Uygarlik tariHİ Server Tardlli


Tekelcilik, Batı kapitalizminde başlıca şu biçimlerde ortaya çıkmıştır



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə11/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   46

Tekelcilik, Batı kapitalizminde başlıca şu biçimlerde ortaya çıkmıştır:

  • Üretimin bir elde toplanması, giderek karteller ve tröstler gibi tekelci grupları oluşturmuştur;

  • Üç-beş büyük banka bütün iktisadi yaşamı egemenliği altına almıştır;

  • İlkel madde kaynaklarını, tröstler ve -tekelci hale gelmiş sanayi sermayesi ile banka sermayesinin kaynaşması demek olan- mali oligarşi ele geçirmiştir;

  • Dünya, iktisadi bakımından milletlerarası karteller arasında bölüşülmüş ve -tekelci olmayan kapitalizm dönemindeki emtia dışsatımından farklı olarak- sermaye ihracı ön plana geçmiştir.

  • Dünya, yalnız iktisadi bakımdan değil, topraklar bakımından da bölüşülmüş ve sömürgecilik başlamıştır.

  1. yüzyılın başlarında, dünyanın emperyalistlerce paylaşılması tamamlanmıştı. Bu durum, dünyanın yeniden paylaşılmasını günün sorunu haline getiriyordu. Sorunu gündeme getirenler de, dünyayı daha önce paylaşmış İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelere karşı, bu paylaşmaya katılmakta gecikmiş, Almanya ve İtalya gibi emperyalist ülkelerdi.

  1. Dünya Savaşı bundan doğacaktır.

  2. Dünya Savaşı da öyle.

Dünyanın paylaşılmasında, daha önce yeri sınırlı mücadelelerle yetinen emperyalizm, 20. yüzyılda "dünya savaşları" dönemini açacaktır böylece. I

Böylece, faşizm olayı ile emperyalizm arasında yakın bir ilişki var.

İki dünya savaşı arasında sosyalist bir ülkenin kuruluşu; işçi hareketleri ile ulusal kurtuluş hareketlerinin gelişmesi; anti-emperyalist bir cephenin ortaya çıkarak dünya ölçüsünde serpilip gelişmesi; kapitalizmin genel bunalımının gitgide yoğunlaşması, emperyalist politikada da -ister istemez- değişikliklere neden oldu. Sömürgeciliğin geleneksel biçimleri olan askerî istila ve sömürge halklarının güç kullanılarak köleleştiril meşinin yerine, bir eğilim ortaya çıktı.

Bu eğilime, bugün yeni sömürgecilik deniyor.

Nedj,r amacı yeni sömürgecilik politikasının?

Yeni sömürgecilik politikası, yeni bağımsız devletlerin gelişmelerini etkilemek, siyasal bağımsızlıklarını sağlamlaştırmalarını ve tam bir iktisadi bağımsızlık kazanmalarını önlemek, bu genç devletleri kapitalist ekonominin yörüngesinde tutmak ve giderek sosyalizmi kurmalarına engel olmak amacını güder.

Bu tür ülkelerdeki demokrat, giderek devrimci gelişmeleri baltalamak için, başlarına faşizmi musallat etmek de yeni sömürgeciliğin politikası içindedir. Bu politika, o ülkelerin işbirlikçi sınıflarıyla ortaklaşa gerçekleştiriliyor.

DAHA ÇOK BİLGİ

V. İ. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (çev. Cemal Süreya), 7. Bası, Ankara, 1979.

Murat Sarıca, Siyasal Tarih, İstanbul, 1980.

OKUMA


EMPERYALİZM VE DÜŞÜNCE

...Emperyalist doktrinler, açık ve sistematik ifadelerini, sömürgeci gelişmelerin görüldüğü son yüzyıldan (19. yüzyıl) itibaren buldular ve bu gelişmelerin ideolojisi haline geldiler. Genişleme halinde olan her ülkede Chamberlain, Froude, Seeley ve R. Kipling, Amerika'da başkan Th. Roosevelt, Alman-

ya'da Panjermanistler, Rusya'da bazı Panslavistler, Fransa'da büyük bir sömürgeci fikir akımı. Bu doktrinin yankıları Japonya'da bile kendini duyurdu. Okakura Kakuzo gibi orijinal na- zariyetçilerin yetişmesi bunu gösterir.

Emperyalist doktrinler, kuvvete dayanarak imparatorluk kurma hakkını, ırk, kültür, ekonomi ve toplum nedenleriyle ve çoğu kere bunların tümüyle haklı çıkarmaya çalışırlar. Bu doktrinlerin, bazı başka teorilerle bağları vardır. Bunlar arasında, kuvvet teorilerini, hayat mücadelesi kavramına dayanan "sosyal Darvin'cilik"i, güçlü olma iradesine dayanan "sosyal Ni- etzsche'cilik"i, ulusal ekonomi ve büyük alanlar doktrinlerini, "nasyonal sosyalizm"e yönelmiş bazı akımları saymak gerekir.

(Meydan Larousse, "Emperyalizm" maddesi) SORULAR

  1. Emperyalizm deyince ne anlaşılır?

  2. Batı kapitalizminin emperyalizme geçişi nasıl olmuştur? Ve sonuçta nasıl bir tablo ortaya çıkmıştır?

  3. Faşizm nedir? Emperyalizmle ne gibi bir ilişkisi vardır?

  4. Yeni sömürgecilik nedir?

  5. Emperyalist öğretilerin özellikleri nelerdir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

19. YÜZYILIN KÜLTÜREL TABLOSU

  1. yüzyıl düşüncesinin niteliği

Batı'da, bir 16. yüzyılın belirgin özelliğinden, bir 18. yüzyılın belirgin özelliğinden -biraz da kolaylıkla- bahsedilebilir. Ama 19. yüzyılın belirgin özelliğinden söz açmak pek öyle kolay olmasa gerek.

Başta, böyle bir "belirgin özelliği" biçimlendiren sosyal ortam, 1800'lerde başkadır, 1900'lerde çok daha başkadır: Yüzyılın başlarında, bilim, sanat ve felsefenin, kısacası kültürün meraklıları, -18. yüzyılda olduğu gibi- bir azınlıktır; ama yüzyılın sonlarında, çerçevesi hayli genişlemiş sosyal tabakalar, kültürel gelişmeler hakkında bir düşün-

ce sahibi olabilmektedir. Onların yardımcıları vardır artık: Basın, halkın anlayabileceği biçimde yazılmış eserler ve konferanslar... Özellikle basın tekniğindeki gelişmeler, gazetelerin fiyatını "tek kuruşa" indirerek, yüzyılın ilk yarısındaki çerçevesi hayli dar okuyucu zümresi yerine, büyük kitlelere hitap etmenin yollarını açmıştır.

Sonra, 19. yüzyılın kültürel yaşamı, önceki herhangi bir çağdan daha karmaşıktır.

Değişik nedenlerden ileri gelmektedir bu:


  • Önce, kültürel yaşamın coğrafi sınırları, başka kıtalara doğru genişlemiştir: Bir Amerika, bir Rusya bu kültürel yaşamın içindedir ve önemli katkıları olmaktadır bu yaşama. Bunun gibi Avrupa, Doğu'nun, özellikle eski ve modern Hint'in edebiyat ve felsefesinin farkına varmış ve kapılarını açmıştır ona.

  • 18. yüzyıldan beri yapılan yeniliklerin belli başlı kaynağı olan bilim, özellikle jeolojide, biyolojide, fizikte ve organik kimyada yeni fetihler yapmıştır.

  • Makineli üretim, toplum yapısını, derinden derine değiştirmiş ve insanlara, doğa karşısındaki güçleri bakımından yeni bir görüş kazandırmıştır.

  • Son olarak geleneksel düşünce, siyaset ve ekonomi sistemlerine karşı, gerek felsefe alanında, gerek siyasal alanda köklü bir başkaldırı, o zamana değin dokunulmaz sayılan pek çok inanca ve kuruma karşı saldırılara girişilmesine yol açtı.

Bu başkaldırmanın, biri romantik, öteki akılcı iki farklı biçimi vardır: Romantik başkaldırı, Byron, Schopenhauer ve Nietzsche'den -20. yüzyılda- faşist harekete dek uzanır. Akılcı başkaldırı ise, 18. yüzyıl Fransız filozoflarıyla başlar, -biraz yumuşatılmış olarak- İngiliz felsefesi köktencilerine (radikallerine) geçer, sonra Marx'ta daha köklü bir biçime bürünürken, aynı zamanda bilimsel bir içerik de kazanarak, ilk sosyalist devrimin gerçekleştiği Sovyet Rusya'da somut sonuçlarına ulaşır.

Bilimlerin gelişimi

19. yüzyılda, Batı'da en başta göze çarpan şey, bilimlerin olağanüstü gelişimidir.

Fizik dalında, daha 17. ve 18. yüzyılda başlayan çalışmalar, 19. yüzyılın ilk yarısında yoğunlaşır. Bunda matematik dildeki zenginleşmenin payı kuşkusuz büyüktür. Fizik olaylar, artık temel kanunlara bağlanmıştır: Enerjinin sakinimi ilkesi, ışığın dalga kuramı, elektro-manye- tizm kanunları...

18. yüzyılın ikinci yarısında Lavoisier'nin temellerini attığı kimyada, basit elementler birbirinden ayrılmakta ve sınıflandırılmaktadır. Kimyadaki gelişmeler giderek öyle bir boyut kazanacaktır ki, 19. yüzyılın sonlarında kimyacı ile fizikçi, yer yer ortak çalışmaya gideceklerdir. Özellikle "maddenin bünyesi" bahsinde böyle olacaktır: Atomun yapısı, elektronların rolü, radyasyon ve dalgaların yayılışı...

O zamanın tartışmalarının temel konularıdır bunlar.

Fizik ve kimyadaki bu gelişmeler yalnız kuramsal planda kalmaz, çok geçmeden uygulamaya da geçerler. Dinamo, patlamalı motor, elektrik lambaları, yapay boyalar, insanların günlük yaşayışına girmekte ve ona bir renk ve çeşitlilik katmaktadır.

Doğa bilimlerine gelince... 18. yüzyılın ortalarında başlayan araştırma ve sınıflandırmalar, 19. yüzyılda daha büyük bir yoğunluk kazanır. Ve bunlardan dünyanın ve canlıların gelişimi ile ilgili "toplayıcı bir görüşe" varılacaktır artık: Canlılar dünyasının, gözle görülmeyen canlılardan başlayarak, insana dek uzanan -ağır ve sürekli- bir gelişme geçirmiş olduğu düşüncesi, sonuçta Darwin'le kesin bir zafer kazanır.

İngiliz bilgini Charles Darwin (1809-1882), türlerin doğal ayıklama, ortam ve soyaçekimle belirlenerek değişmek yoluyla oluştuklarını ileri sürer. Bu öğreti, türlerin tek tek yaratıldıklarını ve yaratıldıkları günden beri de yaratıldıkları biçimde kaldıklarını ileri süren dinci görüşleri yerle bir eden bir öğretiydi. Bu yüzden, dinciliğin egemen bulunduğu bütün ülkelerde büyük gürültüler kopardı ve Osmanlı İmparatorluğu'nda da yasaklandı.

Marx'm sosyal bilimlerde yaptığı devrimi, Darwin doğa bilimlerinde yapmıştır.

O zamana değin hayli ampirik kalmış olan tıp, mikroplar dünyasının keşfiyle çok geçmeden gerçekten bir bilim niteliğini alacaktır.

İnsan bilimlerinde de büyük gelişmeler olmaktadır; özellikle tarihte böyledir. "Durağan" bir tarih anlayışı yerine, "dinamik" bir tarih anlayışı geçmektedir. 18. yüzyıldan gelen ve 19. yüzyılın özellikle doğa bilimlerindeki buluşlarla zenginleşen "ilerleme" kavramı tarihin açıklanmasında da kullanılmaktadır. Hegel ve Marx, bu "ilerle- me"ye "diyalektik" bir içerik kazandıracaklardır. Filoloji ve arkeolojinin de yardımıyla, tarih bir bilimdir artık. Kendine özgü nesnel inceleme yöntemleri vardır ve bunlara dayanarak, geçmişin olayları sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirilmektedir. Ranke'ler, Mommsen'lerle önce Alman üniversitelerinde başlayan bu eleştirici tutum, çok geçmeden Fransız, İngiliz, Belçika ve İtalyan tarih kültürünü de etkileyecektir.

19. yüzyılda, insan bilimlerinde bir başka önemli gelişme, toplumbilimin (sosyoloji) doğuşudur. Toplumbilim, -öğretilerden farklı olarak- sosyal olayları, doğa bilimlerindeki gibi olumlu yöntemlerle ele almak savıyla doğar. Fransa'da Auguste Comte'un yarattığı bu yeni bilim, çok geçmeden -Fransa'da ve Fransa dışında- büyük gelişmeler kaydedecektir.



Felsefi düşünce

19. yüzyılda, Batı'da, bilimlerdeki o olağanüstü gelişme ile ilerleme düşüncesinin gitgide güç kazanması, felsefi düşünceyi de etkilemiştir.

Böyle olması da doğaldı.

18. yüzyılın "filozoflar"ına, onların "mekanik" ve -bazılarında rastlanan- "maddeci" görüşlerine karşı, aynı yüzyılın sonlarında bir tepki başlayacaktır: Almanya'da Kant, metafiziğe dalmadan "manevi değerler"e -kendince- yeniden bir saygınlık kazandırmaya çalışır. Daha sonra Hegel, maddesel dünyadaki diyalektik gelişmelerin, düşüncenin diyalektik gelişmesinin bir yankısı olduğunu söyleyecektir. Ona göre, itici güç "diişünce"dir; diyalektiğe tabi olan da odur.

Madde düşünceyi, düşüncedeki diyalektiği izlemektedir.

Düşünceci felsefenin Hegel'le ulaştığı bu görkemli bireşim, 19. yüzyılın daha ortalarına gelmeden bir büyük tepkiyle karşılaşır: Hegelci sol akım -ki Karl Marx da bu akımın içindedir-, Hegel'in söylediğinin tersine, düşünce dünyasındaki değişmelerin madde dünyasındaki değişmelerin bir yankısı olduğunu ileri sürer. Marx -Engels'le beraber- bu temel ilkeye dayanarak, "diyalektik maddeciliği" kurar. Böylece, düşünceci felsefenin karşısında çağdaş maddeciliği artık Marx'in bu "diyalektik" yönteme dayanan maddeciliği temsil edecektir. Marx, az sonra -İngiliz iktisatçılarıyla Fransız sosyalistlerinin de katkısına dayanarak- bu diyalektik maddeciliği tarihe ve topluma uygulayarak "tarihsel maddeciliği" kuracaktır. Tarihsel maddeciliğin kurulmasıyla da, Batı'da 19. yüzyılda başlayan burjuvazi ile proletarya sınıfları arasındaki zıtlık, felsefe planındaki bölünmeyi de tamamlar. Artık, "düşünceci" felsefe burjuvazinin, "diyalektik maddecilik" de proletaryanın felsefesi olarak birbiriyle çatışacaktır.

Bu çatışma günümüzde de sürmektedir.

19. yüzyılın ortalarında, felsefi düşünce bakımından, Almanya'da bu gelişmeler olurken, Fransa'da Saint-Si- mon'un bir çömezi, Auguste Comte "Pozitivizm"i kurmaktadır. Pozitivizme göre, gerçek bilgi "bilimsel bil- gi"dir. Bu bilgi ise, denemeyle ve denemeye dayanan usa- vurma ile kazanılır. Denemeye gelmeyen tüm düşünceler ve kavramlar -bu arada metafizik, tanrı, ruh- dayanaksızdır, hayal ürünüdür.

Pozitivizm, görüldüğü gibi, "bilimci"dir. Bu tutumuyla, Fransa'da "laik" hareketin gelişmesinde büyük hizmeti dokunacaktır.

Pozitivizmin İngiltere'deki büyük temsilcisi Herbert Spencer'dir. Fransa'da ise Auguste Comte'u özellikle Taine ve Renan izleyecektir. Fransa'da toplumbilimi -gene Auguste Comte- bu pozitivizmden çıkaracaktır. Ne var ki, toplumbilime Fransa'da gerçek kişiliğini Emile Dürkheim kazandırır. Şu var ki, Fransa'da toplumbilim pozitivizm gibi, diyalektik yöntemin katkılarından yoksun bir biçimde gelişecek, -aslına bakılırsa- gelişmeyip çıkmaza saplanacaktır.

"Doğaüstü"nii reddediyordu pozitivizm. 19. yüzyılın sonlarına doğru bir tepkiyle karşılaşır bu görüş: Bu tepkiyi Bergson temsil eder ve aklın her şeyi açıklayamayacağını söyleyerek, gerçeğe varmanın bir başka yolu olarak "sezgi"yi ileri sürer. Ve arkasından din, hatta "mistik" -eski çapında olmasa da- yeniden canlanırlar.

Pozitivizm, "geri kalmış" idi; Bergsonculuk ise açıkça "gericilik"e hizmet eder.

Bu tepkinin felsefede ve edebiyatta hayli izleyicisi olacaktır.

Dikkate değer nokta şudur: 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında, "akla karşı" olan felsefe akımları "burjuva" çevrelerde palazlanmaktadır. 18. yüzyılın sonlarına doğru "akla karşı" bir tutum takınmaktadır. Bunu, burjuvazinin o yıllardan başlayarak karşılaştığı ve çözümünde büyük güçlükler çektiği sosyal sorunlarda aramak doğru olur. Daha açık bir deyişle, kapitalizm emperyalist aşamaya geçerken, burjuvazinin felsefe sorunları karşısındaki tutumu da "akla karşı" -ve yer yer "karanlıkçı" (obs- kürantist)- olmaktadır.I

İlerde faşizm, bütün o karamsar, bulanık ve kaypak ideolojik malzemesini, işte bu "mezbele"den bulup çıkaracaktır.

Edebiyat ve sanat

Toplum ve düşünce planındaki gelişme ile edebiyat ile sanattaki gelişme arasında da yakın bir paralellik görülüyor:

19. yüzyılın ortalarına değin egemen olan romantizm, doğaya ve duygulara yakınlığı, lirik çıkışlarıyla, bir yerde, 19. yüzyılın ilk yarısındaki o coşkun ve tutkulu araştırıcılığın dile getirilmesidir.

Yüzyılın ortalarından başlayarak "gerçekçilik" (realizm) kendisini gösterecektir. Bilimlerdeki o büyük gelişmelerle gözleri büyüyen "bilimci akım" az sonra, edebiyatta da yankısını bulur: Doğalcılık (natüralizm) böyle doğar. Doğalcılık, edebiyatta ifade aracı olarak başta "roman"! seçecektir. Müzikte o kadar değil, ama "görsel sanatlar"! derinden derine etkileyecektir bu akım.



izlenimcilik (empresyonizm) bu etkilenmeler içinde ilk akla gelen bir sanat akımı.

Son olarak, 19. yüzyılın bitimine doğru gözüken o "spiritualist" değişiklik, edebiyatta çeşitli arayışlara yol açıyor: Fransız sembolizmi, Ingiliz prerafaelizmi eşyanın gizemli köşelerine eğilmek savını taşıyan akımlardır. Müziğin folklora ve ulusal kaynaklara yönelmesi de bu döneme rastlar. Bu arada Batı müziğinin temellerinden olan "gam", yavaş yavaş terk edilmekte ve yeni bir müzik dilinin araştırılması başlamaktadır. Daha 16. yüzyılda kurulmuş olan resmin temel ilkelerinden de dönüş başlamıştır: Ressamın fırçası, artık "perspektif"in kanunlarına değil, başta sezgi ve hayale dayanmaktadır.

20. yüzyıl sanatına açılan kapılar hemen hemen belli olmuştur.

DAHA ÇOK BİLGİ



J. D. Bernal, Materyalist Bilimler Tarihi (çev. E. Marlalı), cilt 2, İstanbul, 1976.

Henri Deniş, Ekonomik Doktrinler Tarihi (çev. Atilla Tokatlı), cilt 2, İstanbul, 1974.

Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980. Boris Suchkov, Gerçekçiliğin Tarihi (çev. Aziz Çalışlar), İstanbul, 1976.

ROMANTİZM VE GERÇEKÇİLİK

Romantizmi "kapitalist-burjuva düzenine", "yitirilmiş düşler" düzenine, iş hayatı ve kazancın bayağılığına karşı bir ayaklanma, tutkulu ve çelişmeli bir ayaklanma olarak tanımlıyor Ernst Fischer. Bu ayaklanma tiyatroda ilk önemli örneklerini 18. yüzyılın ikinci yarısında Almanya'da "Sturm und Drang" (fırtına ve atılış) akımıyla verdi (1767-1785). Goethe'nin ve Schiller'in öncülük ettikleri romantik yazarlar, Rousse- au'nun doğaya dönüş öğretisini benimseyerek, Corneille ve Ra- cine'in neo-klasik kurallarına ve neo-klasisizmle uzlaşarak gelişen burjuva duygusallığına şiddetle saldırdılar. Sayısız sahneye bölünmüş oyunlarda, birkaç saat içinde, yılları kapsayan olaylar anlatılarak yer ve zaman birliği bir yana bırakıldı. Avrupa'nın yaşamakta olduğu devrim bunalımı, romantiklerin oyunlarında ayaklanmalar, soygunlar, kadınların kaçırılması gibi heyecan verici olaylar biçiminde belirmeye başladı....

Romantizmin tiyatrodaki ilk örnekleri Almanya'dan gelmekle birlikte, bu oyunların en önemli esin kaynağı Shakes- peare'den başkası değildi. Neo-klasisizme başkaldıran Alman yazarları, Shakespeare'in Almancaya çevrilen oyunlarında kendi coşkunluklarına biçim verecek üstün örnekler buldular....

Romantizmin, düşünce ve duyguyu dizginleyen kurallara karşı bir ayaklanma hareketi oluşu, ilk bakışta bu akımın devrimci niteliğini çağrıştırır. Nitekim Rousseau, aynı zamanda Fransız Devrimi'ni hazırlayan düşüncelerin başlıca kaynaklarından biridir. Ama romantik akımı temsil eden yazarları ayrı ayrı ele alacak olursak, bu yazarların ortak yanının "devrimci ya da devrime karşı, ilerici ya da tepkici bir siyasal görüşü benimsemeleri değil, bu görüşe akıl ve diyalektik dışı, hayalci bir yoldan varmaları olduğunu" görürüz...

Romantizm, şiirin işleyebileceği konuları ve kullanabileceği dili sınırlayan neo-klasisizme başkaldırmakla birlikte, aşırı bireysel tutumu ve öznel yöntemi yüzünden bu başkaldırışın temelinde yatan sorunlara olumlu bir çözüm getirmedi... Buna karşılık romantizm, şehirle köy arasındaki kopuşu, bireyin toplum içindeki yalnızlığını, kazanç hırsının bayağılıklarını dile getiriyordu.

Burjuva değerlerine başkaldırımın ikinci aşaması diyebileceğimiz gerçekçilik... Yalnız şehirleşmenin ve makineleşmenin değil, aynı zamanda yayılmakta olan demokrasi ve eşitlik düşüncelerinin... Bilim ve tekniğin getirdiği ve koşullandırdığı bir anlatım yöntemiydi... Gerçekçilik bir tutum olarak yeni bir kavram değildi. Tarihteki bütün önemli sanatçıların ortak bir özelliği olarak görebileceğimiz bu kavram romanla birlikte nesnel olgulara, deneye ve görgüye dayanan bir yöntem niteliği kazandı.

(Cevat Çapan, Değişen Tiyatro, İstanbul, 1972, s. 126-136)

SORULAR


  1. Batı'da 19. yüzyıl düşüncesinin nitelikleri nelerdir?

  2. Batı'da 19. yüzyılda bilimlerin gelişimi nasıl bir tablo gösterir?

  3. Batı'da 19. yüzyılda felsefi düşüncedeki gelişimler nelerdir?

  4. Batı'da 19. yüzyılda edebiyat ve sanattaki gelişimlerin genel tablosu nedir?

  5. "Romantizm" ve "gerçekçilik", 19. yüzyılda neye karşı bir başkaldırmadır ve edebiyatla sanata ne getirmişlerdir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

BÖLÜM V

ÇAĞDAŞ BATI UYGARLIĞI: (1)

BATI AVRUPA

Dayandığı kültürel kaynaklar bakımından olsun, tarihsel gelişimi bakımından olsun, başka uygarlıklardan ayrılan Batı uygarlığı, bugün nasıl bir tablo gösteriyor?

Bu tabloyu, -temelde bazı ortak çizgiler taşısalar da- "Batı Avrupa" ile "Birleşik Amerika" için ayrı ayrı çizmek gerekiyor.

Güçlülüğün, termonükleer bombalar ve aya yapılan seferlerin sayısı ile ölçüldüğü bir dünyada, Batı Avrupa'nın uluslararası planda -bugün de- büyük bir ağırlığı olması, biraz paradoks gibi görünür. Yaşadığımız dünyada, Batı Avrupa iktisat ve teknikte -20. yüzyılın başlarına dek olduğu gibi- "sürükleyici" bir rol oynamıyor gerçi; ama edebiyatı ve sanatı ile kültürde -bugün de- yer yer öncü roliindedir.

Batı uygarlığının kültürel coğrafyası içinde ise, hâlâ bu uygarlığın "beyni"dir Batı Avrupa.

SOSYAL VE İKTİSADİ YAŞAM



Sosyal yaşam

Nüfus artışındaki yavaşlık, Batı Avrupa'da sosyal yaşamın başta gelen özelliklerinden biri bugün. Yaş oranı bakımından ise, Batı Avrupa nüfusu gitgide yaşlanmakta.

Sosyal yaşamın bir başka önemli olayı da, kentleşmenin gün geçtikçe artması. Sanayileşme ve tarımın makineleşmesi ile -çok daha önceleri- başlamış olan köylerin kentlere boşalması olayı, bugün de sürmekte.

Batı Avrupa'da, bu birikme üç büyük merkezin çevresinde olmakta: Londra, Paris ve Ren Ruhr bölgesi. Doğaldır ki, kent-köy ilişkisinin gün geçtikçe değişmesi, köylerin istikrarı ve kentlerin dengesi ile ilgili olarak sosyal, iktisadi, siyasal ve kültürel çetin sorunlar çıkarmaktadır ortaya.



Kentlerin sosyal yaşamı ise, hem artan nüfus hem de konut yetersizliği yüzünden günden güne bozulmaktadır. Gitgide devleşen yapılar içinde, kent insanının içine gömüldüğü yalnızlık, kent yaşamının doğurduğu yorgunluk, özellikle televizyon gibi eğlence araçlarının bireyselleşmesi, kent topluluklarının gelişmesinde daha bugünden insanı düşündüren noktalar oluyor. Kent dışına dinlenmeye giden insanların her yıl artması, "kam- ping"lerin çoğalması, futbol gibi kolektif sporların büyük kitleleri gitgide daha fazla uğraştırması -eğlendirici olmalarının yanı sıra- acaba bir "kaçış" da değil midir?

iktisadi yaşam

Batı Avrupa'da, iktisadi yaşam "kapitalizm"e dayanır. Bu kapitalizm, bir ileri sanayi kapitalizmidir. Ekonomide temel kesim sanayi kesimidir. Özellikle İtalya'da güneyin yer yer "azgelişmiş" bir görünümde olması nadir örneklerdir.

Sanayide enerji üretimi başta gelir. Termonükleer enerji ise, -emekleme döneminde de olsa- enerji üretiminde yeni ufuklar açmaktadır. Mekanik sanayi hâlâ önemini koruyorsa da, kimya sanayii -özellikle plastik maddelerin üretiminde- dev gelişmeler kaydetmiş ve modern yaşama çok büyük katkılarda bulunmuştur.

Taşıma araçlarındaki gelişmeler, özellikle "jet'Terin bulunuşu, gidiş gelişe, giderek iktisadi yaşama büyük bir yoğunluk kazandırmaktadır.

Yaşadığımız dünyada, çeşitli ülkeler arasında iktisadi işbirliğini geliştirmek için hemen her yanda girişilen bütünleşme deneme ve örgütlenmelerine Batı Avrupa'da da rastlıyoruz.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə