Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91

bir itkinin ürünüdür. Yani tasarlanmaktan çok kazara ortaya

çıkar. Aynı şekilde bilgelik ve otorite hatta belki nüktedanlık

ve  aşk  da  sadece  dolaylı  yoldan  erişime  açıktır.  Genel  bir

Aranan Vasıflar Teorisi yok mu peki bu konuda?

Peşinden  koşmaya  sadece  mutluluğun  suretleri,  başarı,

şöhret,  statü,  varsıllık,  eğlence,  neşelilik  açıktır.  Öte  yandan

mutluluğun  en  alt  seviyesi  olan  memnuniyetin  doğrudan

erişime  açık  olması  mümkündür.  Flaubert  bu  görüşteydi:

"Mutluluk erişilmezdir gerçi ama huzura erişilebilir."

[6]


 Kulağa

daha  çok  yenilgi  ve  teslim  bayrağını  çekmek  gibi  geliyor.

Ama  filozoftan  çok  bir  edebiyatçı  olarak  Flaubert  biraz

tutarsızdı  ve  bir  fırsat  kapısını  azıcık  aralık  bırakmıştı:

"Aptallık,  bencillik  ve  sıhhat,  mutluluğun  üç  ön  şartıdır  ya,

aptallığın yokluğunda diğer ikisi faydasızdır."

[7]

Bu  alıntılar  Flaubert'in  iyi  günlerinden  aslında.  Özünde



kendisi de, kendisinden önce ve sonraki pek çoğu gibi bir tür

Maniheizme,  insanın  mutluluğu  asla  bulamayacak,  cennetten

kovulmuş bir yaratık olduğu inancına katılıyordu.

Bir de mutluluğun peşinden koşmanın bizzat ana mutsuzluk

nedeni olduğu, yenilgiyi kendi içinde taşıdığı görüşü var. Kant

bu  görüşü  şöyle  ifade  ediyor:  "Eğitimli,  kültürlü  bir  zihnin,

kendisini yaşamdan zevk alma ve mutluluk hedefine ne kadar



verirse  gerçek  memnuniyetten  o  kadar  uzaklaştığını

görüyoruz."

[8]

Yani 


mutluluğun 

saçmalığı, 

onun 

tanımlanmasının



imkânsızlığında, belki tamamen erişilmezliğinde –ya da en iyi

haliyle  sadece  ara  sıra  ve  bilmeden  erişilebilirliğinde–  hatta

belki  doğrudan  kovalandığında  tam  zıddına  dönüşmesinde

ama sıklıkla başka bir şeyin peşinden giderken beklenmedik

bir  yerde  ortaya  çıkışındaymış.  İnsanı  bundan  daha  fazla

çileden çıkartacak bir muziplik yoktur herhalde.

Hem  Sokrates'ten  bu  yana  her  düşünür  tüm  bunlarla

uğraşıp hayattan daha mı bilge göçtü sanki? Sorular sadece

daha fazla soru doğuruyor gibi görünüyor. Uğraşmak sadece

daha  fazla  şaşkınlık  ve  hüsrana  ya  da  "daha  az  televizyon

izleyin" ve "tanımadıklarınıza daha fazla gülümseyin" türünden

bayağılıklara yol açıyor. Hepsine boş verip bir elde uzaktan

kumanda,  diğerinde  birayla  koltuğa  gömülmek  daha  çekici

geliyor.


Ama yaşamak için kişisel bir strateji geliştirmenin mecburi

bir nedeni var. Sıklıkla ferahlama, özgürleşme hissi uyandıran

sorunları  reddetme  tavrı  aslında  köleleşmektir.  Kendi

çözümlerini 

üretmeyenler 

başkalarınınkileri 

kullanmak

zorunda kalırlar. Nietzsche'nin uyardığı gibi: "Kendine boyun




eğmeyen  buyruk  altına  girecektir."

[9]


  Daha  da  kötüsü,

buyuran kişi muhtemelen ortalama, sıradan, bugüne, çağa ait

bir  kişi;  çözümse  çağın  önerileri  ve  yasaklarının  zayıf  bir

karışımından ibaret olacaktır. Bu durumun yazında bir paraleli

mevcut. Pek çok yazar ve şair heveslisi sadece çağdaşlarını

okur  hatta  sıklıkla  bunları  bile  okumaz;  tembelliğini,

başkalarının  etkisinden  kurtulmak  için  cesur  bir  hamle  diye

gösterir.  Ama  böyle  bir  etkilenmeden  kaçınma  girişimi

etkilenmelerin  en  beteriyle,  güncel  popüler  zevkle,  sığ

beğeniyle sonuçlanır.

İçgüdü ve yetenekleri duyarlılık veya vicdanla sınırlanmayıp

çağın  talepleriyle  kusursuz  eşleşen  ve  haliyle  başarılı  ve

avantaların –saraylar, saray mensupları, hizmetçiler ve harem

gibi–  tadını  çıkarmaktan  memnun  "mutlu  hödük"  olgusu

elbette mevcut. Eski çağlarda bu tipler savaşçılardı. Bugünse

girişimciler. Kapitalizmin en başarılı güven numaralarından biri

herkesin  milyoner  olabileceği  yanılsamasını  yayabilmesidir.

Oysa zirvede sadece birkaç kişiye yer vardır ve zirvede yer

alabilecek beceriye çok az kişi sahiptir.

Bir  de  yanılsamalar  içinde  keyifle  yaşayan  mutlu  düşçüler

var.  Hem  kendini  iyi  hissetmenin  en  uygun  ve  zararsız  yolu

bu,  değil  mi?  Fakat  hayat,  yanılsamaları  paramparça

etmekten müthiş haz duyar ve bu tür deneyimler yanılsamaları



reddetmekten veya daha en başta oluşmalarını engellemekten

çok  daha  ıstıraplıdır  ve  çok  daha  pahalıya  patlar.

Yanılsamalar ancak hepten hezeyanlara dönüşmeleri halinde

gerçeklikten  bağışıktır.  Kısacası,  gerçekten  Napolyon

olduğunuza inanmanız gerekir. Yani sonuçta iş dönüp dolaşıp

bir  kez  daha  dünyayı,  benliği  ve  ikisinin  nasıl  etkileştiğini

kavramaya gelmektedir.

Doğa  boşluk  sevmez.  Hele  insan  zihnindekini  hiç  sevmez.

Zihnin  nasıl  sömürgeleştirileceğine  dair  kavrayışımızı  20.

yüzyılda büyük saygı görüp 21. yüzyılda yerden yere vurulan

iki  düşünüre,  Freud  ve  Marx'a  borçluyuz.  Bugün  hor

görülmelerine karşın bu iki düşünürün temel fikir ve bakışları

değer  ve  önemlerini  korumaktadır.  Marx  bağımsız  düşünce

olarak varsaydığımızın ne kadarının aslında toplum tarafından

dayatıldığını,  Freud  ise  aslında  ne  kadarının  bilinçdışından

çıktığını  göstermiştir. Yani  her  iki  yönden  –içten  ve  dıştan–

yoğun  ve  bitmek  tükenmek  bilmez  bir  baskı  söz  konusudur

ve  sonuçta  belki  de  bağımsız  düşünce  diye  bir  şey  hiç

varolmayabilir.

Ancak, her iki baskıdan da tamamen kaçış umudu yoktur.

Dünyada, önyargıların dışında yaşamak imkansız bir idealdir.

İçinde  yaşadığımız  çağ  da  bizim  içimizde  yaşar.  Ve  çağlar,

içlerinde yaşayan insanlar kadar bencildir: Her çağ kendisini



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə