aile kütüphanesini ihmal
etmesini benim aklım almaz." "İhmal mi! O soylu
malikânenin güzelliğine güzellik katacak hiçbir şeyi ihmal
etmediğinizden eminim. Charles, umarım senin yaptıracağın
ev de en az Pemberley'in yansı kadar güzel olur." "Umanm
olur."
"Fakat sana gerçekten o civarda bir yer almanı ve
Pemberley'yi de örnek tutmanı tavsiye ederim. Zaten
İngiltere'de Derbyshire'den daha güzel bir yer de yoktur."
"Bütün kalbimle katılıyorum. Hatta Darcy satarsa
Pemberley'yi alınm." "Ben senin yapabileceğin şeylerden söz
ediyorum, Charles." "Doğrusu Caroline, bence taklit
etmektense, Pemberley'yi satın almak akla daha yatkın."
Çevresinde olup bitenler Elizabeth'in zihnini meşgul
ediyor, dikkatini kitaba vermesine engel oluyordu. Çok
geçmeden kitabı büsbütün bir tarafa bırakarak oyun masasına
yaklaştı. Bingley ile büyük kız kardeşinin arasına oturarak
oyunu seyretmeye başladı. Bayan Caroline Bingley, Darcy'ye,
"Küçük kız kardeşiniz ilkbaharda görüştüğümüzden bu yana
boy attı mı? Acaba boyu benimki gibi uzun olacak mı?" diye
sordu. "Sanırım olacak. Şimdi aşağı yukarı Bayan Elizabeth
Bennet'ın boyunda, belki biraz daha uzun."
"Onu öyle göreceğim geldi ki! Öylesine cici bir kıza
ömrümde rastlamadım. O ne yüz, o ne kibar tavırlar! Sonra o
yaşta o yetenek. Piyano çalışı da mükemmel." Bingley, "Genç
hanımlar bu kadar çok yetenekli olacak sabrı nereden
buluyorlar, hayret ediyorum," dedi.
"Bütün genç bayanlar yetenekli mi? Charles ne demek
istiyorsun?" "Evet. Sanırım hepsi öyle. Hepsi de resim,
yapıyor, gergef* işliyor, tığla çanta örüyorlar. Bütün bunları
yapmayan bir kız tanımıyorum diyebilirim. Herhangi bir genç
bayandan ilk defa bahsedildiğinde becerileri söylenmeden
geçildiğini hiç görmedim." Darcy, "Şu listesini yaptığın
becerilere bir diyeceğim yok," dedi, "gergef işleyip çanta
örmekten başka becerisi olmayan birçok bayana da yetenekli
dendiği oluyor. Fakat ben herkesi yetenekli kabul etmekten
çok uzagım. Bütün tanıdıklarım arasında gerçekten yetenekli
denebileceklerin
sayısının
yarım
düzineyi
aştığını
söyleyemem."
Dostları ilə paylaş: |