Heccavın Harfleri
Çocukluğunda böyle bir şeye tanık
olmuş herkes, bunun izini tüm yaşamı
boyunca taşımak zorundadır.
Umberto Eco, Önceki Günün Adası
Yatağına sırtüstü uzandığında, tavandaki yuvarlak pencereden yıldızları seyredebiliyordu.
Seviyordu onları; güzel ve parlaktılar, küçük ve şaşkındılar. Babası, onları doya doya
seyredebilmesi için tavandaki pencereyi açarken bir de hikâye anlatmıştı, heccavın hikâyesini.
Anlattığına göre, yıldızlar, şimdi adı sanı unutulsa da vaktiyle şöhreti yedi düveli sarmış bir
hiciv ustasının harfleriymiş. Üstat onlardan heceler, kelimeler, dizeler çıkartarak şu âlemde
gördüklerini yazar, yazdıklarını görürmüş. Çirkefe taş attığında üstü başı kirlenmez; dilinin
sivriliğine inat yumuşacık olan yüreğinde hoyratlığın esamesi okunmazmış. Zeki bir adammış
heccav; kılıcın kınını kesemeyeceğini bilecek kadar. Yalnız bir adammış heccav; şikâyet nedir
bilmeyen yüreğini avutamayacak kadar. Ve fermanlı bir deliymiş heccav; eline geçen altınları
balıklara, kuşlara, çocuklara ve yağmurlara dağıtacak kadar.
Harflere gelince, onlar heccavın tıpkı bir sihirbaz gibi yokluğu varlığa, karmaşayı nizama
çevirmesine sevinçle, heyecanla iştirak ederlermiş. Harfler heccavı o kadar çok severlermiş ki,
bazı geceler o uykudayken kendi aralarında yer değiştirip daha derin mânâlar bulabilmesi için
ona ellerinden geldiğince yardım ederlermiş. Seneler böyle gelip geçmiş. Seneler heccavla
harflerin arasındaki aşkı küllendireceğine, daha da alevlendirmiş. Ne var ki, heccavın sivri
dilinden gocunan, ondan intikam alabilmek için devamlı fırsat kollayan pek çok gönül fakiri
varmış. Bunların içinde biri varmış ki, bilhassa o heccava diş bilermiş. İsmi Kalaylıkoz Mehmed
olan bu adam gösteriş içinde yaşamaya pek meraklıymış. Saray dalaverelerine bulaşıp herkesi
birbirine kırdırarak yolunu tutup yükünü doğrulttuğundan, kısa zamanda kesesini doldurmayı, en
tepelere yükselmeyi başarmış. İşte bu adam oldum olası heccavın sivri dilinden kurtulamazmış.
Ne var ki, heccavın tam mânâsıyla kancayı ona takması yaptığı evlilikten sonra olmuş. Zira
Kalaylıkoz altmış altı yaşının demlerini sürerken görüp de beğendiği çocuk yaştaki bir bakireyi
allem edip kallem edip karılığına aldığında, zaten diline hâkim olamayan heccav ağzına geleni
söyleyip vermiş veriştirmiş. Kalaylıkoz Mehmed ortalık yerde elâlemin diline düşmesine sebep
olan heccava eskisinden de beter diş bilemeye başlamış. Bir gün, içindeki intikam ateşi öyle bir
kabarmış ki, padişaha heccavı şikâyet edip, onun şimdiye değin yazdığı her bir dizeyi
başkalarından aşırdığını iddia etmiş. Padişah bu iddianın aslını astarını araştırabilmek için
heccavı huzuruna çağırmış ve ondan bir gecede tam dört yüz kırk dört dize yazmasını istemiş.
Şayet sabahın erken saatlerinde dört yüz kırk dört dizeyi tamamlamamış olursa, kellesinden
olacağını söylemeyi de ihmal etmemiş.
Heccav eve vardığında esrar çubuğunu doldurup ağlamaya başlamış. "Ne kadar yaşarsam
yeterince yaşamış olurum acaba?" diye sormuş kendine. Cevabını bulamamış. Üstadın elinin
ayağına dolaştığını, değil dört yüz kırk dört dize tek bir kelime dahi yazamadığını gören harfler,
bütün gece uğraşıp didinip nihayet isteneni yerine getirmişler. Heccav sabah uyandığında,
kendini ölüme hazırlamak için boynunun etrafına kıpkırmızı bir halka çizmeye koyulduğunda,
dörtyüzkırkdört dizenin çoktan yazılmış olduğunu görmüş. Büyük bir sevinçle ve gözyaşları
arasında vefakâr dostlarına teşekkür etmiş. Sonra koştura koştura saraya gidip, dört yüz kırk dört
dizeyi padişaha takdim etmiş. Padişah hayret ve takdir ederek, heccava dört yüz kırk dört altın
verilmesini buyurmuş. Bu işe adamakıllı içerleyen Kalaylıkoz Mehmed kuyruğunu kısmış ve bir
müddet ortalarda görünmemeyi akıllıca saymış. Ne var ki, bu hadisenin üzerinden çok
geçmeden, tekrar padişahın huzuruna çıkıp heccavın kendisine ihsan edilen altınları balıklara,
kuşlara, çocuklara ve yağmurlara dağıttığını, artakalanlarla da testi testi şarap içip, âlem üstüne
âlem yaptığını fısıldamış. Padişah heccavı tekrar huzuruna çağırmış.
"Sen yazdıysan hatırlarsın. Hatırlayabilirsen gene yazarsın" diyerek dört yüz kırk dört dizeyi
eksiksiz noksansız tekrar bir araya getirmesini istemiş. Aksi takdirde kellesinin gideceğini
söylemeye lüzum görmemiş.
Heccav eve vardığında esrar çubuğunu ağzına kadar doldurup gülmeye başlamış. "Ne kadar
yaşarsam yeterince yaşamış olurum acaba?" diye sormuş kendine. Cevabını bulamamış. Harfler
ona yardımcı olabilmek için vaktiyle ait oldukları yerleri hatırlamaya çalışmışlar. Fakat ne denli
gayret ederlerse etsinler bir türlü eski hallerini alamamışlar. Başka başka dört yüz kırk dört
dizeler çıkmış ortaya; bir türlü aynısını bulamamışlar. Başka türlüsünü yazmanın aynısını
yazmaktan çok daha kolay olmasına şaşırmışlar.
Boğaz'ın sularına atılmış başsız cesedi. Ateşe verilmiş evi. Öksüz kalan harfler birer birer
tutuşup kıvılcımlar halinde göğe yükselmeye başlamışlar. Bir vakitler mânâlı bir bütün arz eden
harfler birer yıldız olup, bir daha asla toparlanamayacak sûrette oraya buraya dağılmışlar,
karanlığa saçılmışlar.
Yıldızların bu kadar şaşkın, bu kadar oynak olmalarının sebebinin, bir vakitler yanlarına
düşen harfleri bulma ümidini hiç yitirmemeleri olduğunu düşünüyordu. Arıyorlardı. Hâlâ o
meşhur heccavın hayatını kurtarabilecek mânâyı arıyorlardı. Çemberde yön tayin etmeye
çalışanlarla inatlaşarak ve zamanda ileriye de geriye de gidebileceklerine yürekten inanarak. İşte
bu sebepten, böyle kıpır kıpır, böyle huzursuz dolaşıyorlardı gecenin karanlığında. Eski
komşularının izini sürmeye çalışıyorlardı, belleklerini zorlayarak, birbirlerini koklayarak.
Yatağına sırtüstü uzandığında, tavandaki yuvarlak pencereden yıldızları seyredebiliyordu.
Bazı geceler, onların arayışına yardımcı olabilmek için yuvarlak pencereye elini daldırır ve dört
yüz kırk dört dizeyi diriltmeye çalışırdı. Böyle zamanlarda, sabaha kadar gözünü kırpmazdı.
Yıldızlar dünden razıydılar bu oyunu oynamaya. Hiç naz etmeden onları götürmek istediği yere
gider, sağlarına sollarına bakınır, ortalığı koklar ve bu sefer başarabilmek için dua ederlerdi. Bazı
bazı, birkaç dizeyi eski yerlerine getirmeyi başardığı da olurdu. Fakat bu sefer de çok geçmeden
şafak söker; onca uğraş vererek yan yana getirdiği kelimeler günün ilk ışıklarıyla birlikte yok
olup giderdi. Üzülürdü. Bir daha yıldızlarla oynamamaya karar verirdi. Fakat bir başka gece gene
dayanamaz, gene onlara yardımcı olabilmek için elini yuvarlak pencereden karanlığa sokar ve
şafak sökene kadar ter dökerdi. Zamanla, aynı hataları tekrarlamamak, günün ilk ışıklarına yenik
düşmemek için rakamları imdada çağırmaya başlamıştı. Saydığı yıldızları işaretliyor, heccavın
dizelerindeki yerlerine oturtabildiği kelimelerin hangi rakama tekabül ettiğini hesaplıyor,
bulduğu rakamları bir kenara yazıyordu.
Tesadüfen yan yana düşerdi rakamlar
Bunu bile bile neden bunca gayret,
Dostları ilə paylaş: |