58 / Doç. Dr. Kadir POLATER
EKEV AKADEMİ DERGİSİ
Yakîn ve ilim kelimeleri eş anlamlı kelimeler değildir. Çünkü yakîn, ilmin sıfatıdır.
(Isfahânî, t.y: 718) Ayrıca, yakîn kelimesinin zıddı; şüphe anlamındaki şek, rayb, zan
iken, ilmin zıddı cehldir. (İbn Manzûr, t.y: VI, 4964; Rayb ve zan kelimelerinin şek anla-
mına gelmeleri konusunda bkz. İbn Manzûr, t.y: III, 1788; VI, 2762).
Kur’an’da; şek, rayb ve zan kelimeleri şüphe anlamına gelmektedir. Bununla birlikte
bu üçü arasında bazı farklar bulunmaktadır: Şek, kişinin bir konuda iki ihtimalden birini
diğerine tercih edememesidir. Zan, bir şey konusunda iki ihtimali mümkün görmekle be-
raber kalbinin bir tarafa meyletmesidir (Gazzâlî, t.y: I, 73). Rayb, töhmet taşıyan şüphedir
(İbn Manzûr, t.y: III, 1788). Rayb kelimesinin ilk anlamı, “kalbe sıkıntı veren şey”dir.
İnsanın bir konuda tercih yapamayarak şekketmesi (şüphe etmesi) kalbe sıkıntı verir. Bu
ilişki dolayısıyla rayb kelimesi, sonradan şek anlamında kullanılmıştır (Şeyhzâde, 1998:
I, 75). Bir başka ifadeyle şek sebep; rayb ise sonuçtur. Bu durumda rayb, mecaz-ı mürsel
yoluyla kendisini ortaya çıkaran sebebin yerine kullanılmıştır.
Zan kelimesinin, şek/şüphe anlamının yanında yakîn anlamına da geldiği görülür.
Zannın bu iki zıt anlamı taşımasının sebebi, emarelere dayanmış olmasındandır. Bu ema-
reler zayıf olduğu sürece zan, vehim sınırında kalır; güçlendiğinde ilim derecesine ulaşır
(Isfahanî, t.y: 412; İbn Manzûr, t.y: III, 456). Zan, yakîn anlamına kullanıldığında, görme
yoluyla elde edilen yakîn (yakîn-i iyan) değil, tefekkürle elde edilen yakîn (yakîn-i tedeb-
bür) kastedilir (İbn Manzûr, t.y: IV, 2762).
Zannın yakîn anlamında kullanılmasına şu âyetleri örnek vermek mümkündür:
Yakîn ve ilim kelimeleri eş anlamlı kelimeler değildir. Çünkü
yakîn, ilmin sıfatıdır. (Isfahânî, t.y: 718) Ayrıca,
yakîn kelimesinin
zıddı; şüphe anlamındaki şek, rayb, zan iken, ilmin zıddı cehldir. (İbn
Manzûr, t.y: VI, 4964; Rayb ve zan kelimelerinin şek anlamına
gelmeleri konusunda bkz. İbn Manzûr, t.y: III, 1788; VI, 2762).
Kur’an’da; şek, rayb ve zan kelimeleri şüphe anlamına
gelmektedir. Bununla birlikte bu üçü arasında bazı farklar
bulunmaktadır: Şek, kişinin bir konuda iki ihtimalden birini diğerine
tercih edememesidir. Zan, bir şey konusunda iki ihtimali mümkün
görmekle beraber kalbinin bir tarafa meyletmesidir (Gazzâlî, t.y: I,
73). Rayb, töhmet taşıyan şüphedir (İbn Manzûr, t.y: III, 1788). Rayb
kelimesinin ilk anlamı, “kalbe sıkıntı veren şey”dir. İnsanın bir
konuda tercih yapamayarak şekketmesi (şüphe etmesi) kalbe sıkıntı
verir. Bu ilişki dolayısıyla rayb kelimesi, sonradan şek anlamında
kullanılmıştır (Şeyhzâde, 1998: I, 75). Bir başka ifadeyle şek sebep;
rayb ise sonuçtur. Bu durumda rayb, mecaz-ı mürsel yoluyla kendisini
ortaya çıkaran sebebin yerine kullanılmıştır.
Zan kelimesinin, şek/şüphe anlamının yanında yakîn anlamına
da geldiği görülür. Zannın bu iki zıt anlamı taşımasının sebebi,
emarelere dayanmış olmasındandır. Bu emareler zayıf olduğu sürece
zan, vehim sınırında kalır; güçlendiğinde ilim derecesine ulaşır
(Isfahanî, t.y: 412; İbn Manzûr, t.y: III, 456). Zan, yakîn anlamına
kullanıldığında, görme yoluyla elde edilen yakîn (yakîn-i iyan) değil,
tefekkürle elde edilen yakîn (yakîn-i tedebbür) kastedilir (İbn Manzûr,
t.y: IV, 2762).
Zannın yakîn anlamında kullanılmasına şu âyetleri örnek
vermek mümkündür:
و ق َلَ مُْم هَّنَأُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلا
اُ
َُنو عِجاَرُِهْيَلِإُْم هَّنَأَوُْمِهِّبَر
(Onlar ki,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok
iyi/yakînen bilirler.) (Bakara. 2/46.);
ُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلاُ َلاَق
ٍُةَئِفُنِّمُمَكُِ اللُّو قَلَُّمُم هَّنَأ
ًُةَئِفُ ْتَبَلَغٍُةَليِلَق
ُِ اللُّ ِنْذِإِبًُةَريِثَك
(Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak/yakînen
bilenler ise “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice
(Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na
döneceklerini çok iyi/yakînen bilirler.) (Bakara. 2/46.);
Yakîn ve ilim kelimeleri eş anlamlı kelimeler değildir. Çünkü
yakîn, ilmin sıfatıdır. (Isfahânî, t.y: 718) Ayrıca,
yakîn kelimesinin
zıddı; şüphe anlamındaki şek, rayb, zan iken, ilmin zıddı cehldir. (İbn
Manzûr, t.y: VI, 4964; Rayb ve zan kelimelerinin şek anlamına
gelmeleri konusunda bkz. İbn Manzûr, t.y: III, 1788; VI, 2762).
Kur’an’da; şek, rayb ve zan kelimeleri şüphe anlamına
gelmektedir. Bununla birlikte bu üçü arasında bazı farklar
bulunmaktadır: Şek, kişinin bir konuda iki ihtimalden birini diğerine
tercih edememesidir. Zan, bir şey konusunda iki ihtimali mümkün
görmekle beraber kalbinin bir tarafa meyletmesidir (Gazzâlî, t.y: I,
73). Rayb, töhmet taşıyan şüphedir (İbn Manzûr, t.y: III, 1788). Rayb
kelimesinin ilk anlamı, “kalbe sıkıntı veren şey”dir. İnsanın bir
konuda tercih yapamayarak şekketmesi (şüphe etmesi) kalbe sıkıntı
verir. Bu ilişki dolayısıyla rayb kelimesi, sonradan şek anlamında
kullanılmıştır (Şeyhzâde, 1998: I, 75). Bir başka ifadeyle şek sebep;
rayb ise sonuçtur. Bu durumda rayb, mecaz-ı mürsel yoluyla kendisini
ortaya çıkaran sebebin yerine kullanılmıştır.
Zan kelimesinin, şek/şüphe anlamının yanında yakîn anlamına
da geldiği görülür. Zannın bu iki zıt anlamı taşımasının sebebi,
emarelere dayanmış olmasındandır. Bu emareler zayıf olduğu sürece
zan, vehim sınırında kalır; güçlendiğinde ilim derecesine ulaşır
(Isfahanî, t.y: 412; İbn Manzûr, t.y: III, 456). Zan, yakîn anlamına
kullanıldığında, görme yoluyla elde edilen yakîn (yakîn-i iyan) değil,
tefekkürle elde edilen yakîn (yakîn-i tedebbür) kastedilir (İbn Manzûr,
t.y: IV, 2762).
Zannın yakîn anlamında kullanılmasına şu âyetleri örnek
vermek mümkündür:
و ق َلَ مُْم هَّنَأُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلا
اُ
َُنو عِجاَرُِهْيَلِإُْم هَّنَأَوُْمِهِّبَر
(Onlar ki,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok
iyi/yakînen bilirler.) (Bakara. 2/46.);
ُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلاُ َلاَق
ٍُةَئِفُنِّمُمَكُِ اللُّو قَلَُّمُم هَّنَأ
ًُةَئِفُ ْتَبَلَغٍُةَليِلَق
ُِ اللُّ ِنْذِإِبًُةَريِثَك
(Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak/yakînen
bilenler ise “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice
Yakîn ve ilim kelimeleri eş anlamlı kelimeler değildir. Çünkü
yakîn, ilmin sıfatıdır. (Isfahânî, t.y: 718) Ayrıca, yakîn kelimesinin
zıddı; şüphe anlamındaki şek, rayb, zan iken, ilmin zıddı cehldir. (İbn
Manzûr, t.y: VI, 4964; Rayb ve zan kelimelerinin şek anlamına
gelmeleri konusunda bkz. İbn Manzûr, t.y: III, 1788; VI, 2762).
Kur’an’da; şek, rayb ve zan kelimeleri şüphe anlamına
gelmektedir. Bununla birlikte bu üçü arasında bazı farklar
bulunmaktadır: Şek, kişinin bir konuda iki ihtimalden birini diğerine
tercih edememesidir. Zan, bir şey konusunda iki ihtimali mümkün
görmekle beraber kalbinin bir tarafa meyletmesidir (Gazzâlî, t.y: I,
73). Rayb, töhmet taşıyan şüphedir (İbn Manzûr, t.y: III, 1788). Rayb
kelimesinin ilk anlamı, “kalbe sıkıntı veren şey”dir. İnsanın bir
konuda tercih yapamayarak şekketmesi (şüphe etmesi) kalbe sıkıntı
verir. Bu ilişki dolayısıyla rayb kelimesi, sonradan şek anlamında
kullanılmıştır (Şeyhzâde, 1998: I, 75). Bir başka ifadeyle şek sebep;
rayb ise sonuçtur. Bu durumda rayb, mecaz-ı mürsel yoluyla kendisini
ortaya çıkaran sebebin yerine kullanılmıştır.
Zan kelimesinin, şek/şüphe anlamının yanında yakîn anlamına
da geldiği görülür. Zannın bu iki zıt anlamı taşımasının sebebi,
emarelere dayanmış olmasındandır. Bu emareler zayıf olduğu sürece
zan, vehim sınırında kalır; güçlendiğinde ilim derecesine ulaşır
(Isfahanî, t.y: 412; İbn Manzûr, t.y: III, 456). Zan, yakîn anlamına
kullanıldığında, görme yoluyla elde edilen yakîn (yakîn-i iyan) değil,
tefekkürle elde edilen yakîn (yakîn-i tedebbür) kastedilir (İbn Manzûr,
t.y: IV, 2762).
Zannın yakîn anlamında kullanılmasına şu âyetleri örnek
vermek mümkündür:
و ق َلَ مُْم هَّنَأُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلا
اُ
َُنو عِجاَرُِهْيَلِإُْم هَّنَأَوُْمِهِّبَر
(Onlar ki,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok
iyi/yakînen bilirler.) (Bakara. 2/46.);
ُ َنوُّن ظَيُ َنيِذَّلاُ َلاَق
ٍُةَئِفُنِّمُمَكُِ اللُّو قَلَُّمُم هَّنَأ
ًُةَئِفُ ْتَبَلَغٍُةَليِلَق
ُِ اللُّ ِنْذِإِبًُةَريِثَك
(Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak/yakînen
bilenler ise “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice
(Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak/yakînen bilenler ise
“Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır.) (Bakara,
2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin, 72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar, zihin dışına söz ka-
lıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı
kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu
ikisi bunlar arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân
küçük topluluklar vardır.) (Bakara, 2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin,
72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar,
zihin dışına söz kalıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için
de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn
kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu ikisi bunlar
arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân (نانئمطلاا
)
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan
sonra sükuna kavuşması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn
Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn ve kalpte şüphe olmaması
anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII, 137.). Bu
kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara,
2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak, (ُُّقَحلا) kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn
Manzûr, t.y: II, 942). Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından
kullanılarak, هَّقحأوُ َرمَلأاُ َّقَح (O bu konuyu yakînen/kesin olarak
bildi.),ُهتْقَقْحأوُرمَلأاَُُتْقَقَح (Sen bu konuyu yakînen/kesin olarak bildin.)
ُ
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn
Manzûr (ö. 711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali
olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV, 4963).
Taberî (ö. 310/893), اًئيشُ قحلاُ نمُ ينغيُ لاُ نظلاُ نإ (Necm, 53/28)
âyetindeki hak kelimesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde
açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin yerine geçemez; yakîne
ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000: XV,
89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir
kavram olduğu halde, Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur.
Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle peygamberlere bildirdiklerinin
doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen bilmek,
sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle
dayanan bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan sonra sükuna kavuş-
ması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn
ve kalpte şüphe olmaması anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII,
137.). Bu kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara, 2/260;
Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak,
küçük topluluklar vardır.) (Bakara, 2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin,
72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar,
zihin dışına söz kalıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için
de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn
kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu ikisi bunlar
arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân (نانئمطلاا
)
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan
sonra sükuna kavuşması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn
Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn ve kalpte şüphe olmaması
anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII, 137.). Bu
kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara,
2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak, (ُُّقَحلا) kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn
Manzûr, t.y: II, 942). Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından
kullanılarak, هَّقحأوُ َرمَلأاُ َّقَح (O bu konuyu yakînen/kesin olarak
bildi.),ُهتْقَقْحأوُرمَلأاَُُتْقَقَح (Sen bu konuyu yakînen/kesin olarak bildin.)
ُ
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn
Manzûr (ö. 711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali
olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV, 4963).
Taberî (ö. 310/893), اًئيشُ قحلاُ نمُ ينغيُ لاُ نظلاُ نإ (Necm, 53/28)
âyetindeki hak kelimesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde
açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin yerine geçemez; yakîne
ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000: XV,
89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir
kavram olduğu halde, Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur.
Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle peygamberlere bildirdiklerinin
doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen bilmek,
sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle
dayanan bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik
kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn Manzûr, t.y: II, 942).
Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından kullanılarak,
küçük topluluklar vardır.) (Bakara, 2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin,
72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar,
zihin dışına söz kalıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için
de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn
kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu ikisi bunlar
arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân (نانئمطلاا
)
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan
sonra sükuna kavuşması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn
Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn ve kalpte şüphe olmaması
anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII, 137.). Bu
kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara,
2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak, (ُُّقَحلا) kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn
Manzûr, t.y: II, 942). Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından
kullanılarak, هَّقحأوُ َرمَلأاُ َّقَح (O bu konuyu yakînen/kesin olarak
bildi.),ُهتْقَقْحأوُرمَلأاَُُتْقَقَح (Sen bu konuyu yakînen/kesin olarak bildin.)
ُ
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn
Manzûr (ö. 711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali
olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV, 4963).
Taberî (ö. 310/893), اًئيشُ قحلاُ نمُ ينغيُ لاُ نظلاُ نإ (Necm, 53/28)
âyetindeki hak kelimesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde
açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin yerine geçemez; yakîne
ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000: XV,
89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir
kavram olduğu halde, Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur.
Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle peygamberlere bildirdiklerinin
doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen bilmek,
sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle
dayanan bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik
(O bu ko-
nuyu yakînen/kesin olarak bildi.),
küçük topluluklar vardır.) (Bakara, 2/249. Ay: Hakka, 69/20; Cin,
72/12. Diğerleri için bkz. Fîrûzâbâbâdî, t.y: III, 456).
Kavramlar, zihinlerdeki düşünceler ve tasavvurlar olup bunlar,
zihin dışına söz kalıpları ile aktarılır. Aynı durum yakîn kelimesi için
de geçerlidir. Gerçek bilgiye dayalı kalpte oluşan kesin kanaat, yakîn
kelimesi yanında başka kelimelerle de ifade edilir. Şu ikisi bunlar
arasında en göze çarpanıdır:
Itmi’nân (نانئمطلاا
)
Bu kelime, sözlükte “kalbin kararsızlıktan
sonra sükuna kavuşması” anlamına gelir (Isfahânî, t.y: 317; İbn
Manzûr, t.y: IV, 2707). Bu kelimenin yakîn ve kalpte şüphe olmaması
anlamına kullanılması istiare yoluyladır ( İbn Âşûr, t.y: XIII, 137.). Bu
kelime Kur’an’da farklı formlarda yakîn anlamında kullanılır (Bakara,
2/260; Âl-i İmrân, 3/126; Ra’d, 13/28; Nahl, 16/106).
Hak, (ُُّقَحلا) kelimesinin anlamlarından biri de “yakîn”dir
(İbn
Manzûr, t.y: II, 942). Nitekim bu kelime, sülasî ve if’âl bablarından
kullanılarak, هَّقحأوُ َرمَلأاُ َّقَح (O bu konuyu yakînen/kesin olarak
bildi.),ُهتْقَقْحأوُرمَلأاَُُتْقَقَح (Sen bu konuyu yakînen/kesin olarak bildin.)
ُ
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn
Manzûr (ö. 711/1311) yakînin, hakkın hâlis ve en katıksız hali
olduğunu belirtir (İbn Manzûr, t.y: IV, 4963).
Taberî (ö. 310/893), اًئيشُ قحلاُ نمُ ينغيُ لاُ نظلاُ نإ (Necm, 53/28)
âyetindeki hak kelimesine yakîn anlamı vererek âyeti şu şekilde
açıklamaktadır: “Şüphe, kesinlikle yakînin yerine geçemez; yakîne
ihtiyaç duyulduğu yerde ondan faydalanılamaz.” (Taberî, 2000: XV,
89).
2. İman, Tasdik ve Yakîn İlişkisi
Daha önce de değindiğimiz gibi yakîn, aslında bilgi içerikli bir
kavram olduğu halde, Kur’an’da itikadî bir içeriğe daha kavuşur.
Buna göre Yaratıcıyı ve O’nun vahiyle peygamberlere bildirdiklerinin
doğruluğunu delillerden hareketle (istidlâl ederek) yakînen bilmek,
sadece bir tasavvur (Isfahânî, Tafsîl, 1983: I, 88.) değeri taşır. İstidlâle
dayanan bu yakînî bilginin iman vasfı kazanabilmesi için tasdik
(Sen bu konuyu yakînen/kesin ola-
rak bildin.)
denilir (İbn Manzûr, t.y: II, 940; Kurtubî, 2006: XX, 223.). İbn Manzûr (ö.