Bir milletin teşekkülü, önceden kestirilemez, çok uzun bir süreçtir. Tabiî, her kabîle millet
olamaz.
ESKİ ALTAY’I NASIL KEŞFETTİLER?
Altay’la ilişkilerini kesmeyen, burayı, eski Anavatanlarını ziyâret eden Urallılar, gâlibâ,
sonradan Türk olarak adlandırıldılar. Muhtemelen böyle olsa da, bu konu tartışmalıdır.
Arkaim’in, Sintaşt’ın ve diğer Ural şehirlerinin şöhretleri etrâfa yayılınca, Altay gölgede kaldı.
O, hiç de Ural’dan farklı değildi. Fakat, şöhret, onu, mütevâzı bir şekilde, ileride bekledi.
Altaylılar, çevredeki dünyâyı keşfettiklerinde, yeni topraklara yerleştiler. Her şeyden
habersiz, burada henüz başlamayan, parlak hâdiselere hazırlandılar; fakat, onlar için,
tabiatın kendi eseri olan şartlar idealdi.
Öncüler, ıssız dağlardan, kimsenin geçmediği ormanlardan geçtiler. Hayvanlarına otlaklar
aramak için, yüksek sıra-dağları aştılar, coşkun ırmakları geçtiler. Güçlükle ve uzun süre,
kendi şöhretlerine, şeneltilmiş Altay’a yürüdüler.
Gür ormanlı, ulaşılmaz, alt edilemez dağlara tayga adını verdiler.
Tanıdık bir kelime, doğru değil mi? Şimdi onu her tarafta biliyorlar. Fakat, bu adın nereden
geldiği, ne zaman ortaya çıktığı konusunda çok az kimsenin tereddüdü var.
Öncüler nasıl seyahat etmişlerdi? Rastgele mi? Tamâmen hayır. Onlar güneşe göre iyi yön
tâyin etmekteydiler; yıldız harîtasını okumayı da öğrenmişlerdi. Yollarını, ırmaklarla
karşılaştırarak kontrol ediyorlar ve bu ırmakların nerede başladıkları, nasıl ve nereye aktıkları
konusunda çok şey biliyorlardı. Irmaklar yegâne yolları idi; şaşırıp karıştırmamak için, onlara
isim vermeye başladılar... Bunlar artık coğrafî bilgiler!
Eskiçağlarda, anlaşılan, Altay ırmaklarının isimleri yoktu. İlim adamları, eskiden bu
ırmaklarının hepsinin tek kelime ile (“katun”) isimlendirildiklerini ve bu kelimenin “sâdece
ırmak” mânâsına geldiğini zannediyorlar. İnsanlar, diğer ırmaklar hakkında bilgi sâhibi
değillerdi; hattâ onlar hakkında tahmin bile yürütmüyorlardı.
Bu eski isim, sonra, Altay’ın en büyük ırmağında, Katun’da, yaşamaya devam etmiştir. Karlı
zirvelerden beslenen diğer ırmaklara ise, Biya adını verdiler. Bu eski isim, yüzyıllarca dünyâ
coğrafî harîtalarında yer almıştır. Biya ve Katun, dağların vâdilerinden gürültüyle geçti ve
Kuzey Buz Denizi’ne akan büyük bir ırmakla birleşti. Bu, Ob’tur.
Görüyoruz ki, bütün isimler Türkçe!...
Biya ve Katun, Türkçe’den çeviride “gaspodin-bay” ve “gaspoja-bayan”, Ob ise
“babuşka-nine” anlamına geliyor... Dağların, ırmakların, göllerin isimlerinden millet ve onun
geçmişi hakkında bilgi edinmek de mümkündür. Bu da bir ilim! Ve bu ilme toponomi diyorlar.
Uzmanlar, burada sağ elin parmaklarından birazcık fazladır; çünkü toponomi, ilim
adamlarından târih, coğrafya, dilbilimi, etnografya üzerine çok derin bilgiler istiyor. O, her
şeyi kelimesi kelimesine bilmelidir.
Bu büyük toponomi bilgini, Eduard Makaroviç Murzayev oldu. Onun Тюркские
географические названия (Türkî coğrafî adlar) adlı mükemmel kitâbı, Altay’ın ve
Avrasya’nın bir çok sırrını ortaya çıkardı. Onu okurken, coğrafya harîtasına tamâmen farklı
gözlerle bakıyorsun.
Meselâ, herkesçe iyi bilinen Yenisey adı, çok şey anlatmaya muktedirdir. Toponomi ilmi,
seslerin esrârını, onlardaki sırları ortaya çıkarıyor.
Bu ırmağın yukarı kesimlerinde Altaylıların çok eski yerleşim yerleri olduğu anlaşılıyor. İlk
Türklerin –asıl Türklerin millet olarak!– tam burada ortaya çıktıkları konusunda efsâne
bulunuyor. Onlar, ırmağa Anasu adını verdiler.
Eski Türkler, ırmakla, daha doğrusu, su ile çok ilgili idiler. Meselâ, yeni doğan çocukları,
hemen ırmağın buz gibi suyuna daldırıyorlardı. Hayatta kalırsa sağlıklı ve güçlü olacak
demekti; eğer kalmazsa, hiç kimse bu kayıba acımazdı... İşte, milletin sağlığını nereden
aldığı!
O zaman, “Türk”, yâni “güçlü/zorlu” sözü buradan gelmiyor mu? Şaşılacak kadar basit.
Dünyânın en derin ve en temiz ırmağının eski adı ve mânâsı unutuldu. Eski Türklerin dilinde
o, “mukaddes göl” mânâsına geliyordu; insanlar onu, ulvî bir şekilde telaffuz ettiler: Bay-köl.
Onun rûhu dinçleştiren suyundan dökünmek, erkekler için şeref sayıldı.
Baykal dağlarından başlayan ırmak, umûmiyetle her şeyini, eski adını ve târihini kaybetti. O,
bugün Lena’dır. Eskiden ise İlin, yâni “doğudaki ırmak”tı.
O, Eski Altay’ın en doğusundaki ırmaktı. Güç zamanda, bâzı Altaylı nesiller onun kıyılarında
barınak buldular. Burada kâlûbelâdan beri Türk dili duyuldu. Saha-Yakut ilinin geniş
enginlikleri, bugüne kadar, eski Türk dünyâsının gerçek millî koruma alanı oldu; siyâsî
felâketler ve tûfanlar onlara dokunmadan geçtiler; uzaklık onları korudu.
Eski Altay tam olarak Bay-köl ve Saha-Yakutya’dan başlıyor, uzak batıya, uçsuz bucaksız
Avrasya bozkırlarına kadar uzanıyordu. Burası, Türkleri büyütüp besleyen, onlara beşik ve
baba evi olan, tam bir ülke idi.
...Toponomi ilmi, şaşılacak kadar doğrudur. Çince, Arapça, Farsça, Grekçe isimler vardır;
bâzıları da hemen tanınıyorlar. Başka türlü olması mümkün değil. Zîrâ, onlarda halkın eski
gelenekleri tezâhür ediyor; çünkü coğrafî bir ad, veya bir isim, her zaman çok derin mânâ
taşıyor.
Anlaşılacağı gibi, her millette isim verme tam bir ritüeldi. Meselâ, Türkler, dağlara isimler
verirler, fakat uğursuzluk saydıkları için, onları yüksek sesle telaffuz etmezlerdi. Onun için,
aynı dağın, pekâlâ iki veya hattâ üç ismi olabiliyordu. Geleneğin, boş yere, sebepsiz olarak
ortaya çıkmadığı açıktır.
Dağların ruhları hakkında efsâneler vardı; ona göre, bu ruhlar sürülere hastalık gönderdikleri
gibi, otlakları tahrip ediyorlar, kuyuları kurutuyorlardı. İnsanlar, koruyucu dağların
teveccühünü kazanmak için, onlara kurbanlar sundular. Ve, onlara yalancı isimler uydurdular
(bu isimler, yüksek sesle telaffuza izin veriyorlardı).
Gerçekten, zaman zaman isimler karmaşık ve anlaşılmaz olmaktaydı. Fakat, kötü ruhlar
anlamasın, söz konusu edilen şey hakkında yanılsınlar diye, bu şuurlu olarak yapıldı.
Meselâ, “yaşlı kardeşin ini” mânâsına gelen Altay’daki Abay-Kobı sözü, aslında kardeşle ilgili
bir söz değildir. Daha doğru şekli “ayı ini”dir. Ayı ise, bu yerlerin koruyucusuydu.
Kızıı-Kıştu-Ozok-Bajı dağının adı, bizzat kendisini ifâde ediyor. Gerçekte, onun mânâsını,
nasıl ortaya çıktığını, ne mânâya geldiğini kimse hatırlamıyor; fakat yerli sâkinler, onu
düzgün telaffuz ediyorlar. “Nehrin baş tarafındaki mağaranın üst kısmındaki kışlak” gibi, son
derece karışık bir çevirisi var. Bu ne mânâya geliyor?.. Fakat, kötü ruhlar ustaca “gizlenmiş”
bu kışlağı, hiç bir zaman bulamayacaklardı.