ört Büyüklerin Dışişleri Bakanları yaz ayları içinde
Cenevre'de lâf yarıştırırken moda olan konu, Al-
manyanın birleştirilmesi ve Avrupa emniyeti idi. Mr.
Dulles'ın ölümünden sonra Amerikan Hariciyesinin
Haçlı zihniyetinden hızla kurtulmasını ve bilhassa Ike'ın
ilk Avrupa seyahatini takiben moda olan konu ise genel
silahsızlanmadır. Toplanması artık kesinleşmiş olan
Zirve Konferansının gündeminde yer alması hususunda
herkesin üzerinde mutabık olduğu konu da gene Genel
Kötümserlere bakılırsa, Zirvenin gündeminde ge
nel silâhsızlanmanın yer alması için herkesin bu ka
dar büyük bir tehalük göstermesinin sebebi, bu konu
nun büyük laflarla birlikte büyük ümitlere de gebe ol
makta sonsuz bir istidada sahip olmasıdır. Geçen yaz,
Almanyanın birleştirilmesi ve Avrupa emniyeti konu
larının halledilemeyeceği yeter derecede anlaşılmış
tır. Buna rağmen, sıhhî sebeplerin mevkiini terketmeğe
zorladığı bir tarihi şahsiyet, - Ike - Gettysburg'taki çift-
liğine çekilmeden önce, gelecek nesillerin kendisini bir
harp ilâhı olarak değil, bir sulh meleği olarak hatırla
malarını istemiştir. İşte, sırf bu şahsi prestij endişesi
Batı Dünyasını bugün Şeytanla müzakereye götürmüş
tür. Ama nasıl olsa Şeytanla anlaşmaya imkân yoktur.
Böyle olunca, milyarlık kütlelerde birkaç boş ümit da
ha uyandırmak İhtiyar Askerin tek tesellisi olacaktır.
Kötümserlikleri, dünya olaylarının ciddi bir tahli-
line dayanmaktan ziyade, yeryüzünün temelli bir barışa
kavuşmasındaki büyük nimetleri görememekten ileri
gelen bu Haçlı kalıntıları ne derlerse desinler, hakikat
bu merkezde değildir. İhtiyar Asker doğru görmüştür.
Silâhsızlanma konusu, artık sadece boş lâfların boş
ümitleri ve boş ümitlerin de boş lâfları doğurduğu bir
fasit daire olmaktan çıkmış, hedefin -çok uzakta da
olsa- belirdiği -çetin fakat- yürünmeğe değer bir yol
hâlini almıştır.
Bunun ana sebebi, hiç şüphesiz, iki tarafın da, en
akla sığmaz teknik ilerlemeleri bile sağlasalar, kendi
leri mahvolmadan öbür tarafı mahvedemeyeceklerini
artık anlamış olmalarıdır.
Yalnız, tek sebep bu değildir. İkinci Dünya Harbi
nin sona ermesinden beri süregelen silâhsızlanma mü
zakerelerinde Sovyet blokunun başlıca gayesi, mevcut
askeri muvazeneyi kendi lehine bozmak olmuştu. Sov
yet Rusya, daima Batının, atom silâhlarını terketme-
slni isterken, kendi askeri üstünlüğünü sağlayan klâsik
kuvvetleri elden bırakmamağa gayret etmişti. Bugün
bu faktör ortadan kalkmıştır. Çünkü, Sovyet bloku
da şimdi Batı bloku kadar atom sahasında ilerlemiş
bulunmaktadır. Öte yandan, Batının herhangi bir te
cavüzde atom bombasını atacağının bilinmesi, Sovyet
blokunu klâsik sahadaki kuvvet üstünlüğünü kullan
makta alıkoymaya kâfi gelmektedir.
Şimdi, ana mesele kontrol meselesidir. Bu konuda
da güçlük Sovyetlerden gelmektedir. Sovyetler Birliği
Başbakanı Amerikadayken Birleşmiş Milletler Gene
Kurulu huzurunda söylediği nutukta, "önce silâhsızlan
ma, sonra kontrol" formülünü ortaya atmıştır. Sovyet
diplomasisinin bütün gayretlerine rağmen, bu formül
de bir yenilik keşfetmek zordur. Sovyet Rusya, İkinci
Dünya Harbinin sonundan beri silahsızlanmanın kont
rolünü reddetmek için türlü söz cambazlıkları keşfet
mekte emsalsiz bir maharete sahip olduğunu isbat et
miştir. Fakat, bu konuda da bazı kapılar -ardına ka
dar açılmamakla beraber- gıcırdamağa başlamıştır.
Gerçekten, Cenevrede devam eden Atom Denemeleri
nin Durdurulması Konferansında Sovyet Hükümeti si
lâhsızlanmanın bu muayyen sahasında, bazı müessir
kontrol tedbirlerini kabul etmeğe yanaşmıştır. Gerçi,
Sovyetlerin kabul ettikleri henüz yeter sayılamaz. Fa
kat bu kadarının bile kabul edilmesi kaydedilmeğe de
ğer bir olaydır. Bu, silâhsızlanmaya kısım kısım varı
labileceğine dair beslenen ümitlere hak verebilecek ma
hiyettedir.
Gerçekten Sovyetleri kontrol konusunda hasis
davranmağa sevkeden ana sebep, kendi ülkelerine, ya
bancıların girmesinden çekinmeleridir. Eğer atom de
nemelerinin durdurulmasının kontrolü vesilesiyle Sov
yet arazisine girecek postaların faaliyeti, bu endişe
nin pek o kadar önemli olmadığını Kremline gösterebi
lirse silâhsızlanmanın diğer konularında daha önemli
adımlar atılması mümkün olabilir.
Üstelik, aslında Batının da menfaati genel silah
sızlanmaya bir anda değil, fakat yavaş yavaş, kısım
kısım gitmektedir. Gerçekten, silâhsızlanma dünya ta
rihinde ilk defa gerçekleştirilecek bir idealdir. Silâhsız
lanmanın kontrolüne dair usûller bugüne kadar kimse
tarafından tatbik edilmemiş ve fiilî tesirlilikleri tecrü
beden geçirilmemiştir. Batı, Kremlini genel silâhsız
lanmaya -o anda tesirli görünen kontrol usulleriyle bir
likte- razı etse bile, bu usûllerin yetersiz olduğu sonra
dan meydana çıkarsa Batı Camiasının emniyeti, şimdi
kinden çok daha büyük bir tehdidle karşılaşabilir. Şu
hâlde, bu kontrol metodları ilk önce mahalli projelerin
veya sadece muayyen silâhları hedef tutan tasarıların
tatbikatı esnasında denenmeli ve ondan sonra ıslâh edil
miş metodlarla genel silâhsızlanmaya gidilmelidir.
Mr. Dulles'ın bütün inadına rağmen, Batıyı -hattâ
onun sağlığında- atom denemelerinin durdurulmasını
müzakereye sevkeden sebeplerin başlıcalarından biri
işte budur. Orta Avrupanın -Batı ve Doğu Almanya,
Çekoslovakya, Polonya, Macaristan- atom silâhların
dan tecrit edilmesi, bu bölgeden yabancı kuvvetlerin
karşılıklı olarak çekilmesi gibi -şimdi hayli hayalî gibi
görünen- tasavvurların, yarın gerçekleşmesi ihtimali
ni yaratan sebep de, bu sebebtir. De Gaulle ile Adenau-
er'in inadı, realist ve sapasağlam bir mantık silsilesinin
dayandığı bu temeli yıkmağa muvaffak olamayacak gi
bi görünüyor.
AKİS, 27 OCAK 1960
D ü n y a y a b a k ı ş
S İ L A H S I Z L A N M A
D
26
pecya