Aşk ve Gurur



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/12
tarix22.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83041
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12
Aşk ve Gurur - Jane Austen ( PDFDrive )

* Hıristiyan ve Musevilerde gelinin güveye getirdiği mal,

para 

Bay  Bingley'e,  bir  malikâne  satın  almak  isteyen,  ama

ömrü  buna  yetmeyen  babasından  yüz  bin  sterline  yakın  bir

servet  kalmıştı.  Bay  Bingley'nin  de  zaten  böyle  bir  niyeti




vardı  ve  bazen  hangi  bölgeye  yerleşeceğini  bile  seçtiği

olurdu,  ama  Bingley'nin  ne  kadar  avare  olduğunu,  onun  şu

sırada geniş, güzel bir eve yerleştiğini bilenler ^artık ömrünü

Netherfield'de  geçirip,  mülk  edinme  işini  kendinden

sonrakilere  bırakmasını  daha  akla  yakın  buluyorlardı.  Kız

kardeşleri  Bingley'nin  bir  malikâne  sahibi  olması  için  can

atıyorlardı.  Gene  de  şu  sırada  yalnızca  kiracı  olmalarına

rağmen Bayan Bingley, ağabeyinin evinin hanımı olmaya hiç

de  gönülsüz  değildi.  Paradan  çok,  gösterişi  olan  bir  adamla

evli  olan  Bayan  Hurst  de,  işine  geldiği  zaman  ağabeyinin

evini  kendi  evi  sayma  konusunda  hiç  nazlanmazdı.  Bay

Bingley  rüştünü  kanıtlayalı  daha  iki  yıl  bile  olmadan  adını

duyduğu  Netherfield  Köşkü'nü  görmeye  gitti.  Yarım  saat

kadar  içini  gezdi,  yerini  ve  belli  başlı  odalarını  beğendi;  ev

sahibinin övgü dolu sözlerinden hoşnut kaldı ve köşkü hemen

kiraladı.  Bingley  ile  Darcy'nin  karakterleri  birbirine  çok  zıt

olmasına rağmen, gene de aralarında çok güçlü bir arkadaşlık

vardı.  Kendi  huyundan  hiç  şikâyetçi  olmadığı  ve  kendisiyle

taban  tabana  zıt  olduğu  halde  Darcy,  Bingley'yi,  doğallığı,

içtenliği ve uysallığı yüzünden seviyordu. Bingley, Darcy'nin

görüşlerine çok büyük bir güven duyar; yargılarına da büyük

değer verirdi. Anlayış açısından Darcy daha üstündü; Bingley

de  anlayışsız  biri  değildi,  ama  Darcy  daha  zekiydi.  Aynı

zamanda kibirli, duygularını açığa vurmayan, titiz bir adamdı;

iyi eğitim görmüş olmasına rağmen insanlara sokulmazdı. Bu

açıdan  da  arkadaşı  ondan  çok  üstündü.  Bingley  gittiği  her

yerde  kendini  sevdirir;  Darcy  ise  çevresindekileri  her  zaman

gücendirirdi.  Meryton'daki  balo  hakkındaki  konuşmaları  bu

iki  arkadaşın  karakterlerini  ortaya  koyuyordu:  Bingley,

hayatında  bu  kadar  güzel  insanlara,  bu  kadar  hoş  kızlara

rastlamamıştı; herkes kendisine çok iyi, çok kibar davranmış;



herhangi  bir  resmiyet,  soğukluk  olmamış,  kısa  sürede

salondaki  herkesle  kaynaşmıştı.  Bennet'ların  kızına  gelince;

Bingley  ondan  daha  güzel  bir  melek  düşünemiyordu.  Darcy

ise,  arkadaşının  tersine,  güzellikten,  kibarlıktan  nasipsiz  bir

insan  kalabalığı  görmüş,  hiçbirine  karşı  en  ufak  bir  ilgi

duymamış,  hiçbirinden  de  en  ufak  bir  yakınlık  görmemişti.

Evet,  Bennet'ların  kızı  hoştu,  ama  fazla  sırıtıyordu.  Bayan

Hurst  ile  kız  kardeşi,  Darcy'ye  hatır  için  hak  vermekle

beraber, Bennet'ların kızını beğenmiş ve hoşlanmışlar, tatlı bir

kız  olduğunu,  onu  daha  yakından  tanımakta  sakınca

görmediklerini  söylemişlerdi.  Böylece  Bayan  Jane  Bennet'ın

tatlı bir kız olduğu kabul edildi; kız kardeşlerinin bu övgüsü

üzerine  Bingley  bu  kızı  istediği  kadar  düşünebileceğini

anlamış oldu.

Longbourn'a  yakın  bir  mesafede  Bennet'ların  içli  dışlı

olduğu  bir  aile  oturuyordu.  Sir  William  Lucas  geçmişte

Meryton'da  tüccarlık  yaparak,  hatırı  sayılır  bir  servet  sahibi

olmuş, belediye başkanlığı yaptığı sırada krala hitaben verdiği

bir  nutuk  üzerine  şövalyelik  unvanı  almıştı.  Galiba  bu

ayrıcalığı  biraz  aşın  ciddiye  almıştı.  Sir  William  işinden  ve

küçük bir ticaret kasabasındaki evinden tiksinmiş; her ikisini

de  bırakarak  ailesiyle  birlikte  Meryton'dan  bir  mil  uzaklıkta

bir  eve  taşınmış  ve  içinde  kendisinin  çok  önemli  bir  kimse

olduğunu  keyifle  düşünebildiği,  iş  güçle  bağı  bulunmadığı

için herkese kibar davranmayı iş edindiği bu eve Lucas köşkü

adını  vermişti.  Çünkü  unvanı  onu  iyice  sevindirmiş  olmakla

birlikte  burnu  büyümemişti;  aksine  herkese  karşı  yakınlık

gösteriyordu.  Doğuştan  uysal,  dost  canlısı  ve  kibar  bir  insan

olan Sir Lucas, St. James'de kralın huzuruna kabul edildikten

sonra tam anlamıyla "soylu" olup çıkmıştı.




Leydi Lucas, Bayan Bennet için değerli bir komşu olacak

kadar  zeki  olmasa  da,  iyi  bir  kadındı.  Lucas'ların  birkaç

çocuğu  vardı.  En  büyükleri  Charlotte,  yirmi  yedi  yaşlarında,

aklı başında, zeki bir kızdı ve Elizabeth'in yakın arkadaşıydı.

Lucas'larla  Bennet'ların  her  balodan  sonra  bir  araya

gelerek konuşmaları kesinlikle kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim

balonun  ertesi  sabahı  Lucas'lar  haber  alıp  haber  vermek

amacıyla Longbourn'a geldiler.

Bayan  Bennet  bütün  terbiyesini  takınarak,  "Başlangıçta

sizin  işiniz  işti  Charlotte.  Bay  Bingley  ilk  önce  sizi  seçti,"

dedi.  "Ama  ikinci  olarak  seçtiği  kızı  daha  çok  beğenmişe

benziyordu."  "Sanırım,  onunla  iki  kez  dans  etti  diye  Jane'i

kastediyorsunuz.  Gerçekten  de  buna  bakılırsa,  Jane'i

beğenmişe  benziyordu,  beğenmiştir  de.  Bununla  ilgili

kulağıma  bir  şeyler  çalındı,  ama  neydi  unuttum.  Bay

Robinson'la ilgili bir şey."

Elizabeth,  "Herhalde  Bay  Bingley'le  Bay  Robinson

arasında 

benim 

kulağıma 



çalınan 

konuşmadan

bahsediyorsunuz.  Size  bundan  söz  etmedim  mi?  Bay

Robinson,  Bay  Bingley'ye  Meryton  balolarını  nasıl

bulduğunu,  salondaki  kızları  beğenip  beğenmediğini,  en  çok

kimden  hoşlandığını  sordu.  Bay  Bingley  bu  son  soruya

hemen,  'Kuşkusuz  Bennet'ların  en  büyük  kızı.  Bu  konuda

hiçbir görüş ayrılığı olamaz,'" diye cevap verdi.

"Tanrı  aşkına!  Gerçekten  de  kesin  konuşmuş,  sanki

gözüne kestir... ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey

çıkmaz."



"Görüyorsun  ya  Eliza,  benim  kulak  misafiri  olduğum

konuşma  seninkinden  çok  daha  farklı,"  dedi  Charlotte.  "Bay

Darcy'nin  dili  arkadaşınınki  kadar  tatlı  sayılmaz  değil  mi?

Zavallı Eliza...

"Kötü sayılmazmışsın!"

"Rica  ederim,  bu  adamın  kaba  davranışını  hatırlatarak

Lizzy'nin  canını  sıkmayın.  Çünkü  o  kadar  sevimsiz  bir

mahlûk ki, onun tarafından beğenilmek bir talihsizlik. Bayan

Long  dün  bana  adamın  yarım  saat  yanında  oturmuş  olduğu

halde bir defa bile ağzını açmadığını söyledi."

"Bundan  emin  misiniz,  anne?  Sakın  bir  yanlışlık

olmasın?"  diye  sordu  Jane.  "Bay  Darcy'nin  Bayan  Long'la

konuştuğunu ben gördüm."

"Evet, çünkü sonunda kadın, 'Netherfield'i beğendiniz mi'

diye  sormuş.  Ve  adam  ona  cevap  vermemezlik  edememiş,

ama  Bayan  Long'un  söylediğine  göre  adam  kendisiyle

konuşuldu diye çok öfkelenmiş."

"Bayan  Bingley,"  dedi  Jane,  "bana  Bay  Darcy'nin  yakın

dostları  arasında  olmadıkça  fazla  konuşmadığını  söyledi.

Ama  yakınlarının  arasındayken  çok  hoşsohbetmiş."  "Tek

kelimesine bile inanmam yavrum. O kadar hoşsohbet olsaydı,

Bayan  Long  ile  iki  çift  söz  ederdi.  Ama  nasıl  olduğunu

tahmin  edebiliyorum;  çok  kibirli  olduğunu  herkes  söylüyor.

Bayan  Long'un  arabası  olmadığını,  baloya  kiralık  arabayla

geldiğini  öğrenmiş  olsa  gerek."  "Onun  Bayan  Long  ile

konuşmamasına aldırmıyorum," dedi Charlotte, "ama Eliza ile

dans etmeliydi."



"Senin  yerinde  olsam,"  dedi  Bayan  Bennet,  "bir  dahaki

sefere onunla dans etmezdim, Lizzy."

"Onunla  asta  dans  etmeyeceğime  size  söz  verebilirim

anne." "Bu adamın gururu," dedi Charlotte Lucas, "beni çoğu

kimselerin  gururunu  rahatsız  ettiği  kadar  rahatsız  etmiyor.

Çünkü  bir  özrü  var:  Bu  kadar  yakışıklı,  asil,  zengin  ve  her

bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan

şaşmamalı.  Bana  kalırsa,  gururlanmaya  hakkı  var  bile

diyebilirim."

"Çok  doğru,"  dedi  Elizabeth,  "Benim  gururumu

çiğnemeseydi onun gururunu kolaylıkla bağışlardım."

Eşsiz  görüşlere  sahip  olmakla  övünen  Mary,  "Benim

düşünceme göre gurur zayıflıktır," diye fikir yürüttü. "Bütün

okuduklarımdan  bunun  çok  yaygın  olduğuna  karar  kıldım.

İnsan doğası gurura özellikle yatkın. Aramızda, gerçek ya da

değil,  meziyetlerinden  dolayı  kibir  duygusu  beslemeyen  pek

az kimse bulunur. Gurur ve kibir kelimeleri çok kere birbirine

karıştırılırsa  da,  gerçekte  başka  şeylerdir.  Bir  insan  kibirli

olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendi nefsimize

karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir; kibirse başkalarının bize

duymasını istediğimiz saygıyla ilgilidir."

Kız  kardeşleriyle  birlikte  gelen  genç  Lucas,  "Ben  Bay

Darcy kadar zengin olsaydım, ne kadar gururlu olduğuma hiç

aldırmazdım," dedi. "Bir sürü tazı besler, her gün de bir şişe

şarap içerdim."

"O  zaman  gereğinden  çok  içmiş  olurdun,"  dedi  Bayan

Bennet.  "Ben  de  seni  öyle  görseydim  şişeyi  hemen  elinden



alırdım."

Çocuk,  Bayan  Bennet'ın  şişeyi  alması  fikrine  karşı  çıktı;

Bayan  Bennet  da  alacağını  söylemeye  devam  etti  ve  bu

çekişme Lucas'lar gidinceye kadar sürdü. 



VI

Longbourn'lu  hanımlar  çok  geçmeden  Netherfield'li

hanımları  ziyaret  ettiler.  Bu  ziyarete  de  usulünce  karşılık

verildi. Jane'in hoş tavırları, Bayan Hurst ile Bayan Bingley'in

gitgide  daha  hoşlarına  gitmekteydi,  annelerini  çekilmez,

küçük  kardeşlerini  de  konuşmaya  değmez  bulmuş  olsalar  da

Jane  ve  Elizabeth'le  arkadaşlık  etmeyi  arzu  ettiklerini

söylediler.  Jane  gösterileri  "bu  ilgiden  büyük  sevinç  duydu;

ama  Elizabeth,  herkese  karşı,  hatta  Jane'e  karşı  bile

davranışlarında  hâlâ  kibirlilik  sezdiği  için  bu  kadınlara  bir

türlü 

ısmamıyordu. 



Gerçi 

Jane'den 

hoşlanmalarının

başlıbaşına  bir  değeri  vardı;  çünkü  bunda  Bay  Bingley'nin

hayranlığının  büyük  etkisi  olması  mümkündü.  Bingley'nin

Jane'i  beğendiği,  her  karşılaşmalarında  açıkça  görülüyordu.

Elizabeth  için  aynı  derecede  belli  olan  bir  şey  varsa,  o  da,

Jane'de  de  Bay  Bingley'yi  ilk  gördüğü  zaman  duyduğu

hoşlanma  hissinin  gitgide  arttığı  ve  aşk  yolunu  tuttuğuydu.

Neyse  ki  Jane  güçlü  duygularına  rağmen  ölçülü  davranmayı

bilen bir kızdı; ayrıca her zaman da neşeliydi.Elizabeth'e göre

bunlar, Jane'i meraklı insanların kuşkularından koruyabilirdi.

Elizabeth,  arkadaşı  Charlotte'a  bu  konudan  bahsetti.

Charlotte,  "Böyle  durumlarda  herkesi  aldatabilmek  hoş  bir

şey  olabilir,"  dedi.  "Ama  duygularını  bu  kadar  saklamak

bazen  insanın  zarannadır.  Bir  kadın  duygularını  hoşlandığı

adamdan  da  aynı  beceriyle  gizlerse  onu  kendine  bağlama



fırsatını kaçırabilir; o zaman hiç kimsenin bir şey sezmediğini

düşünmek  pek  acıklı  bir  avuntu  olur.  Her  sevgide  minnetin

veya  kibirin  o  kadar  büyük  rolü  vardır  ki,  yeni  doğmuş  bir

sevgiyi başıboş bırakmaya gelmez. Başta hepimiz özgürüzdür.

Ufak  bir  gönül  kayması  kadar  doğal  ne  olabilir  ki?  Ancak,

karşısındakinden  cesaret  almadan  gerçekten  âşık  olabilecek

kadar  pişkinlik  gösterebilen  azdır.  Bingley,  kardeşinden

kuşkusuz  hoşlanıyor,  ama  Jane  ona  cesaret  vermezse

duygulan hoşlanmadan ileri gidemez."

"Ama  Jane,  doğasının  izin  verdiği  kadar  cesaret  veriyor

ona.  Bingley'ye  ilgi  duyduğunu  ben  bile  hissettikten  sonra,

Bingley'nin  bunun  farkına  varmaması  için  aptal  olması

gerekir."  "Şunu  unutma  Eliza,  Bingley,  Jane'in  huyunu  senin

kadar bilmiyor." "Ama bir kadının bir erkeğe eğilimi varsa ve

bunu gizlemeye çalışmazsa, o adamın bunu anlaması gerekir."

"Kızı  yeterince  görürse,  belki  bu  dediğin  doğru  olabilir.

Ama  Bingley  ile  Jane  oldukça  sık  karşılaştıkları  halde,  bir

arada uzun süre vakit geçirmiyorlar. Ayrıca birbirlerini sürekli

büyük,  kalabalık  toplantılarda  görüyorlar,  her  anı  baş  başa

konuşarak geçiremezler ya. İşte bunun için Jane onun ilgisini

çekebildiği her süreden olabildiğince yararlanmalıdır.

Onu elde ettiğinden emin olduktan sonra âşık olmak için

yeterince  vakti  olacaktır."  "Söz  konusu  olan  sadece  iyi  bir

evlilik  yapmaksa,"  yanıtını  verdi  Elizabeth,  "sen  haklı

sayılırsın.  Zengin  bir  koca  bulmak,  daha  doğrusu  bir  koca

bulma kaygısında olsaydım, diyebilirim ki, senin dediğin gibi

yapardım.  Ama  Jane'in  düşüncesi  ve  duyguları  böyle  değil;

Jane  peşin  hesapla  hareket  etmiyor.  Bırak  akılcı  olup

olmamasını,  henüz  Bingley'ye  karşı  duyduğu  ilginin



derecesini bile kestiremiyor. Tanışalı sadece on beş gün oldu.

Meryton balosunda iki defa dans ettiler. Bir sabah onu kendi

evinde  gördü,  daha  sonra  dört  defa  onunla  aynı  sofrada

bulundular.  Adamın  karakterini  anlaması  için  yeterli  değil."

"Senin deyişine göre değil elbette. Jane sadece onunla yemek

yemekle  kalsaydı  ancak  Bingley'nin  iştahının  yerinde  olup

olmadığını  anlamış  olurdu;  ama  unutma  ki,  dört  akşam

yemeği  demek,  birlikte  geçirilen  dört  akşam  demektir.  Dört

akşam  da  az  bir  şey  değil."  "Evet,  birlikte  geçen  bu  dört

akşam, her ikisinin de aynı kâğıt oyunlarından hoşlandıklarını

göstermiş  olabilir.  Ama  diğer  başlıca  huylarına  gelince,  pek

bir şeyi ortaya çıkardığını sanmam."

"Her neyse, Jane'e bütün kalbimle basanlar dilerim. Bence

ha  yann  evlenmişler,  ha  Jane  adamın  karakterini  bir  yıl

incelemiş  de  ondan  sonra  evlenmişler  hepsi  bir.  Mutlu  olma

şansı  her  iki  durumda  da  yüksek.  Evlilikte  mutluluk

tamamıyla şans işidir. Taraflar birbirlerinin huyunu suyunu ne

kadar  iyi  bilirlerse  bilsinler,  ya  da  ne  kadar  benzer  olurlarsa

olsunlar,  bunun  mutluluklarına  zerre  kadar  katkısı  yoktur.

Sonraları  huylan  birbirinden  nasıl  olsa  ayrılır,  nasıl  olsa

birbirlerinin sinirine dokunurlar. Ömrünü beraber geçireceğin

insanın  kusurlarını  ne  kadar  az  bilirsen  o  kadar  iyi,"  dedi

Charlotte. "Beni güldürüyorsun Charlotte, ama düşündüklerin

mantıklı  değil.  Mantıklı  olmadığını  ve  senin  başına  gelse

kendin de bu şekilde hareket etmeyeceğini biliyorsun." Kafası

Bay  Bingley'nin  Jane'e  duyduğu  ilgi  ile  meşgul  olan

Elizabeth,  kendisinin  Bay  Darcy'nin  ilgisini  çekmeye

başladığının farkında bile değildi.




Bay Darcy başta Elizabeth'i sevimli bile bulmamıştı; onu

baloda  beğenmemiş  ve  bir  sonraki  karşılaşmalarında  kıza

kusur  bulmak  için  dikkatle  bakmıştı.  Ancak  çok  geçmeden

Elizabeth'in  yüzünün  güzelliğinden  çok,  siyah  gözlerinin

güzel  ifadesinin,  onun  yüzüne  eşsiz  bir  zekâ  kattığını,  kendi

kendine ve arkadaşlarına itiraf etti. Bunu aynı derecede sarsıcı

başka  keşifler  izledi.  Gerçi  eleştirel  bir  gözle  bakınca

Elizabeth'in  vücudundaki  kusursuz  simetriye  ters  düşen

birkaç  hata  bulduğu  halde,  bu  vücudun  kıvrak  ve  hoş

olduğunu  itiraf  etmek  zorunda  kalmıştı.  Genç  kızın  tavrı

sosyete  dünyasındakilere  uymamakla  beraber  bu  tavırlardaki

rahatlık  ve  alaycılık  genç  adamı  çekiyordu.  Elizabeth  ise

bütün bunların farkında değildi: Ona göre Darcy kendini her

yerde  istenmeyen  biri  haline  getirmiş  ve  kendisini  dansa

kaldıracak kadar güzel bulmamış olan bir adamdı.

Darcy,  Elizabeth'i  daha  yakından  tanıma  isteği  duymaya

başladı.  Onunla  baş  başa  konuşmaya  doğru  bir  adım  atmak

için  Elizabeth  başkaları  ile  konuşurken  kulak  kabartmaya

başladı.  Onun  bu  tutumu  da  genç  kızın  dikkatini  çekti.  Bu

olay Lucas'larda düzenlenen kalabalık bir partide oldu.

Elizabeth  bir  ara,  "Bay  Darcy  ne  diye  gelip  Albay

Foster'la konuştuklarımı dinliyor?" diye sordu Charlotte'a.

"Bu ancak Bay Darcy'nin cevap verebileceği bir soru."

"Ama bunu bir daha yaparsa ona yapmaya çalıştığı şeyin

gözümden  kaçmadığını  söyleyeceğim.  Alay  eder  gibi  bir

bakışı  var  ve  ben  küstahlığı  ele  almazsam,  çok  geçmeden

ondan korkmaya başlayacağım."



Biraz  sonra  Bay  Darcy'nin,  konuşma  niyetinde  değilmiş

gibi  bir  edayla  onlara  doğru  gelmesi  üzerine  Charlotte,

arkadaşına  bu  konudan  adama  söz  açmaya  cesaret

edemeyeceğini söyledi. Bu sözler Elizabeth'i adeta kamçıladı

ve  genç  kız  Darcy'ye  dönerek:  "Biraz  önce  Albay  Foster'a,

Meryton'da bize bir balo vermesi için takılırken kendimi çok

güzel ifade ettim, değil mi Bay Darcy?" dedi.

"Büyük bir heyecanla konuşuyordunuz; ama bu kadınları

her zaman heyecanlandıran bir konudur."

"Bizlere karşı çok acımasızsınız!"

"Şimdi  alay  edilme  sırası  ElizabetKte.  Piyanoyu

açıyorum,  Eliza;  bunun  ardından  ne  gelir  biliyorsun,"  dedi

Charlotte. "Sen de ne tuhaf arkadaşsın! Her zaman, herkesin

önünde  piyano  çalıp  şarkı  söylememi  istiyorsun!  Müzik

yeteneğimle  övünen  bir  insan  olsaydım  benim  için  paha

biçilmez  biri  olurdun;  ama  doğrusu  ülkenin  en  iyi

sanatçılarını  dinlemeye  alışık  olanların  karşısına  çıkmamayı

tercih ederim."

Ama  Charlotte'un  ısrarlarına  dayanamayarak,  "Pekâlâ,

boyun  eğmekten  başka  çare  yok,"  diye  ekledi.  Sonra  ciddi

Darcy'ye  baktı.  "Elbette  buradaki  herkesin  bildiği  güzel  bir

atasözü  vardır:  'Nefesini  çorbanı  üflemeye  sakla.'  Ben  de

nefesimi  şarkıma  saklayacağım."  Elizabeth,  mükemmel

olmasa  da  çok  hoş  söyledi.  Bir  iki  şarkıdan  sonra  yeniden

söylemesi  için  yapılan  tezahüratlara  cevap  vermeye  zaman

bulamadan  ailenin  tek  çirkin  kızı  olduğundan  bilgi  ve  hüner

edinmeye  çalışan  ve  kendini  göstermek  için  her  zaman



sabırsızlanan  kız  kardeşi  Mary  hevesle  piyanonun  başına

geçti.


Mary'nin  müzik  alanında  ne  büyük  bir  yeteneği,  ne  de

zevki vardı. Gösteriş kaygısı kendine sadece gayret değil aynı

zamanda ukalalık ve kibirli bir hava da verdiğinden bu kibri,

daha üstün olabilecek herhangi bir yeteneğe hep zarar verirdi.

Rahat  ve  doğal  olan  Elizabeth,  Mary  kadar  iyi  çalmadığı

halde,  onu  daha  büyük  bir  zevkle  dinlemişlerdi.  Mary  ise

uzun bir konçertodan sonra küçük kardeşlerinin isteği üzerine

çaldığı  İskoç  ve  İrlanda  havalanyla  övgü  ve  teşekkür

topladığına  seviniyordu.  O  çalarken,  küçük  kardeşleri  de

odanın bir ucunda Lucas'lardan birkaç kişi ve bir iki subayla

hevesli dans etmeye koyulmuşlardı.

Onlara  yakın  bir  köşede  duran  Bay  Darcy  gecenin  bu

şekilde  geçmesini  sessiz  bir  öfke  içinde  seyrediyor,  hiçbir

konuşmaya  karışmıyordu.  Kendi  düşüncelerine  o  kadar

gömülmüştü  ki;  Sir  William  Lucas  kendisiyle  konuşuncaya

kadar  yanında  olduğunun  farkına  varmamıştı:  "Gençler  için

ne  hoş  bir  eğlence,  değil  mi  Bay  Darcy?  Dans  etmek  gibisi

var mı? Bence dans kibar sosyetelerin birinci inceliğidir."

"Kesinlikle  efendim,  dünyanın  alt  sınıflarında  da  geçerli

olmak gibi bir ayrıcalığı vardır; vahşiler de dans edebilir."

Sir William yalnızca gülümsedi. Bir süre sustuktan sonra

Bingley'nin  de  dans  edenlerin  arasına  katıldığını  görünce,

"Arkadaşınız çok hoş dans ediyor," dedi. "Bu sanata sizin de

yabancı olmadığınıza kuşkum yok Bay Darcy."




"Herhalde  beni  Meryton'da  dans  ederken  gördünüz

beyefendi."  "Evet,  öyle,  hem  de  büyük  bir  zevkle  seyrettim.

St.  James'de  sık  dans  eder  misiniz?"  "Asla  efendim.  Ben

zorda kalmadıkça dans etmem."

"Dans  etmekle  oraya  büyük  bir  şeref  vereceğinizi

düşünmüyor  musunuz?"  "Bu  şerefi  mümkün  olduğu  kadar

hiçbir yere vermemeye çalışırım." 

"Sanırım Londra'da bir eviniz vardır."

Bay Darcy evet dercesine başını eğdi.

"Yüksek  sosyeteye  düşkün  olduğumdan  ben  de  bir

zamanlar  büyük  kente  yerleşmeye  karar  vermiştim.  Ama

Londra'nın  havasının  Leydi  Lucas'a  yaramayacağından

korktum."  Bu  sözleri  söyledikten  sonra  Sir  William  Lucas

cevap  bekleyerek  sustu,  ama  diğeri  hiç  de  oralı  değildi;  bu

sırada  Elizabeth'in  onlara  doğru  geldiğini  görünce  aklına

incelik yapmak geldi ve Elizabeth'e seslendi:

"Sevgili  Bayan  Eliza,  niye  dans  etmiyorsunuz?  Bay

Darcy, izin verin de sizi bu genç bayanla tanıştırayım. Böyle

bir güzellik karşısında, eminim dans etmeyi reddetmezsiniz."

Sir  Lucas,  Elizabeth'in  elini  alıp,  çok  şaşırmış  olmasına

rağmen  bu  eli  kabule  isteksiz  olmayan  Darcy'ye  uzatmak

istedi; ama genç kız geriledi ve Sir William'a biraz sinirli bir

tavırla, "Dans etmeye hiç niyetim yok efendim," dedi. "Rica

ederim, bu tarafa bir eş dilenmek için geldiğimi sanmayın."

Bay  Darcy,  büyük  bir  nezaketle  genç  kızdan  kendisi  ile

dans  etme  şerefini  bahşetmesini  rica  etti;  ama  boşuna.




Elizabeth  kararlıydı:  Sir  William'ın  ikna  çabaları  da  kararım

değiştirmedi. "O kadar olağanüstü güzel dans ediyorsunuz ki

Bayan  Eliza,  sizi  seyretme  zevkini  bana  çok  görmeniz  bir

zulümdür.  Bu  bay  da  genelde  dans  etmekten  hoşlanmazmış,

ama eminim, yarım saatini bizi minnettar etmeye harcamakta

bir sakınca görmez." "Bay Darcy tepeden tırnağa inceliktir!"

dedi  Elizabeth  gülümseyerek,  "Gerçekten  de  öyle.  Ama

nedenini  düşününce,  inceliğine  şaşmamak  gerekir  sevgili

Bayan Eliza, çünkü senin gibi bir eşe kim hayır diyebilir ki."

Elizabeth  alaycı  bir  bakışla  uzaklaştı.  Genç  kızın  olumsuz

yanıtı Bay Darcy'yi gücendirmemişti; aksine onunla ilgili çok

tatlı  düşüncelere  dalmıştı.  Bu  sırada  Bay  Bingley'nin  kız

kardeşi yanına gelerek:

"Aklınızdan  neler  geçtiğini  tahmin  edebiliyorum,"  diye

gülümsedi. "Pek sanmıyorum."

"Her  geceyi  bu  şekilde,  bu  insanlar  arasında  geçirmenin

ne  kadar  çekilmez  olacağını  düşünüyorsunuz.  Hakkiniz  var,

ben de sizinle aynı fikirdeyim. Ömrümde bu kadar sıkıldığımı

hiç hatırlamıyorum. Bu yavanlık ve bu gürültü; bu insanların

bir  hiç  oldukları  halde  kendilerini  bir  şey  sanmaları!  Onlar

hakkındaki  fikirlerinizi  duymak  için  neler  vermezdim!"

"İnanın  bana,  tahmininizde  tamamıyla  yanılıyorsunuz.

Zihnim,  daha  hoş  şeylerle  meşguldü.  Güzel  bir  kadının

yüzündeki bir çift güzel gözün insana ne kadar büyük bir zevk

verebileceğini düşünüyordum."

Bay  Bingley'nin  kız  kardeşi,  genç  adamdan  bu

düşüncelerin  esin  kaynağı  olma  şerefini  hangi  kadının

kazandığını  söylemesini  isteyerek  gözlerini  hemen  onun




gözlerine  dikti.  Bay  Darcy  büyük  bir  pervasızlıkla  cevap

verdi:


"Bayan Elizabeth Bennet."

"Bayan Elizabeth Bennet!" diye tekrar etti Bayan Bingley.

"Buna çok şaştım doğrusu. 

Ne  zamandan  beri  gözdenizmiş  bakayım!  Tanrı  aşkına

söyleyin, sizlere ne zaman mutluluk dileyebileceğiz?"

"Ben  de  sizden  tam  bu  soruyu  bekliyordum.  Kadınların

düş  gücü  pek  hızlı  işler;  bir  anda  beğenmekten  aşka,  aşktan

evliliğe  sıçrar.  Bana  hemen  mutluluk  dileyeceğinizi

biliyordum zaten."

"Hayır,  eğer  ciddiyseniz  bu  konuya  oldu  bitti  gözüyle

bakacağım. Doğrusu pek sevimli bir kaynananız olacak. Onun

iki günde bir Pemberley'e, yanınıza geleceğinden hiç kuşkum

yok."  Genç  adam  Bay  Bingley'nin  kız  kardeşinin  her

istediğini  söyleyerek  eğlenmesine  izin  verdi,  ancak  sözlerini

tam  bir  aldırmazlıkla  dinliyordu.  Genç  kız  Bay  Darcy'nin

serinkanlı  tavırları  karşısında  korkulacak  bir  şey  olmadığını

düşünerek iğneli şakalarını uzattıkça uzattı. 

VII

Bay  Bennet'ın  yılda  iki  bin  sterlin  getiren  bir  mülkten

başka  hiçbir  serveti  yoktu.  Kızlarının  talihsizliğine  bakın  ki,

bu  mülk  de  erkek  vâris  olmadığından  uzak  bir  akrabaya

kalacaktı.  Annelerinin  serveti  ise  hayattaki  konumu  için

yeterli  olmakla  birlikte,  babalannınkinden  yoksun  kalmanın




doğuracağı boşluğu dolduramayacaktı. Meryton'da noter olan

babası, Bayan Bennet'a dört bin sterlin miras bırakmıştı.

Bayan  Bennet'ın  babalarının  yazmanlığını  yapmış,  daha

sonra  da  onun  yerine  geç  olan  Bay  Philips'le  evli  bir  kız

kardeşi,  bir  de  Londra'da  ticaretle  uğraşan  bir  erkek  kardeşi

vardı.


Longbourn  köyü  ile  Meryton'un  arası  ancak  bir  mildi.

Yolun  kısalığı,  haftada  üç  dört  defa  hem  teyzelerini  ziyaret

etmek hem de yol üstündeki bir şapkacıya uğrama ihtiyacını

duyan genç kızların işine geliyordu. Ailenin en küçükleri olan

Catherine  ile  Lydia,  teyzelerini  daha  sık  ziyaret  ediyorlardı.

Kafaları  kız  kardeşlerininkinden  daha  boş  olduğu  için,

yapacak  daha  iyi  bir  şey  bulamayınca  sabah  saatlerini  boş

geçirmemek  ve  akşama  konuşacak  bir  konu  bulmak  üzere

Meryton'a kadar bir yürüyüş yaparlardı' Genellikle buralarda

haberler  ne  kadar  kıt  olursa  olsun,  genç  kızlar  her  seferinde

teyzelerinden  ilginç  haberler  toplamayı  başanyorlardı.

Gerçekten  de  bugünlerde  bu  civara  askeri  bir  alayın

yerleşeceğini haber aldıklarından mutlulukla doluydular. Alay

bütün  kış  burada  kalacak  ve  karargâhı  da  Meryton  olacaktı.

Artık  teyzeleri  Bayan  Philips'e  yaptıkları  ziyaretler  ilginç

dedikodular  edinmeleri  açısından  oldukça  verimli  geçiyordu.

Her  geçen  gün  subayların  adlan  ve  aileleri  konusundaki

bilgilerini  artınyorlardı.  Askerlerin  nerelerde  oturduklarını

öğrenmekte  gecikmedikleri  gibi,  en  sonunda  subaylarla

şahsen  tanışmaya  da  başladılar.  Enişteleri  Bay  Philips

subayların  hepsiyle  dosttu.  Bu  yüzden  kızların  önünde

şimdiye  kadar  bilmedikleri  bir  mutluluk  dünyası  açılmıştı.

Artık  subaylardan  başka  bir  şey  konuşmaz  olmuşlardı  ve



Bay Bingley'nin, lafı bile annelerini heyecanlandırmaya yeten

serveti,  bir  asteğmenin  kırmızı  ceketli  üniforması  ile

kıyaslandığında  kızların  gözünde  değersiz  kalıyordu.  Bir

sabah  Bay  Bennet  kızlarının  bu  konu  hakkındaki  keyifli

konuşmalarını  dinledikten  sonra  soğuk  bir  tavırla,

"Konuşmalarınızdan  anladığım  kadarıyla  siz  ülkenin  en  kaz

kafalı  kızlarısınız.  Zaten  bundan  epeydir  şüpheleniyordum,

ama  artık  eminim,"  dedi.  Catherine  alınmıştı  ve  cevap

vermedi,  gelgelelim  Lydia  hiç  aldırış  etmeyerek  Yüzbaşı

Carter'a  duyduğu  hayranlığı  anlatmayı  sürdürdü  ve  ertesi

sabah  Londra'ya  gidecek  olan  yüzbaşıyla  o  gün  görüşmeyi

umduğunu ekledi.

"Kendi çocuklarınızın birer aptal olduğunu düşünmeye bu

kadar hazır oluşunuza şaşıyorum," dedi Bayan Bennet. "Ben

birinin  çocuklarını  küçük  görmek  istesem,  bunun  için

herhalde kendi çocuklarımı seçmem."

"Çocuklarım  aptalsa,  bunun  her  zaman  farkında  olmayı

isterim." "Evet, ama aslında hepsi de çok akıllı."

"Anlaşamadığımız  için  kendimi  kutladığım  tek  nokta

budur.  Duygularımızın  her  bakımdan  birbirine  benzemesini

dilemiştim,  ama  iki  küçük  kızımın  görülmemiş  aptallardan

olduklan noktasında görüşlerimiz kesin olarak ayrılıyor."

"Sevgili  Bay  Bennet,  bu  yaştaki  kızlardan  anne  babalan

kadar  mantıklı  olmalannı  beklememelisiniz.  Bizim  yaşımıza

geldikleri  zaman  eminim  ki  onlar  da  bizim  gibi,  subaylan

zerre  kadar  düşünmeyecekler.  Bir  kırmızı  ceketliyi  çok  şık

bulduğum  günleri  unutmuş  değilim.  Doğrusu  hâlâ  da

beğenirim. Yılda beş altı bin sterlin geliri olan zeki, genç bir




albay,  kızlanmdan  birisini  istese  ret  cevabı  vermem  ve

doğrusu  Albay  Foster  geçen  akşam  üniformasıyla  Sir

William'larda  pek  hoştu."  "Anne!"  diye  bağırdı  Lydia,

"Teyzem  diyor  ki  Albay  Foster  ile  Yüzbaşı  Carter,  Bayan

Watson'lara  artık  ilk  geldikleri  zamanki  kadar  sık

gitmiyorlarmış. Teyzem şimdilerde onları daha çok Clarke'ın

kitapçı dükkânında görüyormuş."

Elinde Bayan Jane Bennet'a bir mektupla içeri giren uşak,

Bayan  Bennet'ın  karşılık  vermesine  engel  oldu.  Mektup

Netherfield'den  geliyordu  ve  uşak  bir  cevap  bekliyordu.

Bayan  Bennet'ın  gözleri  sevinçle  parladı.  Kızı  mektubu

okurken  de,  heyecanla  soruyordu:  "Evet  Jane,  kimden?  Ne

yazıyor,  ne  diyor?  Hadi  Jane,  acele  et  de  söyle.  Çabuk  ol

güzelim."  Jane,  "Caroline  Bingley'den,"  dedikten  sonra

mektubu yüksek sesle okudu: "Sevgili arkadaşım,

Eğer  bize  acıyıp  bu  akşam  yemeği  bizimle  yemezseniz,

ömrümüz  oldukça  Louisa  ile  birbirimizden  nefret  etme

tehlikesi  baş  gösterecek;  çünkü  iki  kızın  baş  başa  geçirdiği

bütün  bir  gün  kavgasız  sona  ermez.  Bu  mektubu  alınca

elinizden geldiğince çabuk geliniz. Kardeşim ve diğer baylar

yemeği  subaylarla  yiyecekler.  Her  zaman  sizin...  Caroline

Bingley."

"Subaylarla ha!" diye bağırdı Lydia. "Acaba teyzem bize

bundan  niye  bahsetmedi?"  "Demek  yemeği  dışarda  yiyecek,

çok  yazık,"  dedi  Bayan  Bennet.  "Arabayı  alabilir  miyim?"

diye sordu Jane.

"Hayır  şekerim,  atla  gitsen  daha  iyi.  Yağmur  boşandığı

zaman araban olmazsa, bütün geceyi orada geçirmek zorunda




kalırsın."

"Parlak  bir  buluş!  Ama  ya  Bingley'ler  Jane'i  kendi

arabalarıyla göndermeye kalkışırlarsa?" dedi Elizabeth.

"Olacak  iş  değil!  Çünkü  sanırım  baylar  Meryton'a  Bay

Bingley'nin  arabasıyla  giderler;  Hurst'lerin  de  arabaları  var

ama atlan yok."

"Araba ile gitmeyi tercih ederdim."

"Ama  şekerim,  eminim  ki  baban  atlan  arabaya  koşamaz.

Onlara çiftlikte ihtiyaç var, öyle değil mi Bay Bennet?"

"Atlara  çiftlikte  her  zaman  ihtiyaç  var,  ama  sizden  fırsat

kalmıyor  ki."  "Ama  eğer  bugün  atlar  size  gerekiyorsa

annemin  istediği  olacak,"  dedi  Elizabeth.  Genç  kız  en

sonunda  atlara  çiftlikte  ihtiyaç  olduğunu  bizzat  babasının

ağzından duydu ve binek atının sırtında gitmek zorunda kaldı.

Annesi  havanın  bozacağını  gösteren  birçok  belirtiyi  sevinçle

sayarak  onu  kapıya  kadar  geçirdi.  Gerçekten  de  duası  kabul

oldu  ve  Jane  yola  çıktıktan  biraz  sonra  bardaktan

boşalırcasma  yağmur  yağmaya  başladı.  Kız  kardeşleri  Jane

ıslanacak  diye  endişeliydiler;  ama  annesinin  sevincine

diyecek  yoktu.  Yağmur  bütün  gece  hiç  durmadan  yağdı.

Jane'in o gece eve dönemeyeceği kesin gibiydi.

Bayan Bennet yağmuru sanki kendi yağdırmış gibi durup

durup, "Gerçekten ne iyi düşünmüşüm!" diyordu.

Yine de hilesinin mutlu sonuçlarından ertesi sabaha kadar

haberi  olmadı.  Kahvaltı  henüz  bitmemişti  ki  Netherfield'den



bir  uşak  Elizabeth'e  şu  pusulayı  getirdi.  "Çok  sevgili

Lizzy'ciğim;

Dün  yağmurda  sırılsıklam  ıslandığım  için  olacak,  bu

sabah  kendimi  çok  rahatsız  hissediyorum.  Nazik  dostlarım,

iyileşmeden  eve  dönmenin  sözünü  bile  ettirmiyorlar.  Eczacı

Bay  Jones'a  görünmemde  de  ısrar  ediyorlar.  Onun  beni

muayene  ettiğini  duyarsanız  telaşlanmayın.  Biraz  boğazım,

biraz  da  başım  ağrıyor,  başka  bir  şeyim  yok,  sevgiler."

Elizabeth pusulayı yüksek sesle okuduktan sonra Bay Bennet,

"Eh,  şekerim,"  dedi,  "eğer  kızım  tehlikeli  bir  hastalığa

yakalanırsa, 

eğer 


ölürse, 

bunun, 


senin 

emirlerin

doğrultusunda  Bay  Bingley'nin  peşinden  koşarken  olduğunu

bilmek,  benim  için  bir  teselli  olacak."  "Ah,  ölecek  diye  bir

korkum  yok.  İnsan  ufak  önemsiz  soğuk  algınlıklarından

ölmez.  Ona  iyi  bakacaklardır.  Orada  kaldığı  sürece  her  şey

yolunda. Arabayı alabilirsem, gidip kendisini görürüm."

Ablasını  gerçekten  merak  eden  Elizabeth  arabayı  almak

mümkün  olmadığı  halde  kardeşine  gitmeye  karar  verdi;  ata

binmeyi  bilmediği  için  çaresiz  yürüyecekti.  Kararını

bildirince annesi:

"Aptallık  etme!"  diye  bağırdı.  "Bu  pis  havada  böyle  bir

şeyi  nasıl  aklından  geçiliyorsun?  Oraya  gittiğin  zaman  insan

içine  çıkacak  halin  kalmaz;  üstün  başın  rezil  olur."  "Jane'in

yanına  girecek  halim  kalır  ya.  Benim  istediğim  de  bu."  "Bu

sözlerle  bana  mı  taş  atıyorsun  yoksa,  Lizzy?"  dedi  babası.

"Atlan  isteteyim  diye?"  "Hayır,  hayır,  yürümekten

çekinmiyorum.  İnsanın  bir  amacı  olduktan  sonra  yol

yürümenin hiçbir önemi yok. Zaten topu topu üç millik yol...

Akşam  yemeğine  dönerim."  "Özverinin  gücüne  hayranım,"




diye  görüşünü  bildirdi  Mary.  "Ama  duyguya,  akıl  rehberlik

etmelidir  ve  bence  katlanılan  güçlükle  amaç  her  zaman

orantılı  olmalıdır."  Catherine  ile  Lydia,  "Biz  de  Meryton'a

kadar  seninle  gelelim,"  dediler.  Elizabeth  onların  yol

arkadaşlığını  kabul  etti.  Üç  kız  kardeş  birlikte  yola  çıktılar.

Yola  koyulduklarında  Lydia,  "Biraz  acele  edersek  belki

Yüzbaşı  Carter'ı  Londra'ya  gitmeden  bir  daha  görebiliriz,"

dedi.


Meryton'da  ayrıldılar.  İki  küçük  kardeş  subaylardan

birinin  eşini  görmeye  gittiler.  Elizabeth  de  yoluna  yalnız

başına  devam  etti.  Tarlaları  aşarak,  çitlerden  sabırsızlıkla

atlayarak  ve  su  birikintilerinin  üzerinden  sıçrayarak  hızlı

yürüyordu.  Nihayet  karşıda  Bingley'lerin  evi  göründüğünde,

Elizabeth'in  ayak  bilekleri  ağrıyordu;  çorapları  da  kir

içindeydi; yüzü hızlı yürüyüşün etkisiyle alev alev yanıyordu.

Onu  kahvaltı  salonuna  aldılar.  Jane'den  başka  herkesin

toplanmış  olduğu  salonda  Elizabeth'in  kılığı  bir  hayli  hayret

uyandırdı. Günün bu kadar erken bir saatinde, bu kadar kötü

bir  havada  tek  başına  yürüyerek  üç  millik  yolu  gelmesine

Bayan Hurst ile Caroline Bingley inanamıyorlardı. Elizabeth,

bu yüzden bayanların gözünde küçülmesine rağmen büyük bir

nezaketle  karşılandı;  erkek  kardeşlerinin  tavrında  nezaketten

fazlası,  tatlılık  ve  şefkat  vardı.  Bay  Darcy  pek  az  konuştu.

Bay  Hurst  ise  neredeyse  hiç.  Darcy  bir  yandan  bu  hızlı

yürüyüşün  genç  kızın  cildine  verdiği  parlaklığa  hayran

bakıyor, bir yandan da bu kadar uzak bir yoldan yalnız başına

gelmesinin  doğru  olup  olmadığını  düşünüyordu.  Bay  Hurst

ise  sadece  kahvaltısını  düşünmekteydi.  Elizabeth,  kardeşinin

sağlığıyla  ilgili  sorularına  pek  de  olumlu  cevaplar  alamadı.



Bayan  Jane  Bennet  geceyi  kötü  geçirmiş,  şimdi  uyandığı

halde ateşi olduğundan, odasından çıkacak durumda değilmiş.

Elizabeth  hemen  ablasının  yanına  götürüldüğüne  sevindi.

Böyle  bir  ziyareti  ne  kadar  istediğini  sırf  ailesini  telaşa  ve

sıkıntıya  sokmak  istemediği  için  mektupta  belirtmemiş  olan

Jane de, Elizabeth içeri girince sevinçle gülümsedi. Ama uzun

uzadıya konuşacak halde değildi. Caroline Bingley iki kardeşi

yalnız  bıraktığında,  kendisine  bu  kadar  iyi  baktıkları  için

duyduğu minneti dile getirmekten başka bir şeye kalkışmadı.

Elizabeth de sessizce onu dinledi.

Kahvaltıdan  sonra  Bayan  Caroline  Bingley  ile  ablası  da

onlara  katıldı.  Jane'e  karşı  ne  kadar  şefkat  ve  ilgi

gösterdiklerini  görünce  Elizabeth  de  onlara  biraz  ısınmaya

başladı.


Eczacı geldi; hastasını muayene ettikten sonra, beklendiği

gibi,  şiddetli  bir  soğuk  algınlığı  geçirdiğini,  bunu

olabildiğince  hafif  atlatması  için  ellerinden  ne  gelirse

yapmalannı söyledi ve Jane'e de yatmasını önererek ona bazı

ilaçlar  göndereceğine  söz  verdi.  Öneriler  hemen  yerine

getirildi, çünkü Jane'in ateşi yükselmiş, başının ağrısı da çok

şiddetlenmişti.  Elizabeth,  Jane'in  odasından  bir  dakika  bile

çıkmadı.  Ev  sahibi  bayanlar  da  odadan  ayrılmıyorlardı.

Aslında baylar dışarda olduğu için yapacak başka bir işleri de

yoktu.  Saat  üçü  vurduğu  zaman  Elizabeth,  istemeye  de  olsa,

artık  eve  dönme  zamanının  geldiğini  anladı.  Bayan  Caroline

Bingley arabasını teklif etti. Elizabeth biraz ısrar ederlerse bu

teklifi kabul etmeye hazırdı, ama bu sırada Jane, kardeşinden

ayrılacağı  için  çok  mahzunlaştığından  Bayan  Caroline

Bingley  araba  teklifini,  Elizabeth'i  birkaç  gün  için



Netherfîeld'de  konuk  etme  davetine  çevirmek  zorunda  kaldı.

Elizabeth  büyük  bir  minnettarlıkla  kabul  etti.  Orada

kalacağını  ailesine  bildirmek  ve  kendisine  elbise  getirtmek

üzere Longbourn'a hemen bir uşak gönderildi.



VIII

Saat  beşte  evin  iki  ev  sahibesi  elbiselerini  değiştirmek

üzere  odalarına  çekildiler  ve  saat  altı  buçukta  Elizabeth

yemeğe  çağrıldı.  Kendisine  yağdırılan,  özellikle  Bay

Bingley'nin  yönelttiği  ve  çok  daha  fazla  ilgi  gösterdiğini

sezmekten  mutluluk  duyduğu  sorulara  çok  da  tatmin  edici

cevaplar veremedi. Ama Jane hiç de iyi değildi. Bunu duyan

Louise  ve  Caroline  kardeşler  ne  kadar  üzüldüklerini,  soğuk

algınlığının  ne  kötü  bir  şey  olduğunu,  hastalanmaktan  ne

kadar  nefret  ettiklerini  üç  dört  defa  tekrarladıktan  sonra  bu

konuyu  unutuverdiler;  Jane  yanlarında  olmadığı  zaman  bu

kadınların ona gösterdikleri ilgisizlik Elizabeth'in başlangıçta

onlara duyduğu nefreti yeniden canlandırmıştı.

Kısacası,  salondakilerin  arasında  Elizabeth'in  tek

hoşlanabildiği  kimse  Bay  Bingley'di.  Onun,  Jane'in

hastalığından endişe duyduğu açıkça görülüyor ve kendisiyle

ilgilenmesi de Elizabeth'in çok hoşuna gidiyordu. Diğerlerinin

gözünde istenmeyen bir konuk olduğunu sezen Elizabeth, bu

ilgi de olmasa bu fikre inanacaktı. Başka kimsenin ona aldırış

ettiği  yoktu.  Bayan  Caroline  Bingley  hep  Bay  Darcy  ile

ilgileniyordu.  Ablası  Louisa  da  öyle.  Elizabeth'in  yanında

oturan  Bay  Hurst'e  gelince  sadece  yiyip  içmek  ve  kâğıt

oynamak için yaşayan uyuşuk bir adamdı ve Elizabeth'in sade

et  yahnisini  baharatlı  yahniye  tercih  ettiğini  görünce  onunla

konuşma zahmetine katlanmadı.



Yemekten  kalkınca  Elizabeth  hemen  Jane'in  yanına  gitti

ve genç kız odadan çıkar çıkmaz Bayan Caroline Bingley onu

çekiştirmeye başladı. Tavır ve hareketleri için verilen hüküm

gerçekten  çok  kötüydü.  Küstahlıkla  karışık  bir  gururu  vardı;

sohbetten,  stilden,  zevkten  ve  güzellikten  yoksundu.  Bayan

Hurst de kız kardeşiyle aynı fikirde olduğunu söyleyerek:

"Sözün  kısası  mükemmel  bir  yürüyüşçü  olmaktan  başka

övülecek  bir  tarafı  yok,"  dedi.  "Bu  sabahki  görünüşünü

ömrüm  oldukça  unutamayacağım.  Doğrusu  tam  bir  yabani

gibiydi." "Gerçekten de öyle, Louisa. Gülmemek için kendimi

zor tuttum. Aslında buraya gelmesi çok saçma! Ablası soğuk

aldı diye o kılıkta sokaklara düşmesi mi gerekirdi? Saçları da

ne perişan, ne karmakarışıktı!"

"Evet. Ya iç eteğine ne demeli! İç eteğini gördün umarım,

ucu  en  az  bir  karış  çamura  batmıştı.  Elbisesiyle  örtmeye

çalışmış, ama becerememiş."

"Dediklerin  baştan  aşağı  doğru  olabilir  Louisa,"  dedi

Bingley, "ama bunların hepsi şimdi gözümden silindi. Bence

Elizabeth  Bennet  bu  sabah  odaya  girdiği  zaman  şaşılacak

kadar  güzel  görünüyordu.  İç  eteğinin  çamuruna  hiç  dikkat

etmemiştim."  Bayan  Caroline  Bingley,  Darcy'ye  dönerek,

"Bay  Darcy,  eminim  siz  dikkat  etmişsinizdir.  Kendi  kız

kardeşinizin  bu  şekilde  kendini  sergilemesini  herhalde

istemezsiniz," dedi. "Kuşkusuz hayır."

"Üç  mil,  dört  mil,  beş  mil  veya  ne  kadarsa  ayak

bileklerine kadar çamur içinde yürümek, hem de yapayalnız!

Ne demeye çalışıyor bu kız? Bana öyle geliyor ki; mağrur bir

bağımsızlık taslama ve görgü kurallarına karşı tam bir taşralı




kayıtsızlığı  göstermek!"  "Kız  kardeşini  çok  sevdiğinin

göstergesi  ki,  bu  da  çok  beğenilecek  bir  şey,"  dedi  Bingley.

"Korkarım,  Bay  Darcy,"  dedi  Bayan  Caroline  Bingley

neredeyse  fısıltıyla,  "Elizabeth'in  güzel  gözlerine  karşı

duyduğunuz hayranlık bu maceradan sonra biraz sarsılmıştır."

"Hiç  de  değil!"  diye  yanıtladı  Darcy.  "Sabahki  yürüyüşün

etkisi ile gözleri daha da parlaklaşmıştı."

Bu  sözleri  kısa  bir  sessizlik  izledi.  Derken  Bayan  Hurst

tekrar  söze  başladı:  "Jane  Bennet'ı  çok  takdir  ediyorum,

gerçekten çok tatlı bir kız ve iyi bif kısmeti çıkmasını bütün

kalbimle  isterim.  Ama  öyle  bir  ana  baba  ve  öyle  bayağı

akrabaları oldukça korkarım ki bu mümkün değil."

"Galiba  eniştelerinin  Meryton'da  noterlik  yaptığını

söylemiştin." "Evet, Cheapside'a yakın bir yerde oturan bir de

dayıları  var."  "İşte  bu  mükemmel,"  diye  ekledi  kız  ve  iki

kardeş  içten  kahkahalar  attılar.  Bingley,  "Bütün  Cheapside'ı

dolduracak  kadar  çok  dayıları  olsa  da  bu,  onların

sevimliliklerinden hiçbir şey eksiltmez," dedi.

Darcy,  "Ama  seçkin  birileriyle  evlenme  şanslarını  bir

hayli azaltır," yanıtını verdi. Bingley'nin cevapsız bıraktığı bu

sözleri,  kız  kardeşleri  yürekten  onayladılar  ve  sevgili

arkadaşlarının kaba akrabaları onları bir süre daha eğlendirdi.

Yemek  salonundan  çıkınca,  kız  kardeşler,  şefkat  duygulan

uyanarak  Jane'in  odasına  gittiler,  kahve  içmek  için  aşağıya

çağnlıncaya  kadar  orada  kaldılar.  Jane  hâlâ  çok  halsizdi  ve

Elizabeth gece geç vakte kadar ablasının yanından ayrılmadı.

O uyuduktan sonra içi rahatladı ve hiç istemediği halde ayıp

olmasın  diye  aşağı  indi.  Salonda  herkesi  kâğıt  oyununa

oturmuş  buldu.  Hemen  oyuna  katılmaya  davet  edildi.  Ama



Elizabeth, yüksek parayla oynamalarından kuşkulandığı için,

kız  kardeşini  bahane  ederek  bu  daveti  reddetti,  aşağıda  çok

kalamayacağını  ve  bu  süre  içinde  kitap  okuyarak

oyalanacağını söyledi. Bay Hurst ona hayretle baktı.




"Okumayı  oyuna  tercih  mi  ediyorsunuz?"  diye  sordu.

"Çok  tuhaf  bir  şey."  "Bayan  Eliza  Bennet  kâğıt  oyununu

küçümser,"  dedi  Caroline  Bingley.  "Kendisi  okumaya  çok

meraklıdır ve başka hiçbir şeyden zevk almaz."

Elizabeth,  "Ne  bu  kadar  övgüyü  ne  de  eleştiriyi  hak

ediyorum.  Ben  okumaya  çok  meraklı  değilim.  Zevk  aldığım

başka şeyler de vardır," yanıtını verdi. Bingley, "Kardeşinize

bakmaktan  büyük  bir  zevk  duyduğunuzdan  eminim,"  dedi.

"Umarım bu zevk onun tamamen iyileştiğini görmekle artar."

Elizabeth  ona  yürekten  teşekkür  ederek  üzerinde  birkaç

kitap  bulunan  masaya  doğru  yürüdü.  Bingley,  ona  hemen

başka  kitaplar  getirmeyi  önerdi  kütüphanesinde  ne  var  ne

yoksa getirecekti.

"Keşke  daha  geniş  bir  kitap  koleksiyonum  olsaydı,  hem

siz  yararlanırdınız  hem  de  benim  saygınlığım  artardı,"  dedi,

"ama  ne  yazık  ki  ben  tembel  bir  adamım.  Çok  kitabım

olmadığı halde içlerinde hâlâ okumadıklarım var."

Elizabeth  oradaki  kitaplarla  pekâlâ  oyalanabileceğim

söyledi. Bayan Caroline Bingley, "Babamın bu kadar az kitap

bırakmış  olmasına  şaşıyorum,"  dedi.  "Oysa  Pemberley'de  ne

kadar  olağanüstü  bir  kütüphaneniz  var,  Bay  Darcy!"  Darcy,

"Öyle  olması  gerekir,"  yanıtını  verdi.  "Çünkü  birçok  neslin

ürünü."  "Sonra  siz  de  buna  bir  o  kadar  yenilerini  kattınız...

Durmadan yeni kitaplar satın alıyorsunuz."

"Böyle  bir  çağda  insanın  aile  kütüphanesini  ihmal

etmesini  benim  aklım  almaz."  "İhmal  mi!  O  soylu




malikânenin  güzelliğine  güzellik  katacak  hiçbir  şeyi  ihmal

etmediğinizden  eminim.  Charles,  umarım  senin  yaptıracağın

ev  de  en  az  Pemberley'in  yansı  kadar  güzel  olur."  "Umanm

olur."


"Fakat  sana  gerçekten  o  civarda  bir  yer  almanı  ve

Pemberley'yi  de  örnek  tutmanı  tavsiye  ederim.  Zaten

İngiltere'de  Derbyshire'den  daha  güzel  bir  yer  de  yoktur."

"Bütün  kalbimle  katılıyorum.  Hatta  Darcy  satarsa

Pemberley'yi alınm." "Ben senin yapabileceğin şeylerden söz

ediyorum,  Charles."  "Doğrusu  Caroline,  bence  taklit

etmektense, Pemberley'yi satın almak akla daha yatkın."

Çevresinde  olup  bitenler  Elizabeth'in  zihnini  meşgul

ediyor,  dikkatini  kitaba  vermesine  engel  oluyordu.  Çok

geçmeden kitabı büsbütün bir tarafa bırakarak oyun masasına

yaklaştı.  Bingley  ile  büyük  kız  kardeşinin  arasına  oturarak

oyunu seyretmeye başladı. Bayan Caroline Bingley, Darcy'ye,

"Küçük  kız  kardeşiniz  ilkbaharda  görüştüğümüzden  bu  yana

boy attı mı? Acaba boyu benimki gibi uzun olacak mı?" diye

sordu.  "Sanırım  olacak.  Şimdi  aşağı  yukarı  Bayan  Elizabeth

Bennet'ın boyunda, belki biraz daha uzun."

"Onu  öyle  göreceğim  geldi  ki!  Öylesine  cici  bir  kıza

ömrümde rastlamadım. O ne yüz, o ne kibar tavırlar! Sonra o

yaşta o yetenek. Piyano çalışı da mükemmel." Bingley, "Genç

hanımlar  bu  kadar  çok  yetenekli  olacak  sabrı  nereden

buluyorlar, hayret ediyorum," dedi.

"Bütün  genç  bayanlar  yetenekli  mi?  Charles  ne  demek

istiyorsun?"  "Evet.  Sanırım  hepsi  öyle.  Hepsi  de  resim,

yapıyor,  gergef*  işliyor,  tığla  çanta  örüyorlar.  Bütün  bunları




yapmayan bir kız tanımıyorum diyebilirim. Herhangi bir genç

bayandan  ilk  defa  bahsedildiğinde  becerileri  söylenmeden

geçildiğini  hiç  görmedim."  Darcy,  "Şu  listesini  yaptığın

becerilere  bir  diyeceğim  yok,"  dedi,  "gergef  işleyip  çanta

örmekten başka becerisi olmayan birçok bayana da yetenekli

dendiği  oluyor.  Fakat  ben  herkesi  yetenekli  kabul  etmekten

çok uzagım. Bütün tanıdıklarım arasında gerçekten yetenekli

denebileceklerin 

sayısının 

yarım 


düzineyi 

aştığını


söyleyemem."


Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə